• hasan ali toptaş'ın ilk baskısı 1993'te yapılan öykü kitabı. daha sonra yoklar fısıltısı* ile birlikte aynı cilt içinde 2001 yılında basılmıştır.
    düş-gerçek döngüsünün biçime de başarıyla yansıtıldığı öykülerden oluşur.
  • “kaldı ki, kendi kendime bir açıklama yapsam bile, hangi kendime yapacaktım? masanın birinde genç, birindeyse yaşlı ve yorgundum. ben bana, ben bana bakıyordum. daha sonra, bu bakışım sırasında, ayrı zamanların çakışmasından apayrı bir zaman mı doğdu pek bilemiyorum ama, birdenbire kendimle göz göze geldim.”
  • içinde 16 öykü barındıran hasan ali toptaş eseri.
    hele ki av diye bir öykü vardır; kendinizi kafka okurmuş gibi hissedersiniz; olaylar karışır, kurgu olan gerçek olduğunu, aslında gerçeğin de (yaşamın) garip bir kurgudan (düzmeceden) ibaret olduğunu anlarsınız.
    çok güzeldir kısacası.
  • var olan ile yok olanın karıştığı, sözlerin dans ettiği hikayeler silsilesi. tadı damağınızda kalacak.

    (bkz: şarap lekesi)
  • uğraşarak okunması gereken kitap. öyle ki toplu taşıma aracında okunmaması gerekir. sade bir ortam lazımdır bu kitap için. durgunluk lazımdır.
  • "sabah karanlığı" adlı öykünün son cümlesini okuduğumdan beri hayal kurarken dikkatli davranıyorum. bu biraz sıkıntılı bir durum benim için çünkü uzun zamandır hayal mi kuruyorum gerçeği mi(her neyse işte) yaşıyorum ayırt edemiyorum.

    sabahları aynaya baktığımda intiharımın hayalden öteye gitmediğini görmek rahatlatıyor ama her zaman değil! sonra sıra sevdiğim kadınla karşılaşmaya geliyor. neyse ki henüz ona hiçbir şey söylememişim(öyle sanıyorum)

    bunları buraya yazmayı da dün gece planladım, belki de yazdım, emin değilim.
  • varlıkla yokluk arasında, zamanda yolculuk yapıyormuş hissi veren alacakaranlık, gri öykülerden oluşan hasan ali toptaş kitabı.

    şarap lekesi'nden:

    "onun, içi boş sözcüklerden oluşan tümceleri öfkeli bir sesle hiç düşünmeden ortalığa saçıp savurması beni kaygılandırmaya başlamıştı. üstelik, bir insanın sözcüklere bu denli güvenmesini ve onlardan bu denli umut beklemesini ilk kez yadırgıyordum."

    zaman kimi zaman'dan:

    "kaldı ki, kendi kendime bir açıklama yapsam bile, hangi kendime yapacaktım? masanın birinde genç, birindeyse yaşlı ve yorgundum. ben bana, ben bana bakıyordum. daha sonra, bu bakışım sırasında, ayrı zamanların çakışmasından apayrı bir zaman mı doğdu pek bilemiyorum ama, birdenbire kendimle göz göze geldim."

    dünya bir gülnida'dan:

    "cesaret yerine, adı olmayan duygularla karşılaşıyorum içimde. onları da anlatamıyorum sonra. herkes aynı duyguları taşımaya başlayınca bir gün ad verilecek onlara, diye avutuyorum kendimi, her dilde sözcüklerden bir evleri olacak."

    edit: imlâ
  • balkon adlı öyküsüne başladığımda gölgesizleri aratacağını düşündüm, ama bazı cümlelerin üzerinden iki kez geçmeden de duramadım, en sonuna geldiğimde ise ters köşe oldum... iyi ki ankara'da bir hasan ali yaşıyor.
    "o gün, tanrı'nın kendisine sorduğu en zor bilmeceydin sen ve ben, çözmek bana düşmüş gibi sevinçliydim."
  • hasan ali toptaş' ın masal gibi öykü kitabı.
    hayal mi gerçek mi belli belirsiz, gerçek bile olsa hikayenin hangi noktasından sonra kahramanın gerçeklik algısının değiştiğinin anlaşılamadigi bir peri masalı gibi. anadolu'da büyümüş, halkin efsaneleri, türküleri, büyüleri, fesatlığı, saflığıyla yoğrulmuş hikayeler. acıyı masalsı anlatisi mine söğüt tadında ama onun kadar sert dram değil. biraz daha yumuşatarak anlatisi bana sadık hidayet i de anımsattı.
    kelimelerle oynayan yazarları seviyorum. hasan ali bu oyunlara, nesneleri de katıyor. eşyalarla insanı, insanın duygularını flörtöz bir şekilde oynatiyor birbirleriyle.

