• 2016 notu: güncellenmiş ve görselli hali için buraya (reklamsız)

    ***

    cetin altanin bir cumlesi vardi: "belki de sabahları bir saat yürümek ve beşinci senfoni’yi dinlemek için gelmişizdir dünyaya"

    bir avrupa kentindeyim. sanat tarihi muzesini gece aciyorlar, icerde ana holde canli jazz soyluyor guzel bir kadin. tum kadinlarin en az yarisi guzel zaten. ve esleriyle yahut kadin kadina gelmisler muzeye, cunku bu uc senede bir "kultur kotasini" dolduralim diye zorla yapilan bir aktivite degil, gunluk yasamin parcasi. gelenler orta sinif, bazilari bizim standardimiza gore fakir, ama herkes zarif ve rahat, kimse kimseyi suzmuyor.

    [edit: turkiyeye gelince beni en cok afallatan paradoks bununla ilgiliydi: herkes herkesi iki saniye icinde bakislariyla yargilayabiliyor, ama kadinlar erkeklerle gozgoze gelmiyorlar, ulasilmaz olmakla basina is almamak arasinda bir amac icin]

    yanimdaki kiz bana anlatiyor impresyonizmle romantizm arasindaki farklari resimler uzerinden. bu konularda iyi bir temelim olmadigi icin, sonradan ustune yaptigim derme catma binalara bol bol bakim yaptirmam lazim, yoksa cokup gidiyorlar. her seferinde bastan yapmam gerekiyor onlari, bastan ogrenmem gerekiyor monet ile manet arasindaki farki.

    kiz bana bilgisini gostermek icin kuru kuru anlatmiyor bunlari, seviyor. "kendi ulkemden en sevdigim realist ressam iste" diyor, "bu en populer resmi, bu ise benim favorim". bir sanat tarihi ogrencisi filan degil, ekonomist. dusunuyorum, benim en sevdigim turk ressam nedir? bilmiyorum. realizm akimindan olanini hic bilmiyorum. chagalli seviyorum. kotu temeller uzerine caktigim egri bugru binalardan biri chagall.

    bircok eserin temasinin koku antikiteye uzaniyor, sonucta romayi bilmede siyasal tarihi ve hukuku anlamak zorsa yunani bilmeden kulturun ancak kopugunu tadabiliyor insan. hristiyanligi bilmeden ikisi de zor zaten. ortak bir miras var ve herkesin icine islemis, sadece zenginlerin veya akademisyenlerin degil. tiyatro sadece iyi okullarda alinan bir ders degil, cunku drama kulturun dnasinda var, tiyatro degil tiyatrolar sokagi var haftaicleri bile dolan. 'ode to joy' ab'nin marsi, islam birliginin veya ortadogunun veya turk dunyasinin marsi ne olurdu acaba?

    [edit: bu muhabbeti bir iranli kulturel tarih profesoru arkadasima yapiyorum bugun, herif diyor ki "bizde de nostalji var, mistisizm var bunlarda olmayan". tamam da, zeki muren esliginde raki muhabbeti tum bunlarin yerini tutar mi]

    koyveriyorum kendimi, ogrenmek yerine tecrube etmek icin o resimlerde sozle anlatilamayacak duygulari. zaten guzel bir sarap var elimde, turkiyede boktan bira parasinin yarisina aldigim, heykellerle dolu avlu pufur pufur esiyor. manzaraya bakiyorum; bizde manzara esittir bogaz cunku binalar cirkin. ben italyada anlamistim guzel binanin ne demek oldugunu. tek bir sokakta gordugum guzel bina sayisi, dogdugum sehirdeki toplam guzel bina sayisindan fazla. yuz tane isiltili dubai gokdeleninden daha guzel burdaki yikik dokuk eski binalar gozumde.

    konser bir koroyla bitiyor, herkes cocuklugunda sarki soylemis, katiliyorlar, hem de yabanci bir dilde. muzik bilmem, enstruman calamam, dans edemem. yani yaparim da, temelsiz egri bugru binalar, anca yetiyor adapte olmaya. benim gibi iyi cevreden ve iyi egitimle gelenlerinin dahi bu kadar guduk yetismesini saglayacak bir toplum yaratmak da basari sanirim.

    muzik bitti, sarap gitti, muze kapandi, muhabbet sonlandi, insanlar dagiliyor. kalabalik var ama itis kakis yok, hareket var ama gurultu yok. trafik var ama korna sesi yok. arabaya verecek paralari olmayan insanlar, bisiklet veya tramvayla evlerine donuyorlar. yarin is guc var, hepsi kalkip az cok sorunlu hayatlarina devam edecekler, ofleyecek pofleyecekler, zar zor yetecek kadar para kazanacaklar. ve bazisi salak, bazisi yuzeysel bu insanlar aksam televizyon izlemek veya pahali arabalariyla caddeleri turlamak yerine guzel sarap ve biralarla, her milletten insanla, guzel erkek ve kadinlarla, guzel binalarin arasinda, genis parklarin icinde, eski cesmelerin yaninda, uzerlerinde egreti durmayan, kasinti olmayan sanat veya gezi veya seks veya bilmemne muhabbetleriyle hayati yasayacaklar.

    her insan bunlar icin geldi bu dunyaya. siena'da, brugge'de, salzburgda sabahlari bir saat yuruyup, bir seviye gostergesi olarak degil de icinden geldigi gibi 5. senfoniyi dinlemek icin. ona bu kadar yakin olup da bir o kadar uzak olmak bazen canimi siksa da, gun batiminda bir saat yuruyup kordonda, caddebostan sahilinde, guneyde zeki murenle kafayi bulabilmek de fena degil, bangladesli olmak da vardi bu dunyada.

