hesabın var mı? giriş yap

  • lan arkadaş illa yazdırıyorsunuz.

    yine bilinçsizler şuursuzlar doluşmuş.

    metallica ve megadeth'i direkt olarak aynı kategoriye koyup karşılaştıramazsınız. illa bir karşılaştırma yapılacaksa öncelikle farklılıklarını tanımlamak lazım.

    iki yarış arabası düşünün, birisi mesela lamborghini olsun. lamborghini çok hızlı, teknik olarak çok müthiş bir arabadır ama esas özelliği tarzıdır. o araba iyi olmasa, hızlı olmasa bile çok tarzdır herkes beğenir sever. birisi de mesela mclaren olsun. herkesin beğeneceği bir araba değildir. gördüğünde iyi bir şey olduğunu anlarsın ama tarz olarak hiç sevmeyebilirsin. ama teknik olarak çok iyidir.

    metallica lamborghini gibi bir gruptur, çok iyidir ama esas numarası tarzıdır. entersandman gibi, nothing else matters gibi, no leaf clover gibi basit ama acayip etkileyici şarkılar da yapar, one gibi acayip teknik şarkılar da yapar. hetfield'ın sesi bile tek başına etkileyici bir unsurdur.

    megadeth mclaren gibidir. çok tarz değildir, hiç bir şarkısında bir wherever i may roam tarzı bulamazsın, kızların çok beğeneceği hemen etkileneceği bir yapısı yoktur. bir çokları için mustaine'in sesi iticidir ama megadeth çok tekniktir, içi çok doludur. bir holywars, bir ashes in your mouth kolay kolay her gruptan çıkmaz. metallica çalmak o kadar da zor değildir, marty friedman sololarını hakkıyla çalmak inanılmaz zordur. megadeth'in şarkı sözleri çok içeriklidir, dahiyanedir.

    daha çok şey söylenebilir. bu iki arabayı piste koyarsan mclaren pataklar ama vitrine koysan çok büyük çoğunluk lamborghini'yi seçer.

    ne hissetmek istiyorsanız ona göre dinleyiniz efendim. iyi metal müzikler.

  • türkiye'de hiç gözlemlenemez. neden? çünkü salçayla, bulgurla, makarnayla beslenen fakir bir ülkeyiz biz. az çorbaya yarım ekmek bandıran milletiz. elin amerikalısı koyuyor tabağına bacağım kadar eti, pilavsız ekmeksiz indiriyor mideye. adam söylüyor pizzasını, masa kadar pizza getiriyorlar, oturuyor altı tane birayı katık edip yiyiyor bir başına, sonra gidiyor sıçıyor affedersin, her taraf buhar her taraf duman, metan haliyle. ben salça ekmekle doyuruyorum karnımı, ekmek bağırsağa bile varmadan atomlarına ayrılıyor midemde, salça ekmekle nasıl buhar çıkartsın bu millet rögar kapağından. demem o ki, o buhar bir milletin refahının göstergesidir.

  • tam bir azınlık düşmanı, egemenlerin istediği tipte bir düzen çocuğu. herhangi bir azınlığa mensup biri veya kendini azınlıkların yerine azıcık koyabilen insanları ciddi bir şekilde rahatsız edecek, mide bulandırıcı bir zihniyete sahip yazdıklarından bir demet:

    "hımm bunu mu giysem ayy bu da travesti bekir'in iş kıyafeti gibi duruyor".

    "taksidi ile bile bir rus kızını kiralayabileceğim fondötenimi ayy rengi ne iyiymiş dur süreyimdiye atladıkları zaman suratlarını cırmıklayasım geliyor".

    "yaz sıcağında omzuna koyduğun ince kazakla da kendine zengin süsü vermeye çalışmışsın ama buram buram kırıkkalede kuaförlük yapıyorum diye bağırıyorsun".

    "bronz tenin güzel bir şey olduğunu kim çıkartmışsa aklına sıçayım ben onun. arabaların önüne atlayıp silim mi abi diyen bebelerden bir farkı yok. bok rengi saç, kara sarı ten".

    çok öfkelendirici, çok zavallıca.. kendisinin beyniyle ilgili hiçbir halt söylemeyip, dış görünüşünü eleştirenlerin ("dış görünüş eleştirmek"? bir insan sabah kalkar ve saçını sağa veya sola doğru tarar, kimisinin dişi yamuktur, kimisinin saçı yeşildir.. 'eleştirmek' ne demek? nasıl sığ bir beyin, ne kadar da meşru durumda.. 2011 yılında..) bu 'eleştiri'leri de ayrıca mide bulandırıcı.

  • çağlar boyu "verba volant, scripta manent." değişiyle anlatıldı yazının kaderi. söz uçtu, bir kuş gibi kulaktan kulağa kondu, mesafeleri, rüzgara tutunmuşçasına aşıp geçti. vakarlı yazı ise olduğu yerde çağları aştı; kimi zaman bir taşın yahut tabletin üzerinde bir yara izi gibi, kimi zaman bir kâğıt ya da parşömenin üzerinde bir desen ya da dövme gibi. bazen yıpranmaya yüz tutmuş sayfalara hapsoldu, bazen de gezgin bir fermanı yazı. hepsinde insanlara bilginin ve duygunun özgürlüğünü sundu.

