hesabın var mı? giriş yap

  • hem alkollü araç kullanıp hem de polisi görünce çakallık yapmaya kalkan trafik canavarlarına göz açtırmayan trafik polislerine sahip olduğunu öğrendiğim şirin belde.

    polislerin vatandaşa gaz - su sıkıp copla saldırmak yerine asli görevlerini yerine getirdiklerini görmek güzel.

    alkollü sürücüye göz açtırmayan polis iyi polistir arkadaşım. yok eskiden üflemezmiş de, şimdi üflemek zorunda kalıyormuş da... beter olun ulan, alkol alıp trafiğe çıkıp birinin canını yakacağınıza ehliyetinizden olun.

    bana kalsa değil altı ay, ömür boyu sürücü koltuğuna oturtmazdım sizin gibileri. bu kafa yüzünden edebiyle içenlere de diş biliyor alkol almayan adam.

    hem alkollü araç kullanıp hem de saf gibi polisin gözü önünde sürücü değiştireyim derken yakalanıp ehliyeti kaybedince zırlamak ne lan? allah akıl fikir versin. pes bu kadar yüzsüzlüğe.

  • skordan, herşeyden bağımsız söylüyorum, çok rahatsız edici bir kibri var. herşey kontrolüm altında havalarındaki rahat görünümünün altında hikmet karaman'a laf sokmaya çalışıyor:

    "hikmet hoca tabi uzun konuştu, bizim yerimize de konuştu, maçı anlatmaya gerek yok sağolsun".

    yani şunu diyor, hikmet kırk yılda bir maç kazandı, keyifli keyifli maçı anlatıyor.. olabilir ağam, niye takıyorsun? koskoca fatih terimsin, hikmet karaman'ın övünmesinden, gerinmesinden nasıl gocunabilirsin? kayserispor tesadüf kazanmadı, uzun zamandan beri izlediğim en iyi anadolu takımı performansını gösterdi. kayseri'nin ekstradan iyi oynaması, hikmet'in kendini övmesi, senin o kadar da kötü olmadığına dair de bir sonuç yaratır, neden rahatsızsın?

    rahatsız çünkü fatih terim kendinden başka birilerinin kazanmasını, kendinden başka birilerinin övünmesini, eseriyle gurur duymasını, abartsa da keyfini çıkartmasını olgunlukla karşılama gücünden yoksun bir çocuk egosuna sahip.

  • o işçi patronun evinin önüne kadar gelip eylem yapıyorsa başka bir çaresi kalmadığı içindir. çaresiz insan her şeyi yapar. hor görmeyin patrondan büyük allah var…

  • aslında onlarca entry'm vardı, okb ile ilgili. kafamdakileri anlattığım, çaresizce artık yazacak yer bulamadığım, sonra hepsini sildim. neden yaptım bilmiyorum, belki insanların yaftalamasından korkmamla ilgiliydi.

    ama şimdi yeniden yazıyorum, çünkü biliyorum ki umut ışığı var. 2009 yılında konulan teşhis, ardından gittiğim terapiler, hâlâ almaya devam ettiğim antidepresanlara rağmen biliyorum ki umut ışığı hep var.

    önceleri hayat çok zordu, evden çıkamıyordum, bulaşıcılık düşünceleri aklımdan gitmiyordu, insanların bana dokunmasına izin bile vermiyorum, hatta dokunduğum şeyleri biriktiriyordum başkası dokunmasın diye. sürekli hasta olduğuma, benden başkalarına bulaşacağına dair düşüncelerim vardı. birinin en ufak sözü, en ufak hareketi saatlerce kafamda yer ediyordu daha farklı nasıl olabilirdi diye. sürekli ağlıyordum. hayattan kopmuştum, nitekim majör depresyon teşhisi de gecikmedi.

    doktor doktor dolaştım, çeşit çeşit psikoterapiste gittim. onlarca antidepresan denedim, hayattan bezmiş durumdaydım. iğneyle vitamin verdikleri bile oldu çünkü artık yemeden içmeden kesilmiştim. hayat tamamiyle bir zindandı benim için.

    şimdi düşünüyorum da, o günler o kadar uzak geliyor ki bana. delirmek böyle bir şey herhalde diye düşünmüştüm. çıkış yolu bulamıyordum. hastaneye yatıralım dedi bir profesör istersen. ben ne mi yaptım? ingiltere'ye okumaya gittim.

    hayatımın en doğru kararıydı. tek başıma yaşadım ve benim geçmişimi hiç bilmeyen insanlarla tanıştım. takıntılarımı bir bir onlarla yendim. onlar benim eşyalarıma dokundukça, aynı tuvaleti kullandıkça, o iyi insanlar sayesinde acıya katlanabilmeyi öğrendim.

    tabi ki ilaçlar faydalı oldu, abartmıyorum en az 10 çeşit denemişimdir. her dönem farklı ilaçlar aldım. bazıları işe yaradı, bazıları yaramadı. 5 yıl sonra hala antidepresan alıyorum ama artık eskisi kadar dert etmiyorum. bunun sebebi depresifliğim devam ediyor, ama alıştım. hayattan arada bir zevk alabiliyorum artık. zaten 7/24 mutlu olmak insansın doğasına aykırı bence.

