hesabın var mı? giriş yap

  • çoğu zenci futbolcu kendisini hayır işlerine adamaktadır. futbolu bıraktıktan sonra kurdukları vakıfların işleriyle ilgilenir ya da kurulmuş vakıflara destek olurlar. geri kalmış ülkrlerinin bakanlıklarını federasyonlarını veya spor bakanlığı bünyesindeki kurumlarını kalkındırmaya çalışırlar. ülkelerine vakıf futbol okulları açıp bizzat kendileri işin başında durup çocukları suçtan uzak tutmaya ve aralarından yetenekli olanlarını futbolcu yapmaya uğraşırlar
    yokluk çok kötü bişey oğlum. kendileri bu yoklukla büyüdükleri için aynı durumdaki insanlara yardım etmeyi teknik direktörlük yaparak servetlerine servet katmaya tercih ederler.

  • ön edit: metni wikipedia ingilizce sayfasından alıp, anlatım bozukluklarını ve imlalarını gidererek türkçeye çevirdim. heykel muhabbetinden buraya gelenler olursa detaylı bilgi olsun diye.

    edward colston (2 kasım 1636 - 11 ekim 1721) ingiliz tüccar, köle tüccarı, parlamento üyesi ve hayırsever. bristol'de 1340'lı yıllardan beri şehirde yaşayan bir tüccar ailesinde doğdu, başta ispanya, portekiz ve diğer avrupa limanlarında olmak üzere şarap, meyve ve kumaş ticareti yapan bir tüccar oldu. 1680'de köle ticaretine yoğun bir şekilde dahil olmuş ve 1680'de ingiliz kölelerinde ticaretin tekeli olan kraliyet afrika şirketi'ne üye olmuştur. sonraları, 1689'da şirketin en yüksek ofisi olan vali yardımcısı oldu. servetinin ne kadarının köle ticaretinden kaynaklandığı kesin olarak bilinmese de, büyük bölümünün oradan geldiğine şüphe yok.

    colston servetini bristol, londra ve diğer yerlerdeki okulları, hastaneleri, sadakaları ve kiliseleri desteklemek ve desteklemek için kullandı. ismi çeşitli bristol simge yapıları, sokakları, okulları ve colston topuzuyla anılıyor. kurduklarından ilham alan vakıflar hala faaliyete devam ediyor.

    colston, mercers company'ye sekiz yıl boyunca atandı ve 1672'de londra'dan mal gönderiyordu. ispanya, portekiz, italya ve afrika ile kazançlı bir iş, kumaş, yağ, şarap, şeri ve meyve ticareti yaptı.

    kariyerinin detayları da şu şekilde

    1680'de colston ingiltere'nin tekeli olan, afrika'nın batı kıyısı boyunca 1662'den beri altın, gümüş, fildişi ve kölelerde ticaret yapan kraliyet afrika şirketi'ne katıldı. colston hızla şirket yönetim kuruluna yükseldi ve 1689'dan 1690'a kadar şirketin en üst düzey yöneticisi oldu; şirket ile ilişkisi de 1692'de sona erdi. bu şirket, kral charles ii ve kardeşi, city of london tüccarları ile birlikte şirketin valisi olan york dükü (daha sonra kral james ii) tarafından kurulmuştu ve john locke da dahil olmak üzere birçok önemli yatırımcısı vardı. (john locke: ingiliz filozof ve doktor, aydınlanma düşünürlerinin en etkili olanlarından biri olarak kabul edilen ve yaygın olarak "liberalizmin babası" olarak bilinen (daha sonra köle ticareti konusundaki tutumunu değiştirmesine rağmen) kişiydi örneğin.)

    colston'un kraliyet afrika şirketi'ne (1680-1692) katılımı sırasında, şirketin batı afrika'da köle olarak ticareti yapılan ve 19.000'i karayip'e seyahatlerinde ölen 84.000 civarında afrikalı erkek, kadın ve çocuk taşıdığı tahmin edilmektedir. gemilerin çoğundaki koşullardan dolayı, genişletilmiş yolculuklar, gemi mürettebatının ölüm oranlarını, genellikle benzer ve bazen de köleler arasındaki ölüm oranlarından daha fazla etkiledi. köleler, tütünlerinde ucuz işgücü için yetiştiricilere satıldı ve giderek artan bir şekilde, iklim batı afrika'daki anavatanlarının iklimine benzediğinden, afrikalıları kendi ülkelerinden daha uygun hale getiren şeker tarlaları giderek daha uygun olacaktı. köleleştirilmiş afrikalıların bakımı, britanya'dan kasıtlı hizmetkârlara veya ücretli emekçilere göre çok daha ucuzdu.

    colston'un ebeveynleri bristol'e yerleşmişti ve 1682'de bristol corporation'a kredi verdiler, ertesi yıl tüccar venturers derneği'nin bir üyesi oldu. 1684 yılında kardeşinin ticaretini small street'te miras aldı ve st peter kilisesi'nden köleler tarafından üretilen şekeri naklederek st peter kilisesi şeker rafinerisine ortak oldu. ancak colston, hiçbir zaman yetişkin olarak bristol'da yaşamıyordu, londra işini 1708 yılında emekli olana kadar surrey'deki mortlake'den devam ettiriyordu.

    köle ticaretine ve köle tarafından üretilen şekere dahil olmasından doğan servetinin oranı bilinmemektedir ve daha fazla kanıt ortaya çıkarılmadıkça sadece varsayım konusu olabilir. bu gelirin yanı sıra, yukarıda belirtilen normal emtialardaki ticaretinden, para ödünç verme ve büyük olasılıkla diğer dikkatli finansal işlemlerden de para kazandı.

