hesabın var mı? giriş yap

  • mal tribün liderleri nedeniyle maç boyu "bizim için antep'e de koy" diye bağırdığımız maç. he amk herkese koyduyduk bi antep kaldıydı.

  • lan bi yürüyün gidin. sözlükte mal olduğunu bilirdim de bu kadar mal olduğunu bilmezdim. nerede ikibinli yılların başındaki sözlüğün seviyesi, nerede kalitesi magmaya yaklaşmış bu ergen topluluğunun seviyesi.

    ulan hiç mi insan görmediniz. sıradan insan ya. sanki kendileri yalılarda yaşıyorlar da, işte bize gerçek hayatı hatırlatacak birisi diyorlar. ulan zaten bim'den çıkmayan adamsın. bu kadar mı eblehleştiniz. sanki metrobüslerde milletin ağzındaki soğan kokusunu ayırdedebilecek olan sizler değilsiniz.

    nesi güzel olm bu videoların. beyniniz akıllı telefon karşısında eriyip gitmiş, farkında değilsiniz. ondan bu kadar hipnotize oluşunuz bu boş videolara.

    yazık ulan vallahi yazık.

  • ırtibat kurduğum muhteşem ötesi, kanatsız melek, savaşçı ruh ; çok değerli onkoloji virtüözü sevgili (bkz: süalp tansan)'la irtibat kurdum az önce ve ilgileneceğini söyledi. kendisinin amerika boston üniversitesi'nde kürsüsü var. ınanın sevinç ve heyecandan elim titreyerek yazıyorum çok şükür.

  • sinemadansa evde yatar vaziyette izlenmesi gereken bir film. biraz izleyip karşısında uyuyakalınmalı, sonra uyanınca biraz daha ve biraz daha ve de bu işlem bir kaç kere tekrarlanmalı. filmin sıkıcı olduğunu söylemiyorum ama sinemada izlemek için fazla yorucu.

    herkesin kendine göre çıkarımlar yapmasını sağlıyor ayrıca. hakkında konuştukça yeni bir şeyler farkediyorsunuz.

    -charlie kaufman da http://nymag.com/…ment/2008/10/charlie_kaufman.html adresindeki röportajında da benzer bir şey söylemiş zaten:

    " i don't really talk about what the movie's about, because it's about what it's about to you...."

  • inerken sağınızı solunuzu kontrol edin. kollarda bacaklarda bi karışıklık olmuş mu? kolunuz başkasının koluyla karışmış mı? böbrekleriniz yerinde mi? sonra vay efendim bu bacak benim değil, vay efendim karaciğerimin teki yok filan demeyin.

  • benim bir kedim var. öyle kaprisli ev kedilerinden değildir. sizi görür görmez yere atar kendini, açar karnını ve bekler. ister ki sevilsin, okşansın.
    bazı günler bakar ki gelip onu yerde seven yok, kalkar oturduğum koltuğa gelir. önce boynumun arkasına burnunu sürter, saçlarımı koklar ve hoppp diye kucağıma atlar. çok da güzel mırlar, açar motoru tor tor tor...
    severim ben de kedimi, o kadar zahmet etmiş, ayıp olmasın derim. ama o sırada başka bir odaya gitmek isterim. karnım açtır mutfağa gitmek isterim, hava sıcaktır duş almak için banyoya gitmek isterim. isterim de isterim!
    peki kediyi o mutlu, huzurlu ortamdan çıkarmak onu üzmeyecek mi derim içimden. daralırım, kalbim sıkışır.
    düşünürüm ve sonra yavaş yavaş sevginin şiddetini arttırırım. dokunulmasını sevmediği yerlerine dokunur, koltuktaki yerini daraltırım.
    önce bir afallar, sonra bana kızar, bazen pati atar hatta dişlerini de kullanıp şiddetin dozunu kaçırır ve bir hışımla kucağımdan atlatıp kaçar.
    "gitme" derim ama gider.
    ilişkileri bu tek kelimelik cümle ile bitiririm ve benim bitirdiğimi kimse anlamaz. bana kızan olmaz.
    bu yöntemi ben keşfetmedim, bir zamanlar keşfedenin kedisiydim.

  • 1- laikliğin toplumun her alanına adapte olması
    2- düşünce özgürlüğünün toplumca kabul görmesi
    3- önyargılardan kurtulmak
    4- tipik ortadoğulu köylü kurnazlığı/köşeyi kolayca dönme yerine emeğin hakkıyla kazanma mentalitesi

    kısaca olacak iş değil. anca atom bombası atılıp özenle seçilmiş 1-2 milyon birey dışında kimse kalmaması gerekir.