    obsesyonlarımın %99'undan kurtuldum, aslında bunda tembelliğimin de etkisi var. artık yıkanmayla, tekrarlarla, kötü düşüncelere uğraşacak vaktim yok. yoğunluk ve insansın kafasını meşgul edebilmesi ne önemli bir şey! spor da her ne kadar artık geleneksel hâle gelse de cidden depresyonu uzaklaştırmada işe yaradı.

    depresyonu bilemeyeceğim ama okb yenilmez değil. biraz cesaret, biraz terapi, biraz da ilaç. bence hiç bir insanın kaderi depresyon ve takıntılar olmamalı. eğer her gün kendi kafandakilerle mücadele etmek yorucu değilse, bundan daha yorucu ne vardır merak ediyorum.

    şimdi o acı çektiğim günler çok uzak geliyor, hatırlamakta zorlanıyorum. belki artık kendime yetebilmem sebebiyle. ailem hariç kimseden bir beklentim yok artık, herkes bencil. ben de bencilim tabi ki, belki de kabul etmek iyiye gitmenin ilk adımı.

    burada obsesif yüzlerce düşüncemin kaynaklarını diğer obsesif dostlarıma ilham olmaması için yazmayacağım tabi ki. ama benimkinden kötü olabilir mi bilemiyorum yine de. ben gerçek/gerçek olmayan yüzlerce kötü düşünceyi, tekrarlayan hareketleri yendim. tamamen yendim mi hiç bilemeyeceğim, çünkü stres altında yine gelebilirler.

    stres demişken, stresten uzak durmak bence bu işin temeli. artık her şeyi dert etmiyorum, hep baskı altındayım ama baskıya vereceğim tepkinin benim durumumu da belirleyeceğini biliyorum.

    bu hastalık ufak düşünceler ve takıntılar olabileceği gibi, benim gibi tüm benliğinizi mahveden, hayattan koparan bir hastalık da olabilir. her ne derecede olursa olsun, bilin ki umut var. ben asla olmadığını düşünenlerdendim ama yıllar sonra geldiğim noktaya bakınca, tek bir anda değil ama zamanla nasıl her şeyin azaldığını görebiliyorum.

    mutlu muyum? kesinlikle hayır. ama mutlu olmak için elimden geleni yapıyorum. hedeften değil, yolculuktan zevk almaya çalışıyorum. tüm o hayattan zevk alma saçmalıklarına girmeyeceğim ama belki de doğruluk payları vardır.

    son olarak bu hastalık yenilmez değil, dört yıl önce evden çıkamayan, araba kullanamayan, her banyosu en az 1 saat süren, günde elini en az 20 kez yıkayan, hiç bir şeye dokunamayan, sürekli birilerine zarar verdim mi diye düşünen, rezalet derecede ayıp/günah düşünceleri olan biri söylüyor bunu. ki bu da sadece çok görülen kısmı. umut hep var. ben artık o günleri hatırlamıyorum bile, hepsi geçecek.

    hepsi geçecek.

    unutmadan şunu ekleyeyim. düşünmek kötü bir şey değil. insanın aklına her türlü şey geliyor. düşünmenin cezası da yok, ödülü de. insan düşüncelerinden sorumlu tutulamaz bence. o yüzden obsesyon kısmı benim için hep "hastalığın düşünceleri"dir, asla kendi düşüncelerim değil. bu şekilde yabancılaşarak çok yol kat ettim, belki işinize yarar.

  • • pazar sabahları bakkala gidip taze ekmek ve kahvaltılık bir şeyler alırdı. yanında da mutlaka bir dünya eki olan gazeteler.. kahvaltıdan sonra tüm günümüz gazeteleri okumakla geçerdi diyebilirim.

    • birlikte çalıştığı firmalardan getirdiği ürünler. örneğin; kutu kutu yumuşak şeker, sakız, kıyafet, ajanda, kalem vs.

    meyve. annem pazardan alışveriş yapardı babam ise pazara gidemediği için manavdan. bu nedenle babamın aldığı meyveler daha gösterişli olurdu.

    kestane. kışın en sevdiğimiz faaliyetlerden biriydi. kestaneler hemen ocağa atılır, sonrasında yere sofra bezi serer etrafında oturup yerdik.

    nur içinde yatsın.

  • beraber gaza gelmi$ insanlarin kendilerini digerlerinden ayirmak icin cizdigi sinir..

  • kamera kaydı

    ders niteliğinde bir olay ve uygulama,polislerimizin bu tür durumlarda çekimser kaldığını biliyoruz çünkü yasalar onları korumuyor.inşallah herhangi bir soruşturma vs geçirmez.

    halk böyle korunur,eline sağlık.

    edit1: polisimizin açığa alındığı bilgisi doğru değilmiş,vali açıklama yapmış ödül verildiğini açıklamış kaynak

  • birini kendinizden çok sevip, ona herkesten çok inanın.

    sonrasında öyle pişman oluyorsunuz ki kafanızı duvara sürtüp ateş çıkarasınız, dünyayı yok edesiniz geliyor.