hesabın var mı? giriş yap

  • babamın anlattığı masallara dair en güzel hatıralarım, saçlarının henüz ağarmadığı, daha genç olduğu hali.

    zaman geçiyor ve buna karşı koymak için yapabileceğim hiçbir şey yok. bütün hayatıma damga vuracak yegane çaresizlik, sevdiğim insanların etrafımda yaşlanmalarını seyretmek olacak. günün birinde, bedensel varlıklarından geriye hiçbir şey kalmayacağını ve buna tanık olmak zorunda kalacağımı, gözlerinin içine baktığımda görmek, ruhumu ezen ağır bir yük. onları zamanın etkilerinden koruyamıyorum, gücüm yetmiyor.

    yetişkinliğimde daha fazla ihtiyacım var masallara. beni teskin edip hayatın gerçekliğinden uzaklaştırsınlar diye değil; gerçeğin masalsı güzelliğini öğretsinler diye. voyager 1'in uzaya nasıl gönderildiğini anlatan belgeseli izlerken, zihnimde, küçük bir gezegende yaşayan koca yürekli cücelerin karanlıktan korkmamayı nasıl öğrendiklerine dair bir masal uyduruyorum.

    barry marshall'a don kişot kıyafeti giydirip, herkesin dalga geçtiği bir yolculuğa çıkarıyorum ve yolculuğunun sonunda ona ölümcül bir zehir içirip, ölmediğini gördüğünde zaferini ilan ettiği bir masal kurguluyorum.

    kendi bedeninde yalnızlığa mahkum bir türüz. bedenimize bir başkasını sokup dindirebileceğimiz türden bir yalnızlık da değil bu. türümüze mal olmuş zaferlerle avunmayı kabullenmek, belki de en büyük kahramanlığımız.

    babam gazetede okuduğu astronomiyle ilgili haberlerin detayını konuştuğumuz zamanlarda sorduğunda, 33 yaşında bir çocuğun heyecanı ile, elimdeki hayali kılıcı sallayarak bir masalmışçasına anlatıyorum. çocukken beni her türlü kötülükten koruyacağını bildiğim insanı, büyüdüğümde zamanın en büyük kötülüğünden koruyamadığım için, onu bir masalın başrolüne oturtuyorum.

  • sonra sokakta şiddet gören kadın gördüğünde neden tereddüt ediyorsun diye erkekleri suçluyorlar. çoğu bunu kendi rızasıyla hiçbir baskı olmadan seçiyor. yeminle şaka gibi ama değil.

  • ya depresyon içinde bulunduğumuz hayata dair belli bir farkındalık seviyesinde gösterilebilecek en gerçekçi yaklaşım ve en normal tepkiyse ama toplumda üretim gücünün düşmesine yol açtığından küresel düzeyde hastalık olarak değerlendiriliyorsa? belki de aslında neşeli ve hayatı sever halimiz bir kafa güzelliğinden ibarettir. belki depresyon hakikattir. (bkz: conspiracy keanu)

    sonuçta aslında hayatının çoğunluğu işçi arılar gibi küresel bir ekonomik çarkı çevirmek için çalışmaktan ibaret olan bireylerin hayatından mutlu olmak için nasıl bir gerekçesi olabilir? sabah akşam bal taşıyan, hiçbir zaman kraliçe arıyla çiftleşemeyecek ya da kendi kovanına veya çocuklarına sahip olamayacak olan erkek arının hummalı bir şekilde polen ararken "ne kadar güzel bir gün" demesi nasıl mümkün olabilir?

    işçi arı o farkındalık seviyesine ulaştığında mutsuz olmasından daha doğal bir sonuç olabilir mi? o arının yatağından çıkıp terliklerini giyip sabah 7'de yeniden mesaiye koyulmasının "doğru olan" olduğuna onu kim ikna edebilir? hayatının anlamsızlığına bu kadar vakıf olmuşken "gel bizle takıl biraz sosyalleş unutacaksın"ın, "biraz nektar iç iyi gelir"in bu farkındalığa bir örtü değil de çözüm olduğuna kim kefil olabilir?

    bu açıdan baktığımızda gerçek hastalığın ve gerçek depresyonun bizde değil de etrafımıza örülü bu yaşamsal düzende olduğunu söyleyebiliriz. eğer borçlanma ekonomisi, gelir uçurumu, modern toplumsal yapı bizim genlerimize kodlanmış unsurlar değilse o zaman onlara karşı metabolizmanın gösterdiği tepkileri "doğal değil", "rahatsızlık", "hastalık" diye nitelendirmek de doğru olmamalı. ama sisteme steteskopu dayayıp "hmm" deyip "sizin insan hayatına olan toleransınız düşmüş" diyen sistem doktorlarımız olmadığından ceremesini biz insanlar çekiyoruz anastasya.

  • link
    eşi derken bahsedilen bu kişi bir bilim insandır ve adı da özlem türeci'dir. yani tek vasfı uğur sahin'in eşi olmak değildir. ne kadar da kendini bilmez bir üslup

    edit : bunun için gereksiz duyar diyenler olmuş, en basitinden empati kurmanızı öneririm. öyle olunca özlem türeci'nin kariyerine, yaptigi işlere ve şahsına saygısızlık yapıldığının farkına varırsınız belki de