• ateş ilk çağda keşfedilmediki, çağ öncesi mi deniodu ona öle bi zamanda keşfedildi. yazı bulunmadan filan önce. unutmamalıdırki ilk çağ yazının bulunmasıyla başlamıştır.
  • ilk çağda ne olduğu belli diildir, belirleyici bi özelliği yoktur, adam gibi noolmuşturki bu çağda, silik, saçma bi çağ
  • yazinin bulunusu ile baslayip (m.o. 4000-3500), bati roma imparatorlugunun cokusu (m.s. 450ler)ile biten cag.
    ilk uygarliklarin ve yayilan dinlerin ciktigi ve gelistigi cagdir. gunumuzdeki bir cok uygarligin temelleri bu caga dayanir.
  • çağdaşlarından bir adım önde olan çağ idi. bütün kötülüklerin anısı yazının doğduğu dönem olarak bilinir.
  • hangimiz ilkçağ'dayız? ilkçağ belirlenimi kuşkusuz kendisinden sonraki yüzyıllara ait insanların (onlar da kendi çağlarının torunlarının torunlarının torunlarının bile göremeyeceği kadar uzak bir zaman diliminde adlandırılış biçimini bilmiyorlardı kuşkusuz) bir karın ağrısıymış gibi duruyor. anlamlandıran her daim 'sonradan gelen'dir. bu kaçınılmaz bir durumdur; kendi öz benliğimizin bile adlandırılışında 'bizden sonrakiler' önemli bir görev üstlenmiş olur. bunu şöyle anlatmak istiyorum: ilkçağ belirleniminde aslında bir ilklik aranacaksa bu asla çağların ilkliği olmaz; ziyadesiyle kastedilen ona ilkçağ diyen bizlerin bağlandığı ve mevcut sahalarda (din, felsefe, bilim, sanat ve alt kolları) belirlenimlerimize kaynak teşkil ettiği öncelikli eski-çağ bilgeliğidir. şüphesiz ilkçağ tabirini kullanan zihinler yunan öncesini belli bir noktaya kadar yunanla birlikte ilkçağ belirlenimi içine almak durumunda kalır. bunun nedeni; yunan'ı etkileyen mezopotamya kazanının (aşure kazanına benzetildiği de olmuştur) her halükârda yunan'a ne kadar da güçlü bir orjin teşkil ettiğinin bilinmesidir. peki "ilkin ilki"ne ne diyeceklerdi? burada "çağların ilki" gibi bir düşünce yatsaydı, "ilk" denilen çağdan evvelki matematik geleneğini ya da gökler alemini seyre dalan mısırlıların birikimlerini kendi kütüphanelerinde incelikli bir şekilde, halı dokur gibi, derleyip kendi eserlerine yansıtan yunan zihinleri kendilerinden evvelki donanımları derli toplu yazıp, şehir-devlet niteliğinden gelen bir agora itkisiyle belki de, tartışmaya açabildiği için "ilk" payesini almıştır. bunu yunan âlimlerinden elimize kalan neredeyse her dökümanda görürsünüz; kimilerine şaşırtıcı gelir ama açıklaması işte budur: herakleitos'un diels tarafından derlenmiş fragmanlarını okuyun; hesiodos'u eleştirir, homeros'u yerer; presokratikleri incelemek için miletos'a gelin görün; yunan doğa filozoflarının töz savaşı verdiğini ve dahası bu savaşın da başlangıç nedeninin yüzyıllar sonra bile etkisini yitirmemiş olan "dinsel veriler"in insanlar için yeterli, adeta doyurucu besin kaynağı (kutsal bilgi kaynağı?) olamadığını düşünün. terkar düşünelim; herakleitos, homeros'u eleştiriyordu, diyoruz; thales'i tanıtıyor başka bir fragmanında; bias'tan söz ediyor. yani öyle bir tartışma, görüşleri paylaşma platformu söz konusu ki, bu daha önce herhangi bir yerde bu denli yazılıp-çizilerek ve başkalarına bu denli kapsamlı bir şekilde aktarılarak yapılamıyordu. o halde çağa "ilk"lik payesini veren "ilk defa gerçekleşmiş" bu nitelik olabilir mi?

