• yaptığımız tercihlerin seçeneklerin sunuş şekli ile ilgili olmasıdır. faydamıza olan seçenekleri, kaybımıza olan seçeneklere tercih ederiz. aslında aynı olan durum sadece çerçeveleme etkisinde bulunduğumuz için farklı sonuçlar verir.

    üzerinde %10 şeker var yazan ürünlerin yerine %90 şeker içermez diyen ürünleri tercih eder diyet yapanlar. esasında 2 durumda da %10'dur şeker oranı değişen bir şey yoktur. ama %10 şeker var itici gelir, bunu duymak istemeyiz.
  • sinemadaki kardeş terimleri (ve fakat bu etkiyle ilgisizdir) çerçeveleme ve çerçevesizlemedir.
  • sözcüklerin gücü adına! sözcükleri kullanarak insanların tercihlerini etkilemektir. asian disease problem örneği verilir konuyla ilgili olarak. kullanılan ya da kasıtlı olarak kullanılmayan sözcükler, yani dilin kullanılış biçimi insanların karar verme eğilimleri üzerinde oldukça etkilidir.
    bir de kullanılan dilin insanın dünyayı algılama biçimini etkilediğine dair sapir-whorf hipotezi mevcut, o bambaşka bir konu.
    çerçeveleme etkisinde, kaybı vurgulayan mesajlar kazancı vurgulayan mesajlara göre daha etkili. kayıp riskinden kaynaklanan korku hissi, insanları risk almaya daha fazla motive ediyor olabilir. (loss aversion)
    (bkz: framing effect)
  • aynı bilgiyi farklı bir şekilde anlatınca farklı bir bilgiymiş gibi algılanması ve bu bilgi baz alınarak üretilecek olan sonuçların değişmesi bu etkiyi oluşturan husustur. bu konunun paradigmik bir örneğini asya hastalığı problemi (bkz: asian disease problem) düşünce deneyinde görmemiz mümkün. yıllar önce öne sürülen bu düşünce deneyi neden asya hastalığı problemi olarak adlandırılmış, ilginç bir soru olurdu ama biz soruya şu çerçeveleme etkisi bağlamında bakalım.

    bu probleme göre, durumlar iki şekilde formüle edilmiş ve birincisinde kazanç çerçevelenirken ikincisinde kayıp çerçevelenmiş ve görülmüş ki, kayıptan kaçınma arzusu kazanca sahip olma arzusuna baskın çıkıyor. tabi bu konu loss aversion olarak adlandırılan ve davranışsal finans, psikoloji, sosyal ilişkiler olmak üzere birçok farklı alanda yansıması olan başka bir fenomene gönderiyor fakat asya problemi örneğinde göstermek istenen, pozitif veya negatif çerçevelemenin etkisinin insanların seçimlerini ne ölçüde belirlediği.

    o halde konumuza tekrar dönelim ve önce kazanç temelli durumu inceleyelim.

    1) kazanç çerçevesi:

    elimizde iki tip kurtarma paketi mevcut. a programı benimsenirse, 200 kişi kurtulacak. b programı benimsenirse, üçte bir olasılıkla herkes, yani 600 kişi kurtulacak, üçte iki olasılıkla kimse kurtulamayacak. hangi programı seçerdin?

    soru bu şekilde sorulduğunda deneye katılanların yüzde 72'si a programını, yani 200 kişinin kurtulmasını tercih etmiş.

    şimdi çerçevemizi değiştirelim.

    2) kayıp çerçevesi:

    yine elimizde iki kurtarma paketi mevcut. c programı benimsenirse, 400 kişi ölecek. d programı benimsenirse, üçte bir ihtimalle kimse ölmeyecek, üçte iki ihtimalle 600 kişi ölecek.

    soru bu şekilde sorulduğunda ise deneye katılanların yüzde 78'i d programını yani , “üçte bir ihtimalle kimse ölmeyecek, üçte iki ihtimalle 600 kişi ölecek.” olarak formüle ettiğimiz versiyonu tercih etmiş.

