*

  • 90'larda sacece bir kac sayisi cikabilmis bir muzik dergisi. ` : levent ersevenayni zamandanedim tanyolac'inacik radyo`'da eskiden yaptigi bir programin adi.
    bir yandan da bu tur muzigi tanimlamak icin kullanilan soz.
  • "modern sanat ve modern müzikte de yine iletişim kurmayan bir dil buluruz." rollo may - man's search for himself
  • abi şimdi gatekeeping yapmayın da, benim en beğendiğim müziğin son 100 yılı falan denilesi başlık.

    şimdi 17 yaşında okula başladığımda hoppala asit kafasındakiler pink floyd'un ummagumma'sını övüyordu. zaten o dönemi de genel olarak öyle denebilir. soundcheck gibi kabaca. anormalliklerle ilk tanışmam denebilir.

    sonra trance, techno tayfasına uzaktan baktım. onları dinleyince de dağınık ses yığınları altına ritm döşemekten ibaret. sevdim.

    sonra yavaş yavaş “klasik müzik neden önemli?” sorusunu kendime sormaya başladım. başlıca sebebi de şu: picasso bizim bazı tayfa tarafından sevilmezdi. giger, fantastik falan sevilirdi. ben de yavaştan sevmeye-anlamaya başladım. sonra anladım ki “gözünün önünde göremediğin bir kıymet var”. bu an beni çok çarptı. bugüne kadar nefret etmediğim hiçbir sanat eserine hayran olmadım. o sebeple klasik müziği de incelemeye başladım. dinlemediğimden değildi ama nedensellik başka. doğal olarak sevmek doğru gelmiyor bana. insan 17 yaşına kadar ne dinlerse onu severmiş. o sebeple bach seven tarkovski bana hiçbir şey ifade etmiyor. teke zortlatmasını da versen sevecekti ve kültürel olarak yeri belliydi öyle olsaydı.

    frank zappa gibi isimlere de girdim ve hepsine bayıldım. primus gibi daha dalgacı ama yetenekli müziği de sevdim.

    bilgisayardan müzik yapmaya uğraşıyordum. bozuk sesler muhteşemdi. şarkı açıyorsun, üzerine ezan öyle güzel kulak tırmalıyor-uyuyor-tırmalıyor-uyuyor ki, hayran olmamak elde değil. müzik yaparken akorlardan nefret ediyordum. lineer unsurlar daha “her yerini kendin yaptığın” bir şey olarak görünüyordu. aynı zamanda daha ilgi çekici bir düşünme sistemi. bach'ı gördüm ondan sonra, hani akor falan olmayan. youtube'da çok ciddi isimler, müzik üzerine grafik anlatımlar falan çok ilginçti. beethoven falan derken birden geldim faun'un öğleden sonrası için prelüd'e.

    arriving chord-home chord derken müzikle algılanamayacak bazı teknik konular beni itmeye başladı. bu faun'un muğlaklığı derken stravinski'nin bahar ayini'ni duydum. mükemmeldi ama bölüm bölümdü. yani bir unsur diğeriyle keskin şekilde, beethoven gibi ayrılıyordu. yani müzik mükemmel bozuk ama kurgusu klasik gibi geldi. penderecki'nin modern passion'u ise daha güzel geldi çünkü fransız modern kiliselerine benziyor. yani ona ok'dim klasik alt tonu olsa da.

    bu dönemde fazıl say'ın kız çocuğu'nu, gökhan kırdar'ın ah ayartan yar şarkısındaki mükemmel/anormal saksafon notalarını daha iyi duyup takdir ettim. abukluk benim yurdum. beni orada bulabilirsiniz.

    xenakis veya ligeti ise hem bozuk, hem de dağınık müzik yapıyordu. diyebilirsiniz ki techno'dan farkını ayırt edebiliyor musun? e davul/ritmsiz olunca daha güzel bir dağınıklık oluyor. zamansal olarak da daha geçmiş. bu dönemde klasik enstrümanlarla çalınan şeyler olduklarından hem ne yapıldığını daha net duyuyorsun, hem de köşeli notaları olan enstrümanlarla daha farklı bir dağınıklık algın oluyor.

    sonra aydın esen, jazz, cover'lar, stockhausen, dirty loops, collier derken işler son olarak sanırım coltrane'in om albümüne kadar geldi. aydın esen örneğin ne kadar dağınık müzik yaparsa yapsın, sonunu anlayabiliyorsun. klasik olduğundan değil üstelik. bu beni çok çarptı çünkü dağınık bir şeyin ete gelmesi çok tuhaf. bazı jazz'ı sevmedim ama emprovizasyon hep çok güzel bir kafa sikimi.

    yani bir çeşit kurtulamadığın alışkanlığın gibi. bir riff 4 kez çalındığında, bir şarkı 4-4 olduğunda, bir verse-chorus veya tekrar duyduğunda, bir majör-minör barizliğinde bazen sıkılıyorum, bunalıyorum. dinle sikildiğim zamanlardaki veya ülkedeki klişelerle konuşma illetindeki gibi bir bunalma geliyor. bazen sırf marş da iyi geliyor ama ne demeye çalıştığımı anladın.

    benim hayatımla birebir ilişkili bu müzik. neyin ne anlama geldiğinin nedenlerini benim için büyük, insanlık için küçük bir duyma etkinliği olarak anlatabilirim.

    ayrıca son kültürel not: memlekette maalesef caka satma çok olduğundan bunu yazmam lazım. senin kafanda xenakis veya bach cool, techno aptalca diye arasından seçmeyerek bugüne geldim. sen de öyle yap. yani bana “sen kendin bulabilir miydin onu” diye sorarsanız, techno'yu da o kadar seviyorum. yani kültürel-sosyal olarak bunların artısını veya eksisini yaşamadım. hasetten eksisi daha fazla çünkü. yani bana entel diyecek anasıgüzel varsa derhal techno da sevdiğimi (yukarıda belirtmeme rağmen) ve ona cringy geldiğimi düşünsün.

    sabahın köründe kulaklıkla metroya giderken aydın esen doğaçlaması dinlemek gerçekten çok cool ve hepinizin delirdiği bir zeka raddesi gerçekten mk çomarları.
hesabın var mı? giriş yap