    "insan neden yazar?" sorusuna birçok cevap verilmesi mümkünken, insanın özgürlük istenci de bu cevaplardan biridir. insan, başlı başına duygulardan ve düşüncelerden oluşan bir dünya. bu dünyanın içinde hapsedilmiş fırtınalar, taşkınlar, depremler ve gelgitler insanı içten dışa tüketmeden dış dünyaya salınması gerekir bazen. kendinde hapsolmuş insanın kendinden bir parçayı dışa aktararak özgürleşmesidir yazmak; yazı da bu özgürlüğün belgesi. yoksa sözler uçar gider; belki yaşar kalplerde, zihinlerde. hâlbuki yazı, insana ait olanın abidesi gibi kalır. bu şekilde bir özgürlüğün getirilerinden biri olarak, bir çeşit varoluşu da tatmak mümkündür. insan yazı aracılığıyla, bir anını, zamanın ve mekânın ötesine taşıyabilir ve o anıyla varlığını yaşatır. bir bakıma yaşamaktır, yazmak. aynı zamanda özgürlüğüne kavuşturduğu her anını dış dünyada anıtlaştırırken, içinde öldürebilir insan —bu bir seçim meselesi. yazı, yok etmek istediğimiz parçalarımızın katili olurken kullandığımız bir cinayet aletidir kimi zaman.

    bunlara ek olarak, paraya olan ihtiyaç, günümüzde biz avam tabakasının aksine, entelijansiyada, yazmak için nedenlerin arasında kendine önemli bir yer bulmuş gibi görünüyor. yazıyı uzatmadan bir örnek vermek gerekirse, 1964 yılında nobel edebiyat ödülü'nü reddeden (ve yanılmıyorsam tarihte nobel ödülü' nü geri çeviren) ilk kişi, beş parasız kaldığı bir dönemde "freud üzerine yazması" teklif edildiğinde hiç düşünmeden kabul etmişti ki, kendisi de bilinçaltının üstadı üzerine bilinçaltını ömrü boyu reddeden birinin yazmasını komik bulmuştu. bana sorarsanız, yazmak için sebeplerin sayısı, insanların dünyalarının çeşitliliği kadardır. insan neye ihtiyaç duyuyorsa onun için yazar ve bu gereksinime giden yolda yazı bir araçtır.

    peki, kullanılan iletişim ve ifade araçlarının içinde yazıyı olduğu yere taşıyan neydi? insanlar arasında en etkili iletişim ve ifade aracı olan dile tutunmasıydı; sesin sembolleşmiş hali olması. yazı, seslerle gelen manayı da taşır ve bilinç düzeyinde dil ile birlikte var olur. müzik de bir nevi dildir, fakat varlığa ve manasına tutunmadığı için, ne kadar notalarla yazılabilse de, soyut bir evrene mahkûm kalır. bu ona duygular dünyasında sınır tanımaz bir özgürlük tanısa da, o da insanın kendi özünü yansıtabilmesinde yetersiz kalır. yazmak basittir ayrıca. dil, insanın varlığıyla neredeyse bütünleşmiş bir araçken, yazmayı öğremek için sıradanlığın ötesinde bir yetenek yahut yüksek seviyede bir eğitim gerekmez. tabii, imla kuralları konusunda kimi zaman eğitim bile işe yaramıyor, orası ayrı. neyse. bir diğer ifade yöntemi olarak resim düşünülürse, bu sefer kalıpların içinde sıkışmışlık söz konusu olacaktır. bir kurşun kalemle bir doğa manzarasını resmetmek yahut sözcüklerle bu manzarayı tasvir etmek mümkün. yapılan resme bakan izleyicinin içinde hoş duygular uyansa da, resimde hayal gücü çizgilerle sınırlandırılmış olacaktır. hâlbuki sözcükler ve onların manalarının değişkenliği ve çeşitliğiyle zenginleşmiş bir betim karşısında okuyucu, o manzarayı hayal dünyasında kendisi çizecektir. hâl böyle olunca, etki alanının ulaşabildiği evrenin sınırlarının büyüklüğü ve bir araç olarak hitap edebildiği insanların sayısı düşünülünce, yazının, bulunduğu yeri fazlasıyla hak ettiği kanaatindeyim.

  • öncelikle beter olsun. beğenmiyorsan işini, git daha üst düzey iş yap.

    haber'deki detaya göre, "tüketilecek her çeşit besin veya şeylere zehir katarak veya başka suretlerle bunları bozarak kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürmek'ten 2 yıldan 15 yıla kadar" ayrıca "'mala zarar vermek' suçundan da 4 aydan 3 yıla kadar" hapis cezası talep edilmiş.

    tarım bakanlığı yayınladığı listede yer alan firma sahipleri için de aynı davayı açıyor mu?

  • türkiye'nin özlediği ortamı nakleden yayındır.

    böylesine bir kriz zamanında bile makam sahibi belediye başkanı ve bilim adamları konuşuyor. bir gazeteci moderatörlük yapıyor. kimse ağzını yüzünü eğip diğerini aşağılamıyor. kimse kimseyi vatan hainliğiyle itham etmiyor. makam sahibi başkan bilim adamlarına saygılarını sunuyor, kelimelerini özenle seçiyor. bilim adamları da başkanın görevinin zor olduğuna yönelik takdirlerini ifade ediyorlar.

    akp 17 yılda sen bizi nasıl kirlettin böyle... bu ortamlara nasıl hasret bıraktın...

  • çok eğlenceli bir durum. size çocuklarıymış gibi davranıyorlar. arabanın arka koltuğunda yolculuk ediyorsunuz, canınız ne isterse o yapılıyor, ne çekerse o alınıyor.
    evlerinde de bir ayrıcalığınız var. en ağır misafirleri sizmişsiniz gibi davranıyorlar bazen, bazen de "oturmaya mı geldin, kalk da bi çay koy" rahatlığına evrilebiliyorlar. birbirleriyle kavga ettiklerinde "yeter la bi susun amk" diyebilecek kadar samimi arkadaşlarınız olan bir çiftin yanında üçüncüyseniz cidden çok eğlenceli. tavsiye ederim.