    çerçevelemenin etkisini burada rahatça fark edebiliyoruz, değil mi? zira, a ve c programları tamamen aynı. b ve d programları da… bardaklar aynı oranda dolu. tek fark, bardağın hangi kısmını dile getirdiğimiz.

    sanki söylediklerimiz, algımızı ve hatta hakikatimizi değiştirebilme gücüne sahip. genel olarak bu konu psikoloji ve iletişim terminolojisi ile açıklanır. ama şimdi gelin, şu çerçevelemenin, sonuçların algılanmasını nasıl etkilediğini felsefi bir kavramsal şema içerisinde açıklamaya çalışalım.

    başlıyoruz,

    öncelikle çerçeveleme koşullarında kullanılan cümlelerin, her ne kadar aynı şeyleri ifade ediyor olsalar da, bazı semantik veya pragmatik anlam kademelerinde müsavi (equivalent) olmadıklarını ortaya koymamız gerekir.

    cümleler arası denkliği bozan husus, cümlelerin tam da kendileri tarafından kodlanan önermelerdir (proposition). dolayısıyla en başından cümle ile önerme arasındaki temel ayrımı ortaya koymamız gerekir. buna göre, cümlelerin insanların söylediği şey olduğunu ve gündelik dillerde meydana geldiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. oysa önermelerin daha dar bir anlamı bulunur, o da, önermelerin doğru ya da yanlış olan cümleler olmasıdır.

    örneğin.

    "hava bulutlu." ve "it's cloudy." cümleleri farklı cümleler olsalar da, önerme temelinde birbirlerine müsavi cümlelerdir, yani birbirlerine denklerdir. daha da açık söylemek gerekirse, doğruluk (veya yanlışlık) değerleri üzerinden ifade edildiklerinde bir ve aynıdırlar.

    madem cümle ve önerme arasındaki farkı ortaya koyduk. o halde, yukarıdaki durumda nasıl olup da çerçeveleme sonucu farklı anlamlar açığa çıkıyor gibi görünür bunun mantık dahilinde bir hesabını verelim.

    temel varsayımımız neydi? cümleler, doğru veya yanlış olarak değerlendirilebilecek önermeleri kodlayabilirler. yani bir başka deyişle, önermeler, doğru ve yanlış mantığı içinde kodlanmış cümlelerdir. işte çerçeveleme etkisinin oluşma sebebi de, cümlelerin ta kendileri tarafından kodlanan önermelerin birbirlerine müsavi, yani denk olmamasıdır.

    farklılığı yaratan iki içerik "ölmek" ve "kurtulmak" birbirlerini karşılıklı olarak hariç tutarlar. yani hem kurtulma ve hem ölme söz konusu olamaz.

    ama, gel gör ki, bu "ölmek" ve "kurtulmak" terimleri birlikte kapsayıcı değillerdir. peki birlikte kapsayıcı olmamak ne demek? hızlıca cevap vermek gerekirse, tüm olasılıkları içerirler demek. oysa biri kurtarılmadan da ölmeyebilir, yani hayatta kalabilir.

    dolayısıyla, asya hastalığı probleminde ortaya koyulan cümlelerin, mantıksal olarak müsavi olabilmeleri için, bu cümlelerin yukarıda yaptığımız tasvire uygun bir şekildeki önerme içeriklerinin, aynı koşullarda doğru, aynı koşullarda yanlış olmaları gerekir.

    aynı koşulu sağlayan iki durum

    1) birbirlerini karşılıklı olarak hariç tutmaları, yani örtüşen hiçbir içeriğe sahip olmalarıdır. (ki bunda sorun çıkmaz, zira "ölmek" ve "kurtarmak" kesişim kümesi kurtarmayı tam da ölmekten kurtarmak olarak ifade ettiğimiz biçimiyle boş kümedir.)

    2) birlikte kapsayıcı olmaları, yani doğruluk değeri alabilecek bir bilgi alanındaki tüm nesneleri beraberce kapsayabilmeleri. işte bunda sorun çıkar, zira yukarıda dediğimiz gibi iki fiille, mümkün tüm nesneler kapsanamaz.

    tabi bu 2. maddeyi de elimine etmenin bir yolu bulunur. bu yol, baştan şu şartı öne sürmeyi gerektirir.

