hesabın var mı? giriş yap

  • r. p. mcmurphy’nin (mcm diyelim bundan sonra kendisine) hikayesiymiş gibi görünse de otoriter kurumlar ve bireyler arası ilişkileri anlatan bir güzel filmdir bu, sevdiğim bir filmdir ayrıca. saldırgan, tembel ve hedonist bir adamın deliler hastanesinde yaşadıkları anlatılıyor gibi görünmekte oysa adamımızı koydukları sadece bir deliler hastanesi değil zayıf, sosyal ve bireysel korkuları olan insanların tutulduğu bir baskı-otorite sistemi. hastalar deli değil sadece hassaslar, kuralların olmadığı şiddetin olduğu bir dünyada zarar göreceklerine kırılacaklarına inanan ve orada yaşamanın kendileri için en iyi olduğunu düşünen yaratıklar onlar. mcm’in onlara dışarının aslında o kadar da kötü olmadığını, özgürlüğün tadını göstermeye çalışması hep boşunadır çünkü onlar başkaları tarafından düzenlenen, herhangi bir şaşırtıcı ya da endişe verici olayın olmadığı hayatlarından memnundurlar, karşı gelmek değiştirmek yoktur onların lügatında. bazen sıkılırlar ama sonuçta ‘kendi iyilikleri için’ kuralları, kontrolü tercih ederler.

    peki bu hastane sadece bir deliler hastanesi değil de bizim dünyamızın ufak bir tiyatro sahnesine taşınmışı, bir microcosm, olabilir mi? neden olmasın; otoriter bir sistemin delileri değil miyiz biz de, kontrolcü ve baskıcı bir kısıtlama alanı değil mi toplum-toplumumuz. özgürlüklerimiz kısıtlansa da, isteklerimizi gerçekleştirme fırsatı bulamasak da varolan kuraların gerekliliğine ve bir ölçüde değişmezliğine inanıyoruz hepimiz. hastanenin insanlarından daha farklı değil bunu yaparkenki halimiz çünkü biz de kendimizi zayıf, güçsüz ve savunmasız görüyoruz, sınırların dışına çıktığımızda ne olacağımız belli değil, buna inanıyoruz en azından. kurallar ve kısıtlar sıkıyor, sinirlendiriyor ama sonuçta onlarla da yaşıyoruz gül gibi, çünkü ‘kendi iyiliğimiz için’ gerekli onlar.

    hastanenin anarşistlere takındığı tutum da toplumun genel durumundan farklı değil hani. mcmurphy kuralları akıllı mantıklı ve diplomatik bir yolla değiştirmeye sorgulamaya başlıyor belki ama otorite bekçisi hemşire bunların hiçbirine kale almıyor. bu hemşire varolan sistemin en iyisi olduğuna inanıyor ve ona halel gelmesine razı gelmiyor gönlü. hastaları tedavi etmektense aşağılamayı, onlara her durumda zayıflıklarını hatırlatmayı görev biliyor ve bundan zevk alan bu manyak çünkü onlar zayıflıklarını fark etmedikleri sürece sistem doğru işlemez. onlar deli, zayıf ve kontrol altında tutulabiliyor belki ama mcm değil, en azından en başta ve bir süre öyle olduğuna inanmaya devam ediyor. mcm. gücünün aklının ve kuralların absürdlüğünün farkında, ama sisteme karşı durması veya değiştirmeye çalışması boşuna çünkü diplomatik de olsa anarşik de otorite karşıtı olmak kaybettiriyor ona. kurumun anarşiste tutumu önemli burada çünkü tüm otoritelerin anarşistlere karşı tutumundan hiç de farklı değil. anarşist her zaman için otorite adına bir tehdit ve bu tehditten kurtulmanın en kolay yolu onu yok etmek ya da ötekiler gibi yapmak. hastane adamımızı dışarıya göndermektense ona lobotomy uygulayarak beynini dağlamayı ve beyinsiz bırakmayı tercih ediyor. şimdi ne kuralları aptalca bulacak ya da onlara karşı koyacak ne de diğerlerine doğruyu göstermeye çalışacak bir anarşist var, otoritenin ideal çocuğu oldu o.

  • eksik bir tespittir. radyo kültürü unutulmadı ancak eskisi kadar da yoğun yaşanmıyor. sebeplerine gelince:
    1 - radyoyu yaşlılar, uzun yol şoförleri, atölye/tekstil çalışanları dinlemeye devam ediyor, uzun süre çalacak bir müzik listeleri yok. farklı bir şeyler dinlemeye ihtiyaçları var çünkü.
    2 - sabah akşam ev-iş arası gidip gelenler dinlemeye devam ediyor.
    3 - ancak yeni nesil gençler ve önceki nesil ehtiyar spotify vs. platformlarını seven ekşici dostlarımız artık radyo dinlemiyor. direkt kendi müzik listesini dinliyor.
    4 - podcast dinlemeyi sevenler, direkt podcast platformlarına (spotify, apple podcasts, google podcasts vs.) yöneliyor.
    4 - radyo programlarının podcast olarak yayınlanması da radyonun canlı yayın dinleyici sayısının azalmasına sebep oluyor. 'ne de olsa sonra dinlerim' düşüncesi sebebiyle.
    5 - radyonun canlı dinleyici sayısının azalmasının bir diğer etkeni de telefonlar da fm alıcısının olmaması. telefondan internet harcayarak radyo dinlemek yerine 'youtube music'ten istediğimi dinlerim' düşüncesi.
    6 - radyonun canlı dinleyicisinin azalmasının bir diğer nedeni de reklamlar. zırt pırt reklam giriyorlar. ulan bu reklamın belli bi saati olur yahu. 2 dk konuş pat reklam bir müzik dinlersin çat reklam. bu akış insanların sinirini oynatıyor. radyolar reklam yayınlamasın demiyoruz ama bokunu çıkarmasın diyoruz. ama radyo işletmecileri de bunu yapmak zorunda kalıyor çünkü giderleri çok. istanbul'da yeni kule sebebiyle bir sürü aylık ödeme yapıyorlar. bunun işletme ve personel giderleri kısmına gelmiyoruz daha. her neyse.
    7 - radyoların canlı dinleyicisinin azalmasının sebeplerinden birisi de yeni kule, elektrik vs. gibi artan giderler ve düşen reklam gelirleri (bunun sebebi de sosyal medya reklamlarıdır) yüzünden radyoların maddi darlık yaşaması. maddi sorunlar yaşayan işletmeler, kalifiye eleman bulamıyor. çok iyi radyocu olabilecek cevherler başka işlere yöneliyor haklı olarak. radyo mikrofonları da (3-5 kaliteli isim hariç) çerçöp insanlara kalıyor.

  • sağlamlaştırmak için ayaklarının içine beton dökülür adına da restorasyon yaptık denirdi. altında beltur çay bahçesi açardı. gider püfür püfür çayımızı içerdik.

  • kıbrısta dik durduk, 40 senedir ağlıyorsunuz yağı, şekeri karneyle alıyorduk diye. amerikan ambargosu en çok size koyar gençler. biz dededen talimliyiz, dik durmaya alışkınız. boş yakmayın

  • paraları iade edin koçum. paraları aldık, rezillik yaşattık. eee? beklenen nedir? bir yere bağışlamanız, binlerce hasta var işi parayla çözülür. binlerce muhtaç var, okul var, lösev var, doğayı koruma vakıfları var. var oğlu var!

    bunların yaptığı: helal edin.

    -biz bi bok beceremedik. bunun için parayı peşin aldık.
    +iade et?
    -helal edin:(

    bu ne lan?