*

  • norvecli yazar erlend loe tarafindan yazilan kitap dilek basak tarafindan dilimize cevirilip tavanarasi yayincilik tarafindan yayinlanmistir. 25 yasindaki kahramanin yalin dusunebilme yetenegi okuyanlari sasirtmayi basarir.
  • 25 ya$inda, universiteyi birakip, her$ey birdenbire anlamsiz geldigi icin top firlatmaya ba$layan, cakma tahtasiyla hayatin manasizligindan ve bir$eyler yap(a)mamanin sorumsuzlugundan kurtulmaya cali$an kahramanin gozunden izledigimiz cocukca kitap.
    tuvallette okunabilecek kadar light, fazla beklentisi olanlarin biraz hayal kirikligina ugrayabilecegi, insani yormayan, cabucak okunup, tuketilebilen, eski cocukluk gunlerine kisa sureligine goturup getiren bir roman.
  • insanda çakma tahtası alma ve liste çıkarma isteği uyandıran, tadı damakta kalan kitap.
  • hiç bitmesin dediğim kitaplardan biridir, hayattan, kötülük namına ne varsa hepsinden, hırstan filan uzaklaştırır insanı, pir-ü pak eder. ne yazık ki tavanarası yayıncılık kapandığı için kitabını fellik fellik aramama rağmen bulamamaktayımdır, görenlerin bulanların insanlık namına mesajlarını beklemekteyimdir...

    (bkz: sözlük bana kitap bul lan allahsız)

    istek üzerine dit dit edit: buldu vallaha! kitaplıkta duruyo kıpkırmızı cici cici! special thanks to gioberg!
  • børre ile arkadaş olması, onun fikrini alması, onu önemsemesi, onun listelerine kafa yorması, kucağında uyutması falan. keşke dedim okurken, benim de børre gibi bir arkadaşım olsaydı.
  • siren yayınları'nın yine dilek başak çevirisiyle yayımladığı erlend loe romanı.

    her şeyi bırakıp gitmekle, her şeye rağmen kalmak arasında gidip geldiğimiz bazı zor zamanlar olur. böyle nefes alamazsın, aldığın nefesten bir halt anlamazsın, yaptığın her şeyi didiklersin, her ihtimali düşünüp kendine eziyet edersin ve bazen yalnızca tavanı izlemek istersin hani. keyif aldığın şeyleri yapmaya bile mecalin olmaz, gökyüzüne bakmak istemezsin bir güzellik içini ferahlatır diye, bütün saçma beyazlığıyla o tavan bir şeyler ifade eder ama. işte tam o sırada bu kitaba rastlamam gerekiyormuş. bugün birine ödünç verirken kendimi ona emanet ediyormuşum gibi hissettim, abartmayı severim. post-it işaretlerime kadar orada, o kitap öyle gelir bana umarım.

    birden, ortada başkalarının geçerli kabul edebileceği pek de sebep yokken, yaşama ve kendine dair bir anlam bulamayıp her şeyi bir kenara bırakmayı seçen birinin hikâyesi "naif. süper" baktığınızda. öyle çok büyük şeyler vadetmeyen ama doğru kişiye, doğru zamanda rastladığında büyük şeyler sunan bir roman. brio marka çakma tahtasının, borre adında bir çocuğun, bir küçük topun, oyun oynama hakkının en uyumsuz, en dışarda hissettiğimiz anlarda bile yaşamın bir parçası olabilmeyi kolaylaştırdığına dair. o kadar kendi halinde, tasasız bir anlatım ki, bir şey değişsin ya da düzelsin diye beklemiyorsunuz okurken. kahraman inanılmaz bir şey fark etmesin, hayata tırnaklarını geçirmek zorunda kalacağı bir şey olmasın, tesadüfler silsilesi onu bir başka noktaya getirmesin diye umarak sürdürüyorsunuz. öyle tatlı. bir de listeler yapmak, listeler sormak istiyorsunuz. geçmiş değiştirilemez, ama gelecek onu kabul ettiğinizde bir nebze daha rahat kurgulanabilir, biliyorsunuz. ve geçmiş, o zaman hem güzeldi hem de değildi, tıpkı bugün gibi, gelecek gibi. bunu kabul edebildiğinizde o yol çok da ürkütücü görünmeyebiliyor.

