hesabın var mı? giriş yap

  • pek şaşırtıcı bir olgu: partnerlerinin hamileliği sırasında baba adaylarımızın da onun yaşadığı semptomların aynılarını yaşaması; misal olarak kilo alması, sırt ağrısından, sabah bulantılarından, yorgunluktan yakınması, depresyondan, uykusuzluktan muzdarip olması. çocuk doğar doğmaz kesiliyormuş bu belirtiler...
    bir arkadaşımla bunu konuşurken "keşke bizim kocalarımız da böyle olsa" demişti. eh, tabii. böylesine empati, böylesine karşılıklı hissiyat hoş şeyler bunlar. bir yerde de çekmesin tabii, yazıktır.
    bana biraz da phantom agriları çağrıştırdı bu sendrom.

  • babannem özellikle bana ve ablalarıma karşı inanılmaz cimriydi. bizimle aynı avludaki evde yaşar, bizden yer içerdi. epey bir parası, malı vardı ama beş kuruş katkısı olmazdı bize.

    neyse, bu kişi, kızlarının çocukları geldi mi deli olurdu. onları içeri alıp kapıyı falan kilitlerdi biz de girmeyelim diye. çocuğuz biz de tabi amk akıl ermiyor o zamanlar, "babaane, babaaane" diye kedi gibi bağırıyorum her seferinde kapının önünde. taş çatlasa 5 yaşındayım. ne zaman sonra açılırdı kapı, masadan tabaklar toplanırken. o zaman anlam veremiyorsun ama büyüyünce taşlar yerine oturuyor.

    bir keresinde, zeytinlerin toplanma zamanı gelmiş. en az bir, bir buçuk ay sürüyor zeytin zamanı. ben de birinci sınıfa yeni başlamıştım. öğle yemeğine eve gelicem ama annem evde değil, işçilerle birlikte tarlada babamla. ablalarım başka bir okulda ortaokula gidiyor, onlar yemekhanede yiyor. babanneme demişler "nyarla'ya öğlen yemeği ver" diye. zaten zayıfça bişeyim o zamanlar, bir tane yumurta, iki dilim de ekmek yediğim. yumurta zaten bizim kümesten, ekmek ise babannemden. ben yedikçe bu homur homur söyleniyor kendi kendine. sonra akşam babama "bi dahakine nyarla'nın ekmeğini de bırakın" demiş ya lan karı. iki dilim ekmek lan alt tarafı, iki dilim ekmek amk torunundan esirgediğin. babam felaket sinirlendi, delirdi adam, epey söylendi ve o günden sonra biz evde yokken babannem giremesin diye mutfağın kapısını kilitlemeye başladı. ben de sonraki öğlen yemeklerinin hepsini ananemde yedim. ikisi de dünyada değil şu an. biri öldü, biri rahmetli oldu.

  • genç milli futbol takımına seçilip milli maçta forma şansı bulan bir öğrenci bayrak töreninde tüm okulun karşısına çıkarılır. okul müdürünün ağzından şu sözler dökülür:

    - çocuklar, arkadaşınız bu hafta milli oldu. alkışlayalım her beraber.

    bu anons üzerine öğretmenler de dahil tüm okul kahkahalara boğulmuş, müdür uzunca bir süre neden herkesin güldüğünü anlayabilmek için kafa yormuştur.

    (bkz: izmir atatürk lisesi)

  • banko: "yaptim ama niye bi sor".
    bu tirada baslamis erkek yalana, yumusatmaya baslamis demektir. her ne ise o yaptigi, onceden soylese idi problem cikarmayacak yada daha az problem cikaracak iken, bir tartisma aninda yada sonrasinda getirilen bu uyduruk aciklamalar silsilesi* kadinin guvenini yerle bir eder. suphesiz biz* biliriz ki yikilan guven asla eskisi gibi ayaga kalkmaz, suphesiz biz de one way ticket kesenlerdeniz.

