hesabın var mı? giriş yap

  • tuhaf günlerden biri. dünyanın bir kısmını neşelendirirken bir kısmına travma yaşatan türden.

    dayımın eşi öldüğünde 35 yaşındaydı, ben de şu an 35 yaşındayım. agresif bir beyin tümörü yüzünden üçüncü ameliyata girmesi gerekiyordu, bir gece öncesinde bana "korkuyorum, ölürsem çocuklarıma ne olacak" demişti. "anneler günü, bayram, hep buruk olacaklar" demişti. ameliyatının işe yaramayacağını herkes biliyordu zaten de, bir umut diye çırpınış... ne cevap verdim hatırlamıyorum, kesin saçmalamışımdır. ölmek üzere olan birini avutabilecek kadar soğukkanlı değilim.

    bu konuşmadan birkaç ay sonra öldü. çocukları büyüyor, zaman akıyor. büyük çocuğu (kız) ortaokulda, ufak olan (erkek) ilkokul. kız çocuklarıyla erkek çocukları farklı yapıdadır derler, ondan mı bilmem ama erkek olan hayatına normal şekilde devam ediyor gibi görünürken kız olan annesini bir kez bile anmadı. hiç. ne fotoğrafına baktı, ne ismini andı. biz de bu yüzden hep o yanında yokken aradık anneannemi, anneler günü'nü kutlarken duymasın istedik. sosyal medyada paylaşmadık. kendi çapımızda önlem aldık işte, ne faydası olacaksa...

    yaşadıkları şehir tutucu. sanırım ramazan yüzünden arkadaşlarından ve çevreden gördüğü oruç tutma baskısına isyan etmiş. ilk defa dün gece annemle kardeşimi arayıp ağlamış. "allah'a inanmıyorum ben, olsaydı annemi bir kerecik rüyamda görürdüm. zaten bizi ufacıkken bıraktı, allah'tan nefret ediyorum" diye bağırmış. birkaç gün önce de ilk defa kendisini büyüten anneannemin anneler günü'nü erkenden kutlayıp hediye vermiş. yıllarca tek bir kez anneler günün kutlu olsun demedi, bu yıl içinde ne biriktirdiyse hepsini kusuyor. o kadar öfkeli ki, çocuk değil marvel filmlerinden çıkmış kötü karakterler gibi konuşuyor. allah'tan nefret ediyorum diyor sürekli. sanırım inanıp inanmadığını da sorguluyor kendince. annesinin ölümüne açıklama bulmaya çalışıyor. allah öldürdüyse neden öldürdü, neden annesini öldüren allah için oruç tutması gerekiyor türü sorular... aslında cevap da istemiyor, sadece öfkesini her konuştuğu insana söylemeye çalışıyor. anneler günü olmasa başka bir meseleyle bu kadar tetiklenir miydi kafasındakiler bilmiyorum.

    demem o ki, bir yetişkin olmama rağmen 5 yıldır babalar günü benim için bile kabus. sabah mide krampıyla uyanıp gün boyunca her reklamda ağlamaklı oluyorum. bir de bu reklamların haftalar önceden başladığını varsayarsak... bazı çocuklar için anneler günü, babalar günü kavramları travma.

    bazen dünyadaki bütün özel günlerin kaldırılmasının daha iyi olacağını düşünüyorum. haftalar öncesinden bannerlarla, videolarla babam yaşasaydı alabileceğim hediyeleri görmektense ölüm yıl dönümünde anmayı tercih ederdim. bugün annesini kaybedenler de böyle hissediyor. işçi bayramı veya öğretmenler günü gibi mesleki türde olanlar neyse de; bence anneler günü, babalar günü gibi kişisel bağları zorlayan günler olmasaydı eksikliğini çekmezdik.

  • 750 tl ye check-up yaptırdım kanser çıktım. evde büyük sevinç var şu an para boşa gitmedi diye seviniyoruz.

