hesabın var mı? giriş yap

  • doğru mu yanlış mı bilemem ama çok değil birkaç ay önce abd’nin yaptırımlarında mal varlığının açıklanması tehdidi yer aldığında nasıl birden bire kuzu kesildiklerini daha dün gibi hatırlarım.

  • (bkz: yaa zekeriya kardeş çok rahat tutukluyordun)

    debe editi: debe editi olayına gıcık olduğum için hep "debe'ye gireyim de bir trollük yapayım" diyordum. nasıl mı, bu entry'yi tamamen değiştirip, tamamen zıt anlamlı bir şeyler yazmak, insanları ekşisözlük'te böyle şeyler nasıl yazılır diye şaşırtmak. mesela:

    -türkiye'yi yıllardır muhteşem bir şekilde yönetip çağ atlatan, hiçbir yolsuzluk ya da yasa dışı iş yapmayan ak parti'ye kurduğu kumpasın cezasını çekmektedir.

    gibi bir şey. ama yapmaya kıyamadım, çünkü zekeriya öz, başka bir şey demeye gerek var mı?

  • bim'den gelen erzak paketini koca parası yemek zanneden ablamızın cümlesi. güzel ablam normal bir evde onların olması lazım zaten duvarı mı kemireceksiniz amk?

  • koskoca savaş tanrısının işi gücü bırakıp annesinin elektrik faturasını ödeyecek duruma düşmesinin anlatıldığı duygusal bir yazı.

  • gertrude stein otomatik yazma denemeleri yapan bir yazardı. böylece zihnin en karanlık köşelerini aydınlatmaya çalışıyor ve dilin, belirgin yapısının insan zihnini ve düşüncelerini yeterince ifade edemeyeceğini düşünmeye sevk ediyordu okurlarını. tender buttons* adlı kitabında "kırmızı güller" hakkında yazdığı şey şuydu; "pembe kesik pembe, bir çöküntü ve satılmış bir delik, biraz daha az sıcak". stein'ın tuhaflıkları ve absürd cümleleri bununla sınırlı değildir.

    dile ve insan hayatına etkilerine ilişkin bahsetmek istediğim şey, onun yapısının zayıflığı ve buna rağmen bilince ilişkin yaptığı baskıdır. günümüze kadar pek çok -izm insanları etkisi altına aldı. pek çoğu insanları farklı şekillerde etkilemişti aslında. her biri insanlara farklı bir yönünü gösteriyor ve en önemlisi her biri farklı bir sorun olarak kendini yansıtıp, bambaşka fay hatlarına yol açıyordu.

    burada bilinmesi gereken şey hemen hiç kimsenin, hatta bir düşünce eğilimini ilk kez belirtenin dahi ona sahip olamamasıdır. hiç kimse belirli bir düşüncede olamaz. çok koyu birşeyizm taraftarı olan birinin, yeri geldiğinde bunu esnetecek ve çok yoğun topluluk duygusuna ve ruhuna rağmen, buna ters düşecek bir espri yapması anı gibi.

    daha özele inelim. psikolojik sorunların isimlendiriliş anı insanı mahvediyor. hiç kimse şizofren, deli, anksiyete veya borderline değil. ne demek istediğimi şöyle izah edeyim. bu kişiler bu psikolojik sorunlara sahip olsa bile öyle değiller. çünkü bu kelimeleri ve bunların ardında gördükleri tanımları duydukça mahvoluyorlar. bunların hiçbiri onlara ait değil. bu kelimelerle ifade edilen şey sadece bir görünüm. ama insanlar tanımları ve dilin hakikatleri yansıtamayan zayıf varlığını gördükçe, bu problemleri, tekleyerek çalışan zihinlerinde çözemeyip, benliklerinin kimyasını bozuyorlar. bir sorunla baş etmenin en mükemmel yolu, bir soruna sahip olmadığını bilmektir. bir hedefe ulaşmanın en güzel yolu o hedefe belli belirsiz koşmaktır; hatta o hedefi unutmak, onu umursamamaktır. daha iyi ifade etmek için logoterapi kavramını ortaya atan viktor e. frankl'ın sözlerine bakalım;

