• tek kelime fransızca bilmediğim halde iş için gittiğim fransa'da, iş yerinin fransa'da yaşayan türk ortağı ve ben, işini yaptığımız firmanın sahibi tarafından yemeğe davet edildik. ertesi sabah erkenden dönecek olmam ve sıfır fransızca nedeniyle pek sıcak bakmamama rağmen, türk ortağın ''bu şekilde bir jesti reddetmen yanlış anlaşılır'' uyarısı ile adamın evine gitmek zorunda kaldım. ev lüks bir semtte ve gayet güzel bir bahçesi olmasına rağmen oldukça sade döşenmiş bir evdi. fransızların meşhur, yemekten önce şarabı, yemek şarabı, yemek sonrası şarabı üçlüsüne takılıp, ara sıra hem onların hem de benim pek iyi olmayan ingilizcemizle iletişim kurmaya çalıştık.

    koltuklara geçip konyak-kahve ikilisinin tadını çıkarırken, salona 4-5 yaşlarında bir çocuk girdi. sarışın mavi gözlü, annesinin kopyası sevimli bir çocuktu. aile orada olmasını istemiyorduı. ''piyer hemen odana '' gibi çocuklar duymasın vari cümleler kurduklarını tahmin edebiliyordum. ''oh mami no'' ,''pağlevisyon, televizyon'' gibi cümlelere, ailesinin, ^noğğ piyeğ televizyon zamanı değil şimdi'' diye yanıt verdi *.

    neyse bu sevimli çocuk, beni fark etti ve; ''mami bu amca kies?'' diye sorarak yanıma seğirtti. aile tedirgin oldu ama ben hemen onunla oynamaya başladım. bebe ile gayet iyi anlaştık. hatta ben koltuktan yere indim bebenin arabaları ile oynuyorum. arabasını koltuktan aşağı sallayıp yere çakılması temalı, salak çocuk oyunlarından birini oynarken, araba yere çakıldığında çocuk ''hobereyyy'' gibi bir ünlem çıkardı. ben şaşırmama rağmen belki de evrensel bir 'hobarey' vardır diye çok takılmadım.
    biraz sonra çocuğa dikkatli bakınca yüzündeki kırmızılıkları fark ettim. kızamık mızamık endişesi ile aileden kimse yokken patrona ''ne olmuş bu çocuğun yüzüne kırmızı kırmızı ?'' diye sordum. ve hayatımın en dumur cevabını aldım.

    aynen şu şekilde; ''zuccuk yediydim gabarcık oldum''..

    cevabı patron değil çocuk vermişti. o kadar şarap, 1 haftadır yaşadığım iletişim kaosu, bir anda beyin amcıklaması geçirtti bana dona kaldım. patron halimi görünce gülme krize girip konyağı burnundan çıkardı. meğer çocuğun yaklaşık 3 aylıktan bu yana yozgatlı bir üniversite öğrencisi bakıcısı varmış. kız üniversite okumasına rağmen türkçesi ailesinin türkçesi gibi kalmış. geçen haftada türkiye'den gelen sucukları bebeye yedirince, bebe baharattan alerji olmuş..
    sarışın mavi gözlü fransız çocuğu piyer, enşante, ekute, pağlevisyon derken ''zuccuk yediydim gabarcık oldum'' dedi ya. nesine yorum yapacaksın.
  • edinburgh'da gecenin ilerleyen saatlerinde iki arkadaş eve doğru yürümekte ve ingiltere ile türkiye'nin kıyaslamasını yapmaktadırlar.

    romica: yani tamam da, sen burada hiç korna çalan şoför gördün mü?
    cansu: e görmedim ama...
    romica: kırmızı ışık yeşile dönünce öndeki ışık hızıyla hareket etmediği için kornaya abananı? öndeki arabadakinin "ne diyon sen lan!!!" hareketi yaptığını?
    cansu: tamam bunlar yok ama...
    romica: bunu gören arkadaki şoförün aracından indiğini gördün mü hiç? böyle boktan bir olay yüzünden kavga çıktığını, çevredekilerin de sinema izlermiş edasıyla olayı izlediğini???

    tam o esnada ışıklara gelinmiştir. yeşil yandığında en öndeki araba anında hareket etmeyince arkadaki aracın sürücüsü kornaya abanır, öndeki araçtan kolunu "ne diyon lan!!!" edası ile çıkarır, arkadaki el frenini çeker ve dışarıya çıkar, öndeki de çıkar bağırışmaya başlarlar, biri türkçe küfür eder, diğeri gülmeye başlar. evet, kavga eden iki türktür, öküzün trene baktığı gibi onların kavgasını izleyen diğer iki kişi de öyle...
  • gitmediği ülke kalmayan bir arkadaşım var. kendisi kadın onu da ekleyeyim. neyse. bu norveç'in artık kutup tarafında bir yerine gidiyor. en son yerleşim yerine ulaşıyorlar. 5 tane ev, bir kilise ve küçük bir bakkal var burada. zaten oradan sonra artık gemiler buzları kırarak devam edebiliyorlar yola. bakıyor ki bakkalın tabelasında "ahmet" yazıyor. bizimki türk mü acaba diye merak ediyor. gerisini kendisinden dinleyelim;