  • böyle bir saçmalık olabilir mi ya. yemin ediyorum artık tiksindim şu ülkeden.

    ulan benim zamanında 100 100 para biriktirerek, sana da vergisini vererek alın terimle aldığım telefonumu sen şimdi ne hakla iletişime kapatıyorsun. sen kimsin ya. senin varlık sebebin bana hizmet mi etmek bana eziyet mi etmek.
    gece gece bütün sinirlerimi zıplattılar yemin ediyorum

  • bo$u bo$una ve körü körüne, sadece diploma için okumak. i$sizlik savunulacak bir olay değildir, ya da altına girilecek bir olay değildir. ben henüz öğrenciysem ve 2. sınıfta okuyorsam ve her yaz minimum aylık 1000 tl olmak üzere kendime i$ bulabiliyorsam, bu benim kendime yaptığım yatırımın meyvesini topluyorum demektir. üniversiteden mezun olmakta bi$ey yoktur. önemli olan üniversiteye girdiğin zaman ile çıktığın zaman arasında, kendine diplomadan ba$ka neler katabildiğindir. efendim gitmi$sen sempozyumlara, eğitimlere, kabartmı$san cv'ni, insanlar sana bakınca, mezun ama i$siz demek yerine, okulu uzattı ama çocuk bi yandan da çalı$tı diye söz ediyorsa bilin ki siz kefeni yırtmı$sınızdır. yoksa türkiye gibi 80 milyonluk bir ülkede i$sizlik diye bir olayın ba$göstermesinin ne kadar muhtemel olmadığı da a$inadır.

    diğer bir hususta, i$sizliğin sebebi olarak değinebileceğimiz, maa$ beğenmeme. lan oğlum, madem kriz var diyosun, açım diyosun, ekmek yiyemiyoz ak$am diosun, ne diye sana aylık 650 tl veren adamın yanında çalı$mıyosun? üniversite mezunsun diye mi? afedersin ama bu $ekilde bir zihniyetle devam edersen hayatına, o diploma zamanla dolabının içinde bir anı olarak yer bulacaktır. i$levsiz ve sadece sorana göstermek için. günümüzde üniversiteden mezun olup ta fahi$ ücretlerle çalı$ma hayatına ba$amak, takdir edersiniz ki, ütopik olacaktır. bunları kapitalizm mapitalizm muhabbetine girip detaylı anlatmaya gerek yok kanımca. onun için sevgili mezun arkada$lar, sadece $unu dü$ünmelisinizi. ne kadar maa$a çalı$mak istiyorsunuz? bu soruyu bi kendi kendinize cevpalayın, sonra da biraz oturup dü$ünün, örneğin aylık 5000 tl'ye çalı$mak istiyorum, 4 sene okul okudum, ingilizce biliyorum diyeceksiniz. çok güzel diyeceğim sizlere. eğer bir $irket size 5000 tl maa$ veriyorsa, bilin ki aylık sizin $irket kar'ına etkiniz minimum 7000 tl olmalıdır ki, mutual bir mutluluk ve huzur sağlanabilsin. sadece mezun olmayla bu i$ler oluyo mu? tabi ki olmuyo. onun için gençler ve kendini gençliğe hazırlayan arkada$lar, size tavsiyem $udur ki, kendinize bir$ey katmadığınız günleri ya$anmı$ olarak saymayınız.(bkz: papillon)

  • son günlerimin belası felsefi akım.
    "stoacılık, yalnızca öğretinin kurucusu olan kitionlu zenon un felsefesini değil, aynı zamanda da bu okulu yöneten öğrencileri ve öğreticileri de kapsar." böyle bir giriş yapıyor jean brun, le stoicisme'ye. (stoacılık, jean brun, sf:11, iletişim yay.)
    bu okulun tarihçesi geleneksel olarak üç büyük döneme ayrılır;

    1- eski stoacılık: i.ö. iii. yy.'da merkezi atina. en büyük hocalar; zenon, kleanthes ve khrysippos
    2- orta stoacılık: i.ö. ii. yy.'da, latinleşmiş stoacılıktır. mühim isimler; babilli diogenes, tarsuslu antipater, rohodoslu panetius, apameli posidonius
    3- imparatorluk dönemi stoacılığı: i.s. i. ve ii. yy.'da temelinde romalılar olan dönemdir. ve konu olarak kendilerine ahlakı aldıklarından, mantık ve fiziği tamamiyle bırakmışlardır. (yine karşımıza çıkan romalı pragmatist karakteristiği!) dönemin mühim isimleri; seneca (seneca 'nın filozofluğu, saraydaki yaşam biçiminden ötürü tartışmalıdır.), musonius rufus, epiktetos ve marcus aurelius

    çok karışık bir felsefi coğrafyada ve dönemde; aslında birbirlerine rakip olan iki okul; epikurosçuluk ve stoacılık aslında özde aynı şeyi vazife edinmişti; insana, yaşamın kurallarını verebilecek kesinlik ölçütlerini ve onu doğayla barıştırmaya elverişli eylem ölçütlerini öğretmek; ortak istence; doğayla uyumlu yaşamak!
    fakat yöntemler farklıdır; epikuros düşünce sisteminde; 'insanın, doğrunun ve iyinin ölçütü olarak verilen duyumlamaya boyun eğerek doğayla uyumlu yaşama' söz konusu olduğundan, bu düşünce biçimi, duyumlayıcılık ve hazcılık olarak da gelişir. karşı tarafta ise, stoacı zenon; insanın, tanrının istencini ifade eden olaylar düzenine uyarak doğayla uyumlu yaşamasını ister ve böylece stoacılık bir maddecilik ve ahlaki akılcılık olarak gelişir.

