hesabın var mı? giriş yap

  • ali ismail korkmaz 'ın davasında açık kimliği ile cesurca tanıklık yapan kahraman.

    http://haber.sol.org.tr/…sandalyesinde-haberi-92270

    "2 haziran günü bir arkadaşımızla buluşup es park'taki gösterilere bakmaya gittik. gece 23.30 civarı evlere dağılmaya karar verdik. yanındaki arkadaşımı eve bırakmak için yunus emre caddesi'ni kullandık. kendisi caddeye yakın oturuyordu, geri dönerken çevik kuvvet toma'yla birlikte atağa geçti, grup dağıldı. ben de kaçtım, tanımadığım iki üç kişiyle ara sokağa girdik. akp il binasını biraz geçtikten sonra, nereden güvenli bir şekilde eve dönebileceğimi düşündüm. ara sokağa girdim, fırının bulunduğu sokağa. önümde yaşlı bir çift vardı. fırının orada polisleri ve sivilleri gördüm. polis biber gazı atmıştı, etkilendiğim için yaşlı öiftle fırına girdim. içeride iki polis vardı. o esnada polisler dışarı çıkmışlardı. 10-15 dakika bekledikten sonra gazın etkisi geçmiştir diyerek çıktım. tam o esnada bir göstericinin yakalandığını düşündğm, çünkü biri "yapmayın, etmeyin" diye bağırıyordu. sonra iki polisin bir genci yakaladıklarını gördüm. bu polislerden biri selçuk bal'dı. kapalı pazara doğru sürükleyerek orada darp ettiler. darp edenler arasında serkan kavak da vardı. darp ettikleri kişi düşünce polis dövmeyi bıraktı ama serkan kavak dövmeye devam etti. bu kişiler daha sonra fırının önüne döndüler, ben de fırının oraya gittim. tekrar gaz saldırısı başladığı için eve gidemedim, bir süre daha bekledim. daha sonra sokağa giren uzun boylu, kumral birini darp ettiler. dövdükleri kişi "yapmayın ben su almaya geldim" dedi.

    eve gitmek için ali ismail'in girdiği sokağa yöneldim. serkan kavak'ın pasajda saklandığını gördüm "ben çıkarken sen geriye kaç" dediğini duydum. bu sırada ali ismail korkmaz ile doğukan bilir'in sokağa girdiğini gördüm. ali ismail sokağa girmeden önce hüseyin isimli polis ve gaz maskeli polisi gördüm orada.

    polisler sokağın başında ara sıra pusuda yatıyorlardı. ali ismail sokağa girdiğinde hüseyin ve gaz maskeli polis tarafından yakalanmak istendi ama yakalayamadılar, onlar doğukan bilir'i yakaladılar. ben de ali ismail'le birlikte koştum ve saklandım. ali ismail'e doğru koşmadım, korkabileceğini düşündüm.

    ali ismail koştuğunda fırıncı tarafından yakalandı. ali ismaii kepenklere doğru hamle yaptı. kepenklere doğru ittirilince dengesini kaybetti. oradaki herkes tarafından darp edilmeye başlandı. sokağın giriş kısmından elinde cop olan, kır, uzun saçlı bir polis koşarak geldi. yüzünü korumak istemesine rağmen kar etmedi. son olarak kafasına aldığı darbeyle, başını kaldırıma çarptı ve bilincini kaybetti. bulunduğum yerden yüzünü hafızama kazıdım, gözleri kapalıydı. hiçbir şey yapamadım, öylece kalakaldım. daha sonra kendisine gelmeye çalışırken, mevlüt saldoğan tarafından ikinci kez darp edildi.

    kafasına özellikle çok sert darbeler aldı, sesini duyabiliyordum. ardından ali ismail bir hamle yaparak koşmaya başladı. bu kısım görüntülerde yoktu, ali ismail sokağın ucunda pusuya yatan hüseyin ve diğer polis tarafından üçüncü kez darp edildi. bu kişiler ali ismail'in bacaklarına vurdular, "tutun bunu tutun" seslerini duydum. ali ismail üçüncü kez darp edildikten sonra gözden kayboldu."

  • aynı mantığa göre ıspanak, portakal filan alındığında primden düşülmesini gerektiren olay. sağlıklı yaşayacaksam niye boşuna prim ödeyeyim ki?

