• abd'de 1896 yilindan 1954 yilina kadar, siyahlarin ve beyazlarin toplu tasim araclarinda, okullarda vs bir arada olmasini yasaklayan yuksek mahkeme kararini ifade eden kavram. siyahlar beyazlardan uzak durun ki siz de esit olarak belli hizmetlerden yararlanin demeye getirir bu utanc verici yuzkarasi karar. ozellikle guney eyaletlerinde yuksek bir duyarlilikla uygulanmistir. olayin baslangicina neden olan ise unlu plessy v. ferguson davasidir. homer plessy adindaki siyah amerikali new orleans'tan lousiana covington'a gitmek icin trene biner. ama gidip beyazlarin bindigi vagona oturur. sonrasinda tutuklanir mahkemeye cikarilir ve 20 dolar parar cezasi ile 20 gun hapis cezasi yer. lousiana yuksek mahkemesinin de plessy'nin itirazini reddetmesi uzerine amerika yuksek mahkemesi'ne gider dava. yukarda davanin teknik adinda gecen ferguson'u merak ediyorsaniz, new orleans'ta kahramanimizi hapse tikan kilcik yargictir. dava o yerel hakime karsi acilmistir. ama yuksek mahkeme tarihinin en utanc verici kararini vererek separate but equal diye anilan ictihadiyla yerel mahkemeyi onaylar ve 60 yil boyunca siyahlar beyazlara esit(!) ama uzak tutulurlar. ta ki 1954 tarihli brown v the board of education davasi'na kadar.

    2007 editi:
    yuksek mahkeme'nin separate but equal ictihadi, tek cumleyle su esasa dayaniyor: siyahlarla beyazlarin bir kamu hizmetinden esit ozelliklerde yararlanabildikleri surece, ayri mekanlarda yararlandirilmalari anayasaya* aykiri olmaz. (no comment)
  • amerika görmüş kamu hukukçularının eşit ama ayrı olarak özetledikleri, eşitler arası eşitliğe vurgu yapan kavram. 17 mayıs 1954 tarihinde brown v the board of education davasının sonunda çıkan tarihî içtihat eşitliğin kapısını aralamıştır...
  • kökler dizisini izlemiş, hakstıbıl ailesiyle büyümüş, envai çeşit pop kültür ilişkisi ve hz. bilal soslu mukaddesatçı tefrikalardan düzme gelenekle ile zencilere sempati besledikleri ve ırkçılığı zenci karşıtlığı sandıkları için kendisini ırkçı saymayan, bilmeyen bir halkın çocuklarına şimdilerde pek bir şey ifade etmese de içtihadı yaratan müçtehidlerin bir takım kendi içersinde tutarlı ve maalesef tanıdık dayanak ve temellendirmeleri vardı. az izah edelim:

    öncelikle dönemin fikri atlasında ırk kavramının *hala* bilimsel bir temellendirmesi olduğu kabul ediliyordu. bu temellendirmeyi ölçülebilirliği ve kategorizasyonu merkeze alan 'akılcı' pozitivist görüşün bayrak edinmesi, bilimsel ırkçılık olarak adlandırılabilecek gayet kelli felli akademisyenlerini, literatürünü, sirkülasyonunu, datasını sunan bir disiplinle süslemesini bilmesi de aktif siyaseti besleyen (ve daha doğrusu) aktif siyasetin beslediği bilimselcilik ucubesinin unutulmaması icab eden kayıtlarından birisidir.

    dahası davanın konusu olan taraflar da maalesef bu kutsal bilimselci ruhla dopdolu olduklarından savunmayı ırkçılığın prensip olarak yanlışlığına değil, ırkçılığın kamu hayatını düzenleyecek bir parametre olarak uygunsuzluk ve yetersizliğine dayandırmışlar, fiili hukuka uygun, aktif nizamnameye şirin, tokmaklı hakim'e anlaşılır görünmek adına aşağıda özetini okuyacağınız dünyanın en sikko gerekçelendirmesiyle itiraz etmişlerdir.

    uygulamayı savunan taraf ise chutzpah'ın doruklarından getirdikleri bir liberal arabulucuya sığınmış:

