ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
yılbaşı klişeleri
-
(bkz: mandalina)
ekşi sözlük korsana evet deklarasyonu
-
57 yıl önce vefat etmiş reşat nuri güntekin'in çalıkuşu kitabı d&r kitabevi'nde 33 lira. nereye gidiyor lan bu 33 lira?
orhan pamuk'un masumiyet müzesinin ingilizce çevirisi istanbul'da 16 lira (8 dolar) iken, türkçesi 25 lira.
tamam, emek, ekmek önemli kavramlar da, asgari ücretle çalışan insanın emeğinin saati 3 lira mıdır?
marcel proust
-
proust'un kayıp zamanın izinde'si, james joyce'un ulysses'i ve robert musil'in niteliksiz adam'ı modern edebiyatın üç büyük sacayağı olarak kabul edilirler. proust, joyce ile bir kez karşılaşmıştır. 1922 mayıs'ında bir gece proust, yanında genç bir çiftle kahyasının kocası odilon albaret'in kullandığı bir taksi ile, igor stravinsky'nin müziği eşliğindeki bir bale gösterisini izlemek için ritz'deki bir partiye gider. son derece hasta ve bitkindir. tesadüfen de aynı partide bulunan joyce'un yanındaki koltuğa oturur. tanışmıyorlardır, ancak bu iki büyük romancının yanyana oturduğunu gören ortak bir dostları, bu durumdan edebiyat tarihine geçecek bir tartışma ve muhabbet çıkacağını düşünerek heyecanla onları tanıştırır. ancak bu dostun atladığı bir şey vardır ki, o da, büyük yazarların genelde yalnız, huysuz ve konuşmaktan fazla hoşlanmayan kişiler oldukları, ve büyük yazar olmanın hoşsohbet olmakla, dost meclislerinde ağzı iyi laf yapmakla uzaktan yakından ilişkisi bulunmadığıdır. nitekim tanışmalarından sonra bir sessizlik olur, onları tanıştıran kişi muhabbeti açmak için joyce'a döner ve sorar:
"- siz, kayıp zamanın izinde'yi okumuşsunuzdur, değil mi?"
joyce kuru bir "- hayır" der ve susar. tekrar sessizlik olur, ancak ortak dost yılmaz, bu kez proust'a döner:
"- ya siz, herhalde ulysses'i okumuşsunuzdur".
proust da aynı şekilde "- hayır" diye cevap verir. tekrar sessizlik. bunun üzerine dostları onları konuşturmaya çalışmaktan vazgeçer. proust'la joyce gece boyunca sadece sağlıklarına ilişkin bir kaç lakırdı ederler (bkz: #1847789), o kadar.
ama olay burada bitmez. proust, hasta olduğu için partiden erken ayrılır. ama arabası tam hareket edecekken joyce arkasından koşturarak gelir ve hiçbir şey söylemeden arabaya binerek proust'un yanına oturur. oturur oturmaz camı sonuna kadar açar ve bir de sigara yakar. ama camı açması ve sigara yakması zaten astımlı olan ve o sırada iyice kötü bir vaziyette bulunan proust'un canına kast etmekle aynı şeydir. joyce'un böyle davranmasının nedenini bilemiyoruz, ama genel olarak kabul edilen açıklama şudur ki; joyce, proust'un kendi anıt-eserini okumamış olmasına fena halde içerlemiştir ve bunu bir şekilde proust'a ödetmeye karar vermiştir. gece boyunca da yapacaklarını planlamıştır.
ama proust, nezaketi elden bırakmaz, yol boyunca joyce'tan camı kapatmasını ya da sigarasını söndürmesini rica etmez, ama konuşmazlar da. dahası araba proust'un evine geldiğinde, odilon'dan joyce'u gideceği yere kadar bırakmasını rica eder. böylece joyce'u gecenin bir vaktinde soğukta paris sokaklarında bırakarak intikam almak için -zira, evet joyce bunu haketmiştir- ayağına kadar gelen fırsatı kullanmaz, büyüklük bende kalsın der, zaten kendisi 11 yaş büyüktür de joyce'tan.