  • hayatımı değiştiren insan kendisidir. 1991 yılında gitar çalmaya başladım. ilk gitarım beyaz renkli bir kore yapımı fender stratocaster'dı. o yaz gitar dersleri vs derken ilk seneyi geride bıraktım. 1992'nin yazında yine bodrum'a gittim her yaz olduğu gibi. bu sefer yaş 14 olduğu için ailem gece 1'e kadar bodrum'da arkadaşlarımızla dolanmamıza izin vermişti. o zamanlar bodrum başka bir alemdi bir ara anlatırım. tam merkezde, barların olduğu sokakta şimdinin kule bar'ın yanında beyaz ev vardı. işte onun önünden geçerken hayatımda hiç duymadığım kadar güzel bir ses duydum. yanımdaki arkadaşım da neyse ki benim gibi müzik tutkunu bir çocuktu ve beraberce beyaz ev'in kapısından girdik çekingen şekilde. yavuz vokal yapıyor ve gitar çalıyordu, bir arkadaşı da akustik gitar ve back vokallerle ile eşlik ediyordu. o akşam bize içki almamamız şartıyla konseri izlememize izin verdiler.

    bir ay boyunca yavuz'un çaldığı her akşam babamla ya da yalnız beyaz ev'deydim. neler dinliyor, neler çalışıyor, ne ekipman kullanıyor hepsini birinci elden hatmettim. hayatımda içtiğim ilk birayı da yanlış hatırlamıyorsam yavuz ile beraber içmiştik. ben içememiştim gerçi iki yudumdan sonra. *

    istanbul'daki o kış konserlerine yaş sebebiyle giremedim ama ertesi yaz yani 1993'te yine beyaz ev'in gediklisi olmuştuk. hem bu sefer yavuz da ekibi toplamış ve blue blues band ile çalmaya başlamıştı. biz de sadece iki kişi değil 7-8 kişi gidiyor ve resmen ders niteliğinde izliyorduk yavuz'u. keyifler yerindeydi yani.

    1995'te artık kapıda kimlik sorulmadığında istanbul'da da girebilmeye başlamıştım programlarına. piyasa küçük, gitar çalan az olduğu için yavuz ile sohbet etmeye ve görece tenha olan programlarında uygun olduğu zaman barda beraber bira içmeye de başlamıştık. yavuz, çekingen bir genç adamdı ve her çaldığı akşam modunda olmuyordu. bazen grup arkadaşlarıyla kulise geçiyordu programa ara verdiğinde. bazense barda yalnız takılıyordu. kimseyle muhabbet etmek istemediğini iki cümlede anlayabiliyordunuz. benim şansıma ben genelde keyifli zamanlarına denk gelmiştim. hatta bir defasında "yavuz sana bira ısmarlayabilir miyim" dediğimde, "sen niye ısmarlıyorsun ben zaten burada çalıyorum. ben sana ısmarlıyorum" demişti gülerek. 50'lik şişko bardak bir efes istemişti. o akşam, gördüğüm en keyifli yavuz çetin'di. 5-6 yıl sonra aramızdan ayrılacağını bilsem o bardağı saklardım.

    1996 yılında yavuz çok güzel bir amfi almıştı: daha türkiye'ye yeni gelen bir seriden seçmişti amfisini: peavey classic 30. aynı amfinin daha büyük olanı duman'ın gitarcısı batuhan mutlugil'de de var hatta. yanlış hatırlamıyorsam o seriden ülkemize o sene 5 6 adet gelmişti. biri batu'da, birini yavuz almıştı. amfilerden bir tanesini bir caz gitarcısı almıştı adını hatırlayamadığım. bir de aynı serinin farklı bir versiyonu gelmişti delta isimli. onu da bir başka gitarcı almıştı. o delta modeli amfi de piyasada baya bir barda kullanılmıştı. sürekli denk geliyordum. ama batu ve yavuz'un seçtikleri en güzel iki modeldi.

