hesabın var mı? giriş yap

  • çoğ enteresan bir keşfim:

    the nurse said "bed time!"
    "bed time" said the nurse
    "bed zamanı" said the nurse
    bed zamanı said nurse
    bediüzzaman said nursi

    açıklayın hadi!!?

  • gelmeyin yalan söylüyorlar. akademik çalışmalar için verilen bap ödeneklerini artırsalar ve halen devam eden çalışanlara belgelendirmek şartıyla aylık belli bir akademik çalışma ödeneği verilse daha mantıklı olurdu. ama mutlaka dışarda endonezya vb ülkelerde desteklenecek çok değerli ilahiyatçı bilim insanları vardır kesin. ...

  • sosyal ve kamusal ortak yaşama kurallarının kadını kollayacak şekilde yapılandırılması.

    bunu sadece feminizmle açıklamak sığ bir bakış açısı çünkü feminizmin tarihi ancak 150 yıl, halbuki gynocentric dünya düzeni binlerce yıllık bir birikim. dünya düzeninin erkeklerin harcanabilirliği, kadının korunması üzerine kurulu olduğunu görmeniz zor değil.

    ms. clinton "savaşların asıl mağduru kadınlardır çünkü erkeklerini kaybediyorlar, evlerini kaybediyorlar, çocuk yetiştirme sorumluluğunda bir başlarına kalıyorlar" demişti. sanırım bundan güzel örnek olmaz.

    "insan medeniyeti neden bu şekilde gynocentrism eğilimine girmiş" sorusunu sormazsanız; cevabını canlı evriminin biyolojik, psikolojik ve sosyolojik evriminde aramazsanız mağdur dili ve edebiyatında master yaparsınız. kendinize bunu reva görmeyin.

    sosyal hayatımız gynocentrik bir düzen üzerine kurulu çünkü b şıkkı insanlığı bulunduğumuz noktaya getirmezdi, toplumun evrimini göz ardı edemeyeceğiniz bir oluşumdan bahsediyoruz yani gynocentrism medeniyetin bir ürünü.

    özellikle son 70 yıldır; insan medeniyetinin bu yapısal kabulünün sarsıldığı, medeniyet döneminde hiç yaşanmamış bir çağdan geçerken kadın-erkek birlikte yaşama kurallarının çok hızlı değişmesi sonucu çatışmaların artması normal. zamanla her şey yerli yerine oturacak. hiç test etmediğimiz bir deney yaşıyoruz. deneyin sonuçlarını tüm insanlık birlikte göğüsleyeceğiz. hem karnım doysun hem pastam dursun sürdürülebilir bir süreç değil, şimdilik kesin olan tek şey, sittin sene böyle ikilemli bir yönetim, medya, adalet, sosyal yapı ile devam edilemeyeceği. ikilemli çünkü hem gynocentrik gibi ama hem de bazı işlerde öyle olmasın gibi kendi içinde ihtilaflar yaratan bozuk bir düzenden bahsediyoruz.

    buradan sonraki sürdürülebilir gelecek için ancak spekülasyon yapılabilir. benim tahminim mevcut ikilemli dünyanın orta yolu ve sağduyuyu mecburen ortaya çıkaracağı yönünde. çünkü dünyamız ve kendi doğamız aşırılıkları köreltip düzeltme hareketleri ile gelişen bir yapıyı zorluyor.

    ayrıca (bkz: women are wonderful effect)

  • film, klasik modern düşünce ile bugün herkesin "woke" dediği ama aslında postmodernizmin açtığı yolun devamı olan çok-kültürlülük fikrinin arasındaki gerilim hattında ilerlerken, finalde ikisinin de "haklı" argümanları olduğunu ima ediyor ve "halkçı" yazarla (sintara golden) "elitist" yazar (monk) arasında sıkı bir diyalog veriyor bizlere. (kendini beyazların gözünden görmenin değişik biçimleri)

    madame bovary'yi okursanız mesela orada "aydınlanma idealinin" nasıl da alaya alındığını görürsünüz. ama aslında gerçek manada aydınlanma değildir eleştirilen, onun parodisidir. "woke" meselesi kendiliğinden belirli bir ajandayla ortaya çıkmadı. varolan düzenin hastalıklarına bir itirazdı. daha toplumcu, inclusive, farklı kimlikleri de önemseyen, azınlıkların, yok sayılmışların seslerine de yer veren bir platform oluşturmaktı mesele. ama hemen her şey gibi o da kısa süre içinde kendi parodisine dönüştü. ve bu parodiyi iyi oynayan herkes bir biçimde vitrine çıkıp ağdalı üç beş cümleyle neyi savunduğunu bile bilmeden laf salatası kusar oldu.

    kültür endüstrisindeki asıl problemin "woke" olmak ya da olmamak değil, kültürsüzleşmek, kalitesizleşmek, sırf "woke" jargonunu kullandığı için bir yerlere gelmekle ilgili olduğunu da güzelce görüyoruz.

    filmdeki mesaj sadece "woke" karikatürüne değil, monk'un hikâyesinde de, onun kendini sevilemez, ulaşılamaz, konuşulamaz kılışında da alınacak ibretler var. bu sebeple finalde doğrudan o kazanmıyor. kendisinin farklı bir versiyonuna dönüşüyor, kardeşiyle bağlarını tamir ediyor, kitapların ve düşüncelerin arasında kaybolmuş bir "keşiş" (monk) olmaktan çıkıp yeniden "insan" olmanın tadına varıyor. bunu da fildişi kulesinde oturup elalemi yargılamaktan vazgeçerek yapıyor bir nevi.

    modadan korkmaya gerek yok, "woke"tan korkmaya tiksinmeye de gerek yok. etrafımızdaki dünya hızla değişirken kartondan değil de gerçek "insan" kalmanın yeni yollarını bulmak lazım. film de bunu hatırlattığı için kıymetli bence.

  • töbe töbe. çok mal lan bu nasa.

    la tabi gidebilirdik. o yol yapılırken mıcırı, asfaltı kamyon çekmedi mi amk? greyder tesviye yapmadı mı?
    bunlar gittiyse araba da gider.

  • imla ne işe yarar?

    odamı yeşile boyamış.
    o damı yeşile boyamış.
    o, damı yeşile boyamış.
    o da mı yeşile boyamış?

    dilimizi bilmek hepimizin görevi.

    (alıntı)

  • eşim 9 aylık hamile. olayların şaşkınlığını üzerimizden atınca ilaçlarını iş yerinde unuttugumuzu anladık. ilaçları almaya çıkarken hanim ağlamaya başladı. onu yatıştırmaya çalıştım. karnındaki cocuk sürekli tekmeleyerek korktu. yaşadıklarımizin devamını anlatmaya gücüm yok. allah bize bunları yaşatanlarin belasını versin.