hesabın var mı? giriş yap

  • saygı değmeyen vatandaş okur belki
    troll olduğunuz belli de gençler yalan ile beslenmesin diye yazalım

    * kuva-yi milliye ortak bir tepki olarak bir çok yerde başladı. organize hale getirildi, ordu kuruldu.
    * başta kalan tek düzenli ordu doğu anadolu'da kazım karabekir'indi. doğu'da milis güçten ziyade daha çok düzenli ordu hakimiyeti vardır. ermenileri bertaraf etmiş, batıdaki mücadelenin kafa olarak rahat yürütülmesini sağlamıştır.
    * güneydoğu'daki kuva-yi milliye'ye ekipman ve teknik destek yardımını ugandalılar yapmadı. ayrıca orada subaylar da vardı. bölgedeki kuva-yi milliye güçlendirildi ve organize edildi.
    * ege,marmara, karadeniz ve doğudaki rum ve ermenilere her türlü desteği veren batı ittifakıdır. karşında yalın bacak, tek başına, kendi imkanları ile mi yer aldı bunlar?
    * vali ile yönettiğini söylediğin yeri kurtuluş savaşından 100 yıl önce osmanlı kaybetti. ege işgali de osmanlı'nın kaybıdır. hesabını onlara sorarsın.
    *işgal edilen yerlerdeki paylaşıma göre de kaç düvel ile mücadele edildiğine bakarsın.
    * karşılıksız yardım almamak için açken bile rusya'ya buğday gönderip öyle silah alıp, zar zor düşman ile başabaş bir orduyu kurabilmek bir başarı iken, herkes işgal edilen yerleri kabullenip, elde ordu kalsın diye uzun vadeli direnişi savunurken ( öyle olsa yunan'dan ve diğerlerinden toprağı nah alırdın), ben bu ordu ile zafer alırım demek mucize gibi. çünkü o dönemki savaş şartlarına göre savunmayı kırman için düşmandan fazla olman lazım (1e 3 oranında olması lazım). ama sen anca başabaş bir ordu kurabilmişsin.
    * 200 yıldır savaş kaybeden, savunmada kalmayı öğrenen toplumu,orduyu bir de bu kadar güçlü bir ittifaka karşı savaşmaya ikna etmiş ve orduyu da hücum edecek zihniyete kavuşturmuşsun. 6 ay boyunca yerinden bile oynamaz denilen ihsaniye savunma hattını 1-2 günde yerle yeksan etmişsin.
    daha sayamayacağın bir milyon tane zorluk ve yokluk şartında zafer almışsın. girdiği topraktan çıkmayan, dönemin süper gücü ingiliz'i istanbul'dan atmışsın.sonrasında masada olabilecek en iyi sonucu almışsın.
    ama 100 yıl sonra baaaazı at organları çıkıp sana sallayabiliyor işte.
    batı uşağı, yunan hayranı feslinin izinden gitmeyin. bilgisizce de sallamayın.

  • 31 mart 2019 yerel seçimlerinde, chp'nin, dsp adayına giden oylar sebebiyle kaybettiği belediyelerin listesidir.
    normalde alanda görünürlüğü olmayan, sosyal medyada bile görünürlüğü olmayan fakat seçim gelince ortaya çıkıp aday gösteren dsp'nin sebep olduklarının bir kısmı şunlardır:

    silivri / istanbul
    mhp - 46.740 (volkan yılmaz)
    chp - 43.933 (özcan ışıklar)
    dsp - 6689 (selami değirmenci)
    kazanan ve chp/ittifak adayı arasındaki oy farkı: 2.807
    -----
    keşan / edirne
    akp - 18.429 (mustafa helvacıoğlu)
    chp - 18.406 (şenol yalı)
    dsp - 59 (yunus emre ergamalıoğlu)
    kazanan ve chp/ittifak adayı arasındaki oy farkı: 23
    -----
    çifteler / eskişehir
    mhp - 4.758 (kadir bıyık)
    chp - 4.750 (zehra konakçı)
    dsp - 21 (sevilay altaş)
    kazanan ve chp/ittifak adayı arasındaki oy farkı: 8
    -----
    pazarcık / kahramanmaraş
    akp - 17.901 (ibrahim ylmazcan)
    chp - 10.684 (haydar ikizer)
    dsp - 10.067 (kamil dalkara)
    kazanan ve chp/ittifak adayı arasındaki oy farkı: 7217
    -----
    aksu / antalya
    akp - 15.467 (halil şahin)
    iyi parti (chp ittifak adayı) - 12.473 (durmuş ali arslan)
    dsp - 11.506 (isa yıldırım)
    kazanan ve chp/ittifak adayı arasındaki oy farkı: 2994
    -----
    serik / antalya
    akp - 28.759 (enver aputkan)
    dsp - 24.777 (mehmet habalı)
    iyi parti (chp ittifak adayı) - 21.287 (yusuf mecek)
    kazanan ve chp/ittifak adayı arasındaki oy farkı: 7.472

