hesabın var mı? giriş yap

  • insanın yemekle olan ilişkisinin mezara kadar düzelmeyecek şekilde bozulmuş olduğu çaresiz durumun genel adıdır.

    kilodan ve vücut görüntüsünden bağımsız olarak her ekonomik ve sosyal sınıftan bir çok insanda görülebilir. kompalsiv bir biçimde yemekten, hiç yememeye, yiyip kusmaktan (ya da çiğneyip tükürmekten) sadece tuhaf seremonilerle tuhaf şeyler yemeye kadar değişiriler. anorexia nervosa ve bulimia nervosa dışında kalan her bir yeme bozukluğuna ingilizce "eating disorder not otherwise specified" sözcük öbeğinin kısaltması olarak "ednos" denir. bir de bazen çok küçük zamanda insanüstü oranlarda kalori almayı becerebilenlerimize binge eating disorder teşhisi konulabilir.

    obesitenin yeme bozukluğu sayılıp sayılması doktorlar arasında tartışmalı olmakla birlikte, obez bir kimse de herhangi bir yeme bozukluğu sahibi olabilir. yeme bozuklukları son on yılda dünya edebiyatına, müziğine, filmine ve internet kültürüne damga vurmuştur. konuyla ilgili bir de starved adında bir cnbc-e dizisi bulunmaktadır. nispeten dünya kültürüne yeni girmiş bu hastalıklar daha çok kadınlarda görülür.

    yemek yense de yenmese de, tuhaf şekillerde ve zamanlarda da yense, bir ısırık alınıp çöpe de fırlatılsa, kişi 40 kg da olsa 240 kg da olsa yeme bozukluğu sahipleri sürekli yemek düşünür. bir sonraki binge'leri planlayan anoreksiklerden, 150 kg dan 60 kg ya düşen başarılı rejimcilere kadar birçok insan bu illetin kucağına düşmüştür ve dünyada o kadar aç insan varken kendi vücutlarına odaklandıkları için cehennemde yanacakları güne kadar da bu azabı çekeceklerdir. bir kere rejim yaptıysanız büyük olasılık bu gruba dahilsinizdir. buddist bakış açısıyla yeme bozukluğu sahiplerinin şanssız birer aç hayalet olduğu savunulabilir.

    birçok psikoloğa ve yeme problemli gözlemciye göre yeme bozukluklarının temel sebepleri toplum tarafından kabullenilme/me, aidiyet duyguları, sevilme/me, benimsenme/me gibi özgüven öğeleri etrafında döner. yani yalnızlık hastalığıdır bunlar kimilerince. kurtuluşu da köklü değişimdir, yani yoktur.

    spesifik yeme bozukluklarıyla ilgili sözlükte bulunabilen bazı başlıklar:
    (bkz: binge eating)
    (bkz: anorexia)
    (bkz: bulimia)

  • kadına şiddeti engellemek için boş yere uğraştığımızı görmeyi sağlayan kız. abla 18 yaşından küçüklerin girmesi yasak olan bir mekana elini kolunu sallaya sallaya girmiş , gitmiş kızın birinin suratına kaynayan demliği geçirmiş - bilmeyenler için not, sıcak su kalıcı arıza bırakabilen birşeydir - ondan sonra da kalkıp gitmiş kimse dokunmadan. ama o ergen, ay o çocuk, ay hülyanın kızı olmasaydı böyle bişi olacak mıydı. abartmayın ablacım, o zaman niye ağlaşıyordunuz cem gariboğlu denen rahatsız kızcağızı kestiğinde ? teknik olarak o da ergendi. rahatsızlığın ergeni gergeni olmaz. şiddeti legalize etmeyin, manyaklık yapmayın.

    son oalrak söyleyelim ki, o çayı sevgilisi zehraya atmış olsaydı , şu an çocuk taşaklarından asılmış , adam yaralamaktan içeride olacaktı, hülya avşar hemen kuracağı zehra vakfı adına bir hastaneye yanık ünitesi kurdurmuştu, herkes çocuğun nasıl bir kadına şiddet gösterebilmiş, şerefsiz vs olduğunu konuşuyordu. ama zehra çocuk. hee ,çocuk.

  • buna sokağa çıkma yasağı demeyelim de "gün içinde yaya olarak istediğinizi yapabilirsiniz yasağı" diyelim siz de kurtulun biz de kurtulalım..

  • var böyle bir şey. hangi diziyi açarsanız açın (izlemeniz şart değil) kesinlikle abartılı bir zenginlik mevcut. her dizide en az bir (havuzlu) villa, bir iş merkezi/holding, birkaç iş adamı/kadını, lüks otomobiller, lüks hayatlar...

    abi, biz sıdıka, mahallenin muhtarları, bizimkiler, perihan abla, çiçek taksi gibi gündelik hayatta sıkça görebileceğimiz yaşamları ele alan dizilerle büyüdük ama son yıllarda belki de 2000'lerden sonra lüks hayat sürekli bilinçaltımıza itelenir oldu. bu dizilerde yoksul bir iki karakteri o yaşamın ortasına bırakıp hikâyeyi buna göre yürütüyorlar. genelde bu tipler de tüm zengin hayat önündeki engelleri alt eder, onlardan biriyle evlenip, kendisi de o zenginliğin bir parçası olur. doğu'da töreden kaçıp istanbul'da zengin iş adamlarının kucağına düşerler, batı'da kızın biri tam da bu zenginliğin içindeki adamın oğluna vurulur, üniversitede bitirmiş biri hemen bu holdinglerde iş bulur ve ne hikmetse patrona aşık olur... apartmanda yaşayan kimse mi yok aranızda amk ya! bi' biz miyiz fakir?

    lan, sıdıka'da evin içinde bir odun sobası vardı ve sıdıka annesiyle karşılıklı çamaşırları katlarken muhabbet ederdi; odasında bir ütü masası yer alırdı; kanepelerinin üstüne serili danteller mevcuttu. şimdiki diziler halkın yaşamından bu kadar uzakken bu kadar popüler olup reyting alabilmeleri tamamen fakir halkın o yaşama özentisinden başka bir şey olmasa gerek. neredeyse orta ya da alt tabakanın yaşamını ele alan dizi mevcut değil. sırlar dünyası filan vardı gerçi.*

  • daha büyük saçmalık olamaz.

    bir defa anayasaya aykırı, mülkiyet hakkını dolaylı yoldan deliyor. yani benim zamanında aldığım ve bir köşeye koyduğum cihazı devlet 1 senedir kullanmıyorsan artık hiç kullanamazsın diyor. yani cihazın hiç bir değeri kalmıyor hurda değeri dışında. yani şununla farkı yok, bir evim var ama 20 senedir öyle duruyor ne ben oturuyorum ne de başkası ve devlet bir kanun çıkartıp diyor ki artık bu evde kimse oturamaz. evin mülkiyeti benim olsa da bir değeri yok.

    ikinci taraftan, kamu yararına aykırı. kullandığım telefon bir sebepten arıza yaparsa tamir süresi boyunca evde tuttuğum bir yedek telefona hattımı takar en azından atanabilirim mesela. şimdi ise gidip bir telefon daha satın almam gerek sırf bunun için. eee amacınız döviz çıkmasın dışarı değil mi, ne anladık bundan.

  • aşk mı para mı diyo. lan ben küçükken düşen dişimi yastığın altına koyup sabah para olduğunu görünce 3 sağlam dişimi söküyodum zor tuttular amk