hesabın var mı? giriş yap

  • ibb başkanı olarak kendilerinden olmayan birini seçen istanbulluları cezalandırmak için alınmış bir karar.

    yazık günah be yeter artık! inin vatandaşın tepesinden!!!

  • bitirdiği bölümle alakalı bir işte çalışamayan onlarca insandan biriyken, tam da deneyimsiz insanları işe alıp eğiten bir seyahat acentası bulmuştum ikda. hemen başvurdum tabi. görüşmeye çağrıldığımda elime o sayfalar uzunluğundaki başvuru formlarından biri sıkıştırıldı.
    formu doldurup bekleme odasında diğer insanlarla kanka olacak kadar uzun süre oturup, yaklaşık 8 ayrı görüşmeden geçtikten sonra; genel müdürün karşısına çıkmaya hak kazanan sınırlı sayıdaki insandan biriydim.
    müdür sıfatını taşıyan adam, önce uzun uzun başvuru formumu inceledi. 3-5 genel sorudan sonra sordu:
    "baban ne iş yapıyor"
    kitapçık halindeki başvuru formunda tabii ki aile fertlerinin adları, meslekleri, bitirdikleri okul gibi sorular da mevcuttu ki; o zamanlarda takriben 8 sene önce ölmüş babamın adından başka bişey yazmak saçma olurdu forma.
    "babamı 8 sene önce kaybettik efendim"
    "hmm. başınız sağolsun.ne iş yapardı"
    "heykeltraştı"
    "nerden mezundu peki"
    "tatbiki güzel sanatlar"
    "deden ne iş yapardı "
    (allah allaahh. adam sülalemi araştırmaya başladı...)
    "ressamdı efendim"
    "tabii yaa. doğru"
    (ne ki şimdi bu?)
    "vay bee. vefat etti demek.
    (nası yani??)
    ...biliyo musun biz senin babanla arkadaştık. hatta bi ara beraber bir serigrafi atölyesi bile açmıştık"
    !!! (dumur)
    "ciddi misiniz? ne zaman?"
    "78-79 seneleriydi. daha bitirmemişti baban okulu. sonra çok iş yapamadık kapattık. nası vefat etti peki?"
    " şimdi şööle ki...."
    muhabbet burdan sonra uzar, gider. işle ilgili tek bir cümle bile kurulmaz. ne nerde okuduğumla ilgilenir, ne amaçlarımla ne de ideallerimle - babamın eski arkadaşı. iş görüşmesi yerini eski günlere yapılan bi yolculuğa bırakır. gitme zamanının geldiğinin hissedildiği anda iki tarafın da gözleri yaşlı, sesleri tirektir.
    teşekkür edip ayrılmak için kalktığımda gözünden sevinçle karışık üzüntü okunur müdür insanın. bense çıktıktan sonra muhasebesini yaparım babamın o eski ama hayatını kariyer uğruna sanatından mahrum bırakmış arkadaşıyla; istediği gibi yaşayıp bu dünyadan göç etmiş sevgili babamın hayatının...

    yıllar sonra gelen edit: arada hikayenin sonunu merak edip işe başladın mı diye soranlar oluyor. cevabım hayır çünkü mevzu bahis yerden haber geldiğinde, başka bir yerde çalışmaya başlamıştım bile çoktan..

  • yavaş ol şampiyon onu yapan kendi çocuğun bile olabilir. bu kadar değer vermeyin eşyaya.

    şimdi şöyle bir anımı anlatayım.

