hesabın var mı? giriş yap

  • darısı bizim ülkemize.

    nüfus planlaması denen şey "çoğalmayalım kalabalık kötüdür" demekten çok daha öte bir şey. sonra her trafik ışığında arabana sopayla vuran suriyeli gelmesin diye dua eder durursun.

    helal sana sarı saçlı çapkın adam.

  • oruç tutmuyorum , yıllardır da tutmadım , niyetim de yok .ama tutan tutsun sanane !!! iki şorolo sokakta öpüşse "sanane kendi tercihi" diye höykürüyorsun , adam sırf allah'ının rızasını kazanmak için ,sırf inançları için bedenini şu yaz sıcağında açlığa yatırıyor. gık demeden gündüz de işinde gücünde çalışıyor. her ne adına olursa olsun inancı uğruna maddi bir karşılık beklemeden yapılan her eyleme ancak saygı duyulur. adamsınız kardeşler , allah kabul etsin orucunuzu.

  • bu günlerde insanlar sabahları uyanmak için cep telefonları veya çalar saat (benim gibiler her ikisine birden ihtiyaç duyar) gibi modern icatlara güvenirler. kişisel çalar saatlerin patendi 1847 yılında avrupa'da alındı ancak birçok yeni icatta olduğu gibi pahalıydılar ve bu nedenle de halk tarafından yaygın olarak kullanılmıyorlardı.

    ancak, insanların sabahları uyandırılma ihtiyacı her zaman mevcuttu. günümüzde bile çok fazla tolerans gösterilmeyen geç kalma o dönemlerde kendinizi bir anda işsiz olarak bulmanıza sebep olabilirdi bu nedenle de "knocker-up"lar (tıklayıcı diye kullansak yanlış olmaz sanki) devreye girdi.

    görsel - görsel

    _
    ingiltere'de benzer şekilde ortaya çıkan "zaman satıcılığı" konusunu şurada yazmıştım:
    ekşi şeyler
    _

    knocker-up'ların görevi 1970'li yıllara kadar kapı kapı dolaşıp uyandırılmak üzere kendilerine ödeme yapan kişilerin kapılarını ve pencerelerini tıklayarak onları uyandırmaktı.

    ilk başlarda müşterilerinin kapısını çalan knocker-up'lar bunun müşterilerin komşularını da uyandırıp şikayetlere sebep olması ve bazı kişilerin ödeme yapmadan komşusu sayesinde uyandırılması gibi problemler nedeniyle doğrudan ödeme yapanın camını tıklatma yöntemine geçmişlerdir. üst kattaki müşteriler için bunu uzun sopalar aracılığı ile yaptılar.

    içi boş çubuklar aracılığı ile müşterinin camına bezelye fırlatanlar da olmuştur.
    görsel

    ilk tıklatıcılardan biri kocası yaralandıktan sonra zorunlu olarak çalışmaya başlayan ancak ailesinin geçimini sağlayamayan bayan waters'dır. ilk müşterisi kendisini her sabah saat 03.00'te uyandırması için haftada yarım taç (2 şilin) ödeme yapan dökümcüdür. teklifi kabul eden waters'ın ilk yıl 30, beşinci yılın sonunda 80 ve en sonunda 95 tane düzenli müşterisi olmuştur.

    hangi müşterinin saat kaçta uyanacağını akılda tutmak tıklayıcıların karşılaştığı bir diğer zorluktu. bazıları müşterilerin evin dışındaki tebeşir ile yazdıkları uyanma saatini kullanır, bazıları ise her müşterinin evinin önüne hem müşterinin uyanacağı saat hem de kendi reklamlarını içeren tabelalar asardı.

    yürüyerek kaybedilecek zamanın önüne geçmek için her tıklayıcı müşterilerini küçük bir alanda seçmek zorundaydı. bunun çözümü ise birbirleri arasında takas yapmaktı. kendi bölgelerinden olmayan müşterileri kendi bölgelerindeki müşteriler karşılığında takas ederek iş modelini işler halde tutabildiler.

    1940 ve 50'lerde elektrik daha yaygın hale gelmeye başladıkça bu meslek de yavaş yavaş ölmeye başladı. birkaç tıklayıcı 1970'lere kadar faal kalabildi ancak sonunda teknolojiye yenildiler.

    kaynak: history daily

  • "ercan abi işe gideceği için kadının kim olduğunu öğrenememiş"

    kahraman da olsan mesai saatlerine uyacaksın.

  • izmir'in ilçelerinden birine gitmiştim iş için, belediye binasında hesap işleri odasını arıyorum, baktım küçük bir odada bir kadın oturuyor, daldım odaya ve sordum kadına, kadın aniden panikle dışarı attı beni. meğer belediyenin hoparlörlerinden anons yapacakmış kadın, bütün ilçe benim "hesap işleri ne tarafta acabağağağğ" sesimle çınladı. ulusa seslendim lan resmen, keşke anlamlı bir şeyler söyleyebilseydim.

  • çok az çocuk sevmemin nedeni olan çocuktur.

    iki yaşlarında ve yanında bir yetişkin olan çocuk yolda gidiyor ve yol üzerinde de kendini temizleyen sevimli bir kedi var. çocuk tekme savura savura yürümeye başladı. yanındaki kadın da "aa bak kedi" diyor ama çocuğun tepkisi aynı.

    o çocuk potansiyel bir kötü insan benim için. hiç öyle "aman da aman çocuk bıcı bıcı" diyerek sevimlileştiremeyeceğim. mimlendi benim için ve kötü bir insan olduğunda asla şaşırtmayacak beni.

    kaç tane aile uyardım böyle durumlarda. tepkileri de hep biricik çocuklarını savunmak oldu. onların çocukları çok iyi, onların çocukları kötü olmaz. uzaydan gelirler hep kötüler.

    aileler nasıl böyle bir şeye dikkat etmezler anlamıyorum. şayet o kadın çocuğu kenarda durdurup "aa yapma bak böyle sevilir" diyerek örnek olsa o çocuk da bunu öğrenebilirdi. bir sevgi ve güven gelişebilirdi hayvana karşı.

    ama yok, insan ne ki yavrusu ne olsun!

    edit: çocuk yetiştirmek bir sanat. yıllar sonra o çocuk kötü birisi olduğunda ailesinin "ya biz nerde hata yaptık?" sorusunun o bir parçacık cevabı işte burada yatıyor. o kadın tarihi bir fırsatı kaçırdın gitti. o çocuk o yetişkinin yönlendirmesini görmedi bilmedi. o kedi onun için tekme atılacak ve uzak tutulacak bir hayvan. o kedinin de bir yaşam hakkı olacağını idrak edemeyecek belki.

    herkes çocuk sahibi olamamalı. ehliyete bağlanmalı bu iş. bir çocuğun düzgün yetişmesine kendini adayamıyorsan yapmayacaksın. "öyle böyle büyür" demeyeceksin. merhamet yoksunu ve ileride toplumun defosu olacak bir varlık büyütüyorsun haberin yok.

    bir elçi olarak debit: (bkz: öğretmen kumru konak'a yardım kampanyası)