    örnekle çoğaltılabilir fakat hiçbiri 1999 ankara seçimleri kadar unutulmaz olmayacaktır:

    ankara büyükşehir belediyesi
    fp - 541.515 (i. melih gökçek)
    chp - 512.083 (murat karayalçın)
    dsp - 169.490 (doğan taşdelen)
    kazanan ve ikinci arasındaki oy farkı: 29.432

    çankaya belediye başkanlığından büyükşehir belediye başkanlığına geçmeye çalışan doğan taşdelen, aday gösterilmeyince dsp'ye geçerek aday oldu ve ankara'yı melih gökçek'e teslim etti.

  • -hangi okul?
    --hacettepe...
    -maaşallah! tıp yani!
    --yok alman dili ve edebiyatı.
    -ankara üniversitesi mi?
    -- yuoo! hacettepe...
    - e tıp o zaman!?
    --hayır teyzecim almanca bizim...
    -ama hacettepe demedin mi?
    -- evet teyze doktorum ben
    -maaşallah! tü tü tü...

  • 1867'de polonya'nın varşova kentinde marya sklodowska adıyla dünyaya geldi. 1891'de fizik öğrenimi için paris'e geldi ve kendi döneminin en yüksek fizik derecesiyle sorbonne'dan mezun oldu. polonya'ya dönüp öğretmenlik yapmayı düşünürken, paris'te çalışan bir fizikçi olan pierre curie'yle evlenmiştir.

    becquerel'in yeni buluşuna zaten ilgi duyan çift, marie'nin doktora tezinin becquerel'in ışınlarının doğası ve kaynağı üzerine olması gerektiğine karar verdi.

    1898'de marie, doktora araştırmasından arta kalan vaktinde, eşiyle birlikte yeni bir element bulma konusunda labaratuvar çalışmaları yapıyordu. pekblend cevherini kimyasal bileşenlerine ayırdıklarında, bir değil, iki yeni element buldular. bu elementlerden ilki, polonyumdu*. radyum diye adlandırdıkları ve polonyuma göre daha radyoaktif olan ikinci elementin yalıtılması ise dört yıl sürdü.

    marie ve pierre curie maddi sorunlarla dolu bir hayat yaşıyor ve kötü koşullar altında çalışıyorlardı. polonyum ve radyumu arıtma işlemleri için daha büyük bir labaratuvar isteğinde bulundular ama geri çevrildiler. labaratuvar yanındaki terkedilmiş barakayı kullanmalarına izin verilmişti.

    1903'te marie doktora tezini sundu ve hemen ardından da marie ve pierre nobel fizik ödülü'nü aldılar. bu ödülü alan ilk kadındı.

    marie ve pierre curie çok yüksek ahlaki değerlere sahip insanlardı. radyum yalıtma yöntemlerinin patentini alarak bir servet yapabilecekken, isteyen her kişiye ve şirkete ellerindeki bilgileri rahatça verdiler.

    1904'te pierre sorbonne'da fizik profesörlüğüne atandı ve kendisine hayat boyu düşlediği gibi bir labaratuvar teklif edildi. ancak bu labaratuvarı görmeye pierre'in ömrü yetmedi. onun profesörlüğünü devralan marie, sorbonne'da profesörlük verilen ilk kadın oldu.

    marie curie büyük miktarlarda radyumla öyle çok çalışmıştıki, iş yaşamı boyunca aşırı dozlarda radyoaktiviteye maruz kalmıştı. aldığı radyasyon sonucunda lösemiye yakalanarak 1934'te öldü.

    *

  • benten.

    neymiş efendim abisi y.ö(6) çok ısrar etmiş kıramamışlar abisini. la olum çocukla çocuk olacak başka konu bulamadınız mı yav. belki bu adam mahalle delikanlısı olacak. benten diye delikanlı mı olur!!11

  • birisine sevmeyi öğretmek, bir film için "izle bak, çok seveceksin." demek gibidir ve önyargıları parçalamak fazla mesai gerektirir. benim duyduğum en güzel iltifatlardan biriydi: "bana sevmeyi sen öğrettin." başka da iltifat duymadım ya, neyse... şimdi pek dermanım yok ama, gençken çok cevvaldim ben. cevval de iyi bi şeydi sanırım. artık hiçbir şeyden emin olamıyorum. tahmini sultan süleyman'a döndük ak. kendisine de buradan selam ederim (süleyman'a değil lan), size en yakın arkadaşımı nasıl tavladığımı anlatacağım bu akşam. insan hiç en yakın arkadaşını tavlar mı? mecbur kalırsa tavlar, abicim. lise sonda, dershanenin ilk günüydü. soluk soluğa sınıfımı buldum. kesin binlerce kişiye sormuşumdur, yüzlerce sınıf gezmişimdir. ilk gününde bir yeri tek başıma bulmak, henüz gitmediğim güzel bir tatil beldesidir. bu yaz düşünüyoruz kısmetse. kimlerle mi? e arkadaşlarla. tek başıma nasıl bulayım oğlum?