    üç kuruş fazla olsun kırmızı olsun deyip x markanın en janjanlı paketini aldım.
    araba kırmızı ışıl mı ışıl yanıyor. ilk arabam olması nedeni ile ayrı bir sevgi besliyorum ona.
    park ettiğimde mahallenin çocukları etrafına toplanır arabayı incelerdi. hatta tanımadığım
    insanların gelip satıyor musun fiyatı nedir? gibi sorularıyla karşılaştım. hafiften gururum okşanmadı değil.
    hayır bana ne oluyosa beğenilen araba ama g.tü kalkan ben. gerçi arabam hatchback di haliyle oda g.tü kalkık sayılır.
    neyse konuya gelelim. günlerden bir gün çok sevgili arabamın yanına doğru yaklaşınca arabada bir gariplik olduğunu fark ettim. iyice yaklaştım. arabanın sol tarafı boydan boya tabloya dönüştürülmüş.
    evet bildiğiniz tablo. bildiğiniz ev resmedilmiş, el ele iki çocuk, dereye benzer bir kazıntı, sonra bob abinin dediği gibi şurada bir ağaç olsun diye düşünülüp derenin kenarına ağaç yerleştirilmiş.
    derenin evin kapısıyla birleşmesi bir sürrealist çalışma gibi geldi bana.
    kan beynime sıçradı resmen. nasıl ya kim neden yapmış derken. komşunun 4 yaşındaki oğlu mehdi'yi elinde demir çubukla arabanın bir kaç metre ilerisinde gördüm. her şey anlaşılmıştı. bizim komşu ressamlığa heves etmiş bunu da benim arabam üzerinde denemiş.
    itiraf etmeliyim ki o yaşa ve ilk denemeye göre oldukça başarılır bir eser çıkarmıştı ortaya. çocuğa baktım dövsen dövülmez, sövsen sövülmez.
    sen mi yaptın sorusuna hayır cevabı aldım. ama elindeki suç aleti onu yalanlıyordu.
    neyse boynumu büküp arabaya bindim.
    sonra o çok sevdiğim arabanın komşu çocuğunun sanat sevgisinden daha önemli olmadığına kanaat getirdim. ertesi gün bizim ufaklığı yakaladım. bir daha yapacak mısın dedim, hayır abi söz yapmıycam dedi.
    ve bir daha da yapmadı gerçekten.
    bende bizim minik mehdi'nin hatırına onun eserini boyatmadım.
    araba perte çıkana kadar 4 yaşındaki sürrealist ressamın tablosuyla dolaştım.
    kim bilir belki de o kazadan sağ çıkmam kırmadığım o küçük kalbin duası sayesinde oldu.

    şimdi bir araba için sövüp sayan bu zat-ı muhtereme söyleyeceğim şey; eşyaya bu kadar değer verme.
    bir kaza geçirirsin gelen keşke mala gelseydi dersin.

    ve ayrıca kim bilir belki de bizim küçük mehdi ile komşu olmuşsundur ve o çizikler asıl tablonun sadece başlangıcıdır.

    edit:imla

    tanım: mahallenin dahi çocuğu

  • "@mutewwit: osmanlı zamanında, metrobüs duraklarındaki iade makineleri akbil basılınca ötmezmş. öyle ki fakirler mahcup hissetmesin. inceliğe bakar mısn?"

  • şanlı türk ordusunun korkusuz askerlerinin kaybettiği prestij kadar hiçbir şey değer kaybetmemiştir bu ülkede.

  • dil yapısına göre milletleri tasnif etmek pek sağlıklı olmasa da dil yapısı göz önüne alındığında yazarın haklı olabileceği bir durum.

    kelt dilleri germen dillerinden etkilenen diller değiller. zira irlanda'da konuşulan kelt dilinin yanı başındaki ingilizceye değil de binlerce km ötedeki farsça ile daha çok benzerlik taşıması bunun en büyük örneğidir. yine fransızcanın farsça ile benzerliğnin almanca ile benzerliğine eşit olması da bu savı destekler. nedeni uzun bir açıklama gerektirdiğinden değinmeyeceğim. ancak fransızcanın oluşumu yapı olarak latince, telaffuz olarak ise kelt dilleriyle yakından ilişkilidir.