    ***

    (bu tip yazıları doğrudan emaille almak için fularsız entellik direnişine katılın. link değil içeriğin kendisini yolluyorum. blog gibi, bu emailler de reklamsız)
  • bugün twitter'da itü mezunu bir elektrik elektronik mezununun postunu gördüm, almanya'ya gitmiş ve sosyal "adalet yerin dibine batsın" diye veryansın ediyor. burada yapılan bir yanlışın üzerine ikinci bir yanlış yapılmış bu arkadaş tarafından. şimdi de yapılan bu yanlış ne ve üzerine yapılan ikinci yanlış ne biraz irdelemek gerekiyor konuyu. bunu yıllardır anlatıyorum, ben de doktora için bir anglosakson ülkesine gittiğimden ötürü olan biteni tecrübe ettiğimden objektif şekilde dile getirdiğimde bazı gerçekleri türkiye'de yurtdışı hülyalarına kapılanlar linçliyordu. linçlesinler hiç sorun yok. ben aklı başında olanlara hakikatin ne olduğunu anlatmak üzere yazıyorum.

    türkiye'de siyasi iktidara kızıp "türkiye çok kötü yea" diye yurtdışında yaşayınca bir anda bir elite dönüşeceğini sanan insanlar var. kimse kendi gerçeklerinden kaçamaz, ve bu gerçekleri ancak kabul ederek önemini göz ardı edilebilir seviyelere indirmek mümkündür. ne demek istiyorum açıklayayım. alt, alt-orta ve orta gelir grubuna dahil ailelerin nispeten başarılı çocuklarında tuhaf bir yumurtan çıkmış kabuğunu beğenmemişlik durumu söz konusu. aslında bu, bir bakıma da çok doğal. plazalarda lüks içinde sabah kahvesini içen biri ayda ancak bir kez görmek istediği anne babasının halini görünce de doğal olarak bir kültür şoku yaşıyor. "ben nereye ait bir insanım?" sorusu gelişiyor zihninde. bu sorunun benzeri yine o plazadaki mesai gününde de aklında, çünkü oradaki iş arkadaşı, annesiyle fotoğrafını gösteriyor, bir bakıyor anne şıkır şıkır giyinmiş, gittikleri yerler boğaz kıyısında. yine ailenin ahbapları da o çevreden vesaire. bu sefer bu insanın aklında yine benzer soru: "ben de buradayım fakat benim annem babam böyle değil". daha sonra akşam evine giderken, eğer kadınsa bu bahsettiğimiz kişi evine yakında bir yerde tacize uğruyor, çünkü oturduğu yer ile plazaların olduğu yer arasında ciddi bir sosyoekonomik fark var. erkekse, evine giderken o plazalarıyla meşhur muhitte yanından son model bir otomobil geçiyor ve kendisi ya bir scooter üzernde ya da daha taksidini 5 yıl ödeyeceği 5 yaşında bir araç içinde, bir anda gelecek kaygısı yaşıyor. bunları küçümsemek için demiyorum. anlattıklarımı sabırla objektif şekilde anlamaya çalışırak okuyun. sonunda siz karlı çıkacaksınız.

    bütün bunlar birleşince bu sefer türkiye'nin kötü bir ülke olduğu algısı ortaya çıkıyor. algıdan kastım da "türkiye aslında süper bir yerdir" demek istediğimden dolayı değil. her şey algı olduğu için "algı" kelimesini kullanıyorum. bir tasavvur olarak zihine çakıyor işte bu insanın yaşadığı ülkenin hali. üzerine bir de garip bir iktidarın tuhaf hareketlerini ekleyince, haberlerde liyakatsızlık yüzünden ortaya çıkan çarpıklık hikayelerini görünce, ülkeye olan nefreti büyüyor. bir de türkiye'nin etnik problemleri de cabası. bu ruhsal sıkıntı birikip bikirip en sonunda "o zaman ben yurtdışına gideyim ve kendi tarihçesi sıfırlanmış biri olarak hayatıma devam edeyim" fikri gelişiyor zihninde. yurtdışına çıkma isteğinin temelinde çoğu insan için bu vardır. öte yandan türkiye'de gelir düzeyi iyi olan ailelerin sonraki nesilleri evet yurtdışına giderler fakat expat olarak ya da geçimlik problemler dolayısıyla değil, kendilerini geliştirmek, eğitim almak, çağdaş dünyanın ilerleyen trendlerini yerinde incelemek için giderler. aksi sebepler için gidenlerin hepsi aslında türkiye'de üst gruba dahil olmayan insanlardır da diyebiliriz. yurtdışından kasıtım da öyle bulgaristan filan değil. birinci dünya ülkelerinden bahsediyoruz. yani avrupa için almanya, ingiltere, fransa ve belki ispanya italya buna dahildir. avrupa dışı için de abd ve kanada, avustralya ve son olarak da japonya bu listeye girer. dünya'da hangi ülkeler teknoloji üretiyor ya da dünya ekonomisine büyük katkılarda bulunuyor belli sonuçta. global ticaret için dubai, abu dhabi, malezya, hong kong, singapur gibi şehir/sehir devletleri de öenmlidir. fakat burada "yurtdışına gitmek" eylemi içerisinde olanların çok üzerinde hedefler bunlar.

    ülkesine küsenler dışındaki bir diğer grup yurtdışına çıkan, para kazanmak için çıkanlardan oluşuyor ve bunlar da ya türkiye'deki üst çeyrek beyaz yaka olup yine beyaz yaka işlerde çalışabilecek onlanlar ya da bir ikinci olarak avrupa'ya ayak işleri yapmak için gidenlerden oluşuyor. ayak işleri yapmak için gidenlerin türkiye'de pek bir şansları olmadığı için hayatlarının en doğru hareketini yapan insanlardandır dememiz gerekiyor ve ben de bu insanlara büyük saygı duyuyorum. sonuçta kendi hayatlarında sosyoekonomik olarak sınıf atlıyorlar. gelirleri ve yaşam standartları artıyor. öte yandan türkiye'de üst çeyrek beyaz yaka olup da avrupa'ya gidenler yaşam standartlarını genellikle düşürmüş oluyorlar. burada "ben gittim yükseldi, çatla da patla" düzeyindeki geri dönüşlere kulak asmadığımı da belirtmek isterim. istinai olarak olabilir evet ve bu her dağılım için geçerlidir. fakat bugün savunma sanayi gibi sektörlerde çalışıp 2023 yılı ilk yarısı için aylık net maaşı 75k tl ve üzeri olacak birinin para için yurtdışına çıkması anlamsızdır. bu kişi için avrupa'da, türkiye'de yaşadığından daha iyi bir hayat yaşamasını imkansız olacaktır. çok kabaca konuşursak türkiye'de 2500 dolar ve üzeri aylık geliri olanların, çoğunun da avrupa'da alacakları maksimum ücret olan 3500 euro maaş ile hayatlarında ekonomik düzeyin arttırılmaları bir yana düşürdüklerini görecekler. burada tasarruf edilebilir gelir tarafından kıyaslama yapmak çok kolay olacaktır. zaten bunu yapan dürüst insanlar hesapları görüyorlar. üst çeyrek beyaz yaka olup hala daha birim para cinsinden hesap yapıyorlarsa zaten bu hayat onlara yaptıkları hatayı intikam alırcasına öğretecektir. öte yandan cahiliiği sebebiyle birim para hesabı yapanlara da finansal okuryazarlık tarafında kendilerni geliştirmelerini öneririm keza bu kafayda hayatları hiçbir zaman iyi olmayacak.