    ...........................

    girdim bakkaldan içeri, adamın biri küçük bir merdivene çıkmış raflara konserve diziyor. "selamın aleyküm" dedim. adam arkasını bile dönmedi. "aleyküm selam" dedi. ulan sanki kayseri'nin bir kasabasındayız. kutuplardan önce en son insan yaşayan yer burası. insan bir döner bakar, merak eder.

    "dayı sen türk müsün?" dedim. döndü bir omuz arkasından baktı. "evet türküm" dedi. yavaşça indi merdivenden.

    -ne arıyorsun burada? ne zaman geldin?
    +teee kaç sene oldu. solculuk davasından kaçtık darbe zamanı. te şu ilerideki evde kardeşimin, ama konuşmuyoruz, küsüs şerefsizle.

    yahu. miyagi san zaten 5 tane ev var. biri bakkalın kendisinin, diğeri kardeşinin, diğer üçü norveçlilerin. ve burada bu şekilde kardeşinle küssün. kafayı yedim. ulan dükkandaki malı kime satıyorsun? hadi bizimki gibi arada gemi geliyor. kardeşinle nasıl küs olursun. hem de 5-6 senedir küsmüş.

    ben bunu iş edindim. gittim kardeşinin evine. çaldım kapıyı. açtı bir adam.

    -selamın aleyküm
    +aleyküm selam.
    -yahu abi bende türküm. böyleyken böyle.. sen nasıl küs olursun böyle bir yerde kardeşinle.
    +benim öyle bir kardeşim yok.
    -abi allah aşkına kalk gel. yürü olmaz öyle.

    yalvar yakar aldım kardeşi özkan'ı. götürdüm ahmet'in yanına. bir şekilde yalvar yakar barıştırdım bunları. türkiye'den ne telefonlar gelmiş de barışmamışlar sittin senedir.

    hee bir de bu özkan'ın karısı ilk geldiklerinde, kapıyı açmış dışarı bakmış "çok soğuk" demiş ve 3 sene boyunca evden dışarı adımını atmamış.
  • uyku tutmadi ve madem basladik bir tane daha anlatayim ama bu seferki hikayeye inanmama ihtimaliniz yuksek. ben bile bazen bir kismi ruya miydi acaba diyorum.

    abd'ye geleli 6 ay olmus. ilk kez bir konferansa katilacagim. san antonio'dayim. konferans bitmis houston aktarmali olarak nyc'ye donuyorum.

    her sey san antonio-houston ucaginin 30 dakikalik rotari ile basliyor.

    houston'a vardigimizda ogreniyorum ki gecenin son ny ucagini kacirmisim. havayolu sirketi hepimizin eline bir otel indirim kuponu verip sabah gelin diye yolluyor. tabii tum masraflarimi kurum oduyor ama memur cocugu oldugum icin masraflari kismaya calisiyorum. gecmiste frankfurt'ta falan havalaninda uyudugum icin diyorum ki otel masrafina gerek yok havaalaninda uyuyabilirim. gel gor ki saat 23 sularinda duruma uyaniyorum. havaalani kapanacak ve ortalikta benden baska pek kimse kalmamis. burasi amerika. bir otel bulmaliyim yoksa sokaktayim. danismaya gidiyorum ve bana bir otel ayarlayin diyorum. oradaki teyze diyor ki otellerin cogu dolu. elde kalan otellerin fiyatlari 45 ile 200 dolar arasinda degisiyor. ben de turkiye'den yeni geldigim icin 45 dolara iyi bir otele gidecegimi saniyorum (o zamanlar 45 dolara turkiye'de 4 yildizli bir otelde kalinabiliyor.). ver diyorum 45 dolarlik oteli. saniyorum ki bir taksi tutacagim. yok diyor teyze, seni otelin araci gelip alacak. oo diyorum servis bile gonderiyorlar. iyi oteldir bu. ve macera basliyor.

    terminalin onune camlari siyah bir minibus yaklasiyor ve kapi aciliyor. ve kapinin acilmasi ile yuzume kesif bir insan kokusu yapisiyor. minibus tiklim tiklim asyali ve guney amerikali tipli gariban adamlarla dolu. sanirim (sanirim diyorum cunku delil yok elimde, belki de yaniliyorum) bunlar kacak. ama polise gitsem ne diyecegim, dedim ya belki de tamamen yaniliyorum. neyse otele dogru gidiyoruz. onde bir araba var sanirim ve telsizle yola dair bilgi veriyor minibus soforune. her halde diyorum polisten sakiniyorlar. bugun bile tam olarak emin degilim. ben de elimde bir adet bilgisayar cantasi, bir sirt cantasi ve koca bir poster ile altima sicacagim korkudan. bir minubus dolusu adamla bir ortadogulu ogrenci. yakalansak ne olur korkusu icindeyim.