    “başarıyı amaçlamayın. bunu ne kadar amaç haline getirip bir hedefe dönüştürürseniz, kaçırma olasılığınız da o kadar artar. çünkü mutluluk gibi başarının da peşinden koşamazsınız; kendisi ortaya çıkmalı, kendisi oluşmalı ve sadece kişinin, kendinden daha büyük bir davaya kişisel adanışının amaçlanmayan bir yan etkisi olarak ya da kişinin kendini başka bir insana bırakışının bir yan ürünü olarak oluşmalıdır. mutluluğun kendiliğinden olması gerekir, aynı şey başarı için de geçerlidir: ona aldırış etmeyerek, kendi kendine olmasına izin vermeniz gerekir. bilincinizi dinlemenizi ve bilginiz dahilinde bilincinizin sizden yapmasını istediği şeyi yerine getirmek için elinizden geleni yapmanızı istiyorum. o zaman, uzun vadede —uzun vadede diyorum!— başarı sizin peşinizden gelecektir, çünkü başarıyı düşünmeyi unutmuşsunuzdur.”

    bundan 50 sene önce "çiçek çocuklar" ve davaları önemliydi. meşhur karikatürist robert crumb belgeselinde şunlar geçer;

    kameraman: 60'larla bağdaşmış olman oldukça ironik. çiçek çocuk meselesine pek uyum sağlamış gibi görünmüyorsun.

    crumb: denedim! buraya her gün gelir, onlardan biri gibi olmaya çalışırdım. temel amacım, bedava sevgi olayından yararlanmaktı. ama o konuda çok iyi değildim. insanlar narkotikten misin diye sorarlardı. karşılıklı birbirinizi överken sizden uzaklaşırlardı. ben şu an tam da öyleyim.

    janis joplin'in bana verdiği öğüdü hatırlıyorum. "crumb, senin sorunun ne? kızlardan hoşlanmıyor musun?" ben de, "elbette kızlardan hoşlanıyorum, sen ne diyorsun?" dedim. dedi ki, "sadece saçını uzat, saten, dalgalı bir gömlek edin. kadife ceketin, ispanyol paça pantolonun ve platform ayakkabıların olsun." "öyle yolunu bulursun." bunları yapamadım işte. bütün bunlar bana çok aptalca geliyordu, ayak uyduramadım.

    william james, "dil, bizim hakikat algımızın aleyhine çalışır", demiş. çünkü sorunlarımıza keyfi tanımlar koyarak kendimizi sıkıştırıyoruz. bütün bu süreç, sloganlarla, kampanyalarla, konjonktürün oluşturduğu steryotiplerle çözülebilecek sorunlar yumağına odaklanmak belirgin nihai bir amaç gibi görünmeye başlıyor. hemen her şey indirgemeci, pozitif bilimin çözebileceği bir sorunmuş gibi algılanmaya başlıyor.

    bazen hayattaki her şeyin isimlendiriliş anından sonra önem kazandığını fark ediyorum. çünkü zihnimizin arka planında tüm bu sözcüklere bir çözüm üretmeye çalışıyoruz. zaman geçtikçe her şey eskiyor ve unutuluyor deniyor ama baki olan şey dilin ve sözcüklerin bize oynadığı bu oyun. bugün hala bazı şeylerin, diğer sözcüklerle düzeltilebileceği zannediliyor. halbuki sözcüklerin derinine indikçe patafizik de güçleniyor. kenara köşeye bırakılan her tanım, sırasının geleceği zamanı bekliyor.

    birçok defa yaşantımda şu olaya benzer tuhaflıklara şahit oldum: bir keresinde bir kız bana bir şey söylemişti. ona güzel bir şekilde cevap verecektim. aklıma güzel bir cümle geldi. cümlenin ortasında sıradaki kelimeyi söylersem, istediğim güzel etkiyi bırakamayacağımı bir an sezdim. bu nedenle bir manevrayla başka bir kelime kullandım ve başka bir şey söyledim. aslında pot kırmadım. bahsettiğim kelimenin ve bu kelimelerden türemiş skeç tiyatroların marjinal durumları değil. vurgulamak istediğim şey, bu kelimelerin bize unutturduğu ama hayatımızın büyük çoğunluğunu kapsayan, ciddi bir sonla, hasarla veya kahkahayla bitmeyen anları.