    işte tam da bu yüzden "ben para için değil daha iyi bir yaşam için gidiyorum" kendini kandırmacasını türetti bu insanlar. hangi daha iyi yaşam acaba? 1+1 evde 50 metre kare içinde mi o iyi yaşamı buldun? neymiş parklar tertemizmiş, sokaklar çok güzelmiş, arabalar yaya geçidinde yol veriyormuş. bunların hepsi işte aşağılık kompleksinden mütevellit gelişen dikkat unsurlarıdır. öte yandan türkiye'de kurumsallarda çalışan üst çeyrek beyaz yaka eğer maslakta plazada çalışıp akşam çeliktepe'deki evine gidiyorsa, her gün tecrübe ettiği bu sosyal uçurum yüzünden algıları kaymış biriyse, bu tür şeylere önem verebilir bunu anlayabiliriz fakat bu onların haklı olduklarını göstermez. çünkü yine avrupa'da yaşayacağı yeni hayat onu mutlu etmeyecektir. mutlu olduğunu düşünüyorsa da hayatının geri kalanını bir yalana inanarak çar çur ediyor olacaktır. burada tek istisna, abd için olacaktır. abd çünkü sosyal adalet ülkesi değildir. abd için daha derinlikli bir yazı yazmak gerekir fakat burada konumuz abd değil. kısacası, türkiye'den abd'ye göç edip hayat standartlarını yükseltemeyen biri varsa o da geri dönmelidir. çünkü abd dünyanın her yerinden insanlara "gel buraya ve abd'ye katkıda bulun emin ol bunun geri dönüşü seni tatmin edecek" der. abd'ye gidip türlü sebeplerden dolayı tutunamayanlar (gayet doğaldır, hayattır bu türlü aksilikler yaşanabilir, oldukça insanidir) dışında mutsuz insan çok görmedim. bir diğer istisnai durum da avustralya madencilik sektörü için olabilir. fakat oradaki durum da resmen hiçliğin ortasında çalışmayı gerektirdiğinden evet maaşlar çok yüksek olsa da mars'ta kolonide yaşamaktan daha farklı hissettirmeyecektir. bu trade off'a tamamsa biri, parasını kazanır. diğer bir istina avustralya kadar sert olmasa da kanada için geçerli. bu üç ülkeye gidip mutlu insan görmek oldukça mümkün kısacası.

    buraya kadar bir toparlarsak, türkiye'de kurumsallarda çalışan üst çeyrek beyaz yaka ekseriya, avrupa'ya gittiklerinde türkiye'deki ekonomik standartlarını bulamayacakları da bir hakikattır. burada tail diyebileceğimiz, dağılımın aşırı pozitif tarafında kalanlar olabileceğini kabul ederek bunu diyoruz. fakat herkes kendisini bu tailde görüyorsa burada bir yanlışlık olacaktır. bu insanların o halde gidiş sebepleri büyük ölçüde kendi ailesi ve ait olduğu sosyoekonomik çevre ile ilgili olduğunu söylememiz gerekir. eski yakın arkadaşlarımdan birinin abisi de roketsan'da çalışmayı bıraktı, ingiltere'ye yerleşti, maksimum 2500 sterlin maaş alıyordur, 2 çocuğu var, hayatından çok da mutlu olmadığını anlatmıştı arkadaşıma. bugün kendisi ayarında roketsan mühendisleri 70k tl aylık net ücret alıyorlar. sonra tabii ki insan hatalarını kabul etmede vasat bir canlı olduğu için "ben çocuğum için geldim, ben temiz sokaklarda yürümek için geldim" bahanesi ortaya çıkıyor. bunlar romantik söylemler. hayatta her şey para değildir evet fakat sağlık dahil her şey para ile ilgilidir. paraya önem vermiyorum diyen biri emin olun yalan söylüyordur. paraya önem vermeme durumu bazı durumlarda söz konusu olabilir fakat burada yaşamak için çalışmak zorunda olan insanlardan bahsettiğimiz için bu insanların bu söylemlerine kulak aşacak değiliz. düpedüz yalan söylüyorlar. örnekler çoğaltılabilir.

    yurtdışına çıkan insanlar arasında çok küçük bir grup olsa da gözlemlediğim kadarıyla, askerlik yapmamak için bunu tercih edenler de var. o yüzden bir insanın yurtdışına gitmesindeki asıl motivasyonun ne olduğunu anlamak çok önemli. bu doğrultuda baktığımız zaman söylenenleri daha net şekilde anlamamız daha mümkün oluyor. yani kimisi para için çıkıyor, kimisi geldiği aileden ve o sosyoekonomik çevreden kopmak için kaçıyor, kimisi de askerlik görevinden kurtulmak için gidiyor ve daha burada sıralanmamış başka sebepler de vakidir. bunlara ek bir de sırf furya olduğu için ve geride kalınca kendisini aşağılık hissedeceği için gidenler var. doktora yapmak için yurtdışına gidenleri bunlardan tenzih ederek konuşuyorum. çünkü çok net bir şekilde türkiye'deki bir üniversitede doktora yapmak yurtdışına göre bomboş bir uğraş olacağından, kazanabiliyorsa birinci dünya ülkelerinde iyi bir üniversiteden doktora bursu alıp gidenler, belki de yurtıdışına çıkan insanlar arasındaki en yurtdışına çıkma işini doğru yapabilmiş insanlardır. bu insanlar gecekten başarılı insanlardan oluşuyor. çünkü elin oğlu yüzlerce bin dolar bursu öyle kolay vermiyor. öte yandan rakipler bütün dünyanın en başarılı araştırmacıları olduğu için belki de en sert çekişmelerin olduğu ortam bu konuda akdemidir. fakat yine dünya''da önde gelen okullar için konuştuğumu belirtmem gerekiyor. hani bill gates harvard'ı bırakmış hikayesi var ya orada asıl olan bill gates'in harvard'a girebilmiş olmasıdır. bitirmemek bir tercihtir.

