hesabın var mı? giriş yap

  • "kimseye etmem şikayet,
    ağlarım ben halime..."

    birilerine anlatınca sorunlar çözülmüyor maalesef. bana en çok dokunan ise anlattığın insanın bunu pek de önemsememesi...aslında haklı, herkesin derdi sıkıntısı var, daha da gerçek ve acı olanı ise artık insanlar başkalarının üzüntülerini umursamayacak kadar bencil, siz size göre çok büyük kırgınlıklarınızdan bahsederken o içten içe yarın işe giderken ne giyeceğini veya arabasını yıkatması gerektiğini düşünüyor olabilir. öyle donuk bakıyor ki insanlar, sesin tonu yavaş yavaş düşüp amaan neyse öyle işte diye konuyu kapatma ihtiyacı duyuyorum çoğu zaman.

    ama durun, beterin beteri vardır. bir insanın mutsuzluğundan mutluluk duyan insanlar gördüm. insanın içini kanatan yaşanmışlıkları ışıltılar saçarak dinleyen insanlar.

    şu dünyada 7 milyar insan var ama yalnız kalmamak neredeyse imkansız.

  • doğa üstü müdür değil midir bilmiyorum ama hayatım boyunca başımdan geçen en ilginç olaylardan biriydi.

    üniversitede 2 ev arkadaşımla birlikte büyükçe bir evde kalıyorduk. ortak projeler, grup çalışmaları derken normalde evimizin boş kaldığı nadirdi. gelenimiz gidenimiz yatılımız hiç eksik olmuyordu. o hafta ev arkadaşlarımdan biri memleketine gitti, diğeri de grup ödevi için başka bir arkadaşının evinde çalışıyor. ben de evde yalnız başıma arkadan bir film açmıştım ve çizim yapıyordum. saat gece 10 civarı olması lazım. birden gözlerimi açamayacak kadar halsiz hissettim ve o saniye uyumakla bayılmak arasında kafamı masaya koyup biraz dinlenmek istedim. filmi de durdurmamıştım, muhtemelen 1-2 dakika içinde gözümü geri açarım diye düşünmüştüm.

    arkadaşım eve dönerken aramış, anahtarı evde unuttuğunu, evde olup olmadığımı teyit etmek için aradığını 10-15 dakikaya geleceğini söylemişti. tamam evdeyim zaten çizim yapıyorum gel açarım kapıyı dedim.

    eve dönerken yol üzeri parkta yatan yaşlı bir kadın görmüş. kadın memleketten geldiğini ama çocuklarının onu eve almadığını sokakta yatacağını söylemiş. bizimkinin hemşerisi diye kıyamamış, gel teyze bizde kal bu gece diyerek almış kapıya getirmiş. aklınca cevap points alacak. kadının kendisi de üstü başı da çok çirkindi ve leş gibi kokuyordu demişti sonradan. arkadaşım da gördüğüm en titiz insandır belki, kesin kadın evden gidince 40 gün ev temizlettirirdi bize. sağ kalsaydık…

    neyse kapıya gelince aşağıdan 3-5 kez basıyor zile. açmayınca banyoda olabileceğimi düşünüp bekliyorlar kadınla kapıda. sonra hem telefonumdan arıyor hem de zile basıyor bir yandan ısrarla. 15 dakika bekledik kapıda diyor. sonra birden korkmuş acaba düşüp bayıldım mı, maket yaparken sprey kullandım da ondan mı zehirlendim acaba diye. yaşlı kadına korktuğunu kapıyı açması için polisi arayacağını söylüyor ve kadın o saniye gerek yok ben uğraştırmayım sizi diyerek bir hışımla ayrılıyor oradan.
    elini zilin üzerinden kaldırmadan tüm apartmanı ayağa kaldırmak pahasına basıyor düğmeye. o sırada tam polisi arayacağı sıra kapı açılıyor. muhtemelen komşulardan biri dayanamayıp açtı kapıyı, bizimki ben açtım sanıyor. geri dönüp kadına bakınıyor çağırmak için ama daha birkaç saniye geçmeden köşeyi dönüp gözden kaybolup gittiğini görüyor.

    asansörün bizim katta durduğunu asansör kapısının açılma sesinden anlayınca uyandım. sanki 15 dakikadır apartmanı inleten o zil sesini, kulağımın dibindeki telefonu ve titreşimi duymayan ben değilmişim gibi o saniye kalkıp kapıyı açtım daha zil çalmadan. bir de espri yapıyorum aymaz gibi "bak daha zile basmadan açtım kapıyı" diye. ev arkadaşım şaşkınlık ve şok içerisinde giriyor içeri, haliyle sinirlenmiş biraz dalga geçiyorum diye. bir şey anlatmadan geçiyor odasına. bakıyorum telefonda onlarca cevapsız arama var ve filmin de yaklaşık 15 dakikasını kaçırmışım. uykuya dalmışım ona sinirlendi demek diye düşünüp filmi geri sarıp devam ediyorum çizime.