  • çirkini öpmemişler kendini namuslu sanmış diye bir söz var bizde. orada dayak yiyen bir kadın olsa böyle tepki gösterir miydi acaba sayın namus timsali a. kodumun ahlak bekçisi motorcu...

  • annemle babam bosandiktan sonra annemle, ust katinda ev sahibinin oturdugu kucuk bir bahce kati eve tasinmistik. eski ama derli toplu bir evdi. ev sahiplerimiz hamdi amca ve canan teyze (ki sonradan adinin aslinda iffet olduğunu ama hamdi amcanin ona canan dedigini ve zamanla da oyle kaldığını ogrenmistik) uzun yillar almanyada yasamis oradan emekli olmus medeni seviyeli kendi hallerinde insanlardi. biz tasindigimizda orta yasin uzerindelerdi derken uzunca yillardan sonra hamdi amcaya alzhimer teshisi kondu ve onun durumunun zorlasmaya basladigi ilerleyen yillarda da canan teyze bagirsak kanserine yakalandi. tedavi ve ameliyat sureclerinde kizlari melek abla uzunca süre onlarla kaldi. cunku hem bagirsak ameliyati sonrasi cok zordu, hem de hamdi amcayi kontrol edebilmek guclesiyodu. kac kez kimseye farkettirmeden evden cikip giderken gorup döndürdüm yoldan sayisini hatirlamiyorum. canan teyzenin de ameliyat sonrasi pek beklendigi gibi olmadi... bigun evde uyuklarken ust kattan melek ablanin cigliklari geldi firladim ciktim yukari canan teyze kendinden gecmis gozlerini acmiyor boylu yapili da kadindi melek ablanin gucu yetmedi ben kucakladim canan teyzeyi. karninda bagirsaklarinin gorundugu kocaman bir pencere vardi. hic unutmam o kareyi. neyse biz melek ablayla canan teyzeyi torununun arabasina koyarken hamdi amca da kapi onune kadar gelmisti cok ilgili diil olan bitenle haliyle. melek abla canan teyzenin yanina binerken bana bakti hamdi amca yalniz kalamazdı. konusmadan anlastik bi an. dedim ben ilgilenirim. onlar gittikten sonra hamdi amcayla evin kapisinda başbasa kaldik hem cekindigim ne yapacagimi pek bilemedigim hem de kontrolu daha rahat olur diye kapinin tam onune sandalye cekip yola donuk oturttum onu ben de duvarin kenarina yaslandim. ıcimden de artik canan teyze icin pek de yolunda gitmeyecek isler diye dusunurken, basindan beri herseyden bi haber duran hamdi amca buz mavisi gozleriyle bakip aglamakli bi sekilde "o benim herseyim o benim gencligim o benim gecmisim allahim onu benden alma diye" aglamaya basladi. o ana kadar hicbisi hatırlamadan bombos bakan adamcağız herseyi bir saniye icinde hatirladi ve ne olduğunu anlayamadan kocaman bi acinin icinde buldu kendini. ben de sadece yasli bir amca bedenine goz kulak olacakken tarifsiz bir acıyla yanan bir eşi teselli edebilme yuku altinda ezildim un ufak oldum. elimden de dilimden de birsey gelmedi. canan teyze de hastaneden eve bir daha donemedi... yaklasik bir yil sonra hamdi amca da gitti cananınin yanina.

    bu ani benim, baslarda burnumun diregini sizlatsa da, simdi "gercek sevgiyi tadabilmiş sansli insanlar da gecti bu dünyadan" diye içimi ısıtıyor hatirladikca.
    hamdi kadar sevmek canan kadar sevilmek düssün hepimizin payina.

  • dil ve alfabe arasındaki farkı bilmeyen, hadi onu geçtim harf devrimindeki geçiş döneminde gazetelerin hem arap alfabesiyle hem latin alfabesiyle çıktığını bilmeyen, insanların eğitilmesi için seferberlik ilan edildiğini bilmeyen...

    kısacası hiçbir şeyi bilmeyen cahil bir adamın lafı.

  • halk ile asıl dalga geçen; herkesin eşit ya da birbirine yakın gelir düzeyine sahip olması gerekirken halkı "gariban" sınıfı düzeyine getirenler ve onların şakşakçılarıdır.