    gidenler arasında asıl ağırlıklı grubun ailesinin ve kendisinin sosyoekonomik çevresinden kaçmak için gidenler olduğunu anlıyoruz böylece. bir şekilde yer sofrasında ders çalışıp didinip (kesinlikle küçümsemiyorum aksine saygım büyük fakat eleştirdiğim nokta var anlatacağım), türkiye'nin iyi fakat yurtdışında çok da önemli olmayan ünivesitelerine girebilmiş çocuklar, yine türkiye şartlarında onlara sınıf atlatacak kurumsallara girdikleri zaman, bu sefer de peşlerinden kendi background'u geliyor. "sen kimin çocuğusun?" sorusu daima soruluyor. bunu neden sormasın, karşı taraftaki çünkü senin yaptığını dört jenerasyon önce yapmış. arada bir fark olduğunu düşünüyor ve seni o gruba hemen almak istemiyor. kısacası, konu tekrardan sermayeye geliyor. bu yüzden avrupa gibi sosyal eşitliğin daha yüksek olduğu, sermaye gruplarının zaten günlük hayatta hiç görülmediği yerler bu insanlar için kalabalık içinde eriyip kaybolmalarını sağlıyor. tercihleri de bu yüzden avrupa oluyor. öte yandan bir aksilik olması durumunda türkiye'ye yakın olması da bir avantaj. abd, kanada ve avustralya gibi ülkelere göç edenler ne yazık ki her şeyi geride bırakmak zorundalar. yoksa oradaki hayata intibak olmaları söz konusu dahi değil. bunu yapmak da çoğu insanın yapabileceği bir şey olmadığı için, avrupa en kolay seçenek olarak görülüyor. fakat bütün bunlar yerine o yer sofrasında kendisini bir şekilde kotaran çocuk, aşağılanmak yerine gerçeği kabul edip "ben en azından seninle aynı düzeye geldim, sen bu esnada ne yaptın peki?" diyebikse, ortada sorun kalmayacaktır. yukarı parantez içerisinde yazdığım kısım burasıydı.

    ee? yani bu iş iyi bir üniversite mezunu olup iyi bir işe girmekle de olmuyorsa, nasıl olacak? ben gerçekten nasıl sınıf atlayacağım? bunun bütün dünyada tek bir yolu var! o da dünyada insanların bir problemine gerçekten net bir çözüm üretmek. bu kendi teşebbüsünüzü kurmakla da olur, çalıştığınız kurumda çığır açarak da olur. gerçek başarı zaten budur. bundan arta kalanı sadece düz bir şekilde yaşayarak olup gitmektir. geçen konuşuyorduk, eğer bir yolcu uçağının güvenli şekilde 5 mach üzerinde uçmasını sağlayacak çözümü yapan biriyseniz, sizin aileniz isterse babun olsun, siz artık önemli birisinidir. alan turing'in annesi kimdi diyen var mı? gerçi kadının (alan turing annesinin) babası zaten demir yollarında mühendismiş bu da o çağlarda bugün için alan turing'in dedesi yapay zeka proglamacısıydı demek gibi bir şey zaten. işte bunlar tesadüf değil, aile çok önemli fakat yine eğer dünyada çığır açacak bir şey yaparsanız, konu sadece siz olursunuz. kimse nereden geldiğinize bakmaz. bugün süleyman demirel için hala daha çoban da deniyor. adam türk siyasetinde en önemli isimlerden biri. başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış biri. demek ki o bile tam olarak yeterli değil fakat bir bakıma da gayet yeterli.

    bir diğer grup, girişimciler ve kendi teşebbüslerini kuranlar. bunlar arasında da ciddi bir hiyerarşi var. yani bugün sıradan bir start-up ile bir şeyler deneyen biri ile mark zuckerberg arasında ciddi bir fark var. bu insanların yaptıkları çünkü hayatta ciddi cesaret isteyen şeyler ve aslında bu insanlar ortaya hayatlarını koyuyorlar. çünkü başarısızlık durumunda şer sefil bir hayat onları bekliyor. başarılı olduklarında ise bütün dünya tanıyor. mark zuckerberg'in annesini ailesini konuşan göremezsiniz. mark çünkü değil ailesini bütün dünyada herkesi aşmış biri haline gelmiştir. buna bir de politikacıları eklemek mümkündür. fakat yine öyle güngören gençlik kollarında sandalye dizenlerden bahsetmiyoruz. bir şekilde bürokrasinin yüksek mertebelerine erişmeyi başarmış ya da direkt aktif siyasette önemli bir figür olabilmiş kişiler de aşkın kişilerdir. dünyada başarılı olarak addedilmenin alanları çok belli. öyle kurnazlık ile olmuyor bu işler. amacınız neyse ona göre davranmanız sizin için en faydalısı olacaktır. kısacası, amacınız para kazanmak ise, bugün avrupa'ya gidip de orada 3500 euro para kazanmanız sizi türkiye'de yapabileceğinizden daha iyisine götürmeyecektir. aynı çabayı türkiye'de sarfetmek bana daha mantıklı geliyor.

    hedeflerini daha yüksek ise bunun tek yeri abd. abd bir ulus devlet değil. köksüz bir devlet. karmakarışık bir toplumu var ve zaten sunduğu şey de tarihi kök vs. değil. "buraya gelen hayatla ilgili dertleri olan kişiler olmalı" diyen bir ülke. işinizi bilirseniz, her şeyi ama her şeyi yapabileceğiniz bir ülkedir abd. tek önemli olan şey icat yapmaktır. icat derken, illaki teknolojik bir ürün olması gerekmez. bu bir iş modeli de olabilir. fakat novel bir şey olması ve bu ürünün de insanların teveccüh göstereceği bir olması gerekir. birilerinin bir sorununu çözmeniz gerekir. bunu yaptığınızda da para hemen gelir. bana kalırsa, bu hayatta üzerinde yürünecek yol budur. burada amacım kimseyi küçük görmek, aşağılamak ya da benzeri bir şey değil. amacım burada kitlenin gazına gelip vakit kaybedecek insanların hatalarını önlemek. yurtdışına gidenlerin öyle kendilerini gösterdikleri gibi olmadığını anlatmak. hem burada gerçekten bunu hak ettiği için yapanların değerlerini korumuş olacağız hem de yanlış aksiyonlar alınmasının önüne geçmiş olacağız.