    - diğer şeyler eşitse, 600 kişi hastalıktan ölecek.
    - ilk soruda a veya b ikinci sorudaysa c veya d programlarının dışında herhangi bir şekilde kurtarılma şansı yoktur. yani hayatta kalmanın tek yolu bu programlar dahilinde kurtarılıyor olmaktır.

    bu varsayımları yapmayan katılımcılar içinse a programı, c programından daha iyidir çünkü 200'den fazla kişi hayatta kalabilir.

    biz yine de bu örnekte, söylenmemiş de olsa bu varsayımların yapıldığını kabul edelim. zira çerçeveleme etkisinin 2. maddeye daha en başından uyduğu, birlikte kapsayıcı önermelerin kullanıldığı durumlarda da ortaya çıktığı çeşitli çalışmalarla gözlemlenmiş. bunlardan bir tanesi, california san diego'da gerçekleştirilen ve social behaviour dergisine konu olan çalışmada mevcutur:

    http://rmkaplan.bol.ucla.edu/…prints_files/0104.pdf

    bu çalışma, ölüm riski yüzde 50 olan ameliyatlarla ilgili hastanın verdiği kararlarla, veya cenin sağlığının bozuk olma ihtimalinin yüzde 50 olduğu durumlarda annenin vereceği kürtaj kararını konu alıyor.

    bu makalenin önemi, ele aldığı durumlardaki önerme içeriklerinin, asya hastalığı problemine dair yukarıda belirttiğimiz 2. koşulu sağlayan varsayımının sunulmasına gerek kalmadan bu 2. koşula uymasıdır. yani ölmek ve kurtulmak dışında bir ihtimal göz önünde bulundurularak karar verilmez. ya kurtulacaksın, ya da öleceksin dediklerinde, bu iki önerme bilgi alanının tümünü örter.

    işin ilginç tarafı da biraz bu noktada başlıyor. çünkü çerçeveleme etkisi, 2. koşul bulunduğunda bile işlemiş. tam makalenin ifade ettiği şekilde söylemek gerekirse, çocuğun yüzde 50 hemofili doğacağı söylendiğindeki çocuk aldırma tercih oranı, çocuğun yüzde 50 "normal" doğacağı söylendiğindeki çocuk aldırma oranından önemli ölçüde fazla çıkmış.

    yani semantik açıdan birbirine denk önermeler ele alındığında bile, çerçeveleme etkisinden kurtulamıyor gibi duruyoruz ve bu durum, konuyu daha da ilginç kılıyor. çünkü ilk bakışta insan, önvarsayımlardaki bir farklılığı yukarıda 2 koşulda ifade etmeye çalıştığım gibi arayabilir ve çerçeveleme etkisini mantıksal bir eksik bilgi temelinde yorumlayabilir. oysa, mevzu hiç de öyle değil!

    bu nedenle çerçeveleme etkileri, müsavi olmanın, eşdeğer bir doğruluk değerine sahip olmanın önündeki epistemolojik engeller tarafından yönlendirilmiyor gibi. fakat bazı engeller bulunduğu kesin. peki algıda problem yaratan bu engeller hangi türden?

    pragmatik olsa gerek. zira, pragmatik saikler içerisinde olduğumuz sürece, ekstra bir bilgi, farklı ifadelerin seçilmesiyle dolaylı olarak rahatça iletilebilir.

    buradan, wittgenstein'ın geç dönemine ve onun felsefi soruşturmalarındaki dil oyunlarına yelken açmak isterdim ama iflah olmaz bir metafizikçi ve konuşulamayan hakkında susmayı beceremeyen biri olarak tüm bu analitik mantık çerçevesindeki gösteren hiyerarşisi ve hatta belki de emperyalizmi gözüme fazlaca çarptığı için louis hjelmsleve ve onun glosematikprojesine bu bağlamda yeniden bakma ihtiyacı hissettim. (bkz: #87703947) numaralı entrym'de bu projeyi şu sözlerle ifade etmişim:

    "glosseomatics tam da bu anlamda bir gösterge sistemi olarak tarif edilemez, o yüzden dizin gibi bir ad verilmiştir bu yaklaşıma. dizin öğelerden oluşur fakat öğelerin kendisi değil, bu öğelerin bütünüdür. yine de, öğeleri tutan bir kap, serinin iki tarafına eklenen açılan ve kapanan parantez görevi görmez. dizin bir küme değildir. terimlerin integral bütünlüğüdür."