    franklar galya topraklarını istila ettiklerinde yönetici sınıfı franklardan oluşmasına rağmen frank kültürü ve dolayısıyla germen kültürü galya üzerinde baskın kültür olamadı. baskın kültür roma dolayısıyla latin kültürü oldu. bu nedenle frank kralı şarlman kendini ve imparatorluğunu roma'nın devamı saymıştır. ki o dönemde frank yöneticilerin diğer avrupa ülkelerine göre daha erken uluslaşması ve güçlü bir birlik kurmaları bu roma kültürünü devam ettirmelerinden kaynaklanır.

    ancak bu süreçten sonra uzun bir dönem galya frank toprağı olarak kabul edildi. bu 17. yy'a kadar sürdü. 17 ve 18. yy fransa imparatorları fransa'da romayı tekrar canlandırmak adına sezar'in fetihlerini resmetmeyi teşvik etmişlerdir. bu resimlerden en önemlisi vercingetorix'in at üstünde mağrur bir şekilde sezar'a teslim olduğu resimdir. burada amaç roma'nın şanını vurgulamak ve fransa'da roma'nın izlerini halka göstermek iken hedef amacından sapmış, resimdeki getorix mağrurluğu ona fransa'da sempati kazandırmış ve yıllar sonra getorix ve galyalıların fransa'nın bir parçası olduğu kabul edilmiştir.

    sonuç olarak fransa latindir. tıpkı rusların viking kanı taşımalarına rağmen slav kökenli olmaları gibi.

  • dunyada bircok sehirde koruma altında olan, yeni bina yapımına izin verilmeyen turistik bölgelerdeki eski şehir kavramının ülkemizde ne yazık ki bölük pörçük olması durumu.
    istanbul için tarihi yarımada 100 sene önceki haliyle korunmuş olsaydı, sultanahmet, topkapı, haliç, fatih suriçi bölgeleri eski görünümünde olsaydı nasıl olurdu acaba?
    medeniyetler beşiği anadolu coğrafyasında her yer gecekondu. göz kanatan mimari, izinsiz kacak yapıyla dolu.

  • şimdiki halini almasında rolü olan insanlar hiç aklınızın ucundan geçmeyecek yaratıcılık ve cesaretlerde bulunmuşlardır.

    öncelikle 1898'de wright kardeşler bisikletleriyle uçması gereken bir nesnenin nasıl hareket etmesi gerektiğini keşfetmişlerdir. tıpkı bisiklet gibi sağa sola yatabilmeliydi. tabii ki bu sonradan x-y-z düzlemlerini destekleyecek şekilde aşağı yukarı da inebilmeliydi. bisikletten akıllarına gelmesi çok şaşırtıcıdır.

    sonrasında 1920'ye kadar uçaklar şimdiki kadar yüksek uçamazdı ve ilk defa amerikan ordusunda görevli bir test pilotu (binbaşı rudolph william schroeder), ben bugüne kadar çıkılmış en yüksek yükekliğe çıkacağım diyor ve o güne kadar everest'in tepesinden (8,8 km) daha yüksek bir seviyeye çıkabilmiş hiçbir uçak ve pilot olmamıştır. o zamanlar uçaklar şimdiki gibi kabin halinde değil, üstleri açık, bu nedenle yukarıdaki doğa şartlarından direkt olarak etkileniyorsunuz.

    işin tehlikesi de doğa şartlarıdır. yukarıya çıktıkça oksijen seviyesi düşüyor, sıcaklık aşırı düşüyor (-60 santigrat), ve yaşanmaz hale geliyor. schroeder, 7 mil yüksekliğe çıkar (11 km), fakat muhtemelen çıkışı kolay olmamış olacak ki oksijen eksikliği için yanına aldığı oksijen tüpleri biter. hortumunu çıkartır, yüzünü gözünü açar ve -60 derecede göz bebekleri anında donar. schroeder bayılır ve uçak düşüşe başlar. uçak 6 mil (9 km) düştükten sonra oksijen seviyesi de yeterli olduğundan pilot ayılır ve yere inmeyi başarır. o güne kadar çıkılmış en yüksek noktaya çıkmıştır, hem de kabinsiz olduğu için basınç ve sıcaklık dengelemesi yapamayan bir açık bir uçakla.