    öte yandan bir şekilde türkiye'ye herhangi bir aidiyet duygusu taşımayan insanların da yurtdışına gitmelerini çok doğru bulan biriyim. fakat bu insanların yaygaralarını dinlemek zorunda değiliz. türkiye'yi sevmiyor olabilir bir insan, türlü sebeplerden ötürü sevmeyebilir. kimisi iktidarı sevmez, kimisi insanını sevmez, kimisi başına bir haksızlık gelmiştir tamamen soğumuştur, kimisi etnik sebeplerden ötürü sevmez. bunun çok değişik sebepleri olabilir. bu insanların fakat yaptıkları yaygaranın ne olduğunu anlamak da bize düşüyor biraz. benim kendi kişisel çevremde de türkiye'yi sevmeyen neden sevmediğini pek tanımlayamayan insanlar var. bunların bir kısmı yurtdışına gitti, bir kısmı gitmiş, bir kısmı da gitmek için çabalıyor. fakat onların bu motivasyonlarının tek sebebinin ekonomik, sosyal ya da adalet eksiklikler sebebiyle olmadığını da biliyorum. olabilir yani, bu insanları anlıyorum ve hatta onları destekliyorum da. bu insanlar zaten türkiye'den gitmeliler, daha mutlu olacakları, dünyaya daha verimli olacakları yerlerde yaşamalılar. fakat bu gidenlerin arada bir dönüp dönüp "bak nasıl da gittim" tantanalarına da kulak asmanın anlamı yok. burada onlar kendi dürüstlüklerini sorgulamalılar. burada konu sıfır-bir, ak-kara şeklinde olmamalı. benim de yurtdışı ile ilgili hayallerim var. bunları da gerçekleştireceğim. fakat bu yurtdışı hayallerimin kökünde anti-türkiye duruşu yok. bence temel ayrım burada başlıyor. yurtdışına gitmek ile belli bir ülkeye gitmek arasında fark var. hele ki türkiye'den gitmek ile çok fark var.

    edit: "kimse kendi gerçeklerinden kaçmaz", yazım yanlışı sebebiyle "kimse kendi gerçeklerinden kaçamaz" olarak değiştirildi.

    bir de yukarıda iki yanlışın üst üste yapıldığından bahsetmiştim, yapılan ikinci yanlış, kendisi hor görüldüğü için ülkeden kaçan birinin sırf çok yakın maaş alıyor diye o ülkenin mavi yakalısı ile benzer sosyoekonomik pozsiyonda olmaktan rahatsız olması. aslında çok adil bir dünya değil mi? kendisini hor göreni haklı çıkarıyor bu davranışı. bu zihniyetin dünyaya hiçbir katkısı yok ve hayat boyu da oradan oraya savrulmak kaderleri. zaten bunu yaşıyorlar.
  • osmanli'da matbaaya izin verilene kadar geçen neredeyse 300 yil içinde, bu avrupa'da basilan kitap sayisi 1,5 milyon, nüsha sayisi 1,4 milyar!

    farka bak! kapanir mi saniyorsun?
  • burayı pek bir sevdim ben.

    2 şubatta iş başı yaptım. ilk iki hafta hastalığımdan dolayı toplam 15 saat bile gidemedim laboratuara. gittiğim zamanlarda ise sadece makale okudum. bi baktım ayın 12sinde maaşımı yatırmışlar. hem de beklediğimden daha fazla.

    hocama gittim. bi sorun mu var, ben daha çalışmadım, üstelik anlaştığımızdan daha fazla yatırılmış dedim. burda önce paranı verirler, sonra çalışırsın. harcayabilesin diye. fazla parayı da sorun etme. eksik olsaydı sorun ederdik dedi.

    bi şaşkınlıkla çıkmışım hocanın odasında. mırıldanıyorum
    "amk türkiyede çalışıyor olsam şubatın maaşını mayısta alırım, bi de eksik alırım."
  • periyodik olarak giderek (özellikle islama karşı) faşistleştiğinden söz ediliyor.

    avrupa ülkelerinde, azınlıklara ve özellikle islami kökenli olanlara, herhangi bir avrupa ülkesi olmayan ülkede bahsi bile geçemeyecek haklar tanınmış durumda. islami kökenli göçmenlerin inanç ve ibadet hürriyetleri tarif ve tesis edilmiş durumda ve bütün büyük kentlerinde, sırf bu göçmenler için açılmış büyük ölçekli ibadethaneler var.

    bu ibadethanelerde ibadet etmekte olanların geldikleri ülkelerde, bırakın islami inanç dışındaki inançlara haklar tanınmasını, islami inanca sahip olup da onlara dayatılan yaşam biçimini esnetme girişimleri bile faşizmin allahı yöntemlerle zulme uğrarken yapılıyor hem de bu.

    avrupalılar, göçmenlere bu hakları verirken, göçmenler bırakın orada demokratik kurallara adapte olmayı, kendi yaşama biçimlerinin bile değil, adamların memleketlerinde sürdürdükleri yaşama biçiminin de hakimi ilan ediyorlar kendilerini ve avrupalılara kendi evlerinde müdahale etmek gibi hakları olduklarını sanıyorlar.

    diyeceğim odur ki, islamofaşizm diye bir şey mutlaka vardır ve faşizm elbette güçleniyordur birileri söz ediyorsa da, avrupalının islami kökenli azınlıklara duyduğu tepkinin gerçekten haklılık payı olduğunu anlamamız gerekmiyor mu? ne dersiniz?
  • arkadas ben bu kitanin turkiye haric yaklasik 10 degisik ulkesine gittim ve gozlemledigim en buyuk sey su oldu. amk buranin guvercinleri insanlardan yuruyerek kaciyor lan. yeminle yuruyerek kaciyor. ucmuyor hayvanlar. oyle rahatlar.