    kuşkusuz tek bir ırktan veyahut tek bir inanç yapısından bahsetmiyorum. kimi zeki tipler, beli bir doğa felsefesi yani physis gayreti içine girdiğinde, kısmen de olsa bugünkü gibi bir disiplinin yani okulun kapsama alanına giriyordu. bu kadar farklı okulu ve tartışma gayretini başka hiçbir yerde göremezsiniz; bir yunancacı dostumun söylediği gibi, philosophia terimi hem yapıca hem de anlamca, başka hiçbir dilde doğmamıştır. latince de dahil olmak üzere bu terim bütün dillere "kendisi" olarak geçmiştir. philosophia teriminin anlattığı şey, derleme nitelikli felsefe kitaplarının başında söylendiği gibi, philos-sophia yani bilgi-seven, bilgi-candanlığıdır. bilgiyi bilginin kendisi için sevmek. bunun yunan'dan evvel başka yerlerde de bu denli agora zihniyetiyle uluorta tartışılabildiğine dair bilgimiz kıttır. yunan dediğime de bakmamak gerek, mühim bilim tarihçisi george sarton'ın meşhur ancient science modern civilazation başlıklı konuşmasında da geçtiği gibi iskenderiye kütüphanesi'nde bir araya gelen ilim adamlarının hepsi yunan kökenli bile değildi; önemli olan getirilen bilginin etrafında toplanıp (tıpkı bir ateşin etrafında toplanmak gibi) ısrarla ve ısrarla "tartışmak"tı. yunani sorgulama çağı denilebilir belki de; ancak buradaki ilk olma hâlinin ısrarla ve ısrarla evvelce başka bir yerde göremediğimiz bu bilgi-seviciliğinin, sonraki kuşaklarca belirlenmesi ve adının konulmasıyla ortaya çıktığıdır. yoksa beriki imparatorluk yıkıldı; öbürkü berikinin baş şehrini zaptetti; gibi durumlar çağlar söz konusu olduğunda ilk'liğin, orta'lığın ve yeni'liğin mil taşları olamaz. kuşkusuz büyük savaşlar, büyük yıkımlar ya da büyük keşifler insanlık tarihini çok etkilemiştir; ancak büyük resmi görmek diye de güzel bir tabir vardır; ben büyük resme görmenin de ötesine geçmek istiyorum. ilk'e örneğin, bilgi-seviciliği gözüyle bakıp; orta'ya bu bilgi seviciliğinin yerinin tragedyanın üstüne atılan topraklarla kilisenin kabul ettirdiği ve beri yandan kendisinin de kabul ettiği ve sonra zar zor kabul ettiklerini de zorla "kabul ettirdiği" yüzyıllar gözüyle bakarım; dahası yeni için de "ilk'in pınarından taşan kitapların keşfi" değerlendirmesini yaparım. yani asıl keşif unutulanla kucaklaşmada yatar.

    bu dediğimi j. michelet çok daha anlamlı ve çok daha vurucu bir şekilde dile getirmiştir, üstadın kaleminden okuyalım: "... (yeni çağ'da) görülen şey, bir münakaşa olmaktan uzak, büyük ailenin dağılmış uzuvlarının bir kucaklaşması, bir tanışması idi, modern avrupa, anası olan eski devri tekrar görüyor ve onun kolları arasına atılıyordu... biraz sonra doğu, biraz sonra da amerika yaklaşacaktır. tanrı gözüne lâyık manzara! mekânlar ve zamanlar arasından, birleşen, birbirine bakan, birbirini tekrar bulan, birbirini tanımak istemediklerinden ötürü ağlaşan, beşeriyet görünecektir. bu büyük ana, asıl bulutsuz, kahraman eski devrin bunca yüzyıllardan sonra, muhterem ve lâtif çehresi, tekrar görüldüğü vakit, o bilinen şeye ne kadar üstün görünmüştür, 'herkes ağlıyarak, ey ana siz ne kadar gençsiniz! sizi nasıl hükmedici cazibelere süstlenmiş olarak tekrar buluyoruz! siz aşkın anasının ebedî gençleştirici olan kuşağını mezara götürmüştünüz... ve işte ben, binlerce sene için kamburlaşmış ve şimdiden buruşmuş, bulunuyorum' diyordu." (rönesans, sf.353, çev. k. berker, meb yay. 1989) j. michelet oğulun ya da kızın anasıyla buluşması diyor; ben büyük resme bakıyorum, evvelce de burada başka başlıklarda konuşmuştuk bu bahisle; 15-16. yy. copernicus'unun ve 18. yy. kant'ının bu "ana" ile kavuşumları göz yaşartıcı bir ürperti verir. aradaki yüzyıllar hiç değişmez; ikisi de eserine praefatio ile başlarken kutsal kitap'ın çeşitli pasajlarından çıkardıkları argümanlarla kendilerine saldıracak pek dindar çevrelerden ürkmektedir. oysa bunlardan ilki 10 yaşından itibaren neredeyse tüm yaşamını kilisede geçirmiş, kilise yükselmekten başka gayesi olmayan dayısı lucas watzenrode'un kanatları altında serpilmiş; diğer ise aşırı dindarlığıyla felsefe tarihinde yer etmiştir. onlar bile "ana" ile kavuşumun bedelini ödemeye hazır değildir; hâl böyle olunca "peki ya bu yüzyılın âlimleri bu bedeli (aşırı dindarlar tarafından katledilmek ya da diri diri yakılmaya çalışılmak, sağ kurtulunsa bile hesap sorabilecek bir merci bulamamak; çünkü hiç kimse bedel ödüyormuş görünmeyi bile istemez.) ödemeye hazır mı?" diye de sormadan duramam.

