hesabın var mı? giriş yap

  • sapıklıktır. sapık her yerde vardır, ona kimsenin lafı yok. ingiltere'deki çocuk tecavüzcüsü müebbet alıyor, bunu duyan insanlar dehşete düşüyor. burada ne oluyor? yedi yıl tecavüz edilen çocuğun annesi bile "çocuğum suçlu" diyebiliyor. bizim şikayet ettiğimiz münferit sapıklar değil, onlar bin yıllardır hep vardı ve maalesef hep olacaklar. bizim şikayetimiz koca bir memleketin bu sapıkları aklayabilecek derecede sapık olması.

  • 61 anayasasında özgürlükler asıl,yasaklar istisna
    82 anayasasında yasaklar asıl ,özgürlükler istisna haline gelmiştir. (82 anayasası için "ancak anayasası" da denilmektedir)

  • filmin henüz başında kazım efendi'nin ömer ile konuşmasından* anlıyoruz ki ömer henüz lise'de okuyor ve yaşı 18'in altında, yaşar ise askere gitmek için zayıflamaya çalışıyor ve "bu sene mutlaka askere gideceğim" diyor 1 senedir askere gidemiyor dersek (komutanın geçen sene söz verdiğini söylüyor) en az 21 yaşında, mehmet ise üniversiteye gidiyor ve üniversitenin açılmasını beklerken kamil'in arabasında çalışıyor. ehliyeti de var demektir. bu durumda en az 18 yaşında olduğunu anlıyoruz. eve en geç gelen, bağımsız olan kardeş olduğuna göre yaşar'dan da büyük olduğu anlaşılıyor. bu durumda en azından 22 yaşında demektir.

    filmin 16. dakikasında ahmet'in üniversite imtihanları için fizik çalıştığını öğreniyoruz.* onu da 18 yaş altına attık. tuncay'ın en ufakları olduğu belli. bebe daha ilkokul'da okuyor. buluştukları sırada* mehmet'in çocukken ahmet'in suçlarını üstendiğini yani mehmet'in ahmet'ten büyük olduğunu, kardeşini kollayıp abilik yaptığını öğreniyoruz.

    çözülmesi gereken tek bir soru kalıyor o da "zeynep mi daha büyük yoksa mehmet mi?"

    bunu da filmin 43. dakikasında kazım efendi oğullarına "kızın adı da zeynep, ablanız be ablanız" derken öğreniyoruz.*

    bu durumda zeynep, mehmet'in de ablası olduğuna göre en büyük kardeş zeynep demektir. en büyük erkek kardeş ise mehmet'tir.

    sıralarsak;
    1) zeynep
    2) mehmet
    3) yaşar
    4) ahmet
    5) ömer
    6) tuncay

  • zombi saldırısı veya muhtemel bir nükleer holokost durumlarını tenzih ederek; halihazırda başvurulacak ilk teknolojidir. zira yapımı, seri üretimi ve parçalarının temini çok kolaydır * * . ayrıca am frekansları daha uzak mesafelere erişebilir. ayrıca uzun dalga bandı pek bilinmese de kıtalar arası radyo yayını ve iletişim aracı olarak kullanmak mümkündür. eski radyoları incelediyseniz, ki çoğu am bandında çalışır, dünyanın farklı şehirlerinin isimlerini kadranında görürsünüz.

    he birde felaket durumlarında ilk çöken şebeke gsm şebekesidir, ülkemiz doğal afet kuşağında olduğu için bu durumu halk olarak defalarca tecrübe edindik. en ufak bir deprem sonrasında bile gsm santralleri kilitlenmektedir. diğer bir deyişle am/fm radyo teknolojisinin henüz miadı dolmamıştır. gsm şebekesi olmadıktan sonra o akıllı telefonlarınız * telefonunuzda am/fm alıcı yoksa, o telefon oyun oynamak dışında bir işe yaramaz. tabi ona harcayacak elektriğiniz varsa.

    ha bu arada derseniz ki madem o lw ile am radyo bu kadar iyi neden kullanılmıyor? bunun sebebi günümüz multimedya taleplerinin * am bandına ayrılan band genişliğiyle karşılanamamasıdır. afet durumlarında yayını stereo dinlemesenizde olur. o yayını bulduğunuza dua edersiniz zaten.

    son olarak birçok kullanıcı am ile fm in farkını bile bilmezken frekans değişiminin sebebini anlamaması doğaldır. bunun nedeni ise doppler kayması olarak bilinir. onu açıklamayı da canım almıyor. birşey sıkmadan önce biraz okuyun öğrenin lütfen.

    edit: imla

  • ayda birkaç günlüğüne olsa da benim bu.

    hissedilen sıcaklık 50 derece, ben 1.95'im, 90 küsür kiloyum. bu şartlar altında şirket telefonu, şahsi telefon, sigara paketi, cüzdan, çakmak, anahtar gibi şeyleri ceplere mi doldurayım lan? bu yaştan sonra sırt çantasıyla mı gezeyim?

    evet? çözüm bekliyorum.