    neyse otele geliyoruz. otele gelmemle yeni bir koku ile tanisiyorum. oteli hintliler calistiriyor ve her yerde yogun kori, ter, sidik karisimi bir koku var. elemanlari arka tarafa goturuyorlar. beni bir odaya cikariyorlar. koridorlar suc filmlerindeki izbe otelleri andiriyor. los bir isik, koku ve her yerde toz. saat gec olmus yorgunum ama sabah 5'e kadar hic bir seye dokunmadan yatagin ucunda oturuyorum. carsaflara dokunmaya bile korkuyorum.

    neyse sabah oluyor. ilk servis 5'te. hemen servise atiyorum kendimi. kurtardik gotu. havalanina gidiyoruz. hedefim ilk ucagi yakalamak.

    havalanina gidiyorum. her sey normal. ucaga biniyorum. nihayet dinlenebilirim. gozlerimi kapiyorum ki bir takim gurultuler basliyor. uuu heeyy ooo sesleri. sonradan ogreniyorum ki houston'dan bir lise nyc'ye gezi duzenliyor ve ucakta 99 liseli var (bunu nasil ogreniyorum birazdan anlarsiniz).

    99 liseli.

    neyse yolculuk basliyor ve birazdan pilot bir anons geciyor. kuzey dogu abd'de bir kar firtinasi var ve havaalanlari bir bir kapaniyor. nyc'ye inemeyebiliriz. bir sure sonra guney carolina'ya inecegimizi duyuruyor. ancak cok sayida benzer ucak oldugu icin havaalani park etmemize izin vermiyor. benzin alip hemen havalanmak zorunda kaliyoruz. belki nyc kapanmadan ulasabiliriz. tabii birazdan haber geliyor nyc de kapanmis.

    bu sefer istikamet kentucky. saatlerdir havadayiz. yavastan yandaki teyze ile sohbete basliyoruz.iste ne is yapiyorsun falan filan. kendisi o lisenin kutuphane sorumlusu imis ve oglu da o okulda ogrenci imis. gozetmen olarak gidiyormus hem de oglu engelli oldugu icin ona goz kulak olacakmis vs. ucakta 99 liseli varmis.

    ben de teyzeye diyorum ki bugun benim dogum gunum, ne acayip seyler oluyor vs.

    kentucky'ye iniyoruz. ancak orada da ayni hikaye. park edemiyoruz. benzin alacagiz ve ucacagiz. biraz tirsmaya basliyorum.

    bu arada kiz ogrencilerden aglamaya baslayanlar falan var. ogrenciler cok aciktik diyorlar ve ucaga mcdonalds'dan servis getiriliyor. aksamki kokular yetmezmis gibi simdi de ucakta keskin bir mcdonalds kokusu var. abd'de bulunmus olanlar bu kokunun nasil igrenc oldugunu bilir.

    tekrar havalaniyoruz. fakat bir sey seziyorum. ucakta bir kagit dolastiriliyor. ve esas olay burada kopuyor. bir kac dakika sonra butun ucak hep birlikte sarki soylemeye basliyor.

    happpyy birthdaaay kokomiraaaam. bir sure bu gidiyor ve benden konusma yapmam isteniyor.

    ben de kalkip butun ucaga kisa bir konusma yapiyorum.

    "tis is may most interesting birtdey, ay am veri happi. tenk yu."

    ucakta koca bir alkis kopuyor. amerikalilar iste. yeeeaahh falan diye bagiranlar var. sonra okulun korosu cikip kisa bir sarki soyluyor dogum gunumun serefine.

    neler oluyor ulan boyle.

    la guardia havaalani'ndaki karlar temizleniyor. yere iniyoruz. sehre inceden bir kar yagmaya devam ediyor. sirt cantami aliyorum ve tek basima yasadigim tek goz evime dogru yola koyuluyorum.
  • yer : isvicre alpleri

    zermatt yakinlarindaki "monte rosa" dagina yapilan , buzul üzerinde yürümeyi de kapsayan, bir trekking turundayiz. ilk gün yaklasik 8 saat süren yürüyüsün sonlarina dogru gruptan bir arkadas ayagini burkar. biraz toparladiktan sonra, "tamam sorun yok" diyip tura devam eder. ancak aksam 2800 metredeki dag evine vardigimizda, arkadasin ayagi siser ve üzerine basamaz hale gelir. ertesi gün de tirmandigimiz onca yolu geri dönmemiz gerekmektedir ama sakatlanan arkadas icin bu mümkün olmaz. ve geriye tek alternatif kalir : helikopter (helikopter masrafinin sigorta tarafindan karsilanmasi mevzuuna girmiyorum bile)

    ertesi sabah, grubumuzun lideri olan isvicreli arkadas, zermatt air isimli helikopter merkezini arar ve konusur. sonradan bize aralarinda aynen söyle bir diyalog gectigini anlatir:

    - monte rosa hütte'deyiz. bir arkadasimiz ayagini burktu ve asagi yürümesi mümkün degil. yardiminiza ihtiyacimiz var.
    - agrisi cok mu?
    - hayir. hatta hic agrisi yok, ama ayagi sisti ve üzerine basamiyor.o yüzden size ihtiyacimiz var.
    - yalniz biz sadece hayati tehlike olan durumlarda hemen müdahele ediyoruz. sizin durumunuzun aciliyeti yok, o yüzden daha sonra gelebiliriz.
    - peki, ne kadar sonra?
    - yarim saat sonra

    gercekten de helikopter yarim saat sonra gelir.
  • çin'de, iskoç bir abinin işlettiği irish pub'da, yeni rakı içen, japon görmek.

    multikültürel dumur.
  • bütün italya'nın birbiriyle flört etmesi..

    ya da ben çok gerikafalı acayip bağnaz filan olduğum için bana öyle geldi..

    yaya geçidinden karşıya geçen kadına, otobüs şöförü yol verdi diye, teyze adama öpücük attı..
    bildiğin teyze, bildiğin otobüs şöförü ve bildiğin öpücük..

    süpermarket kasasında, kasiyer çocukla bi kadın 15 dakika gülüşe oynaşa fingirdeşe konuşurlarken, biz de arkasında 20 kişi ip gibi dizilip sıranın bize gelmesini bekledik.. kimse de sesini çıkarmadı.. ben de misafirim diye sesimi çıkarmadım..
    neden kimse sesini çıkartmadı peki?!
    çünkü sıra kime geldiyse o da kasiyer çocukla gülüştü.. fingirdeşti..

    makarna yemek için girdiğim self-servis bi lokantada, makarna tezgahının arkasındaki çocuğa "hangisini önerirsin?" dedim..
    "hiç biri senin kadar güzel değil :)" dedi..
    makarnamı aldım, okşanmış gururumla arkamı döndüm masaya gidicem, benden sonra gelen 110 kiloluk, 50 yaşlarında adama da aynısını söyledi..

    yani; otobüs şöförü teyzeye, teyze kasiyer çocuğa, kasiyer çocuk adama sonra hepsi uşağa..
    böyle bi ortam..
    aklım gitti bi haftada..

    bütün ülke ihtiraslı bi aşk yaşıyo valla..
  • moğolistan / 2011

    harhori (karakurum)- orhun abideleri.

    moğol çadırlarında konaklıyoruz. çadırların az ilerisinde derme çatma da olsa wc olarak kullanılan ufak barakamsı bir yer var. kapı yok.

    ben :-neden kapı yok ki burada?

    yerel rehber :-neden olsun?

    ben : ımm!!? wc yahu burası

    yerel rehber : ee?

    ben : ee si, kimse hacet giderirken görülmek istemez, o nedenle kapı olması gerekir

    yerel rehber : evet kimse hacet giderirken görülmek istenmez, o nedenle burada kimse hacet
    giderilen yere bakmaz, kimse bakmayacağı için de kapı yoktur.
  • philadelphia'da zenci mahallesinde tutulan evde, mahallede herkesin zenci-musluman olmasi. siyah siyah kadinlarin turbanla tesetturle simsiyah gezmesi, 5 yasinda kizlarin bile bas ortusu takiyor olmasi. asil dumur olaya geleyim, banyo havalandirmasindan yan evdeki banyoda yasananlarin isitilebilmesi. bir gun dus alirken komsu bay zencinin de o esnada dus aliyor olusu, adamin dus alirken ezan okumasi. ezan okurken allahu ackbar yeaaah diye bagirmasi, ezana rnb cover cekmesi. ezani duyan musluman kulturlen yetismis bunyenin elindekini birakip, lan herif rnb de olsa ezan okuyor ben burda neler yapiyorum diyip vicdana gelmesi, ve mevzu tamamlanmadigi icin akabinde yumurtaliklarda olusan feci agri.

    edit: mla
  • almanya'da erasmus yapan birkaç türk genci olarak bindiğimiz şehir içi otobüste* biraz fazla ses çıkarıp, gülmemiz üzerine şöförün dahili mikrofondan türkçe olarak ''çocuklar, hayatınız boyunca hep böyle gülüp mutlu olursunuz inşallah.'' anonsunu yapması.
hesabın var mı? giriş yap