    --- spoiler ---

    "... bir sorun var çünkü. bir sorun olduğu kesin.

    yaşlı bir adama ihtiyacım var şimdi. bir akıl hocasına. nasıl uyum sağlanacağını, taşların nasıl yerine oturacağını anlatabilecek birine.

    önceleri anlamsız bulduğum birtakım görevleri yerine getirmemi isteyebilirdi bu adam. sabırsızlanıp karşı çıkardım ama yine de dediklerini yapardım. en sonunda da, ağır çalışmalarla geçen aylardan sonra tüm o işlerin gerisinde derin bir anlamın yattığını ve ustanın en başından beri kurnazca bir planı olduğunu keşfederdim.

    birdenbire büyük bağlantıları görebilecek duruma gelirdim. her şeyi olduğu gibi görürdüm. dünya ve insanlar hakkında çeşitli sonuçlara varırdım. kendimle başa çıkabilecek, başkalarının içindeki iyiliği falan ortaya çıkarabilecek mertebeye ulaşırdım. ustam da bana daha fazlasını öğretemeyeceğini söyler ve bir şey verirdi. büyük bir armağan. bir araba belki. bunun çok büyük olduğunu, kabul edemeyeceğimi söylerdim ama ısrar ederdi ve böylece duygusal ama okkalı bir şekilde vedalaşırdık. ben de dünyaya salıverilir, birileriyle karşılaşır, tercihen bir kızla bir aile, belki de güzel şeyler üretip iyi hizmet sunan bir iş kurardım."
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    "... bir gün yaralı bir kuş bulmuş. sanırım bir martı yavrusuymuş bu. kuş orada öylece yatıyormuş. uçamıyormuş. abimin hastalık ve ölümle ilgili hiçbir deneyimi yokmuş. kuşa acımış. kuşun orada öylece yatması, hasta ve yalnız olması ona dokunmuş. iyileşmesini, uçup ailesine kavuşmasını, mutlu olmasını, martı yavrularının yaptıkları her neyse işte onları yapmasını istemiş.

    abim almış kuşu. özenle yazlık eve taşımış ve pamuk dolu bir kutuya koymuş. ona su ve yiyecek vermiş, onunla konuşmuş. sabah uyandığında ilk aklına düşen, akşam yatmadan önce son düşündüğü hep bu kuş oluyormuş. sabahları kuşun nasıl olduğunu görmek, akşamları da ona iyi geceler deyip kanatlarını dikkatlice okşamak için fırlıyormuş.

    kuşu seviyormuş abim. iyileşmesi onun için çok önemliymiş. annemle babam da kuşun iyileşmesini umuyorlarmış. abimin bu kuşa duygusal olarak bağlandığını görebiliyorlarmış. eğer bu kuş ölürse onun üzüleceğinden korkuyorlarmış.

    abim kuşun her gün biraz daha iyileştiğine inanmış. öyle görmek istiyormuş. bugün yarın iyileşip özgürlüğe doğru kanat açacağına inanmış. ama öyle olmamış. bir sabah, abim henüz uyurken babam kuşun ölüsünü bulmuş. onu evin biraz ötesine gömmüş. abim uyandığında babam kuşun iyileştiğini ve uçup gittiğini söylemiş. abimin ona çok iyi baktığını, çok iyi davrandığını ve bu yüzden de yeniden sağlığına kavuştuğunu söylemiş. ne babamın ne de annemin yüreği kaldırmış ona kuşun öldüğünü söylemeyi. belki de abimin zamanı gelince zaten kötü şeyler yaşayacağını düşünüp hazır onu koruyabilecekken öyle yapmak istemişlerdir. abim kuşu kurtarmak için elinden geleni yapmışmış. ve şimdi de onun uçup gittiğini öğreniyormuş. mutlu olmuş. kuşun dışarıda bir yerlerde olduğunu düşünmek harikaymış. ona yardım ettiğini düşünmek de öyle. onu üzen tek bir şey varmış, o da ona veda edememiş olmasıymış.

    abim dünyanın iyi bir yer olduğunu hissetmiş olmalı, bir şeyler yapabilmenin mümkün olduğunu ve bazen, bazı şeylerin, kötü yerine iyiye gidebileceğini. abim hâlâ o kuşun iyileştiğine inanıyor. işin aslını kimse anlatmadı ona."