  • mozambik tekniği, bir tabanca kullanma tekniği. klasik iki göğüse bir kafaya tekniğinin ismidir. afrika'nın, güney batı kısmında, 90'ların başına kadar sürmüş olan, angola ve güney afrika ekseninde dönen, zimbabve, tanzanya, nambiya, uganda, mozambik ve birçok ülkenin, militan ve askeri güvenlik şirketini dahil olduğu, bir tarafın batı, bir tarafın doğu bloku tarafından desteklendiği, on binlerce küba (evet küba) askerinin gönderdildiği, toplamda 30 yıldan fazla süren geniş çaplı bir eş zamanlı savaşlar dizisi yaşandı. savaşın neticesinde bu ülkelerde hala doğu yanlısı rejimler var ve nato vb. herhangi bir batı gücü yok. bunu sebebi angola'da, sovyetler ve mpla'nın başı çektiği tarafın, sahada muazzam başarılar kazanmış olmasıdır.
    her neyse, 1978'e kadar var olan, rhodezya isimli devletten olduğu bilinen bir paralı asker, amerikan ve antikomünist milislerin tarafında savaşmaktadır. mozambik, maputo'daki hava alanında, kendisinden 10 adım uzaktaki bir, mozambikli frelımo milisi ak-47'sini paralı askere doğrultur, asker milisin göğsüne browning hp35'yle iki el ateş eder, hala ilermekete olduğunu görünce kafasına da ateş ederek milisi öldürür.
    handgun uzmanı ve gunsite academy'nin kurucusu, jeff cooper, bunu ayrı bir tabanca kullanma metodu olarak öğretmeye başlamıştır. göğüse yapılan iki atıştan sonra, kafaya yapılan atışta, kurşunun omurilik soğanına ilerlemesi için, hedefin üst dudağı ve gözlerinin arasında hedef alınmalıdır. mükemmel bir atış hedefi yere düşmeden öldürebilir.
    ingilizce litaratürde mozambique drill, yada double tap olarak geçer.
    örnek 1
    örnek 2
    4 kasım 2016'da, king faisal hava üssünde, üç yeşil bereli, orada görevli olan bir ürdün askeri tarafından öldürülmüştü. konvoydaki arabalardan yeşil olanının arkasındaki beyaz arabadaki iki amerikalı arabadan inemeden öldürülüyor. ürdünlü asker yarı otomatik m-16'sıyla ateş açmaya devam ediyor. yeşil bereliler önce arabaların yanındaki, daha sonra da gerideki bariyerlere siper alıyor. 5:24'te asker bariyerlerin üzerine koşmaya başlıyor, bir amerikalıyı daha vururken, diğeri 5:29'da mozambik tekniği stiliyle ateş açıyor, ama ürdünlüyü kafadan vuramıyor. neticede etkisiz hale geliyor. ürdünlü olan hayatta kalmayı başarırken vurulan diğer amerikalı da ölüyor.
    1980 yılından beri lapd (los angeles police department) swat personeline bu teknik öğretilmektedir.

  • matematiğin aslında belirli şeyler hakkında konuşabilmek için icat ettiğimiz bir dil olmasından kaynaklanan durum.

    basitçe açıklamak gerekirse: eğer bir dil öğrenmek sözel uğraş olarak kabul edilirse matematik öğrenmek sözel bir uğraştır çünkü matematik bir dildir.

    eğer "sayısal" dediğimiz uğraşlar sayılarla ilgili uğraşlar ise, bu durumda matematik sayısal bir uğraş değildir çünkü matematik sayılarla ilgili değildir. sayılar matematikle ilgilidir ancak matematik sayılarla ilgili değildir. demek istediğim şey, "matematiğin amacı ne" sorusunun cevabı "sayıları anlamak" değildir. çünkü bu soru "ingilizce'nin amacı ne" sorusundan farksızdır. iki sorunun cevabı da basitçe "birbirimizi anlamak" olacaktır.