    her neyse fazla dağıtmış gibi görünsem de, temelde aynı düzlemde, yolda seyrettiğimi bilin. burada, eskiden gelen geleneği daha eski bir gelenekle ("ana" ile) değiştirmeye çalışmak söz konusu; bu gayretin, bana kalırsa 14. yy.'dan itibaren kimi avrupalı entelektüellerin ilkçağ yani yunan çağı ile özdeşleşme telaşı, kaçınılmaz olarak onu ilk olarak görmek zorunda bırakmıştır. öyle ki bilgelik mi arıyorsun? o halde 16-17.yy.'da francis bacon'ın neden bir eserine "de sapientia veterum" yani "eskilerin bilgeliği üzerine" dediğini düşün; dahası sermones fideles'in bir yerinde seneca'dan bahsederken "bir pagandan beklenmeyecek ölçüde derin bir söz" diyerek ne kadar da o dönemin pagan ruhunu küçümsediğini belli eden bir zihnin neredeyse tüm felsefesini biçimlendirirken aristoteles'in organon'una karşılık novum organum'u yani eski alet'e karşı yeni alet'i ortaya koyması geçmişle yani ilkçağ'ın bilgi-seviciliğiyle geleceği bir potada erittiği anlamına geliyordu. tekrar başa dönüyorum; avrupalı entelektüel için ilkçağ, kendi ideal geleceğini özdeşleştirebileceği kaynak olması açısından "ilk"tir.

    bana kalırsa daha sonradan e. husserl'in die krisis der europaeischen wissenschaften und die transzendentale phaenomenologie'de avrupa'nın tinsel yapısını harita ve coğrafya belirlenimlerini dışarıda tutarak ortaya koyması, avrupa'nın kendini özdeşleştirmek durumunda kaldığı ilkçağ'ın da benzer bir soyut anlama kavuşması anlamına geliyor. örneğin thukydides gibi tarih yazımı ekolünü gözünüzün önüne getirirseniz, bunda yunanî hiçbir şey bulmamanız gerekir; o "thukydides gibi tarih yazımı"dır. işte humanitas'ı da böyle anlamamız gerekir; sadece o da değil, ne kadar "avrupalı değer" varsa hepsini çökmeye yüz tutmuş avrupa birliği'ne girmeden de edinebilirsin. en nihayetinde euclides geometrisiyle çözülmüş hiçbir problemde yunanî bir tavır yoktur değil mi? ya da copernicus, astronomiyle ilgilenmek isteyen herkesi vistula nehri etrafında gözlem yapmaya davet etmiyordu. sen bilgi-seviciliğini kendin belirleyeceksin; nitekim böyle de yapmışsındır; bir çağı algı kapasitenin gerektirdiği ölçüde bir fetihle kapayıp, bir sonraki çağın, senin fethinden kaçan âlimlerin uğraşlarıyla anlamlandığını söyleyip yine gururlanma payı çıkarmışsındır. perdens fonte vini.
  • bir kız ismidir.
    çağ bazı bölgelerde çocuk anlamındadır. ismin anlamı ise ilk çocuktur
  • çağ analizi:

    ilk olmanın tabii ki kendine göre belli avantajları olduğu muhakkak. eşiniz benzeriniz olmaz bir kere. sürpriz bir çıkışla bütün puanları toplar, el üstünde tutulursunuz, ta ki vasat bir ortaçağ gelip sizi tahtınızdan edinceye kadar. başlangıçta herkes ilkçağa sempati besler, ne de olsa insanlığın ilk göz ağrısı. öte yandan, dezavantajları da yok değil; pek denenmemiş olmak,tecrübesizlik gibi faktörler çağınız boyunca bütün sürenin istemediğiniz biçimde geçmesine neden olabilir. ilkler unutulmaz derler ama insanoğlu çiğ süt emmiş, sonradan gelen çağların kıskanç tavırları zaman geçtikçe düzeysizleşip koskoca bir çağı gözden uzak, gönülden uzak psikolojisine sokabilir. yükseleniniz cilalı. favori filozofunuz aristo. midenize dikkat.
  • herzaman en ozendigim en yasanilabilir buldugum caglar ilk caglar oldu.ama dunyamiza giren butun kotuluklerde o caglardan miras kaldi.belki savaslar olmazdi avlanmak icin kullanilan taslarla birini oldurmeselerdi.hakkindan cok yemek isteyene direnebilselerdi acgozluluk belki olmazdi.para fikrini ilk dusuneni dovselerdi bu kadar adaletsizlik olmazdi.lider secmeselerdi kendi aralarinda organize olabilselerdi bu kadar koyun olmazdi insanlar.burasi benim diyene karsi cikilsaydi bu kadar sermaye toprak agalari olmazdi.baski yapan azinliga karsi birlesebilselerdi halen ozgur bireyler olurdu insanlar.hepimiz birer kuklayiz ama kimse bilmiyor bunu.tum sistemler kendini korur.insanlar kukla olduklarini bilmedikleri surece hayatlarini baskalari icin yasadigini bilmedikleri surece carklar doner.bir gun inaniyorumki insanligin eline ayni firsatlar gececek ve boyle gelmis boyle gitmeyecek.ozaman insanlik dogru tercih yapacak.izm lerle degil olmasi yapilmasi gerekenlerle.
hesabın var mı? giriş yap