    ''ya hepimiz insanız yaa, aslında inansak hepimiz eşitiz ya, eşit olduğumuza inanıyorsak eşitizdir, nedir bu kin yaaa? bunlar özgürlük istemiyor, başımıza sıçmak istiyor! hala aşamadık mı bunları nedir hocaa? getirilir düzenleme, uymayanlar cezalandırılır, yüce adalet, hukuk devleti, yasa yürütme yargı!'' tipi, sözlükte de kelli felli, adalet ve hukuk timsali pürist (ve bu tip yerleşik mağdur, madun ilişkilerinin tarafı olmadıklarını şıp diye görebildiğiniz) ad hominem sevmez eşhasın gırtlağına kadar indoktrine olduğu evrensel saf duruş varsayımına oynamışlar, ve liberal doxa üzerine inşa edilmiş bu kendi içinde tutarlı kurgunun, kendi içinde tutarlı temsili mahkemesinde kazanmışlardır.

    yukarıda karikatürize ettiğime yuvarlanması bir çıt mesafede olan uygulamayı savunanların müdafaası şudur:

    ''(bilimsel olarak kabul edildiği için var olduğunu bildiğimiz) ırklar'ın ikame ettiği alanları belirleyen tipte bir ayrılık, eşit olmamak halini doğurmaz. taraflar arasında bu tip bir çift yönlü ayırmanın bir tarafa hususiyetle zarar verdiğini iddia etmek için bir tarafın siyasi program, diskur ve söyleminin doğruluğunu kabul etmek gerekir. bizim ise işimiz ayrımın temeli olan pozitif ırk kavramı ve onun düzenlemesinde eşit yönelimdir. yani uygulama sadece zencileri beyazlardan ayırmaz; zencileri de beyazlardan ayırır. kanun önünde eşitsek, amerika herkese bu kanuni çerçevede bir eşitlik sağlıyorsa, bu durumdan bir tarafın zararlı, bir tarafın yararlı çıkacağını, bunu varsayan başka bir soyut ön-yargıdan bağımsız olarak, varsayamayız.''

    argümanın başarısı görüldüğü üzere somut maddi evrenle ilgili tutarlılığı ile değil, kendi içindeki tutarlılığı ile alakalı. çünkü liberal-kapitalist itikada göre kanuni düzenleyicilik normatif değildir, bir tarafın diğeri üzerindeki mevcut, somut, tecrübe edilen eşitsizliğini değil, ideal olan zemindeki eşit olması halini merkez alır. bunun mülkiyet hakkı prensibi üzerindeki izdüşümünün suç ve ceza konusunda da zengin ve fakir'e eşit ceza vaad eden anayasal teminatta görülebileceğini söylersek umarım meselenin gideceği, ve gitmesi gereken yer daha billur, daha net ortaya çıkar.

    liberal itikatlerin kapitalist ilişkilerden sağaltılan normatif değerlerinin pozitivist eşitlikçi izdüşümü mü diyeyim ne diyeyim bilemediğim bu garabet sonucunda siyahlar uzunca yıllar ikinci sınıf vatandaşlığı, vatandaşların kanun önünde eşit olduğu fiyonklu martavalı sebebiyle sineye çekmiş, herhangi bir tazminat almadan paralı köleye evriltildikleri yaşamlarındaki sürekli aidiyetsizlik mutlak tabiyet ilişkisi içindeki yaşamlarında da suç ve ceza konusunda taviz vermeyen eşitlikçi hukuk devletine kafayı çaka çaka, ''ya zencilerin olduğu yerde suç oluyor'' yavansöylemine aşı olmuşlar, sadece hukuk devleti'ne toplumsal, ve evet

    ****yaşadışı****
    (uuuuuuuuuuuu!!)

    bir eylemle karşılık verebilince yasal düzenlemeyi uygulanır kılacak alt yapıyı oluşturabilmişlerdir.

    işbu başlıkta bahsi geçen uygulamanın ilk olarak ikinci dünya savaşında göt altına gitmesi gereken asker ihtiyacı doğduğunda erozyona uğradığını, politik ve sosyal güç için naacp gibi örgütlerin bizi de askere alın, biz de vatan için ölmek istiyoruz'a mahkum oynadıklarını, özellikle askeri havacılık alanında müthiş bir mukavemetle hala ayrılıkçı ırkçı pratiklerin sürdüğünü söylersem bilinene pek bir şey eklemiş olmam. ayrımcılık, özellikle birey ve eyleyicilerin vatandaş olarak soyutlandıkları sistemlerde ayrımın tarafı olan kişilerin düşünsel varoluşlarında değil, gerçek durumlarında gözlemlenen, tepkiyi de bu sebepten soyut kurguda değil, somut isyanda ancak gösterebilecekleri, ispat edebilecekleri bir olumsuz özelliği haizdir. bunu türkiye'nin doğusundaki o malum halktan bahsederken, yasalar önünde eşitler, istedikleri yere gidiyorlar, her türlü vatandaşlık hakkına sahipler, cumhurbaşkanı bile çıkardılar, daha ne istiyorlar, kendi faşizmlerini yapıyorlar derken hatırlamanız gerektiğini, yasallık/hukukilik denen soyutun uygulama denen somuttan ayrıştırılamayacağını da bu bahaneyle hatırlatmak isterim.