    her neyse bu başka kelimeyi söyleyince sohbet, başka türlü akışa geçti. somutlaştırmak istiyorum.

    kız: bu dersten 2 defa kaldım. bu dönemde geçebileceği sanmıyorum.
    ben: (aklımdan geçen, söylemek istediğim) ne kadar çalıştığını gördüm. aa ile geçeceğine eminim.
    ben: (aslında söylediğim) ne kadar çalıştığını gördüm. kalacağını sanmam.

    bu küçük manevranın yarattığı kelebek etkisi umrumda değil. bu bir aşk hikayesi de değil. bu sadece düşüncelerimin akışının belli belirsiz oluşunun, yaşantımın arka planında kelimelerimin beni bazı kalıp laflara yönlendirmesi.

    bu kısa diyalogda, trenin makas değiştirmesi gibi, diyaloğun akışının değiştiğini gördüm. birçok konuşmada da olduğu gibi çok kısa bir an sonra da unttum ki, aslında belki de böyle konuşulmayacaktı. aslında hissettiği söylemeyi ilk başta düşündüğüm şey bile değildi. ama kelimeleri kafamda dizdiğimde, tam kalbimden geçeni de söyleyemeceğimi zaten anlamıştım. cümlemde oynama yaparak hakiki hislerimden temelli uzaklaştım. tüm hislerimi çerçeveleyebilecek bir dil göremiyorum. aslında kalbimden geçenler şunlardı.

    "seni çalışırken gördüm ama aslında bir insanın konuları ne kadar anlayarak çalıştığını bilmek güçtür. saatlerce baktığın kitaplardan hiçbir şey anlamamış olabilirsin. çünkü belki de kafan başka yerdedir. bu tamamen senin konuya duyduğun alakayla ilgili. ayrıca belki de iyi çalışmışsındır ama bu sınavda farklı bir soru grubu ile karşına çıkacak hoca, çan eğrisinin kıl payı altından kalman vs. gibi nedenlerden yine de dersten kalabilirsin. çok belirsiz şeyler bunlar. aslında emeğine saygısızlık etmek niyetim değil, çalıştığını gördüm lafını samimiyetle söyledim vs. vs."

    aslında çok belirsiz bir düzlemde, duygularımdan uzak, kalıp cümleler kuruyorum. hislerde çok büyük derinlik varken, dil, bu büyük düzlemde çok ince bir çizgide ilerliyor. çoğu alan boş kalmış.

    http://postmodernizm.blogspot.com.tr/…rsizligi.html

  • olumden sonra yasami veya baska bir rahatlatici senaryoyu umut etmek ile felsefi olarak bilinemezci olmak, kacinilmaz bicimde bir celiskiye isaret etmeyebilir.

    tanrinin varligina bilimsel ve felsefi yonden yaklasan birinin kacinilmaz olarak varacagi sonuc bilinemezciliktir. belki ilerde final fantasy misali, dunyanin derinlerinde bir yerlerde yesil yesil akan gaia enerjisi kesfedilir, yahut mars roverlari gelisi surekli ertelenen foton kusagina girip bozulurlar (yok ya, foton kusagi iyi birseydi, dna'yi bile 12 sarmalli yapiyordu. oyleyse o roverlar sibernetik organizmaya donusurler, el ele tutusup age of aquarius sarkisi soylerler), o zaman isler degisir. ama simdilik, degil huxleyden taa immanuel kanttan (algi kaliplari, vs) bu yana gelen mevcut argumanlar isiginda, tanrinin varligi ve yapisiyla ilgili tek akilci yaklasim budur.