    matematik dili sözcüklerden, sözcükler ise harflerden oluşur ve matematikteki harflere temel önerme denir. bu temel önermeler kullanılarak cümleler türetilir ve bu cümleler bize zihnimizde var olan ve birbirimize anlatmak istediğimiz birtakım şeylerin tarifini verir. örneğin kümeler zihnimizde var olan bir şeydir ve biz "kümeler vardır" cümlesinden yola çıkarak ne tür kümeler olabileceğini düşünür ve bu kümelerden bazılarının 1,2,3,4 gibi sayılar olabileceği sonucuna varırız. yani sayılar basitçe bizim matematik dilini kullanarak kullanabileceğimiz cümlelerden bazılarıdır ve biz bu cümleleri kullanmasak bile matematik dilinde bir şeyler söyleyebiliriz.

    yanlış anlaşılmaması adına belirteyim: matematik dilinde söylediğimiz bu şeyler her zaman anlamlı olmak zorunda değildir. anlamsız sözcükler uydurup bu sözcüklerle anlamsız cümleler kurabiliriz ancak bu matematiğin bir dil olmadığını göstermez. çünkü aynı şeyi türkçe kullanarak da yapabiliriz. mesela "cugubik yapım hüso sebebiyle" cümlesi benim kendi uydurduğum kelimeler kullanarak kurduğum anlamsız ve türkçe bir cümledir.

    ali nesin'in önermeler mantığı kitabından konuyla ilgili 4 sayfalık bir açıklama bırakıyorum:

    görsel 1, görsel 2
    görsel 3, görsel 4

    sayıların aslında cümleler olduğundan bahsetmiştim. şimdi ingilizce öğrenmek ile toplama çıkarma gibi işlemler öğrenmeyi kıyaslayalım:

    ingilizce öğrenmeye başladığımız zaman bu dil hakkında hiçbir fikre sahip olmayız ve en başta bizlere birkaç kelime söyleyip bu kelimelerin anlamları açıklanır. daha sonra bu kelimeleri birbirleriyle ilişkilendirerek cümleler oluşturmayı ve bu cümlelerle iletişim kurmayı öğreniriz. henüz bu iletişim tekniğini kullanmaya yeni başladığımız için sık sık bu tekniği kullanırken düşünmemiz gerekir. örneğin ilk ingilizce öğrenmeye başladığımız zamanlar bir cümle kurmaya çalışırken zihnimizde o cümleyi oluşturacak olan kelimeleri ve o kelimeleri nasıl bağlayacağımızı düşünürüz. bir süre bu işi düşünerek yaptıktan sonra artık ingilizce yapısına alışırız ve benzer türden şeyler yapacağımız zaman bu işi düşünmeye gerek duymadan yapmaya başlarız. bizim bu işi düşünmeden yapabilmek için ingilizce dediğimiz yapıya sürekli maruz kalmamız ve sürekli bu yapıyı kullanarak pratik yapmamız gerekir. mesela dili ingilizce olan bir dizi izlediğimizde ya da anadili ingilizce olan biriyle konuşmaya çalıştığımızda bu işin pratiğini yapmış ve bu şekilde öğrenmiş oluruz. burada akılda tutulması gereken şey, bizim ingilizce öğrenmeye başladığımız ilk zamanlarda ingilizce konuşabilmek için düşünmek ve mantıksal çıkarımlar yaparak ilerlemek zorunda oluşumuzdur.

    matematik öğrenmek de bundan farksızdır. mesela çarpma işlemini ilk öğrenmeye başladığımız zamanlar bize herhangi iki sayının çarpımı sorulduğunda cevap verebilmek için bir süre düşünmemiz gerekir. başlarda bu işlemi yapabilmek için zorlansak da zamanla zihnimiz sisteme alışır ve bir yerden sonra artık matematiksel işlemleri düşünmeden yapmaya başlarız. mesela ben ilk matematik öğrenmeye başladığım zamanlar iki sayıyı çarpmaya çalışırken bir süre zihnimde düşünür ve mantıksal çıkarımlar yaparak ilerlemek zorunda kalırdım. düşünmek beni yorardı ve bunu uzun süre yapmak zihnimi zorlardı. ancak inat edip bunu her gün yapıp her gün benzer türden çarpma işlemlerine maruz kaldığım için bir süre sonra zihnim bu işlemleri yapma sürecini otomatiğe bağladı ve bir süre sonra tabiri caizse soruların cevapları malum olmaya başladı. yani nasıl bir yabancı dili artık öğrendiğimizde o dili konuşurken düşünmemize gerek kalmıyorsa matematiği artık öğrendiğimizde de artık o dili konuşurken düşünmemize gerek kalmıyor.

    ikisi arasındaki tek fark birine ister istemez maruz kalırken diğerine maruz kalabilmek için çaba sarf etmek zorunda olmamız.

    mesela ingilizce öğrenmek istiyorsak bir masanın başına oturup ingilizce çalışmak zorunda değiliz. ingilizce bir dizi izleyerek ya da ingilizce konuşan biriyle bara gidip ilgi alanlarımız hakkında sohbet ederek de bu dile maruz kalabilir ve bu dili öğrenebiliriz.