    11 yıl sonra edit: şimdi freebag kullanıyorum herkes çok beğeniyor. zamana göre algı da değişiyor işte.

  • italya'daki marketlere bayılırdım. bildiğiniz süpermarketlerden bahsediyorum. "allaaam bunlar nasıl güzel kokuyor böyle" diye pörtleyen gözlerimle o domatesleri elime alıp kokladığımı hatırlıyorum, gören deli demiştir herhalde. "burada yemek yapmak zevk yahu, her şey taze, her şey mis gibi hazırlanıp veriliyor eline, insan burada daha bir zevkle yemek yapıyor," demiştim. görüyorum ki yalnız değilmişim. hatta "ben markette öyle güzel domates satıldığını görmedim" de demiştim vaktiyle. şimdi birileri ayar verme derdiyle "ooo arka bahçemdeki domatesi görün siz", "hıh çanakkale domatesi yememişlerin matah sandığı domates", "heaaa lezzetli olsun diye verimi düşük domates mi ekçeklerdi, tabii ki lezzeti verime kurban edicez halla halla" diye saçmalıyorlar.

    e be evladım, zaten burada övülen, italya'da alelade bir yerde bile mis gibi domates bulabilme ihtimalin! yoksa bence de benim babaannemin domatesleri mükemmel; babam da balkonunda cherry domates yetiştiriyor ve onlar da şeker gibi; ben de kendi bütçemden daha fazla para ayırıp cherry, organik ve pembe domateslerden alıp yiyorum nispeten düzgün şeyler yiyeyim diye, ama burada vurgu yapılan şey, özellikle yetiştirmene, bilmem kaç bin kilometre yol gitmene, pahalı organik ürünlere para dökmene gerek kalmadan, makul fiyata insanca beslenebilmen! bunu da alamıyorsa o kalın kafalarınız ben ne diyeyim ki?

    ben niye italya'da kerevizin mis gibi soyulup satıldığını (köküne kabuğuna boşa para ödemeyin diye) görünce "gavurun" ticaret ahlakı karşısında yine mest oluyorum da, burada çürük çarığı dolduran adama denk geliyorum? italyan köylüsü çok mu matah insan? hayır. ama işte bir etik anlayışı oturtulmuş, devletin regülasyonlarıyla, sübvansiyonlarıyla tarım düzenlenmiş; vatandaşının asgari bir beslenme düzeyini yakalamasını isteyen bir yapı var. basbayağı, o insanlar buna "layık olduklarını" düşünüyorlar ve devletleri de doğal olarak bu fikri yansıtıyor; burada ise toplum olarak buna "layık olmadığımızı" düşünüyoruz içten içe ve bizim devlet yapımız da bunun yansıması olan düzenlemelerle karşımıza çıkıyor. biz işi bireysel yöntemlerle çözmeye çalışıyoruz (arka bahçene ekmek, balkonunda yetiştirmek, daha kaliteli ürün için ederinin çok üstünde fiyat ödemeye razı olmak vs.). ha evet, bunları da yapalım tabii ama, ya bu imkanlara sahip olmayanlar? herkesin arka bahçesi mi var? herkes özel bir çiftlikten alınan domatesin kilosuna 8 lira ödeyebilir mi? "başkasından banane yeaa" mı diyeceğiz?

    benim sorduğum çok basit bir şey: elin devleti (italya, fransa ve rusya bildiğim bazı örnekler) vatandaşının makul fiyata düzgün yiyecek bulmasını önemsiyor da, benim devletim neden umursamıyor? elin devleti çiftçisini koruyor da, benim devletim nede korumuyor? fransa'da mahalle bostanlarında ilkokul bebeleri tarım yapıyor ve çiftçiye saygı duymasını öğreniyor da, istanbul'da 600 yıllık yedikule bostanları'na niye moloz dökülüyor? kuzguncuk bostanı acaba daha ne kadar ayakta kalabilecek? ben bu politikaların değişmesi için geçici bireysel çözümler dışında ne yapabilirim?

    gerçi bakın geçen gün bizzat çiftçilik yapan bir insan sorunlarını anlatmışken, bu insana bile "ya nolacağıdı" diyen mallar varken, bu entry'ye de "yazar burada evropalarda yaşadığını göstermeye çalışmış" diyecek mallar çıkacağına eminim. gösterilene değil, parmağa bakmayı marifet sayıyorsunuz.

  • "ayrılık esnasında kaskı ver dediğimde" al be al senin 100 liralık kaskınamı kaldım" dediği için 110 tl ye veriyorum" kısmı ile yaran ilandır.

  • ayni durumdan muzdarip oldugum hede.

    sirf asansoru kullanmak icin bazen tavuk doner alip gidip 4. kata cikip merdivenlerine oturup orda yiyorum sonra tekrar evime geliyorum