    dolayisiyla bilinemezcilik kanimca bir inanctan ziyade bir cikarimdir. hatta guclu ve zayif bilinemezci olmak dahi (hicbir zaman bilinemez, simdilik bilinemez) loto oynar gibi degil, yapay zeka uzmanlarinin,norologlarin bulgularina gore belirlenir kisi tarafindan. bunun bir nedeni, genelde agnostiklerin illa bilim adami olmasalar dahi bilimsel metodu benimsemis insanlar olmalaridir; her turlu probleme bu kafa yapisiyla yaklasmalaridir.

    tabii bu yaklasimi benimsememis olan mistikler, sufiler, new age meraklilari, bilinemezciligin genel gecer yargilarindan alinabilirler ve "sen bilemiyorsun diye benim kisisel tecrubelerimi hice sayamazsin" diyebilirler. ama bu mantikla kendilerini napolyon sananlara, tecavuz travmasini atlatmak icin uzaylilar tarafindan kacirilip kicina metal sokuldugunu iddia edenlere, lsdli kafayla algisi degisince kozmosla baglanti kuran hippilere, bu hippilerden binlerce yil once yine mantarlarla kafayi bulup evrenin sirrini sayilarda arayan pisagorlara yahut ramthaya da inanmamiz gerekirdi. hem de bu tip iddialara sahip insanlarin bir tanesinin dahi anektodal orneklerden ve itiraflardan oteye gecemediklerini, kontrol grubu bulunan double-blind peer-reviewed hicbir deneyde bunlari dogrulayacak bir kanit bulunmadigini, tam da aksine, yiginla psikolojik ve fizyolojik aciklamalarin getirilebildigini bile bile inanmamiz gerekirdi.

    sonucta son paragrafi bilimsel bidi bidi olarak gorseniz dahi olayin ozu sudur: insanin elde edebilecegi tum bilgiler ve yasayacagi tum tecrubeler, algilariyla ve o algilara karsilik gelen kategorilerle (zaman, mekan, nicelik, nedensellik, vs) sinirlidir. eger meditasyonlariniz esnasinda tanriyla saf bir bag kurdugunuza gonulden inaniyorsaniz, muhtemelen benzerlerinizin "en az" yuzde 99.99unda oldugu gibi algilariniz fizyolojik ve/veya psikolojik (ki o da tamamen fizyolojiye indirgenebilir ileride) etkenlerle bozulmustur.

    ammaaaa diyelim ki sizde hicbir sey sorun yok, yine de bilinemezciligin son savunma hattini gecemezsiniz, o da meshur tupteki beyin argumaniyla ozetlenebilir. yani siz tecrubelerinizin gercek ve orjinal mi oldugunu, yoksa sadece 23.yyda bir bilimadaminin deneyinden veya 22.yydaki bir bilgisayar programindan mi ibaret oldugunuzu bilemezsiniz, 40 yillik budist rahibi de olsaniz, atlantis bilgesi de olsaniz bilemezsiniz. [descartesi meshur yapan sey de budur zaten, birakin bu tecrubelerin gercekligini, adam varligindan dahi suphe etmis, sonunda dusunuyor olmasinin en azindan var oldugunu kanitladigini ama bu kadarla kaldigini soylemistir]

    dolayisiyla bilinemezcilik, subjektif ataklarla ustesinden gelinemeyecek bir cikarimdir.

    ote yandan bilinemezcilik cikarimini yapmak icin illa butun inanclardan feragat edilmesi gerekmez. zira halihazirda bulunan inanclara egitim ve aile yoluyla maruz kalmamissak dahi, olum korkusu gibi varligi ve siddeti evrimsel nedenlere rahatca dayandirilabilecek psikolojik etmenler yuzunden kacinilmaz olarak inanclar gelistirebiliriz. gece yataga yatip olmus akrabalarimizi dusundugumuzde, ister istemez onlari cennetvari mekanlarda hayal edebiliriz ama bu, ne cennetin olduguna kanittir ne de bizim cennetin varligina daha cok ihtimal verdigimize. en iyi ihtimalle umuttur, inanc degil.