    oturdum sırama, ilk dersi dinledim. isabetimi seveyim, öyle berbat bir yer bulmuşum ki tahta parlıyor, okunmuyor. "yanına oturabilir miyim?" dedim. gözler yalan söylemez sözlükçü. o kız bana, "ya git başka yere otur gerizekalı." der gibi baktı. bunun altında kalamazdım. ne mi yaptım? hemen yanına oturdum. tahta diyorum, parlıyor diyorum, kime diyorum? istikbalim söz konusu: odtü psikoloji yazıcam ben yea!

    oturdum oturmasına da, kız benle hiç konuşmuyor. benim iç sesim hiç susmuyor. hadi ders neyse de, asıl teneffüs geçmek bilmiyor. bir dakika. tersi olması gerekmiyor muydu? kafam çalışıyor. durumun farkına varıyorum. oğlum ben var ya, odtü'yü bile kazanabilirim. lafa tutuyorum bunu. oradan buradan sorular hazırlıyorum. su oluyorum, ateş oluyorum, göklerdeki güneş oluyorum. yok! yine de konuşmuyor benimle. "kaç kardeşsiniz?" diyorum misal, hani dese ki: "seni ilgilendirmez.", dünyanın en mutlu insanı olacağım. kavga çıkar abi en azından. parmaklarıyla 3 diyor soruma. "sen de var mısın aralarında?" kendimizi kardeşten sayıyor muyduk?

    "sen ortanca mısın?" diyorum misal, sonraki teneffüs. sen bilmezsin sözlük, küçük yüreğim basit bir ortak paydaya bütün servetini yatırmış da son çeyreğe girilirken hala güvenli takip mesafesini koruyor. ben ortancayım diyorum. sohbetimize nasıl bir katkısı olacaksa bunun, diyorum işte. büyük değilim ezilmedim, küçük değilim şımarmadım, ortancayım ben: al arkadaş yap diye.

    solaktı bu. bense salak. kelimenin her iki manasıyla da. hiç gocunmadım esasen. kollarımız birbirine değiyordu yazarken. "dirsek teması eheh." diyordum ben bu duruma; o ise, "az öte git." gitmedim. bilerek çarptım. bir gün, hiç yazmazken de çarptım. oradaydım çünkü. bunu unutmasına ihtimal bırakamazdım. en yakın arkadaşımın ilk tebessümünü sağ dirseğime borçlandım. hal böyle olunca, kulağımın arkasını görüp cennete gitme planımı yeniden gündeme aldım. isteyince oluyordu. çok güldük sonra. çok ama. gözünden yaş gelirdi, kalbi sıkışırdı. "n'olur sus." derdi. hiç susmadım. gülmekten ölen ilk kişi olabilirdi. istatistiklerin en güzeli olabilirdi.

    geometriden hiç çakmazdım. bana yardım ederdi. yaprak testi koyardım önüne. "hangi soru?" "sana şöyle bir kolaylık yapalım, istediğin sorudan başlayabilirsin. ben hepsine eşit mesafedeyim çünkü." mucizevi dikler indirirdi. benim hiç aklıma gelmezdi. halen daha da düşünürüm, ulan hiç onuncu kattaki bir evin bahçesi olur mu?

    telefonda konuşurduk saatlerce. bir gün kapatırken dedim ki buna: "bir şey unutmadın mı?" düşündü. bulamadı. unuttuğu şeyi bulamadı. çünkü bilmiyordu. "ney?" dedi, söyledim: "hani bi seni seviyorum, canım arkadaşım." gibi bir şey dedim. "haa!" dedi, güldü. söyleyemedi. hiç dememiş çünkü. dedim ya cevvaldim, korkma dedim söyle. o zamanlar acıtmıyordu, güç veriyordu seni seviyorum'lar...

    o gün zorla söylettiğim kelimeyi duymadan bir günüm geçmedi sonra. beni çok sevdi. "herhangi birini seveceğimi ve bunu söyleyebileceğimi bilmezdim, çok güzel bir duygu bu." dedi. ikna kabiliyetime güvenerek "odtü psikoloji yazalım lan." dedim. hukuk yazdık. o çok istiyordu. ben? ne iş olsa yapardım abi.

  • virüsle, pandemiyle alakası olmayan ve tamamen insanların yaşam tarzına müdahale etmek amacıyla alınmış olan karardır. rüzgar ekmekten başka bir şey değildir.

  • en büyük ayıbı allah yapmış aslında nasıl iki farklı cinsiyet yaratabilir ya böyle bir şey nasıl olabilir acilen duyarı kasılmalı