• ermenice'de özlem anlamına gelir.
  • uluslararası istanbul film festivali kapsamında bugün gösterilecek bir onur günay & burcu yıldız çalışması.

    "garod bir hasretlik hikâyesi; baba-oğul iki ermeni müzisyenin, onnik ve ara dinkjian´ın müzikal yolculuklarının hikâyesi. bu iki müzisyenin geçmişleri ve müzikal serüvenlerini bir yandan diyarbakır, anadolu ve ermeni kilise müziğiyle olan bağları, diğer yandan da night ark, sid clark, arto tunçboyacıyan, eleftheria arvanitaki, sezen aksu, kardeş türküler, ahmet kaya gibi grup ve müzisyenlerle buluşmaları ekseninde anlatan belgesel, farklı coğrafyalardan ve ülkelerden geçerek bir müzikal geleneğin izlerini sürüyor."
  • 'bu topraklar'dan uzakta, hasret içindeyken, kendini iyice merak ettiren, hasret, müzik, gelenek ve yaşam üzerine bir film. kendisini şöyle anlatıyor:

    "garod, ermenice’de hasret demek. halkından yoksun kalmış topraklara, memlekete ve sonsuza dek kaybolmuş bir zamana duyulan hasret. garod, bir hasretlik hikayesi. baba-oğul iki ermeni müzisyenin, onnik ve ara dinkjian’ın müzikal yolculuklarının, diyasporada kurulan yaşamın ve yeniden yaratılan bir müzikal geleneğin hikayesi.

    onnik dinkjian, kendine özgü şarkı söyleme tavrı ile amerika’da anadolu ermeni müziğini yaşatan önemli müzisyenlerden biridir. diyarbakırlı olan ailesi, 1915’ten sonra diyarbakır’ı terketmek zorunda kalmıştır. onnik, fransa’da doğdu ve memleketini 75 yaşına kadar hiç görmedi. ama diyarbakırlı ermenilerle ve onların hikâyeleri ve şarkılarıyla büyüdü. yine amerika’da yaşayan oğlu ara dinkjian ise dünya müziğinin en önemli isimlerinden biri ve dünyanın sayılı ud icracıları arasındadır. ara dinkjian’ın besteleri dünyanın birçok yerinde ünlü müzisyenler tarafından, farklı dillerde yorumlanıp kaydedildi.

    garod, onnik ve ara dinkjian’ın, kimliklerinin kurucu bir parçası olan diyarbakır’la karşılaşmalarıyla başlıyor. belgesel, bu iki müzisyenin geçmişleri ve müzikal serüvenleriyle diyarbakır arasında bir köprü kuruyor. garod, onnik ve ara’nın hikayesini, bir yandan diyarbakır, anadolu ve ermeni kilise müziğiyle olan bağları; diğer yandan da night ark, sid clark, arto tunçboyacıyan, eleftheria arvanitaki, sezen aksu, kardeş türküler, ahmet kaya gibi grup ve müzisyenlerle olan buluşmaları ekseninde anlatıyor.

    belgesel farklı coğrafyalardan ve ülkelerden geçerek bir müzikal geleneğin izlerini sürüyor. bu bağlamda garod yalnızca kaybedilmiş olana duyulan hasreti değil, aynı zamanda müzikal bir geleneğin ve yaşamın yeniden yaratılmasını da ifade ediyor."
  • filmle ilgili radikalde yayımlanmış röportaj

    "hafızamın köklerini buldum.
    diyarbakırlı ermeni müzisyenler, onnik ve ara dinkjian'ın 84 yıllık memleket hasreti belgesel oldu. 'garod' vesilesiyle istanbul'e gelen baba-oğulla birlikteydik.