    çerçeveleme etkisinin analizini yaparken ortaya koyduğumuz semantik altyapının mantık gereksinimleri tam da dizini bir küme gibi görmüyor muydu? oysa, gloseomatik dahilinde dizi, yani terimlerin integrali, kendinden menkul bir bütün olarak öğelerini önceler. bu bakış açısı da, çerçeveleme etkisini psikolojik bir sapma, iletişimsel bir kusur ve hatta epistemolojik bir tutarsızlık olarak görmenin ötesine geçer ve artık karşımıza felsefi bir analizin bizi getirdiği pragmatizmin kıyılarında, öznenin oluşumuna dair bazı fikirler veren bir mental olay olarak çerçevelemeyi çıkarır.
  • aynı şeyi olumlu yönden söyleme sanatıdır basitçe.

    kredi kartının ilk çıktığı dönemlerde; satıcılar, kredi kartı kullananlardan, nakit kullananlara nazaran daha fazla ücret alıyordu çünkü kredi kartı kullanmanın komisyonunu satıcılar ödüyordu. satıcılar da doğal olarak bu komisyonu kredi kartı kullanıcılarına ödetiyordu (yansıtıyordu). yani kredi kartı kullanan insanlar bunun bir bedeli olduğunu biliyordu. sonra kredi kartı komitesi bu durumun kredi kartı kullanımına olumsuz etkisini düşünerek satıcılara normal fiyatın kredi kartına satılan fiyat olduğunu söylemelerini istedi, nakit fiyatı ise indirimli fiyat olacaktı. yani kredi kartı kullanan kişi fazla bir para ödememiş olacaktı, nakit ödeyen kişi indirimli fiyatı ödeyecekti. oysa değişen tek şey kelimeler. muazzam.
  • a.k.partisi (veya benzer demagoglar) tarafından kullanılan “algı yönetimi” olarak da bilinen kavramın temel ilkesi.

    maraş depremi sonrasında da yaptıkları üzere:
    - önce bekle, tepkiyi anla
    - bir süre gerekli ortamın oluşmasını bekle
    - gri alanları belirle
    - ana argümanlarını oluştur
    - propaganda makinesini çalıştır
    - karşı argümanları belirle ve saldırıya geç

    çerçevenin ana argümanlarını ak-it müsveddesiden direkt tespit edebilirsiniz.

    ana argümanlar şöyleydi, benim tespit edebildiğim kadarıyla:
    - yüzyılın felaketi, biz n'apalım
    - susun şimdi, tartışmanın sırası değil
    - devlet millet el ele, hep beraber altından kalkarız
    - türk milleti devletinin arkasında
    - arada sırada mucizeler
  • bireylerin aynı soru ya da seçeneklere farklı sunuluş şekillerine göre farklı yanıtlar vermesi durumudur. örneğin bardağın dolu ya da boş kısmını gören bireylerin seçimleri de bu algılayış biçimlerini yansıtır. aslında bu noktada çocukluktan gelen zihinsel süreçlerin bireylerde farklı zihinsel algılamaları ortaya çıkardığı sonucuna varılabilir. herhangi bir risk durumu yokken risk almak kolaydır. olumlu çerçevede ise riskten kaçınılır. bu noktada bilişsel psikoloji insanı bir bilgisayara benzetir ve daha önce insanların hafızasında işlenmiş olan bilgilerin her insanda farklı bakış açıları ortaya çıkardığını ifade eder.
hesabın var mı? giriş yap