    öte yandan matematiğe maruz kalmak istiyorsak tek seçeneğimiz oturup kendimizi matematiğe maruz bırakmaktır. dili matematikçe olan bir dizi izleyerek ya da matematikçe konuşan biriyle bara gidip ilgi alanlarımız hakkında sohbet ederek matematik öğrenemeyiz. eğer bunu yapmak istiyorsak matematikle özel olarak ilgilenmemiz gerekir çünkü biriyle matematik dilini kullanarak konuşmak istiyorsak o kişiyle sadece matematik diliyle yazılabilecek şeyler hakkında konuşabiliriz. bu şeyler mesela matematiğin kendisi olabilir, fizik olabilir, kimya olabilir, felsefe olabilir ama en sevdiğin renk ya da favori şarkıcın olamaz. bunun sebebi matematik dilinin zaten bu tür şeyler hakkında konuşamamak için icat edilmiş olmasıdır.

    yani eğer biz sayısal zekaya sahip olmadığımızı sanıyorsak aslında sahip olmadığımız şey "sayısal zeka" şeklinde tanımladığımız uydurma zeka türü değil, sadece matematiğe maruz kalma arzusudur. yani dil öğrenebilirken matematik öğrenemememizin sebebi birine zekamız yeterken diğerine yetmesi değil, birine gerekli olan çabayı sarf etme isteğine sahip olmamamızdır. söylediklerim yanlış anlaşılamasın. ben burada matematik öğrenirken zorlanmamızın sebebi zeki olmamamız değildir demiyorum. gerçekten de diğer insanlar kadar zeki olmadığımız için onlara kıyasla matematik öğrenirken zorlanıyor olabiliriz. ancak bu durumda sadece matematik öğrenirken değil, yabancı dil öğrenirken de o insanlara kıyasla zorlanırız. olay aslında kendimizi hangi konuya ne kadar maruz bırakmak istediğimizle ilgilidir.

    aslında bu yazıyı burada bitirebilirdim ama bana gelecek olan mesajları aşağı yukarı tahmin ettiğimden "matematik dilinin zaten bu tür şeyler hakkında konuşamamak için icat edilmiş olmasıdır" cümlesinin ne anlama geldiğini basitçe açıklayayım:

    bizler uzun zamandır içinde yaşadığımız evreni ve algılarımızla sınırlı olan gerçekliği anlamlandırabilmek için günümüzde bilim dediğimiz şeye başvuruyoruz. bilim dediğimiz şey de basitçe çevremizde gözlemlediğimiz ve tekrar ettiğine inandığımız olayların işleyiş biçimini anlama ve birbirimize anlatabilme çabasından ibaret.

    örneğin elimize bir elma alıyor ve bu elmayı serbest bırakıp yere düşüşünü izliyoruz. sonra bunu tekrar ve tekrar yapıp her seferinde düştüğünü fark ediyoruz. bunu bizim bir arkadaşımız dünyanın bambaşka bir yerinde bambaşka bir zamanda yapıyor ve o da elmanın düştüğünü görüyor. elmayı kim ne zaman elmayı bıraksa elmanın düştüğünü gördüğümüzden her ne kadar ortada elmanın her bıraktığımızda düşeceğini garantileyen bir kanıt olmasa da bu durumun aksine hiç şahit olmadığımızdan bunun tekrar eden bir fenomen olduğu inancını benimsiyoruz. böylelikle "elmayı bırakırsan düşer" şeklindeki genel varsayımdan yola çıkarak elmanın bu düşme işini nasıl yaptığını anlamaya çalışıyoruz. bunu da elmanın hangi koşullarda nasıl düştüğünü gözlemleyerek yapıyoruz. mesela bu sefer elmayı bırakmak yerine yukarı fırlatıyoruz, ileri fırlatıyoruz, yere doğru fırlatıyoruz, yerde yuvarlıyoruz ya da mesela bir yokuştan aşağı bırakıyoruz. her farklı denememizde elmanın belirli bir kurala uyumlu şekilde davrandığını gözlemleyip bu gözlemleri defterimize kaydediyoruz ve en sonunda öğrendiğimiz şeyleri arkadaşımıza anlatmak için koşa koşa arkadaşımızın yanına gidiyoruz.

