• hayatın yükü altında ezilmiş, kendi iradesi yerine kim ne derlerle yasayarak hep biraz daha ezilmiş, eğilmiş insan tipi.
  • can barslan tarafından leman'da işlenmiş bir konudur.. reel hayatta görünüm olarak sol kanatta koşan ibrahim üzülmez iyi bir örnek olabilir.
  • (bkz: neyzen)
  • bizzat italikler.
    (bkz: #3244506)
  • sürekli alıntı yaparak konuşan insanlardır.
    (bkz: yamuluyorsam düzeltin)
  • bir de italik ilşikiler yaşayan insanlara takılabilen bir sıfat olabilir. bu nevi ilişkide taraflardan birinin sürekli diğeri üzerine eğik durumda olduğunu görürsünüz. beden dili açısından bu yüzeysel bir evhamlılık hali gibi görülse de cilası kazındığında altından iyelik duygularıyla beslenen bir tahakküm çabası belirdiği gözlenebilir. bu tür bir italiklik ilişkinin her türünde anne çocuk, iki sevgili'den herhangi biri veya iki dost arasında bile gözlemlenebilir. kır kahvesinde çay içerken bile zaten iri olan vücudunu masanın diğer tarafına taşırarak sevgilisin üzerinden bakan bir erkek veya bir davette üzerinize yıkılırcasına partnerine yaslanan bir kadın hep bu italik ilişkinin hareket noktalarıdırlar. bu durumda sistemin statiğinin yıkılmayı engelleyen tarafı üzerine yaslanılan bireyin tahammülü ile doğru orantılıdır.

    http://www.bolesphotography.com/…32752003083944.jpg
  • ben bugün bunu gördüm
    spor salonundaydım...
    spor yapmakta, form tutmakta, fit mi fit olmak üzre ter dökmekteydim, sağlıklı yaşam adına tabii...
    koştum, yürüdüm, çeşitli alet edevat kullandım, terledim, acıktım..
    sonra onu gördüm...
    20'li yaşların sonundaydı, benden küçük olmalıydı, gözlerini karşıda sabit bi noktaya dikmişti, etrafla, benle hiçbir ilişkisi yoktu, yaptığı işe konsantreydi.
    italik duruyordu, yerle olan açısını ritmik olarak arttırıp azaltsa da mütemadiyen italikti, vücudunun hangi bölgesi, hangi kası çalışıyordu o anda bilemiyorum ama italikti işte...
    fit görünüyodu, her ne yapıyorsa, o aletin adı her ne ise, işe yaramıştı..
    bir dahaki sefere ben de italik duruşla yer çekimine meydan okuyarak yapılan bu hareketi yapmaya karar verdim.
    ben de o italik insanlardan olacaktım bir dahakine, karnımın aç oluşuna lanet ederek duş almaya gittim....
  • (bkz: açı bey)
  • en şık duranları century gothic olanlarıdır.
  • stepan arkadyeviç oblonski, tolstoy’un, anna karenina adlı, şaheserinde geçen karakterlerden biri. kitabı, konuyu anlatmaya kalkmayacağım. 3 ciltlik, dev bir yazarın eşsiz tahlillerini, kurduğu dünyayı birkaç satır yazıp, hakkım olmayana el uzatamam.

    …oblonski’nin önemi günümüz toplumunun hatta bütün toplumlarının içinde yüksek rakamlarla barındırdığı insan tiplemesi üzerine baskın içerikte yer kaplamasıyla değerli. peki varoluşun insana sunduğu düşünebilme yetisi içinde en önemli özelliyle nasıl bir portredir, stepan?

    bu noktada david riesman‘ın çözümlemesi : stepan arkadyeviç, öyle aşırı olmayan, çoğunluğun görüşlerini yansıtan liberal gazetelerden birinin meraklısıydı. ve bilime, sanata, siyasete, kendine kalsa, pek ilgi de duymazdı; ama, çevresindeki insanların çoğunluğunca beğenilen gazetesinde de tutulduğunu gördüğü görüşlere, bunlar hangi konuyla ilgili olurlarsa olsunlar, inandı mı inanır; çoğunluk bıraktığındaysa, bırakırdı...

    riesman, bilimsel bir makale de kalkıp asalak diyemeyeceği için çerveyi çizip geçmiş olmalı… ortadaki dipnot :”bu arada riesman’ı ülkemizde sosyoloji eğitimi almış birçok lisans öğrencisinin duymadığına da eminim. çünkü, hazret, a.b.d’de de bile bilinçli olarak geri çekilen sosyal araştırmaların, sosyal bilimcilerin en yetkinlerinden biriydi… a.b.d. insanı temel alan sosyal araştırmaları 70’lerle birlikte ciddi anlamda geri çekmiştir, insanı insana anlatan sosyal araştırmalar, varoluşu sorgulayan teoriler, onların devlet politikasına uymaz, işgalleri meşru göstermez… umarım bununla da ilgili bir yazı yazacağım”

    oblonski, tehlikesizdir, nasıl, kalabalık içinde yürürken başımıza bir şey gelme ihtimalini gruptaki kişi sayısı azaltıyorsa; aynı kalabalık, hatalarımızı, eksikliklerimizi gizlemek içinde bire bir.

    bu başkalarının ne diyeceğine göre yaşayan insan tüm iktidarların en sevdiği yaşam formudur. bana dokunmayan yılan ile sıra bir gün bana da gelir denkleminde yaşar.

    herkesin her şeyi bilmesi elbette imkansız, öbür taraftaysa elitizmin tanrı cezasını versin. hayatı, tarkovski filmi olmaya götüren dişlinin çarkları zayıftır, nostalgia’yı tüm izleyenlerin anladığı toplum henüz icat olmadı, olamaz da yahut james joyce’un ulyses’ini… fakat; imalı, dolaylı yoldan yaşanan hiçbir gerçekliğin insanı, kendinden uzaklaştırmadığını da iddia edemeyiz. kadın - erkek ilişkilerinde, politikacı - yurttaş düzleminde, kısacası kiminle karşılaşırsak onunla, kavgası da aldatması da çıkarcılığı da dürüstçe yapabilirsek birçok gerçeğin daha katlanılabilir, kaldırılabilir olacağını görmemek mümkün değil.

    çerçevelemeye çalıştığım insanın başat niteliği bilmediği konu da görüş ileri süren, işportacı mantığının çok ötesinde yetkinliği artırmak için durmadan çaba gösteren, modern şüpheciliğin öngördüğü homo economicus… 6 milyarın üzerinde yaşayanıyla kendinden öte her kalıba uyan insan.

    belli oranda hepimiz, üstelik hergün kötü müzikle, berbat filmlerle, edebiyatla, politikacıyla karşılaşıp bir oranda oradan da etkileniyor, çoğu zaman dışlanmamak adına bir parça onlardan biri oluyoruz, olmak zorunda kaldığımız için…

    tüm bunların acısını altında çalışan kişiden, öğrencisinden, sevgilisinden, gücü kime yetiyorsa ondan çıkaran toplum düzeninden biraz olsun uzaklaşmak adına, “iyi olanla” zaman geçirmek adına benim dünyamda tolstoy, flaubert, sezai karakoç, ece ayhan, mahler, karaindrou … var, size de tavsiye ederim.
hesabın var mı? giriş yap