    kollarını sonuna kadar açıp sokakların ölçüsünü almaya çalışan yaşlı bir adam düşünün. adı onnik dinkjian olsun. hayatında hiç görmediği memleketine ilk kez 75 yaşında gelmiş ve babasından dinleyip de bir türlü inanmadığı bir hikâyenin izini sürüyor; “sahi diyarbakır’ın sokakları ancak iki kol açılınca geçilecek kadar mı geniş?” baba-oğul udi sanatçılar onnik-ara dinkjian’ın hikâyesine buyurun.
    iksv film festivali’nin unutulmayacak bir yılındayız. yıkılan, değişen, dönüşen şeyler üzerine uzun uzadıya konuşmaya hacet yok, festival kapsamında gösterilen ‘garod’ yeter. garod, ermenice ‘hasret’ demek. onnik-ara dinkjian’ın hasretini anlatıyor. diyarbakır’dan önce fransa, sonra abd ’ye giden, gittikleri yerde diyarbakır ermenicesiyle (dikranakert) derdini anlatan, şarkısını söyleyen bir aile bu.
    84 yaşındaki onnik dinkçiyan’ın dilinde diyarbakır’ın ismi bile maziden; diyarbekîr. gözleri dolu dolu olan babasından dinlediği şehri, o da oğluna aktarıyor. oğlu ara, yıllar sonra, -işin aslı her şey biraz daha yumuşar gibi olunca- 75 yaşında getiriyor babasını ‘diyarbekîr’e. “burada hafızamın köklerini buldum” diyen onnik dinkjian anlatsın...
    “diyarbekir’e ilk gidişimde sanki orayı hiç terk etmemişiz hissine kapıldım. surp garigos, paşa hamam, sokaklar, hançepek… hepsi bana ‘burayı tanıyorum’ hissi verdi. sokakları tıpkı babamdan dinlediğim gibi buldum. iki kolumu açtığımda duvarlara dokunabiliyordum. ailem bana bunu anlattığında inanmamıştım. temiz havayı ciğerlerime çektim, çok mutlu oldum. ailemin buraya geldiğimi bilmemesi üzüldüm. onlara ‘evet, diyarbekîr tıpkı anlattığınız gibiymiş’ demek isterdim.”
    sokakları arşınladıktan sonra ilk durak şimdi ibadete açılan surp garikos. 75 yaşında bir insana çocuk sevinci yaşatmış bu ziyaret:
    “surp garikos’a ilk gidişimde hemen bahçeye çıktım. dışarıda bir havuz olduğunu biliyordum, babam anlatmıştı. pazar günü ailesiyle ayine giden babam ve arkadaşları, ayin sürerken gizlice çıkıp o havuzda oynarmış. tulumbadan su çekip, ortalığı su yaparlarmış. bir tek çocuğun gücü yetmediği için hepsi birden asılırmış tulumbaya. ben de buldum o havuzu!”

    en büyük hediye aidiyet
    “dünyada en büyük hediye insanın aidiyeti bilmesi…”ara dinkjian babasını izlerken, sohbete böyle katılıyor. o diyarbakır’ı ve kendini babasını gözlemleyerek tanımış: “benim hafızamda büyükbabamın anlattığı bir diyarbekîr yoktu. ben babamı gözlemledim, onun hikâyelerini dinledim. kimiz biz? dünyada bir sürü şeye ihtiyacımız var ama en önemlisi kim olduğumuzu bilmek. o zaman hayat çok daha kolay oluyor. buna inanıyorum çünkü benim ebeveynim bana aidiyetimi verdi. anne tarafım da harputlu. etnik olarak kim olduğumu bilmek benim büyürken en büyük hediyem oldu.”
    ara dinkçiyan’ı şarkılarından tanıyan, ‘ağladıkça’, ‘vazgeçtim’, ‘hoş geldin’, ‘yine mi çiçek’in onun bestesi olduğunu öğrenen çok insan onun doğma büyüme abd’li olduğuna inanmakta zorlanır. bu kadar buralı müzikler yapmasını da bu aidiyete bağlıyor o da: “ben bunu inanılmaz bulmuyorum. kimiz biz? nereden geldik? benim insanlarımın tarihi nerede? bu değişmiyor. new york’ta da değişmiyor. ben aynı insanım, benim tarihim aynı. nerede yaşadığınız bunu değiştirmiyor. benim tarihimin bir kısmı da amerika. yeni tarihim burada. ama büyük parçam hâlâ anadolu’da.” ‘ağladıkça’nın türkiye ’de bu kadar popüler olmasını da aynı gerekçeyle açıklayıp “buralı, basit, içten” diyor: “ben hayatta hiç zengin olmaya çalışmadım. sadece müzik yapmaya çalıştım. sevdiğim müziği yapmaya uğraştım. yaptığım müziği biri beğenirse, rüyadan uyanmış gibi oluyorum, bana büyük bir mutluluk veriyor. ‘ağladıkça’nın başında beri iyi olduğunu biliyordum çünkü çok basit, politik ve coğrafik sınırlardan bağımsızdı. duke ellington ‘müzik seni seviyorum demenin yoludur’ der. bunu duyunca ‘işte bu’ dedim. ağladıkça insanları kalbinden tutuyor.”
    onnik dinkçiyan sık sık gülüyor ve oğlunu “bravo” diyerek destekliyor. ara dinkçiyan babasından en büyük alkışı “biz aynı dili konuşmuyoruz ama aynı müziği hissediyoruz, hükümetler bunu gündeme getiremez” dediğinde alacak. onların arasında aynı mesleği paylaşmanın bağı da var. onnik dinkçiyan, “benim en iyi partnerim ara’dır, şarkılarımı icra ederken ne yapmak istediğimi en iyi o bilir” diyor, ara dinkçiyan “benim için de babam öyle” karşılığını verince ortalık kahkahaya boğuluyor.