    "elmayı güçlü fırlatırsan uzağa gider, serbest bırakırsan olduğun yere düşer, güçsüz fırlatırsan yakın yere düşer, düzlükte yuvarlarsan yavaşlar, yokuşta yuvarlarsan hızlanır" diyoruz. bu söylediklerimiz üzerine oldukça cılız olan arkadaşımız söylediğimiz şeyin doğru olup olmadığını kontrol etmek için eline bir elma alıp bütün gücüyle ileri fırlatıyor ama elma hiç de uzağa gitmiyor. bu sebepten arkadaşımız bize dönüp "hani güçlü fırlatınca elma uzağa giderdi" diyor. aslında bizim arkadaşımıza söylediğimiz şey yanlış değil çünkü gerçekten de elmayı güçlü fırlatırsak uzağa gider, güçsüz fırlatırsak da yakına gider. buradaki problem arkadaşımıza verdiğimiz bilgi değil, arkadaşımıza bu bilgiyi verme biçimimiz. çünkü uzak, yakın, güçlü, güçsüz, düz, yokuş, sabit gibi kavramların benim zihnimdeki karşılıklarıyla onun zihnindeki karşılıkları birbiriyle uyumsuz karşılıklar ve biz bizden bağımsız fenomenleri kişisel tecrübelerimiz neticesinde şekillenmiş algılarımız üzerinden başkalarına anlatmaya çalıştığımızda iletişim problemi yaşıyoruz.

    bu iletişim sorununa çare bulabilmek, yani birbirimize gözlemlediğimiz olayları yanlış anlaşılmadan anlatabilmek için kişisel tecrübelerimizden bağımsız ve bizlere kavramları yorumlama serbestliği tanımayan bir dil icat etmeye karar veriyor ve birbirimize gözlemlediğimiz olayları bu dili konuşarak anlatmaya başlıyoruz. biz bu dilin kişisel yorumlamalara kapalı bir dil olmasını istediğimizden bu dili bu dilde konuşulan her şey herkes için tek bir anlama gelecek şekilde tasarlıyoruz. bunun için de en temel sağduyularımızı kullanarak anlaşmakta zorluk çekmediğimiz tanımlamalar yapıyoruz. doğal olarak da bu dildeki cümleler herkesçe farklı yorumlanmadığından aramızda anlaşmazlık yaşanmıyor.

    bir örnek verelim:

    "büyük adam" dediğimiz zaman herkes farklı bir şey anlayabilir. kimine göre bu adam şişmandır, kimine göre bu adam başarılıdır, kimine göre bu adam uzundur, kimine göre bu adam yaşlıdır.

    ancak "3 metre boyunda adam" dediğimiz zaman herkesin aklında aynı özelliğe sahip bir adam canlanır.

    yanlış anlaşılmasın, ben herkes aynı adamı hayal eder demiyorum çünkü adam kelimesi matematiksel bir kelime değildir. herkesin aynı hayal ettiği şey adamın kendisi değil, adamın sahip olduğu uzunluk kavramıdır. yani "adam" kelimesi matematiksel olmadığından herkes bu adamı farklı biçimde hayal eder ama "3 metre" kelimesi matematiksel olduğundan kimse 3 metreyi farklı şekilde hayal etmez. mesela ben 3 metreyi başka birinin 3 metresinden daha uzun ya da daha kısa hayal etmem. matematik bana 3 metreyi başka bir kişiden farklı uzunlukta hayal etme imkanı tanımaz. çünkü matematik zaten benim böyle bir imkanım olmasın diye icat ettiğimiz bir dildir.

    boş yapma makale linki ver diyecek olanlar için konuyla ilgili fmri çalışmalarından bahseden bir nöroloji makalesinin linki: active math and grammar learning engages overlapping brain networks