    ve bazı anlari müthiş ifade ediyor.

    dünya bir gülnidadan:
    "birer tutam siyah bulutlarıyla gökyüzü kadar çıplak kalınca da, uzanıp yattı aklıma. bir bakıma, bedeni aklımın coğrafyası oldu."
  • iki kitap bir arada aslında. yoklar fısıltısı hasan ali toptaş' ın 2. öykü kitabı. ilkini bulmak biraz zor zaten. kitapla ilgili tek bir eleştirim var. yoklar fısıltısı ile değil de ölü zaman gezginleri ile başlıyor kitap, keşke yazılma tarihlerine göre sıralansaydı. evet tek eleştirim bu. onun dışında sayfalarca överim bu kitabı ve son cümlem de ''şimdi öykülerin içeriğine geçebilirim'' olur. deli-dahi bir yazar benim için hasan ali toptaş ve muazzam bir birikimi var. öyle çekmiş şarabı yazmış kitabı değil hasan ali toptaş kitapları. evet kurgular manyakça ve bu bir zekanın ürünü ama o cümleler; onlar birikim, onlar emek. 13 yaşında orhan kemal, yaşar kemal gibi isimleri çoktan yemiş yutmuş bir adamdan bahsediyoruz, salt yetenek deyip geçemeyiz yani.
    iki kitap da 8 öyküden oluşuyor. yoklar fısıltısı' nın öyküleri biraz daha kolay. hatta yakın bir arkadaşımın benden daha objektif olan yorumu üzerine biraz amatörce, tabii ki hasan ali toptaş kriterine göre. ölü zaman gezginleri ise hayli yorucu. sakin kafayla, sindire sindire ve neredeyse her cümleye hayranlık duya duya okunuyor ölü zaman gezginleri. hasan ali toptaş tek bir cümleyi bile öylesine yazmıyor. sanki boşluğu yazdığı cümlelerle özenle dolduruyor ve cümleler değil, boşluğu doldurduğu cümlelerden artakalan boşluk öykü oluyor bir bakıma. konunun etrafından dolaşan bir örnek olacak ama schumacher' i anmak istediğimden vereceğim yine de bu örneği; schumacher havaalanına yetişmek zorunda ve taksiye biniyor. taksiciden arabayı kendisinin kullanmasına izin vermesini istiyor. taksici de kabul ediyor. sonunda 100 dolar bahşiş veriyor hatta. bu olay haber oluyor ve haberin içinde taksicinin schumacher ile ilgili şu yorumu yer alıyor; ''o kadar yumuşak kullanıyor ki sanki hiçbir viraj yokmuş da düz yolda gidiyormuşuz gibi hissettim.'' işte hasan ali toptaş da tıpkı schumacher oluyor bu öykülerde, sizse onun yanında oturan adam. o kadar yumuşak dönüyor ki virajları siz daha nasıl olduğunu anlamadan bambaşka yollarda buluyorsunuz kendiniz. hayal-gerçek, gerçek-rüya, rüya-hayal kenarlarından oluşan bir üçgenin içinde dolanıp duruyorsunuz sanki ama bir kenardan diğer kenara geçerken o keskin virajları nasıl döndüğünüzü anlamıyorsunuz. hasan ali toptaş çok büyük bir yazar benim için. hatta bundan sonra yazmasın da mümkünse çünkü ben üzerine çıkabileceğini sanmıyorum. aksine, tekrara düşüp eleştiriler almaya başlayacağını düşünüyorum. çıtayı çok yukarılara çekmiş durumda çünkü. heba, gölgesizler' in yanında biraz zayıf duruyor mesela ya da yoklar fısıltısı enfes bir öykü kitabı ama ölü zamanın gezginleri ile kıyaslandığında o kadar da iyi görünmüyor. yani ben yoklar fısıltısı' nı yazsam hayatımın en güzel işini yaptım derim, hasan ali toptaş yazınca ise sıradan bir iş oluyor o kitap benim gözümde. bir efsaneyi daha anarak bitireyim. majesteleri der ki; ''herkes bir gün michael jordan olmak istiyor oysaki ben her gün michael jordan olmak zorundayım'' evet sayın toptaş, siz de her kitabınızda hasan ali toptaş olmak zorundasınız artık. saygılar.

    (yazanın kişisel notu) schumacher! eski günlerdeki gibi yine; her turda hep daha iyiye... bir tur daha şampiyon!

    --- spoiler ---

    ardından şarap kokusunun bilinçaltımdan sızdığını düşündüm. bilinçaltımdaki kavaklıdere-yakut şişesini de, virgülsüz konuşan arkadaşım devirmişti hiç kuşkusuz. (sf: 131 - iletişim yay. - 5. baskı)
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap