• erdem beyazıt'tan pastoral bir ağıt. içimdeki her noktaya nüfuz ediyor bütün dizeleri. sanki bu bir şiir değil de benden bir parça. öyle bir son dörtlüğü var ki tüm düşündüklerimi özetliyor.

    ölümün gözlerinin içine bakmaktan kaçanlar içinse elbette bu şiir bir korku filmidir. istediğiniz kadar saklanın bu şiirin anlattıkları bir gün gerçek olacak. ve o zaman saklanacak/kaçacak yer bulamayacaksınız.

    ölüm bir melek elinde gelir

    ve öper usulca çocuk yüzleri.
    belki bir gün kurtuluruz
    karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla
    kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde
    çocuk gibi bakalım mavi sulara
    şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz
    sislerden dumanlardan yollara atılan
    mısır koçanlarından
    belki tutarız birgün belki kurtarır bizi
    simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgarları
    gül bahçeleri ağlasın
    dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın
    kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde.
    haydi sığının şehirlere

    kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
    kalsın titrek ve mavi elleriniz
    bekleyin geliyor ölüm usulca
    usulca girer koynunuza
  • 21. yy'da unuttuğumuz bir değer. ölene hala saygı göstersek de ölüme saygı göstermiyoruz. 3-5 aylık ömür katacak kanser cerrahisinin mantığını bir doktor adayı olarak hala anlamıyorum. o kadar acı ne için, kaliteli bir ölüm daha yeğ değil mi? tıbbın asıl amacı ne? ömür uğruna bunca acı değer mi? yoksa ben mi ahkam kesiyorum? tüm bu sorular o hastalara baktıkça aklıma geliyor ve maalesef yanıt bulamıyorum. bu yolu seçen hastalara saygı duyuyorum ama içimden bir ses bu hastaların ve yakınlarının iyi aydınlatılamadığını söylüyor.
  • yaşamın beş para etmediği bir dünyada sözde yaşama saygı duyuluyor görüntüsü vermek istenen yavşaklık!
    gidin bakın en basitinden cenazelere üç beş mevta muhabbetinden sonra konu hemen siyaset ve ticarete geliyor!
hesabın var mı? giriş yap