  • şu an para bolluğu nedeniyle güçlü bir boğa piyasası var. paralar kriptolara kaydı. iyi zamanda yakalamış. ama bu kriptolar aynı şekilde çok can alacak. bunu unutmayın. can kolay iş. bu işin asıl zararı, motivasyonu sikip atması olacak. herkes kolay para var zannediyor, ama bu sürdürülebilir değil. bitecek bu iş. ama şu anki gençlerin 5-7 bin için çalışma hevesi de kalmayacak. çok anlamsız gelecek bu paralar. bu, bunalım getirecek.

    bu çocuğa gelince.. çok iyi. ama ben en iyi finansal okur yazarlardan biriysem, bu çocuk 2 yıl sonra aç kalacak. benim 20 milyona sahip olsam da almayı düşünmeyeceğim aracı (araçları) tek tek almış, değiştirmiş. o işler öyle değil. tek bir 3 milyonun olunca zengin olmuyorsun. her yıl yattığın yerden garanti bir 3 milyon gelince biraz zengin olmuş sayılıyorsun ve bir standart yaratıyorsun. arada fark var. o aradaki farkın bedelini ise çok kişi ödüyor.

    edit: arkadaşlar, güzel yorumlarınız ve beğeniniz için teşekkürler. benzer şekilde düşünen birçok kişi olmasına sevindim. gelen yorumlar üzerine bir açıklama yapma gereği hissettim. bahsi geçen çocuğun yalan söylediğini ve kasıtlı olarak bu hikayeyi yaydığını belirten arkadaşlar var. bu elbette mümkün olabilir. bu entry'i yazarken sadece hikayede geçen kişileri referans almadım. hatta açıp ikinciye bakmadım. örneğine birçok yerde rastlanabilecek genel bir durum üzerine yazdım, çünkü birçok benzer hikaye var ve yazdıklarım geneli için geçerli.

    diğer yandan, bu kişiler özelinde olmadan başka bir duruma açıklık getireyim. son zamanlarda fiyatı artan coinlerin hiçbirinin bu oranda artmadığı, bu karın yapılamayacağı söylenmiş. eğer 1 veya 2 coin bazında bakıyorsanız doğru. ancak bileşik getirinin etkisini göz ardı ediyorsunuz. son zamanlarda sayısız coinin fiyatı 1'e 10 veya 20 oranında katladı. zaten şaka gibi bir piyasa, o konunun başka bir boyutu ve nihayetinde mutlu ettiği insanların çok daha fazlası kadar mutsuz insan yaratacak; sonunu izleyin ve görün. istisnası yok. çünkü bu bir zero-sum game; sıfır toplamlı oyun. burada yaratılan ekstra bir kazanç yok. nihayetinde birinin astronomik kazancı, birçok kişinin astronomik kaybı olacak. birçoğu kazandığını geri verirken, diğerleri (özellikle balina dedikleriniz) yüksek fiyatlardan, değerleri yüksek rakamlara denk gelen coinleri birçok kişiye satacak ve milyonlarca mağdur yaratacaklar. bana göre sazan, size göre mağdur. ama tabii, o ana kadar bu piyasanın nasıl bir şaka olduğunu bilenler alacaklarını alacak ve dışarı çekecek. sadece göze alabileceği kadar bir miktarı içeride tutacak.

    sermayeyi, bileşik olarak astronomik seviyede katlama olayına şöyle değineyim; bir coinden kısa sürede 1'e 5 alır ve diğerine geçer. diğerinden 1'e 8 alır. toplamda 1'e 40 yaptı. o arada 1'e 20 veya 30 yapan son dönemin popüler coinlerinden birini yakalarsa toplamda 1'e 1200 oranında parayı katlamış olur. 2000 lirası 2,4 milyon olur. 1'e 1200 yapması için tek bir coinin o kadar gitmesine gerek yok; manyak gibi her gün 1'e 10 veya 20 yapan coinlerden 3-5 tane yakalaması yeterli.

    ama siz yine de bu şanslıların yanında ciddi anlamda para yatırıp da hayatını kaybedeceklerin varlığını unutmayın. bu yaşam ve ölüm gibidir. ikisi de var olabilmek için diğerine ihtiyaç duyar. bu piyasada adamı önce yer, sonra pişirirler.

  • ezici bir halk oyu ile seçilmiş istanbul büyükşehir belediye başkanı karşısında, haddini bilmeyen atanmış bürokrattan başka bir şey göremedim.

    izleyip vaktinizi boşa harcamayın.