hesabın var mı? giriş yap

  • resmi gazetede yayınlanan karara göre, türkiye'deki gazzeli üniversite öğrencilerinin lisans ve önlisans parasını devlet karşılayacak.

    görsel

    türkiye'de en zor şey türk olmak

  • insanı dayak yemekten beter eden bir ki-duk kim filmi daha. bu kadar durağan filmler yapıp içine stres katmak (heyecan, gerilim, tutku vs yani) nasıl bir yetenektir aklım almıyor. diğer filmlerine göre biraz daha sembolik, daha kapalı geldi bana. bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom gibi görselliği önplandaydı ama onun kadar şiirsel değildi. yine de ki-duk kim'in filmlerinin oluşturduğu mozaikte güzel bir film olduğuna inanıyorum. özellikle balıkçılara kapak bir film gibi:)

  • otuz dörtlük abla olarak kısaca özet geçmek istiyorum,

    o çok sevdiğiniz öldüğünüz, bittiğiniz eski sevgili var ya unutacaksınız onu. lütfen mesaj atmayın, aramayın. yeniden barışmaya çalışmayın zaten barışsanız da yine kötü bitecek. gururunuzu daha fazla ayaklar altına almayın zira her şey bitecek sel gidecek kum kalacak. kalan kum sizin gururunuz olacak

    o veremediğiniz üç kiloyu verin üzerinizden yük gitsin

    çok okuyun, çok dinleyin, çok gözlemleyin, az konuşun

    ön yargılı olmayın, insanları tanımaya çalışın

    borç vermeyin, kredi kartınızı da vermeyin. trilyonlarla oynayan banka güvenmemiş adama/kadına kredi/kredi kartı vermemiş sen bankadan daha mı zenginsin ona borç vereceksin. illa da vermek istiyorsanız o paranın geri dönmeyeceğini düşünün o şekilde paranızı verin

    özel yemekleriniz olsun, güzel bir akşam yemeği pişirebilecek bilginiz olsun, bir de ev işlerinden hoşlanmıyorsunuz (zaten kimse sevmiyor) ama bir işin nasıl yapılacağını bilin istemiyorsanız yapmayın

    güzel yüzünüzün kıymetini bilin onu 7/24 kilolarca makyaj ardına gizlemeyin

    anneniz sağ ise kıymetini bilin, ölmüş ise zaten kıymetini anlamış oluyorsunuz...

  • ne intel ik ne de kapitalizmin bu oyunda suçu yok.

    psikopat yıllarca ailesinden ve arkadaşlarından kendisini saklayabildiyse yılda bir kez görüştüğü ik dan tabii ki saklar.
    iyi okullarda okumak, çok para kazanmak, aileden sevgi görmek psikopatlığı geçirmiyor, belki fakir ve eğitimsiz bir insana göre daha iyi sakladığı için farkedilmeden yaşamasına yol açıyor ama kesinlikle yok etmiyor.

    öte yandan intel, samsung, unilever gibi şriketlerin şahısların psikopatça tavırlarını başarıya giden yol olarak görüp destekledikleri de bir gerçek.
    uzun yıllar samsung , unileverin belli markaları, mastercard vs bakan ajanslarda çalıştım. müşterilerimin ortak özelliği kendilerinde diğer insanları rahatsız etme hakkı olduğunu sanmalarıydı.
    kaba olmak, başkalarını kırmak, olmayacak bir işi zorlamak, mesai saatleri dışında taciz edercesine aramak onlar için “utana sıkala” yapılan eylemler değildi, aksine başarı göstergesiydi.
    yani 23.45 de revizyon için aramak “adanmışlık”, 1 iş parasına 3 iş çıkartmak için karşı şirketi tehdit etmek “iyi pazarlık” , ekibindeki bir insana kafayı takıp onu insanların önünde rezil edercesine sürekli yermek “liderlik”.
    hal böyle olunca ahlaksızca hırsı insanlar başarılı oluyor, makul insanlar ise alt kademelerde yer alıyor çünkü adamın / kadının patronu çıkıp “evet haklısın gülsu çalışması çok zor ve problemli ama sayesinde 2 liralık işi 1 liraya ve 5 hafta yerine 4 haftada bitirdik o yüzden şirketimiz için değerli bir “asset” “ diyebiliyor. yani ahlaksızlık, tehdit, kabalık şirket çıkarını sağladığı sürece ödüllendiriliyor, böyle olmayanlar “vasat” olarak kalıyor...

    cihan açarmana geri dönersek.
    hırslı ama vasat.

    kimse alınmasın 1999 yılında bilgi üniversitesine girmek dünyanın en kolay şeyiydi, öss den barajı geçmeniz bile yeterli oluyordu neredeyse (açıkçası bizim okulda bilgi 2003-2004 yıllarına kadar öss de istediğini kazanamayanların gittiği okul olarak kaldı.) o nedenle 1999 yılında bilgiyi kazanmış birisine akıllı diyemeyeceğim, ortaokul-lise eğitimini yazmadığına göre vasat bir okuldan. robert, alman vs olsa onu da büyük harflerle yazardı mutlaka.

    mutluluğu bile “türkiyede en mutlu ilk 10 aile arasında girerdik” diyerek sıralandıran manevi derinlikten yoksun bir babanın verdiği hırsla yaşamış. düşünsenize mutluluğunuzu bile sıralandırmanız gereken bir ortamda büyüyorsunuz...

  • kur'an'da 42 yerde allah,elçisi ve diniyle alay etmek geçer.hüküm şu:oradan uzaklaş, orada oturma (6/en'am 68). nasıl öldürürsünüz?

  • bu tam da yazdığım 300. entry olacak.
    uzun süredir beklettiğim bir no. 300 vardı ama bir şeyler yazmadan da durmak saçma geliyor ara ara. 301'de yazarım, 302'de olur, 303 belki ama yazarım.

    bugün oğlumu okuldan aldıktan sonra sohbet muhabbet gırla yürüyoruz. hikaye şöyle ilerliyor;

    - baba, tüm babalar erkek değil mi?
    + evet oğlum
    - tüm anneler de kız değil mi?
    + evet babacım
    - ama çocuklar kız ve erkek olabiliyorlar değil mi?
    + evet babacım.
    konuyu bir yere getirmek için bir girizgah yaptığını da anlıyorum, yüzünde konuyu buraya getirmenin verdiği gurur da var ( yaş üç buçuk falan)

    - ben de baba olacağım büyüyünce
    + kimin babası olacaksın?
    + kimin babası olmak istiyorsun?
    - senin ( piç gülüşü var burada)
    + ne yapacaksın benim babam olunca
    - seni gezdireceğim, seninle oyun oynayacağım, piyano çalacağım, sana bir şeyler öğreteceğim.

    susuyorum
    çünkü muhabbeti devam ettirirsem ağlarım.

    benim ona yapmaya çalıştığım her şeyi, bana yapmak istiyor, aklındaki babalık sınırları bunlar ve belli ki keyif alıyor, ben keyif alayım diye de bana uyguluyor...

    seni seviyorum dese...
    ya da demese...
    ne olur ki?
    şu minicik zekanın, karşılıksız ve sadece sevgi içeren şu cümleleri aleni seni seviyorum'dur.
    bu dünyayı elbet garipler de yakar ama babaları da es geçmeyelim lütfen.

  • amerika'da zencinin biri pasaportunu kaybetmis. tam da turkiye'ye tatile gidecegi gun. aksilik bu ya...
    uçagi kaciracak, kara kara düsünürken yolda bir pasaport bulmasin mi ?!..
    hemen almis yerden, bir bakmis ki leanardo di caprio'nun pasaportu.. "ne olursa olsun" demis ve sansini denemeye karar vermis.
    çikarmis leonardo'nun fotografini, kendi fotografini yapistirmis.. uçmus türkiye'ye.
    atatürk hava limaninda görevli gümrük memurunun karsisina geçmis.. kim olabilir memur.. tabi ki temel... :-)
    almis pasaportu eline temel adamin ismine bakmis :
    ''leonardo di caprio", fotografa bakmis, bir zenci.
    adama bakmis ayni zenci... bir kaç saskin bakistan sonra
    temel obur masaya seslenmis,
    ula cemal, bu titanik batmis miydi, yanmis miydi?"

  • güzel bir ilk bölümle sezonu açmış dizimiz.