    --- spoiler ---

    senelerdir siren'i takip ediyorum, istanbul kitap fuarı'nda ilk uğradığım stant olmuştur hep. bir sene içinde ne çıkmışsa alıyorum, öyle bir bağ kurabildim yayıneviyle, başladığı yeri bilmek sanırım en sevdiğim husus. etgar keret, jonathan safran foer, pagan kennedy, dave eggers, muriel spark siren'le tanıyıp sevdiğim yazarlar oldu. kendi sessiz protestomda almadığım yalnızca woody allen kitapları sanırım, o da tamamen bana dairdi. belirgin bir tavrı hiç bozmadan sürdürdüler, bir kıstasları vardı ve o çizgiden tatlı tatlı devam ettiler. nasıl seviyorum belli değil. fuarı beklemeden aldığım şu kitap da beni buldu belki, tam da ihtiyaç duyduğum bir dönemdi ve çok iyi geldi.
  • yüksek lisans yaparken, hayatın anlamını ve tercihlerini sorgulamaya başlayan, bu sorgulamayı başka bir kente yolculuk ve geri dönüş ile noktalayan, çok yüksek hedefleri olmayan, liste yapmayı seven ve zamana takıntılı bir kahraman karşılıyor sizi kitapta. benim de uzak bir yolculuğuma denk geldi okumam. o nedenle yolculuğun ve kenti, insanları, kültürünü gözlemlemenin benim üzerimde yarattığı değişimleri de gözlemledim. ancak sanki kahramanımız geç kalmış sorgulamak için. aynı şeyleri düşünür, hissederken üniversitenin ilk yıllarındaydım hafızam beni yanıltmıyorsa. gerçi sade bir anlatımının olması, uzay, zaman ve evren hakkında bilgiler içermesi ve listeleri beni kitabın içine çekti ve bir çırpıda okuttu kendini.
  • yer yer iyi, yer yer siradan, yer yer sikici bir erlend loe romani. bir doppler degil.

    --- spoiler ---

    kitaptan alintilar
    --- spoiler ---

    oglanlari dusunuyorum. bugun koca adamlar olmuslardir. kesinlikle ellinin uzerindedir yaslari. dunyanin guzel bir yer oldugunu hissediyor olmalilar. her seyin uyumlu oldugunu. bir seylerin anlamli oldugunu.

    simdi ne yaptiklarini merak ettim. muhtemelen onlarin da kendi aileleri ve icinde elma agaclari olan bahceleri vardir.

    buyukbabam iyi adamdir gercekten.

    ben de iyi biri miyim, merak ediyorum dogrusu.

    benim kusagimda iyi biri var mi, merak ediyorum.

    -----

    simdi biraz daha okudum.

    durum giderek kotulesiyor.

    paul yercekiminin zamani etkiledigini soyluyor.

    sinir tanimiyor adam.

    hicbir uyarida bulunmadan, yercekimi kuvvetinin ve hareketin zamani etkiledigini soyluyor. kitabin kapagina bakiyorum. ciddi bir yayinevi tarafindan yayinlanmis. soyledikleri dogru muhtemelen.

    sinir oluyorum.

    neden kimse bana bundan soz etmedi?

    fizik hocalari bu gibi bilgilerin her seyi degistirdiginin farkinda degil mi? aptal mi bunlar?

    fizikten vazgecmemin nedeni, tum bunlarin nasil uyum icinde olduklarini anlamadan, oturmus proton ve notronlari ciziyor olmamizdi. sikiliyordum. bunun yerine, kizlara donup sol elimin isaretparmagi ve basparmagiyla halka yapmayi ve sag elimin isaretparmagini bu halkanin icine sokup sokup cikarmayi yegliyordum.

    zamandan hic soz edilmemisti.

    -----

    prof. paul davies,

    ben genc bir adamim ve kendimi pek iyi hissetmiyorum. bir iyi, bir de kotu arkadasim ve benim kadar sevimli olmayan bir abim var. kiz arkadasim yok.

    bir zamanlar okuyordum ama ogrenciligi biraktim. cogu gunler, abimin dairesinde oylece oturup dusunuyorum, geceleri de duvara top atip tutuyorum. bir cekic ile bir tahta parcasinin icine gecen cubuklardan olusan bir oyuncagim var. cubuklari caktiktan sonra tahtayi ters cevirip onlari yeniden cakiyorum.

    bazen sizin yazdiginiz kitabi okuyorum. zaman hakkindaki kitabinizi. gecen zaman uzerine dusunmeyi sevmiyorum, siz de zamanin var olmadigini soyluyorsunuz, bu, beni mutlu ediyor, ancak sizi tam anlamiyla anladigimdan pek emin degilim.