    sanırım bir akşam sonrasıydı televizyonda haberler açık ve birlikte yemek yiyoruz salonda. bizimkinin lokması ağzından kaşığı elinden düşüyor bir anda. yüzüne bakıyorum beti benzi atmış, bembeyaz kesilmiş. ne oldu diye soruyorum ama gözleri ekranı eritecek gibi keskinleşiyor habere bakarken. hiç unutmuyorum o haberi. “3 kişiyi öldüren katil zanlısı adam, kadın kılığında yakalandı. üzerinde cinayet bıçağıyla, seçtiği yeni kurbanını takip ederken yakalandı" diyor…

    sonra arkadaşım bana sarılıp ağlamaya başladı. o gün bana kapıyı nasıl olup da duymadığımı sordu. iyiki açmamışsın diye tekrar tekrar sarıldı. oysa hiç fikrim yok, bir anda gözlerimi açamadım, kapattım ve uyumuşum. hayatımda hiç kendimi kaybederek ölü gibi uyuduğumu bilmem. o gün o on beş dakika dışında. normalde çıt sesine bile uyanırım, tilki uykusu gibi hafiftir uykum ama öyle bir dalmışım ki belki de ikimizin de hayatını kurtarmışım farkında olmadan. üzerinden çok yıllar geçti ama bu olay aklıma geldikçe hala ürperirim.

  • 90'lı yıllarda 3 ayda bir hapse düşen bir adam, bana ülkeyi yöneten bıyıklı ve keltoşlardan daha çok güven veriyorsa ben ne yapayım. daha iyi bir seçme şansı verin ona verelim paraları.

  • evde yapılması çok zevkli ve kolay bir işlemdir. hele ki daha sonra evde yapılan sabunları kullanmak, eşe dosta dağıtmak daha da zevklidir. evde sabun yapmak için bazı malzemelere gereksinim vardır:
    - büyükçe bir çelik tencere
    - termometre
    – bir, iki adet litrelik ölçü kabı
    - önlük ve ağız maskesi
    - dijital tartı
    - tahta kaşık
    - blender
    - kalıp
    bizzat sabunun oluşumu için gereken malzemeler
    - yağlar (dilediğiniz gibi, bunlar zeytinyağı, ayçiçek yağı, hindistan cevizi yağı, fındık yağı, mısır yağı vs. olabilir)
    - sodyum hidroksit (bu bildiğimiz lavabo açtır. marketten iki-üç paket alınır)
    - su
    - isteyenler renklendirici ve koku verici esans da kullanabilir.
    gelelim sabun yapımına:
    bir kere bu işte en önemli şey "lye" adı verilen sodyum hidroksit ve su karışımı ile kullanılacak yağların oranını ayarlamaktır. bunun için çeşitli ingilizce internet sitelerinde otomatik hesaplayıcılar vardır. yani x litre zeytinyağı için kaç litre "lye" gereklidir sorusunun cevabını ben burada tak diye veremem. ikinci önemli şey ise "lye"ın hazırlanmasıdır. zira sodyum hidroksiti suya eklemek yerine, suyu sodyum hidroksite eklerseniz volkanik bir patlamayla karşılaşabilirsiniz. burada dikkatli olmak lazım. maske ve önlük takıp suyun içine sodyum hidroksiti yavaşça dökmek lazım. tabii su soğuk ve içme suyu olmalı. zira sodyum hidroksiti dökünce 70-80 derece sıcaklığa çıkıyor. sonra bunu karıştırıyoruz bir tahta kaşıkla ve oda sıcaklığına gelene kadar bekletiyoruz... bu arada çelik tencerede kullanmak istediğimiz yağları, önceden hesapladığımız oranlarda karıştırarak 40 dereceye kadar ısıtıyoruz. son olarak oda sıcaklığına gelen "lye"ı alıp, yine yavaşça bu yağın içine döküyoruz. blenderla beş dakika kadar karıştırdıktan sonra artık sabunumuz hazır. ama şu an hala sıvı halde. bunu alıp kalıba döküyoruz ve 24 saat bekliyoruz. 24 saat sonra görüyoruz ki sabunlaşma başlamış. sabunları kalıptan çıkarıyoruz ve kurumaya bırakıyoruz. yazın bir iki ay güneşte bırakırsak nefis oluyor. kışın düşük derecede fırına atmak da işimizi görüyor.
    vee işte harika sabunlarımız hazır. inanın bu sabun piyasada satılanlara yüz basar. çünkü içinde gerçek yağ var, deterjan yok, kimyasal yok.

  • insanın içini yakan haber. bebeğin öldüğüne mi yanayım, kadının 9 gün tek başına bıraktığı bebeği gelip sağ bulacağını düşünüyor olmasına ve beslemeye kalkmasına mı yanayım, bu bariz şekilde akli dengeden yoksun insanın güzel yurdumda öğretmen (!) olarak çocuklarla çalışıyor olmasına mı yanayım, neye yanayım?

    akli dengesinin bozuk olduğu gün gibi aşikar bence bu kızın, kendisine edilecek laf yok bence. yazık ne çevresindekiler anlamış ne ailesi. kalabalıklar içinde yalnız olmak böyle bir şey demek ki... zavallı günahsız bebek...

  • başvurularıma dönmeyen bir ton firma varken başvurmadığım halde teklif aldığım firmayla bugün yaşadığım :

    - neden bizimle çalışmak istiyorsunuz ?
    - açıkçası siz beni davet ettiniz.
    - peki neden kabul ettiniz ?
    - neden benimle çalışmak istediğinizi merak ediyorum.

    ciddiydim aslında ben.