    ama illa zenci'ye sempatik olduğu için ırkçı sayılmayan türkiye insanı efsanesine eklenti olacak, abd de durum böyleyken biz de nasılmış osuruk karşılaştırmalarına harç edilecekse şu kısa hikayeyi anlatmak isterim. geçtiğimiz aylarda virginia'da tanıştığım emekli bir asker, 1950'lerde görev bölgesi olarak atandığı izmir'de ilk günlerinde ev bakarken kendisine sorulan tek sorunun ne kadar kazandığı olmasına bir, hemen ardından kira sözleşmesi imzalayabilmiş olmasına o kadar şaşırıp sevinmiş ki, ailesinin yetti artık dediği 2002 senesine kadar allem etmiş kullem etmiş orada yaşamış, izmir halkından birisi olmuş. bizdeki defne coy fostır enflasyonunun da bir sebebi olan renkli askerlerin ezel ebed uzak, ücra yerlere atanmasının felix culpa'sından türk dostu olan amcanın sevinmesine üzüldüğüm için bana kızar mısınız bilemiyorum. ama kızmazsanız bir şey daha söyleyeceğim, benzeri hikayelerin bu topraklardan yurtdışına doğru uzanan versiyonları olduğunu bilmeniz gerekiyor. ırkçılığın zenci sevmemek olmadığını anlamanız açısından bunu kaç kere daha tekrarlamak gerekiyor bilmiyorum:

    maddi, manevi, cinsel, ırksal, sınıfsal her ne türde olursa olsun ayrılığın olduğu yerde eşitlik olmaz. gerekçelendirmenizi iktidar-sever bilimselcilikle, pozitivist hukukilikle değil, biraz da o sol memenizin altında asılı durup kan pompalayan organla yapmanızda hayır görüyorum.
  • bu doktrinin kaldirilmasini saglayan abd supreme court karari ile ilgili muhim ve detayli bir yazi icin:
    (bkz: brown v the board of education davası /@marquee)
  • plessy vs ferguson davasina ismini veren homer plessy sans eseri ortaya cikmis biri degil. bu ayri vagon yasasini kaldirtmak isteyen bir grup aktivistin (yurttaslar komitesi) olusturdugu grubun buldugu biri. grubun amaci yasayi ihlalden cezalandirilip dava acmak.

    grup ilk denemeyi new orleans - mobile (alabama) treninde yapiyor. farkli eyalete giden bir tren ozellikle seciliyor ki konuyu ticaret anlasmalarinin ihlaline baglamak istiyorlar. kisa surede eyalet ust mahkemesi bu ayri vagon yasasinin eyaletlerarasi trenlere uygulanamayacagini karara bagliyor ve konuyu scotusa goturmek isteyen grubun hevesi kursaklarinda kaliyor.

    grup bu sefer bu ayakkabicilikla hayatini kazanan homer plessy'yi buluyor ve komiteye uye yapiyolar. plessy aslinda melez ve hatta dis goruntusunden beyaz biri. ancak adamin buyuk-buyukannesi afrika dogumlu bir koleymis. yani 1/8 oraninda ucundan azicik siyahi biri. neyse adami eyalet icinde hizmet veren bir trene koyuyorlar, ustune de adami yakalamasi icin tutuklama hakki bulunan ozel bir dedektif kiraliyorlar. konduktor biletini kontrol ederken plessy ben 7/8 beyazim diyor, dedektif adami tutukluyor ve meshur dava bu sekilde basliyor.

    bu da bu davanin ilginc bir ayrintisi.
  • ne zaman akpli, 15 temmuz kutlayan bir grup insanla yakin mesafede bulunmak zorunda kalsam, getirilmesini diledigim uygulama, politika.

    oculerle, hacilarla, hocalarla, sakirt biyiklilarla uyum icerisinde yasamaya calismak hem bizlere, hem onlara haksizlik. yorucu. ayirin topluma acik sosyal ortamlari artik. devlet yapamiyorsa vatandas veya ozel sektor insiyatif kullansin. lutfen bizi bunlarla muhatap olma izdirabindan kurtarin. o ilceye tasiniyorsun, oraya damliyorlar, bu restauranta, kafeye yoneliyorsun, dibinde bitiyorlar.
hesabın var mı? giriş yap