    insani korkutan bir suru sey soyluyorsunuz.

    her seyin bir anlami oldugunu ve her seyin sonunda iyiye varacagini hissetmek isterdim ben.

    simdi hissettiklerim ise bunlardan cok uzak.

    size on iki soru sormak isterim, eger cevaplarsaniz cok minnettar kalacagim.

    iste sorular:

    1. zaman diye bir sey var mi?
    2. evrenin buyuklugu sizi korkutuyor mu?
    3. gunes bes milyon yil sonra yanip tukenecek diye, yaptiginiz her seyin bosuna oldugu duygusuna kapiliyor musunuz bazen?
    4. duvara top atip tutmaktan hoslanir misiniz? bunu sik sik yapar misiniz? vaktiniz olsaydi daha da sik yapar miydiniz?
    5. eger einstein bugun hayatta olsaydi, sizinle arkadas olur muydu?
    6. gecmis, simdi ve gelecegin ayni anda var olmasi nasil mumkun olabilir?
    7. bazen, tum bildiklerinizi bilmemis olmayi istiyor musunuz? bir plajda, cehalet icerisinde, futursuzca kosacak denli ozgur olmayi?
    8. buyuk patlama'nin tesaduf oldugunu dusunuyor musunuz?
    9. ben dunyaya gelmeyi istemedim. hic kimse istemedi bunu. evrenin buyuklugu ve karmasikligi kendimi miniminnacik ve sorumluluktan muaf hissetmeme neden oluyor. yapacak tek anlamli seyin iyi vakit gecirmeye calismak oldugunu duyumsuyorum. bu duyguyu anliyor musunuz? siz de boyle hissediyor musunuz?
    10. insan beyninin sayisiz dusunceyi dusunebilecek kapasitesi olduguna katiliyor musunuz?
    11. yiyecekleri anime eden, ornegin dans ederek peynirin icine atlayan krakerler iceren televizyon reklamlarina karsi misiniz?
    12. ugrastiginiz sayilarin buyuklugunden dolayi bazen gulmeye basladiginiz oluyor mu?

    cok tesekkur ederim.

    -----

    okudukca aklima, new york'taki zamanin norvec'teki zamanla ayni olmadigi geliyor. orasi bizden alti saat daha geri. yani new york'a giderek alti saat kara gecmis oluyorum. hos bir dusunce. bu saatleri keyifli bir seyler yapmak icin kullanacagim. ote yandan, bir saniyenin neredeyse 3 milyarda birini on bin metre yuksekte bulunarak kaybediyorum. bu seyahat sekiz saat suruyor. saniyenin yirmi dort milyarda birini kaybediyorum. oldukca az. bunu kafaya takmayacagim.

    -----

    bambaska bir hayat bu. herkes benim new yorklu bir kopek sahibi oldugumu sandi muhtemelen. burada yasadigimi, bir dairem ve kopegim oldugunu sandilar. her gun boyle kakalar temizledigimi filan. insani sasirtan bir dusunce.

    eger ben new yorklu bir kopek sahibi degilsem, bu, diger insanlarin da gorunduklerinden farkli olabilecekleri anlamina geliyor. yani bu, herhangi bir seyi bilmenin mumkun olmadigi anlamina geliyor.

    --- spoiler ---

    kitaptan alintilar
    --- spoiler ---
  • 1969'da doğmuş ve 1996'da bu kitabı benden 1 yaş büyükken çıkarmış norveçli bir adamın benle bu kadar benzer duygular yaşaması bir şekilde mutlu etti. kötü arkadaş tanımı bile hayatımda kendimi uzak tuttuğum ya da uzaklaşmak için uğraştığım kişileri temsil edebiliyorsa varız lan epeyce. sakin, yumuşak, akıcı, espirili, hoş bir kitap
  • naif olmanın güçsüzlük ve hakkı yanilebilirlik olarak görüldüğü bu günlerde iyi gelmiştir bünyeme. naif olmak düşünceli olmak medeniyetin ve insan olmanın getirdiği bir farklılık. bu farklılığı edinebilmek için çabaladığımız günlere geliriz umarım. toplum olarak.

    kitaba gelirsek sade, naif, çocukça temiz.
    ayrıca bisiklete binen herkes benim de dostumdur.
hesabın var mı? giriş yap