    al sana ferah, al sana huzur iste.

    tabi bizim ulkede biliyorlar yakina geldiklerinde neler geleceklerini baslarina. muhtemelen döner olacaklari icin.
  • dincilere ve kültürsüz göçmenlere göz yummadığı için kimileri tarafından islamofobik ve ırkçı olarak adlandırılan kıta. hani bu suçlamaları yapan insanlarda demokrasi aşığı olsa içimiz yanmayacak. adamlar turist olarak bile hristiyan görmeye tahammül edemezken, başka mezhepten olan insanları yok sayarken gelip avrupa'ya islamofobik diyor. ya ne olacaktı, binbir emekle, yüzlerce yılda oluşturdukları ve uğruna canlarını verdikleri demokrasileri, özgürlükleri, ülkeleri senin örümcek zihniyetine teslim mi edecekti?
  • avrupa tehlikede imiş. bana ne! biz tehlikedeyken o düşündü mü? balkan harbinde bir kere felâketi önlemeği aklına getirdi mi? asırlardır bize soğukkanlılıkla ameliyat yaptılar. kestiler, biçtiler. birkaç asırlık topraklarımızdan ot gibi söktüler. sonra pirinç tarlasına havuç eker gibi yerimize başka milletler ekildi. bunları yapan avrupa değil miydi? hitler'i, bugünün meselelerini avrupa beslemedi mi?

    ahmet hamdi tanpınar- huzur
  • genel olarak avrupa'nın ama özellikle ise kuzey avrupa'nın biriktirme ve kaynaklarını verimli kullanma kültürünün göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. ortada sadece sömürgecilikle gelen ani bir zenginleşme değil ama aynı zamanda taşları küçük küçük üst üste koyarak yapılan bir birikim de bulunmaktadır. ve hala taşları üst üste koymaya devam ediyorlar.

    kültür biriktiriyorlar, bilgi biriktiriyorlar, sermaye biriktiriyorlar.

    bilgi birikimi
    çok sevdiğim bir arkadaşımın sözü vardır. keşke kuran'ın ilk emri, oku değil de yaz olsa idi. sürekli olarak kayıt tutuyor olmak, gelecekte yapılacak olan analizler için veri tabanı oluşturuyor. bu analizler ise yeni bilgilerin üretilmesine yardımcı oluyor. bu kısmı uzun uzun yazmayacağım.

    yalnız bu başlık altında dikkat çekmek istediğim ayrı bir nokta var: türkiye'deki adam saat ücretlerinin avrupa'ya göre düşük olmasına rağmen, işçilik maliyetleri nerede ise aynıdır. bu kadar yüksek işçilik ücretleri, tadilattan kaynaklanmaktadır. beş kuruşluk iş yapıp ardından yapılan işi düzeltmek için 25 kuruşluk iş gücü harcanmaktadır. bunun en önemli sebebi ise, şirketlerin doğru düzgün raporlama sistemlerinin olmamasıdır. ve evet rapor dolduran mühendisler sallama rapor dolduruyor. ama mühendislere soracak olursanız, en büyük sorunumuz, bilgisayar çağında kendilerine elle ödev yazdıran hocalarıdır.

    sermaye birikimi
    cumhuriyetin kurulmasından bu yana tüm ülke milli sermayenin birikmesi için uğraşıyor. ama birikmiyor. forbes listesine giren türklerin sayısı artıyor, ama ekonominin bel kemiğini oluşturan kobiler tırt durumda.

    üç tane işçi çalıştıran adam kendisini patron ilan ediyor. "hollanda ve almanya'da taksiler bile mercedes" goygoyuyla hemen altına mercedes çekiyor. iyi de bu adamın fason imalat yaptığı avrupalı şirketin sahibi mercedes'e binmiyor. aldığı araç ile mercedes arasındaki fiyat farkına, fabrikasına iki matkap daha alıyor.

    yine kobilerin patronları zengin ama firmaları kağıt üzerinde inanılmaz kötü durumda. kredi almak, hibe programından faydalanmak veya ihracat yapmak için gerekli minimum şartları sağlayamıyorlar.

    bu kervanın son halkası akp müteahitleri. ballı kredi ile alınmış silindir ile asfaltın üstünde gidip geliyorlar. devlette bunları gani gani besliyor. tamam eyvallah ödediğimiz dolaylı vergilerle bu adamları da zengin edelim yeter ki sermaye biriksin. ama kazandıkları paralar, şirketlerini büyütmeye değil, 4x4 ciplere ve gayrimenkule gidiyor. o beklenen kriz patlak verdiğinde, biz sadece bu adamı emlak ve cip sahibi yapmış olmakla kalacağız. çünkü bu akp müteahitlerinin başka bir alanda kullanacağı sermayesi yine başka bir alana taşıyacağı bilgi birikimi yok.

    misal avrupa'daki tekne üreticilerinin rekabet şansını kaybettikleri an, kompozit malzeme, akışkanlar mekaniği ve eğimli yüzeylerle ilgili bilgi birikimlerini rüzgar santrali kanatlarının tasarlanmasında kullandılar.

    elin adamı, atölye kurarak işe başlıyor. aradan geçen zaman içerisinde kasasında sağlam para, arşivlerinde onlarca yılın birikimi ve pazarda güçlü bir pay sahibi oluyor. mercedes'in sikim sonik bir parçasını yapan adam bile zaman içerisinde kendi konusunda ve uzmanlık alanında dünya devi haline geliyor.
  • şehir planlama eğitimi almış ancak ülke şartları gereği almış olduğu eğitimle ilgili istihdam edilememiş, edilmeyi tercih etmemiş, yaşı neredeyse kırka dayanmış, iki(z) çocuk babası bir vatandaş olarak, şurada ve şuradaki, yazılarını keyifle okuduğum ancak mühendis bakış açılarına bazı zamanlarda katılamadığım 1123581321 ve vitruvius kadini'na naçizane birkaç ekleme yapmak için tartışmaya dahil oluyorum.