    yavuz bir süre mojo, jazz stop ve jazz bar'da bu sarı peavey classic 30'u kullanmıştı. hatta blue belgeselinin açılışında amfiyi yavuz'un odasında görebilirsiniz. yanlış hatırlamıyorsam 1997'de yavuz fender twin reverb almak için amfiyi satışa çıkartmıştı. ben de o sene bilgi üniversitesi'nde okumaya başlamıştım ve yavuz'un izinden ben de istanbul barlarında çalmaya başlamıştım. bir yandan da pera jazz okulunda gitar bölümüne gidiyordum haftada 2 gün okul çıkışı. ama düzgün bir amfi bulamıyordum zevkime göre.

    tam da o sırada yavuz'un amfisini satacağını duydum. sarı peavey, benim kadıköy'de zamanında stajerlik yaptığım bir gitar dükkanına (şimdinin bira fabrikası olan dükkan) satılığa çıkmıştı. dükkan sahibi benim gitar hocam olduğu ve yavuz'u çok sevdiğimi bildiği için ilk ve sadece beni aramıştı. o dönem ev telefonu vardı bende sadece. şansıma dükkandan aradıklarında evdeydim ve haberi duyar duymaz resmen uçarak dükkana girdim. yavuz ile dükkanda da karşılaştık. selamlaştık. amfiyi almaya geldiğimi söyledim. o da fender twin aldığını o yüzden mecburen sattığını anlattı vs.

    neyse o gün aldığım peavey classic 30 halen daha yanımda ve aktif şekilde kullanıyorum.
    dile kolay 23 sene olmuş amfiyi alalı. uzun yıllar binden fazla işte kullanmışımdır. zamanla yoruldu ve eskidi bu sarı amfi. düğmeleri döküldü. ısparta'da bir konser sırasında voltajdan dolayı tüm devreleri yandı. normalde çöp olması gereken amfiyi iki amfi parası verip restore ettirdim amerika'dan orijinal parçalarını getirterek.

    uzun uzadıya yazdım. ama işim gereği richie kotzen, slash, joe satriani, andy timmons, steve vai vs kim varsa canlı izleyip tanıştım. hem yurt dışı hem yurt içinde vip workshop'lara vs katıldım. dünyadaki en iyilerin arasındaydı yavuz çetin. eğer yaşasaydı ülkemizin tim pierce'ı olacaktı net şekilde.

    benim için yavuz'u en iyi anlatan kayıtlı performansı, deniz arcak'ın bırakın beni şarkısının sonunda doğaçlama çaldığı solosudur. canlı performansı buradaki kayıtta çaldığı gibi inanılmaz akıcı ve muazzam bir dinamik içerirdi yavuz'un.
    şu karantina günlerinde kendisini anmış oldum. son 4 saattir o amfiyle gitar çalıyordum aklıma geldi. huzur içinde uyusun.

  • gece uyandığınızda ulan nerde ki bu, üstüne basmayayım diye yürürken salonun camından sessiz sakin şekilde dışarıyı seyrettiğini gördüğünüzde alıp sıkıca sarılıp içinize katmak istediğniz dosttur.

    ulan uyandıysan uyandırsana oyun oynayalım. sıkılmıyor musun öyle...

  • yolcu: hani ötüyodu bu kapı? bakın kemerle geçtim farketmediniz bile. demek ki işe yaramıyo!

    polis: ucuz kemerlere ötmüyo beyfendi!

    (bulaşmamak lazım gelir vesselam)

  • bu kadar yüksek sayıda mülteci ya da sığınmacı olmaz zaten. bunun adı olsa olsa işgaldir. ki bunlar resmi rakamlardır. kayıt dışı olanlar da eklendiğinde, durumun vahameti daha net ortaya çıkacaktır.

    türk milleti çok vahim bir tablo ile karşı karşıyadır. bu sessiz istilayı halen normal göstermeye çalışan, konuyu ırkçılık düzlemine çekerek ucuz siyaset peşinde koşan çevrelere gereken ders verilmelidir.

  • kendisini savunan kişi an itibariyle chainard.

    haliyle, kenarda bu başlık için birkaç yıldır bekleyen entrylerimi sildim. düştüğü nokta bu. chainard savunuyor adamı, ahah.