    stoacı doğalcılığın bilgeliği kurmaya elverişli bir doğanın bilgisini içerir ve fiziğin kimi zaman bir başlangıç noktası ve felsefenin temeli, kimi zaman da bir varış noktası olduğu ve felsefenin serpilişi için verilmiş olduğu anlaşılacaktır. zira bilge, akla uygun olarak doğayla uyumlu yaşayan kişidir. felsefe de, sayesinde doğaya uygun olarak , yani tanrının istencine uygun olarak, akla uygun olarak yaşamakla düşüncelerimize ve eylemlerimize birlik vereceğimiz bir bilgidir.

    stoacılar için dünya bir canlıdır, tıpkı içiçe geçtiği tanrı gibi (spinoza, deus sive natura), yönelim ve duygudaşlık yapısına yön verir ve insan için yaşamak, evrensel yaşamla uyum içinde yaşamaktır. bu nedenle stoacı deneyimcilik, aristoteles'te olduğu gibi niteliksel iletinin deneyimciliği değil de insan ve dünyanın birbirlerinin içine işleyişlerinin deneyimciliğidir: duyumlamak dışta bulunan tarafından dönüştürülmüş duyulara ve ruha sahip olmaktır, bu dönüşüm, kendisine yol açanla uyum içinde olabilir ve bu durumda doğrunun içindeyizdir ya da onunla uyuşmazlık içinde olabilir ve bu durumda da hatanın ve tutkunun içindeyizdir.

    aristotelesçi akıl yürütme; "sokrates bir insandır, bütün insanlar ölümlü olduğundan, sokrates de ölümlüdür." şeklinde örneklenirken, stoacı akıl yürütme ise zamanla alakalı olduğundan; "kadının sütü varsa, doğurmuştur." şeklinde vücud bulur. aristoteles için zaman, herşeyden önce türeyişin ve bozuluşun zamanıyken, stoacılar için zaman, yalnızca tanrısal bilgeliğin ifadesi değil, aynı zamanda da evrensel yaşam dinamiğinin ve onun uyumunun da ifadesidir. öyleyse bilgelik, zamana yani yaşama, dünyaya ve tanrıya boyun eğiştir.

    zenon, onay verme ve bilim'i şöyle örneklemiş ellerinde;
    "tasarım buradadır;" parmaklarını uzatmış halde ellerini göstererek
    "işte onay verme de buradadır;" parmaklarını biraz kıvırarak
    "anlama da budur;" yumruğunu göstererek (şimdi hoş mu bilmem, ilginç bir tesadüf dikkatimi çeki, geçen sene şu meşhur kıbrıs referandumu sırasında, mhp'li gençlerin hazırladığı bir afiş duvarları süslüyordu, afşte bir yumruk, ve yumruğun etrafında ab yandaşları ve çeşitli kişiler bulunmaktaydı. ve tabi o unutulmaz yazı: "onlar bundan anlar!" meğerse o gençler de zenon takipçisiymiş.. behey.. ) bu anlama hadisesine de, zenon, katalepsis adını vermiş.

    ve son olarak; sol elini, kapalı yumruğa yaklaştırmış ve ardından onu kuvvetlice sıkı sıkıya tutmuş. işte bu da, bilge'den başka hiç kimsenin sahip olmadığı bilimin burada olduğunu simgelemekteymiş. bu bilim, aslında doğanın zamanı doğrultusunda çıkagelene rıza gösterilmiş bir katılma yoluyla kendini ifade eden bir bilgeliğin kalkış noktasıdır. bilim insanın, kendisini taşıyan doğanın yapısına katılmasını sağlayan şeydir, böyle bir edimle insan, belli bir biçimde tanrının kendisiyle de uyum içine girer çünkü "akıl, tanrısal tinin, insanların bedenine gömülmüş bir parçasından başka bir şey değildir." (seneca, epistulae, 66, 12)

    doğayla uyum içinde yaşamak için, onunla uyuşmak gerekir, bu uyuşma, var olanla bir yakınlaşmayı, bir duygudaşlığın bilincini elde etmeyi içerir; bu nedenle stoacılar için duyumlamalar, ruhun nesnelere doğru gidişinde izleyebileceği farklı yolları temsil eder.