    referans verdiğim yazılardaki parlak sayısalcı öğrencilerin kazandığı mühendislik ya da tıp bölümlerine girebilecek kadar hiçbir zaman olamadım, hatta çukurova'ya pamukta çalışmak için antakya'dan göçmüş tek kelime türkçe bilmeyen ana ve babaların çocukları ev hanımı anamın ve kaynak ustası babamın ittirmesiyle öss'ye üçüncü girişimde ancak itü şehir ve bölge planlama'ya yerleşebildim ki bölüme girmeden önce bölümle alakalı herhangi bir bilgim yoktu -halbuki ver bir mesleğe hayatı öğrensin değil mi, ama yok, çocuk kendisi gibi ezilmesin, masa başı işi olsun, toplumda bir saygınlığı olsun. ailenin akil! adamlarının ''çift ana dal yaparsın'', ''mimarlığa yatay geçiş yaparsın'', ''olacaksa itü olsun'' gazı ve vizyonuyla yerleştim bölüme ve bölümü okumaya başladığımda bu işi sevebileceğimi gördüm ve hissettim. yine çok parlak bir öğrenci olmadım ama bir şekilde 6 senede mezun oldum. yazıyı çok fazla uzatmamak adına, adana'nın kenar mahallesinden taksim meydanı'nın dibinde* okumaya gönderilmiş bir ergen olarak yaşadığım kültür şokunu ve istabullu küçük burjuva veletlerinin ortamlarına hiçbir zaman uyum sağlayamayıp kendim gibilerle takılarak çok da parlak olmayan potansiyelimin yarısına bile ulaşamamamı aha bu şekilde upuzun ve tek bir cümlede geçip ilerlemezsem bu yazı bitmez. ama o döneme ait çok kısa bir anımı buraya aktarmazsam da olmaz. sanırım birinci sınıftaydım ve cengiz giritlioğlu hocamızın bir dersiydi ve kendisi şu lafı etmişti: avrupa'yı gezin çocuklar hem mesleki anlamda hem akademik anlamda size çok şey katar... tam olarak bunu dememiş olabilir ama avrupa'yı gezin dediğini hatırlıyorum -ki sınıfımdakilerin çoğu bu tavsiyeyi almış ve avrupa'yı gezmişti. o lafı duyduktan sonra yanımdaki doğu karadenizli arkadaşımla birbirimize bakışımızı hatırlıyorum da, o zamanki aklımla değerli hocama az küfür etmemişimdir içimden. hayrı kendisini ne sanıyordu o herif ki istanbul'da kıt kanaat okumaya çalışan taşralı çocuklarla bu şekilde dalga geçebiliyordu ? neyse.

    okuldan 2008 yılında mezun olduğumda 2008 ekonomik krizi henüz patlamıştı ve kimi ülkelere derinden saplarken, kriz bizi teğet geçiyordu. ülkeye bedava dolarlar akıyordu ve elde neredeyse beş yüz yıldır doğru dürüst imar edilmemiş, planlanmamış, çoğu dev kasabalardan mütevellit koskoca bir coğrafya ve iyi kötü şehircilik eğitimi almış, bilgili, avrupa'yı gidip görüp gezememiş olsa da sırf merakından, en azından şehircilik anlamında orada işlerin nasıl yürüdüğü konusunda elinden geldiği kadar bilgi ve görgü sahibi olabilmiş, çoğu iyi derecede ingilizce ve belki başka diller de bilen, yirmilerinin başında yüzlerce genç vardı. anadolu'nun beş yüz yıllık kentleşememe problemini ve fiziksel ve sosyolojik anlamda çözmeye en yakın olduğumuz o dönemde peki ne oldu ? o iş birkaç tüccara ihale edildi ve bütün bir ülke birkaç gruba yağmalatıldı. ha belediyelerde iş yok muydu bize, vardı tabii ki, hatta bazı bağlantılara sahip belirli bir azınlık çok tatlı paralar da kazandı. idealistçilik oynayan bazılarımız gitti istanbul metropoliten planlama'ya ya da işte kalkınma ajansı gibi yerlere girdi. bazısı belediyelere ya da masa başında kentsel tasarım yapan özel planlama bürolarına girdi netcad teknisyeni oldu, vatandaşa şifahi imar durum verdi, plan tadil etti. kimilerimiz kpss'ye girip memur oldu iller bankası'na girdi afad'a girdi. bazı arkadaşlarımız şehir plancıları odası'na takılıp siyaset falan yaptı, hapse girenler oldu falan [ben spk lisansı aldım değerleme uzmanı oldum tutunmaya çalışıyorum kendimce]... yani olduk bir şeyler, plan çizdik, yüzlerce binlerce sayfalık analizler raporlar hazırladık, ama tam olarak yapmak için eğitilmiş bulunduğumuz mevzuların merkezinde asla söz hakkımız olmadı. şimdi işte görüyorsunuz, okula çözümüne azıcık da olsa katkıda bulunabileyim diye girdiğim 2002 senesinde trafik denince sadece istanbul gelirdi akla, şimdi açın radyoları ankara, izmir, bursa trafiğinden falan bahsediliyor. bu sadece bahsedilen tabii ki, adana'ya gelin trafik görün mesela. silifke'ye gelin park yeri bulun. iskenderun'a tepeden şöyle bir bakın. şimdi bunlar ve daha beterleri önümüzde kabak gibi dururken ve aldığımız onca eğitimden sonra kentsel mekan deprem toplanma alanlarına kadar yağmalatılmaya devam edilirken, siyasi saçmalıklar ve ideolojik saplantılarla beyni buharlaştırılmış geri zekalılar olmadığımızı kabul ederek, bu ülkeyle ilgili herhangi bir umudumuz kalmış olabilir mi ?

    insanlar kentsel mekanda daha konforlu yaşasın, evrensel kriterlere göre tasarlanmış alanlarda stresten uzak vakit geçirsin, değerli ve verimli tarımsal alanlar yapılaşma baskısından korunsun, ormanlar meralar sulak alanlar krater gölleri!!! doğa her ne olmalarını uygun gördüyse öyle bırakılsın, insanlar 21. yüzyılda kasabadan bozma mezbeleliklerde kalabalık ve pisliğin içinde yaşayıp gebermesin diye var olan bir mesleğe mensup olup da plansızlıktan, kuralsızlıktan, pislikten ve hiçbir şekilde hiçbir zaman hiçbir mekanda uyuşamayacağım arapça konuşan orta doğulu çapulcu sürüsünden dolayı sokaklarda yürüyemeyecek duruma geldiysem sikerler drone'ununu da iha'sını da!

    her ülkenin on binde ya da işte yüz binde birlik nüfusuna denk gelen sayısalcı dahileri vardır ve bunlarla mars kolonilerine halk shuttle'ı hattı kurma potansiyelleri de vardır ve gerçekten de bu işin içinde, merkezinde olanlar için bu çok büyük bir tatmin kaynağıdır da, aynı zamanda ve aynı ülke sınırlarında milyonlarca ortalama zekalı vatandaş acaba kara kafalı sakallı tas traşlı bir primat tarafından saldırıya uğrar mıyım diye sokakta yürüyemeyecek duruma gelmişse ne olacak ?