    --- spoiler ---

    son sahnede yılmaz ve örgüt lideri arasında geçen konuşmada çok hoşuma giden bir şey fark ettim. yılmaz, örgüt liderinin övgülerine kapılır gibi olduğu sırada kafasında ilkkan'ın sesi yankılandı. ilkkan'ın yılmaz'ı övdüğü çeşitli anlardan cümlelerin yankılanmasıyla gerçeklere dönen yılmaz, örgüt liderine posta koydu ve ilkkan'ı kurtarmaya gitti. bu sahne üzerinde biraz düşünmek istiyorum. yılmaz ve ilkkan birbirlerinin en yakın arkadaşı. ilkkan bir şekilde bir örgütün eline düşüyor ve bu duruma göz yummayan yılmaz, ersoy'u da alıp ilkkan'ı kurtarmaya gidiyor. sonra aynı örgüt yılmaz'ı ele geçirmeye çalıştığında ise yılmaz'ı kurtaran şey ilkkan'ın cümleleri oluyor. bu sahnede arkadaşlıklarının kuvvetine şahit oluyoruz. bu çok güzel. ama bir şey daha var ki acayip hoşuma gitti.

    örgüt lideri yılmaz'ı överken yılmaz, ilkkan'ın övgü dolu cümleleriyle gerçekliğe döndü. sonrasında örgüt lideri “ben iradesi senin kadar güçlü birini görmedim” minvalindeki cümleyi kurdu ve yılmaz da ona “ama ben senden daha etkileyici şekilde öveni gördüm” gibi bir şey söyledi -kastettiği kişi ilkkan'dı-. ilkkan'ın övgü cümleleri eşi benzeri bulunmaz cümleler değildi aslında. ilkkan'ın cümlelerinin yılmaz'ı etkilemesinin sebebi ilkkan'ın onun en yakınlarından biri olması ve yılmaz'ın ilkkan'a gerçekten değer vermesi. hem ilkkan'ın kendisini tanıdığını biliyor hem de kendisi ilkkan'ı tanıyor ve nerede samimi olup nerede olmadığını anlayabiliyor. dolayısıyla ilkkan'dan gelen övgü'nün bir anlamı ve değeri var. yılmaz arkadaşları tarafından sık sık yobaz olmakla itham edilse de kendi içinde oldukça tutarlı bir karakter ve anlamlı bulmadığı hiçbir şeyi kabul etmiyor.

    övülmek, iltifat almak dünyadaki birçok insanın zaafıdır muhtemelen. insan kendini tanıdıkça yani büyüdükçe, gelen övgüyü karşılamayı ve yönetmeyi öğreniyor. bunu öğrenirken de en büyük yardımcıları samimiyetle bağ kurduğu yakınları oluyor. bu bölümde yılmaz ve ilkkan'ı kurtaran şey aralarındaki bağın kuvveti oldu bence.

    ayrıca bu bölüm üç karakterimizi de artık net bir şekilde tanıdığımız bir bölüm oldu. örgütün eline düşen karakterin ilkkan olmasına şaşırmadık çünkü ilkkan çizmeye çalıştığı aklı başında, olgun ve tutarlı karakterin aksine çelişkilerle dolu ve bu çelişkileriyle yüzleşmekten kaçınan bir karakter. yazı boyunca ersoy'dan hiç bahsetmedim çünkü bence ersoy henüz ilişkiye tam manasıyla dahil olmuş değil. çocuksu, sorumluluk almayan ve ilkkan ya da yılmaz'ın sözünü dinleyen bir konumda. dolayısıyla, örneğin ilkkan ve yılmaz kavga ederken ersoy ikisi tarafından da azarlanan ama aynı zamanda merhamet de gösterilen bir yerde duruyor ya da yılmaz'la birlikte ilkkan'ı yermek ve övmek üzerinden yaptıkları planda aşırıya kaçıyor çünkü sınırlarını bilmiyor. örgütün eline ersoy düşmüş olsaydı bölümün cazibesi olmazdı çünkü ersoy bence henüz bir karakter değil. yanındaki kişiye göre şekillenen bir “tip”. bu sezon belki onun karaktere evrilişini izleriz.

    bu bölüm rolleri net bir şekilde gördüğümüz ve kendi adıma arkadaşlık üzerine bir kere daha düşündüğüm güzel bir bölüm oldu.
    --- spoiler ---