internet tembeli
-
bu öyle bir karakter ki insanın ağzını burnunu koparası geliyor. mesela o gün gündeme damga vuran bir olay yaşanmış olsun. internet tembeli konuyu iki saniye araştırıp öğrenmek yerine "merak ettiğim konu" diye entry giriyor.
başka bir durumda özet geçilmesini bekliyor.
daha başka bir durumda kendisine link atılmasını istiyor.
internet tembeli tüm online insanları kendisine hizmet etmekle görevli emekçiler olarak görüyor. araştırma yapacak takati ve becerisi yok ama çocuksu salakça bir merakı var. her şey hemen ayağına serilsin istiyor. bir arama motoruna yazıp ilk üç seçenekten birini okumaya bile tahammül edemeyecek kadar bezgin olduğundan, biri onun yerine araştırsın konuyu irdelesin ona da ezberletsin istiyor.
tam dayaklık.
gerçek tembelden daha yüzsüz oluyor bir de bunlar. ben normal hayatımda tanımadığı insanların arasında ayağa kalkıp "bugün bir durum olmuş taksimde o konuyu bana bir özet geçin bakayım" diyen insan hiç görmedim. vapurda falan biri böyle saçmalasa aşağı atarlar adamı.
popüler olana karşı sınırsız merak + cahil egosu + ölümüne tembellik + anonim olmanın konforu = internet tembeli
ortadoğu insanının en karakteristik özelliği
-
asagidaki ayrimin sukela sekilde ortaya koydugu gibi, bastan savma is yapmalaridir.
japonlarin ise yaklasimi:
"if one can do it, i can do it.... if no one can do it, i must do it."
araplarin ise yaklasimi:
"wallahi if one can do it, let him do it.... if no one can do it, ya-habibi how can i do it ?"
iphone x
-
2016 yılında çıkacak 10. nesil iphone.
(bkz: başlık parsellemek)
(bkz: kim öle kim kala)
edit büdüt: 6 sene öncesinden ismini tayin edebildiğim ancak bütçe ayıramadığım teknoloji harikası ürün. tonla mesaj gelmiş, ölüp ölmediğimi soranlar olmuş ama ölmedim efenim.
128 milyar doları sattık çünkü tc iflas ederdi
-
hayatları yalan. velev ki doğru söyledi, ülkeyi nasıl iflasın eşiğine getirdiniz diye sormazlar mı adama.
ekşi itiraf
-
aslında bütün dizileri izlemiyorum.
g. kore'nin 450 milyar dolar yonga yatırımı
-
parayı betona ve şatafata değil bilime ve üretime yatıran, gelecek nesilleri ve ülkenin geleceğini düşünen devletin işidir.
en karizmatik ad soyad kombinasyonları
-
turkiyede de vardir
(bkz: mustafa kemal ataturk)
emil michel cioran
-
deliliğin cioran için anlamı sahiplik altındaki aklı -nesnellik değil de öznellik olarak, ben'im aklım olarak, nesnellik ve saf hakikat imleyen akıldan ziyade- kaybetmektir ve deliliğin önşartı için -aslında akılla özdeş olan- ışığı dileyen cioran şunları söyler:
"aklımı kaybetmeyi bir şartla isteyebilirdim, gece gündüz güleç, sorunsuz ve takıntısız, neşeli ve keyfi yerinde bir deli haline geleceğim kesin olmalı. kaynağını aydınlıktan alan esriklikleri şiddetle arzular ama yine de onlara sırt çevirirdim, çünkü onlar, karanlık bunalımları daima peşlerinde sürüklerler. bunun yerine, yalnızca benim içimden fışkıran ve dünyanın çehresini güzelleştirebilecek, esrikliğin geriliminden uzak, aydınlık bir sonsuzun sukunetini koruyabilecek bir ışık banyosunu tercih ederim. o, bir gülümsemenin zarafetine, onun sıcaklığındaki hafifliğe sahip olurdu. ve ben, bütün dünyanın, bu aydınlık rüyanın üzerinde, bu saydamlık ve özdeksizliğin içinde yüzmesini isterdim. artık ne bir engel ne bir madde varolsun, ne bir biçim ne de sınır kalsın; ve işte ben de bu cennette ışıkla ve ışık içinde ölüp gideyim..."