    schroeder 'in bu denemesinden sonra amerikan ordusu işe koyulur ve şimdiki gibi alüminyum kabinden oluşan uçakları yapmaya başlar. alçak basınçtan korunmak için, yeni kabin basınç dengesini motorlara giren yüksek basınçlı havayı nemli şekilde içeri verir ve yolcular hiç yerden ayrılmamış gibi hissederler.

  • ona aslında bölge abisi olduğunuzu, bizzat feto'yu pensilvanya'da birkaç defa ziyaret ettiğinizi, aslında abd'de basılmış bir kitabı türkçe'ye çevirip rahatça diploma aldığınızı, her gece teheccüde kalktığınızı, gerçekte solak olduğunuzu ama yemeği sağ elle yediğinizi, said nursi'nin risalelerini sözlüksüz okuyabildiğinizi, hepsini geçtim bu özelliklerinizin hiçbirinden bahsetmeyi sevmediğinizi söyleyin. hüngür hüngür ağlayacaktır.

  • tarih konusunda sıkça sıçan bir trollün yeni yumurtlaması.

    1- 19 mayıs'ı atatürk bayram ilan etmiş.

    19 mayıs'ın bayram olma önerisi ilk kez 1936'da yani 1919'dan 17 yıl sonra beşiktaş jimnastik kulübü' adına kulüp kurucularından ahmet fetgeri aşeni tarafından önerildi, 20 haziran 1938'de bayram olarak yasalaştı. ayrıca ilk yasalaştığında adı gençlik ve spor bayramı'ydı, atatürk'ü anma kısmı 1981'de eklendi.

    başlığın dayandığı teori çöktü ama yinede devam edeyim.

    2- kurtuluş savaşı'nda ege'nin bir kısmını kurtarmak dışında başarı yokmuş.

    yeni kurulan sovyetlerle anlaşarak silah ve cephane alan, doğu'yu ermeni işgalinden kurtaran kazım karabekir'in, güneyde fransızları yenen kuva-yi milliye'nin komutanı olan kişide senin dedendi zaten. italyanlar da çok sıcakmış buralar deyip gittiler. istanbul'a demirleyen ingiliz gemileri vardı hani şu atatürk'ün geldikleri gibi giderler dediği gemiler. ne oldu sonra o gemilere ?

    3- atatürk samsuna çıkmadan önce yurdun dört bir tarafında direniş hareketi başlamış, atatürk bunların üstüne konmuş.

    güneyde ilk direniş 15 aralık 1918'de hatay dörtyol'da, batı'da ise 15 mayıs 1919'da hasan tahsin'n ilk kurşunuyla başlamış. diyelim ki isyanlar çok önce başladı, lan bunları örgütlemek kolay mı ? şimdi bizi yöneten senin dünya liderin dediğin adam 2013 yılında elinde o kadar imkan varken istihbarat alamıyor, şehrin göbeğinde bomba patlatıyorlar. üstüne suçu bizim 30 sene gerimizden gelen suriye'ye atıyor. atatürk'ün karşısında güneş batmayan imparatorluk denilen ingiltere gibi fransa, italya gibi ülkeler vardı. 100 yıl önceden bahsediyoruz. adam telgrafla yurdun dört bir yanını örgütlemiş, komuta etmiş.

    4- atatürk en ufak fırsatı bile değerlendirip, tek adamlığını sağlamlaştırmış.

    vahdettin istanbul'da sarayında oturup ingilizlerin kendisi hakkında ne yapacağını düşünürken, enver paşa batum'da harekete geçmek için mustafa kemal'in başarısız olduğu haberini beklerken çok zor olmasa gerek atatürk'ün tek adam olması.