    stoacılar için; doğa, tanrı ve ateş terimleri eşanlamlıdır. doğayı tanrısallaştırmak ya da tanrıyı doğalaştırmak, insana tanrıyla ilişki kurma olanağını ve kendisini saran gerçekliğin içinde, kendi yaşamına düzenli bir anlam vermeye uygun bir kararlılık bulma olanağını verir. bu yüzden stoacı fizik, kendini asla bilgi insancılığının akılsal bir sistemi olarak sunmaz, ama aynı zamanda bir kosmoloji olan bir teoloji olarak ve ifade garip görünse de tinselci bir maddecilik olarak sunar.

    entiriyi marcus aurelius 'un bir sözüyle kapamak istiyorum;

    "..ey dünya, sana uygun gelen herşey bana da uygun gelir. senin için mevsiminde olan hiçbir şey benim için erken ya da geç değildir. saatlerin bana getirdiği herşey, benim için lezzetli bir meyvadır; ey doğa! herşey senden gelir; herşey senin içindedir; herşey sana döner." (pensees, iv, 23)

  • hak yemek istiyorsan sende kalsın. ancak doğrusu ilgili firmaya ulaşıp ürünü iade etmektir. bir pazaryeri sitesinden fazla ürün gelmişti. ilgili telefon numarasından firmaya ulaşıp gerekli ödemeyi kendisine yapmıştım. hakkımızı da yedirmeyelim, başkasının da hakkını yemeyelim lütfen.

  • ahmet ümit yeni kitabı (bkz: kayıp tanrılar ülkesi)nde türk yerine türkiye kökenli yazmış.
    aynı cümlede alman'a alman diyebilen ahmet ümit türk'e hangi saikle türkiyeli diyebilmektedir.

    kaynak:sf.142; “(…) alman olsun,türkiye kökenli olsun,arjantinli olsun kimseyi tehdit edemezsiniz (…) “

    türk halkı,alman kimliğini oluşturan germen halkı gibi tarihe damgasını vurmuş olmasına karşın;ahmet ümit bu gerçeğe karşın,türk kimliğini ispanyol ve amerika yerli halkının karışımı olan arjantinli gibi bir kavram ile eşdeğer göstermeye çalışmaktadır.

    çektiği ve rol aldığı saçma belgeselden sonra şu tanımlama ile ahmet ümit tam bir hayal kırıklığı.

    (bkz: bdp'nin 2010 referandumunu boykot etmesi)

    ahmet ümit'in 2010 referandumundaki tutumu ; odatv ;ahmet ümit'i yandaş medya nasıl kullandı?

    ne mutlu türküm diyene!

  • gerçekten absürt film tadında bir paylaşım olmuş.

    kardeşim bu konuda farkındalık yaratmak istiyorsan daha uygun bir video paylaş, mesela koskoca yolda köpeği uzaktan gördüğü halde frene basmayan bir aracı örnek ver. ama tek şeritli, karşıdan gelen trafiğin mevcut olduğu bir yolda önüne son anda köpek çıkan bir aracı örnek gösterip “frenle” demek, “arkadaşım gönül rahatlığıyla takla atabilirsin veya karşıdan gelen araçlarla kafa kafaya girebilirsin, yeter ki köpeğe bir şey olmasın” demek gibi bir şey.

    sabah sabah bu absürtlüğü izletip kahkaha arttırdıkları için başta nilüfer belediyesi olmak üzere videoda emeği geçen herkesi kutluyorum.

  • bir daha yazalım: şehit cenazelerinin düzenlemesini devlet yapar. yani normal bir cenaze töreni değildir, 'organizatörü' devletin kendisidir. k.kılıçdaroğlu bu ülkenin ana muhalefet partisinin genel başkanıdır dolayısıyla devlet adamlığı kimliği vardır. cenaze törenlerine katılıp katılmaması kendi inisifiyatindedir. kimse bu konuda telkinde bulunamaz. yani bu konuda aslında ailenin de diyecek bir şeyi yoktur.
    zorunlu edit: sabahtan beri mesaj alıyorum aileye hakaret ettiğim söyleniyor. ben kimseye hakaret etmedim etmem de. verdiğim cevaplardan birinde de dediğim gibi bu troll tayfası toplumun bir 'millet' mi yoksa 'yığın' mı olmasını arzuluyor. buna bir cevap verip ona göre yazmalarını rica ediyorum.