    çocuklar ne olacak ? diyebilirsiniz ki yapmasaydın çocuk hatta hiç evlenmeseydin 10 yıl önce siktirip gitseydin... haklısınız ama her zaman doğru tercihler yapamıyorsunuz ve hayata bakış açınız da her zaman aynı olmuyor.

    ben mahalle okulunda mevcudunun yarısı kürt olan ve kürtçe konuşan sınıflarda -birer yıl arayla doğmuş ve hepsi de aynı sınıfta okuyan arkadaşlarım ramazan, ayşe ve hatice altun kardeşler, sizi asla unutmayacağım- okudum ve bu benim seçimim değildi. pkk'nın kurulmasını yollarını da ben döşemedim, ki doğu illerinden batıya doğru göçün ilk durağı olan memleketim adana ve mersin demografik ve sosyal olarak en fazla etkilenen şehirlerdir bundan, birileri bir koyup üç alacağız derken de sokakta misket* oynuyordum. şimdi aynı kaderi çocuklarım suriyeli araplarla yaşıyor. hadi benim zamanımda ortada bir devlet vardı, en boktanından da olsa bir iskan, asimilasyon politikası vardı peki şimdi ?

    kendi yanlış seçimlerim, tembelliğim ya da basiretsizliğim bir köşede dursun da, ben hayatım boyunca bu cennet vatan ve ulu devlet tarafından kazıklandım ulan ? o yüzden af edersiniz de sikerler yani bölgesel güç olacakmışız da drone'muş da...

    her şeyi geçtim, çoluk çocuk aile arkadaş sokakta yürüyemeyelim hadi, e o zaman bana da verin mesleki olarak tatmin olacağım fırsatları ? anadolu'nun büyük bir kısmı kentsel mekan anlamında hala daha işlenmeyi bekleyen ham kalastan hallice. şu yaşımda bana da verin şans iki mekan tasarımına nüfus projeksiyonuna ulaşım kademelenmesine katkıda bulunayım, ben de tatmin olayım, ben de ait hissedeyim, ben de seveyim bu ülkeyi. gerçekten ülkem için çalışayım lan! bu ülkenim potansiyelinin hiç edilmesini görüp kahroldum şimdiye kadar ama bazı şeyleri tersine çevirmek için hala daha çok geç değil, verin bana ve benim gibilere bu şansı! siha tasarlayamam belki ama bir ilçenin kendi kendine yetmesi, trafik sorunu yaşamaması, insan ölçeğinde, huzurlu, fonksiyonel ve verimli kentsel mekana sahip olması yolunda elimden geleni yapmak için gece gündüz çalışırım. ama biliyorum ki, sebeplerine hiç değinme gereği duymaksızın söyleyebilirim ki, bu olmayacak.

    güçlü ordusu ve ekonomisi olan, uluslararası ilişkilerde söz sahibi ancak sokaklarında insan gibi yürünemeyen, düzeni nizamı mafyatik odaklara ya da bizzat yerel mafyaya ihale edilmiş, her türlü sik sok ortadoğulu am bitine mesken edilmiş kudretli bir türkiye'de kronik stres içinde yavaş yavaş ölmektense, almanya'nın 50.000-100.000 ya da işte benzeri nüfuslu önemsiz bir şehrinin banliyösünde sağa sola bisikletle, yürüyerek ya da toplu taşıma kullanarak gidip, çocuklarımı sokağa güvenle salıp, gürültüden uzak, doğayla bütünleşik, sessiz ve sakin bir yaşamı tercih ederim. o yüzden avrupa.

    ha drone da yapalım siha da yapalım da, park da yapalım yaya yolu da yapalım ataköy'ün, ataşehir'in, levent'in 1950'lerdeki ankara'nın 2020'lerdeki versiyonlarını da yapalım. her yere yapalım, hakkari'ye de yapalım. birkaç milyonluk şehirlerin ulaşım ihtiyacını uğursuz halk otobüsü ve dolmuşçu mafyasına peşkeş çekmeyelim, banliyö trenleri yapalım, yeşil akslar, meydanlar, kamusal spor alanları yapalım. kentsel mekanın içine sıçan köylü yığınlarının bari çocuklarını torunlarını şehirli yapabilmek için gerekli sosyal ve kültürel donatı alanlarını oluşturalım, buralarda işinin ehli insanlar istihdam edelim. yeterince ve fazlasıyla kuran kursumuz var, araya iki tane bale kursu sıkıştıralım -ki mezitli belediyesinin var- iki tane kütüphane, okuma salonu -ki yenişehir belediyesinin var, sahilde- bulunsun köşede. tarlasına imar bekleyip köşeyi dönmeyi hayal eden ve yüzde altmışı günümüzün şartlarında çöpleşmiş ideolojilerin peşinde her seçimde otomatiğe bağlamışçasına mührü basan dayılara hitap etmez bunlar biliyorum, ama yeter artık tanrı onların belasını versin artık. verecek mi sizce ? tabii ki vermeyecek.

    o yüzden, mülk sahibi olamayacak olsam da, evime gece yarısı kilis tava getirecek kurya bulamayacak olsam da, 180 m2 evde yaşayamayacak olsam da, kombiyi 85 derecede yakıp evde peştamalla gezemeyecek olsam da, akdeniz ikliminden mahrum kalacak olsam da, sikerler yine de avrupa.
hesabın var mı? giriş yap