    yavaş yavaş buluşacağız
    “müzikte birleşmek iyi de politika nasıl aşılacak?” soruma onnik dinkçiyan türkçe yanıt verecek: “yavaş yavaş”. delil olarak da florida’daki evinden bir kesit sunuyor: “bu küçük adımlara da teşekkür ediyoruz. bir gün tamamen iyiye gideceğine inanıyorum. bunu hissediyorum. biz her gün evde saat 4 gibi eşimle otururuz. biraz içki, biraz meze. müzik koyarız. yüzde 90 türkçe müzik dinleriz. ara’nın bana getirdiği cd’ler, keman, kanun taksimleri. ermeni müziği benim müziğim, ama türkçe müzik de öyle.”
    peki hrant dink? hepimizin hayatında milat olan o gün… ara dinkjian anlatsın: “los angeles’taydım. bir arkadaşım aradı. türk. ağlıyor, ‘çok özür dilerim…’ diyor. şoke oldum, ne olduğunu anlamadım. hrant dink öldürülmüş. inanılmaz bir suçluluk duyuyordu. hrant dink öldürülünce yalnızca türklerin ya da ermenilerin hayatı değişmedi. ben onun başına gelecekleri hissettiğini düşünüyorum ve o hayatını dünyanın daha iyi bir yer olması için harcadı. böyle de olduğuna inanıyorum.”
    onnik-ara dinkjian yalnızca garod’un gösterimi için değil türkiye’nin dört bir yanına dağılan ermeni gençlerini bir çatı altında toplayan surp haç tıbrevank’ın 60. yılı için de türkiye’deydi. “bunu mutlaka yazar mısınız?” dediler; onlara göre anadolu’nun istanbul ’la buluşmasının simgesiydi surp haç tıbrevank. “nasıl bir his burada olmak?” dedim, onnik dinkjian sustu sustu ve bana yanıt vermek yerine mihmandarı ari’ye döndü: “neredeydiniz? hep bu teklifi bekliyorduk!”
  • 8. işçi filmleri festivali kapsamında, 7 mayıs salı günü ankara - büyülü fener sineması'nda gösterimi gerçekleşecektir.
  • 8. işçi filmleri festivali kapsamında, dün taksim yeşilçam sineması'nda gösterilen güzel film.

    onnik dinkjian ' ın hayatını izlersiniz filmde ise.

    ara dinkjian oğludur ve o da babası gibi bir müzisyendir. müziğin içine doğmuştur. öyle de güzeldir anlatmaları, hayatlarını...

    onnik, diyarbakır' ı hiç unutmamıştır. çünkü orada doğmuştur. ardından fransa' ya ve en sonunda da amerika' ya yerleşmiştir.
    oğlu ile beraber kendisini ermeni diasporası'nda müziğe adamışlardır.

    ancak özlem, ah o özlem hiç bitmez, en sarısından.
    garod, hasret' tir, onnik' in özlemidir. ermenilerin hasretidir. ararat' tır. ara' nın "homecoming"idir.
    "sarışınım" dır.
    daha neler nelerdir...
  • bana çok garip duygular hissettiren belgesel.

    olaya siyasi bir pencereden bakmıyorum, o başka bir boyut. nasıl olduğundan bağımsız, başka diyarlara gidip, atalarına, köklerine duyulan hasret, özlemin insan üzerindeki yaratıcılık ve derinliğin günümüze, bize de temas etmesi, bu etkiyi görmek, etkileyiciydi.

    garod'un bende uyandırdığı şey şu;

    varlığımız bize; ait olduğumuz zaman içinde taşıdığımız değerler, inançlar, deneyimler ışığında görebildiğimiz/görmek istediğimiz/görmeye çalıştığımız derecede bir gerçeklik sunuyor. ama sanırım, geçmişimiz, köklerimiz, sandığımdan çok daha komplike etkilere sahip. belki tanımıyor olabiliriz ama, etnik çeşniliğin fazla olduğu bu topraklarda kim bilir atalarımızdan bize ne karakterler, yetenekler miras kaldı.

    benim için, ata tanımının içini dolduran şey sadece genden gelen bir kavram değil. kullandığım dil, ayaklarımın bastığı yol, bu topraklara ait zihnimde canlanan her imgede payı olan insanların tamamı benim atam. bunu sadece türk, kürt, ermeni, romalı, persli diye ayırıp homojenleştirmek hakikat çizgisinden kopmak demektir. anadolu topraklarında 7 medeniyet var olmuş. mimarimiz, yemek kültürlerimiz, duyguları tanımlama ve yaşama biçimlerimiz, kullandığımız kavramlar ve değerler, yakın veya uzak bu medeniyetlerin kümülatif mirası ve bizler bunları yaşayan, taşıyan torunlarıyız. bu zenginlik siyasi bir külfet olmamalıydı. belki bir gün daha farklı bir perspektiften bakılabilir.

    sonuna kadar izlenirse eğer; başka insanların köklerinden süzülen duyguların müzik aracılığı ile içimize nasıl karıştığını görebilirsiniz.

    https://www.youtube.com/watch?v=lrxvznpnibe

    https://www.youtube.com/watch?v=rjvpg2yua6g
hesabın var mı? giriş yap