    ama inanc olsa dahi bu celiski yaratmaz. zira ben izafiyet teorisine de inanamiyorum mantigima aykiri oldugundan (daha dogrusu mantik degil de intuitiona karsi oldugundan) ama hem matematiksel hesaplarla hem de deneylerle dogru oldugunu biliyorum. edit: kaptanin seyir defteri kisisi uyardi, sezgi lafini kullanmak karisikliklara yolacabilir diye. muhtemelen demek istedigim common sense. yani isigin hizinin, gozlemcinin hareketine bagli olmadan hep ayni algilanmasina, gunluk hayatta karsilastigim ilgili her ornegin aksini onerdigi icin, benim kafam basmiyor ama dogru oldugunu kanitlayabiliyorum.

    kisisel yatkinliklarim ve onyargilarim beni bir tarafa cekerken, aklim, mantigim ve kontrollu gozlemlerim muthis bir kesinlikle baska bir seyi soyleyebilir pekala. insanin arkadas ortamlarinda bilinemezci olup, gece yattiginda baska seyler dusunmesi de samimiyetsizlikten ziyade, hayatimizin cogu alaninda oldugu gibi burada da bir cekismeden ibarettir. ama ben inanmasam da, kavrayamasam da, inkar etsem de izafiyet teorisi dogrudur, benim subjektif yargimdan ve kapasitemden bagimsiz olarak vardir. bilinmezcilige dogru yaptigim cikarimlar da ayni sekilde beni yokolus korkusunun kucagina atabilirler ama isabetlidirler ve bir bilinemezcinin bu mucadelenin farkina varmasi bile zaten dusuncesinde tutarsizlik olmadigina en guzel ornektir.

  • turk erkeginin yagsiz ve imkanlar sayesinde daha iyi giyineni (daha iyi gelir dagilimi, ve marka olmus tekstil sektoru sayesinde). baska numaralari yok, 1 sene italya'da yasayinca anliyorsunuz. 35 yasinda anasiyla yasayan adam dolu roma'da.. bizimkiler hic olmazsa ev araba alma cilesinde.. hor gorulen turk erkeginden daha seviyesizce espriler yapilan erkek muhabbetleri var.. ayrica en az (hatta daha fazla) turk erkegi kadar abazalar.. pardon turk erkegi abaza tabi italyan erkegi "yatakta bir harika canim hic durmadan kadinligimi hissettirdi"..

    komplimani italyan yapinca "ayh cok zarif, kelimelerle adeta bedenimi yaladi", turk yapinca "ne diyosun sen be pis sapik!?" oldugundan kalani geciniz. yabanci hayranligi sagolsun, turk erkegi en son size iltifat ettiginde 3. sinif hollywood filminde bayat komiklikler yapip bardan hatun kaldirmaya calisan ezik bir loser kafaniza yer etti ve oyle kaldi, gelin itiraf edin.

    is yerine surekli yemek icin gelen turk erkegi birden (birden kismi onemli bak) "bu güzellik nerden geliyor hep aynısın bu tempoda" dese adami dogduguna pisman edersiniz. hicbirsey olmasa oyle soguk bi bakis atar yalandan gulersiniz ki adam kadinlardan sogur.

    "valla o an ne diyim bilemedim "pezzo di merda!" dedim ve yanındaki arkadaşı döndü "italyancada iyiymiş" dedi güldük vs."

  • dort ay boyunca o sirketten bu sirkete mulakatlarda debelenmis bir insan olarak su sekilde dillendirecegim tavsiyelerdir.

    not: teknik bir alanda is aramis oldugum icin qualcomm, seagate, xilinx, marvell gibi sirketlerle gorusme firsatim oldu ve haliyle tecrubelerim buyuk teknoloji sirketleri mulakatlari icin gecerli. is basvurusu surecinden baslayalim:

    1- is aramaya baslamadan once mutlaka ama mutlaka profesyonel aginizi genisletin. linkedin bu hususta cok faydali oluyor.

    2- yuksek lisans yaptiginiz okuldaki ust donemlerinizle (ozellikle tez danismaninizin eski ogrencileriyle) iyi iliskiler kurun, cunku siz mezun olmadan birkac sene once onlar ise giriyor ve yavas yavas laflari gecmeye basliyor. hal boyle olunca da ozgecmisinizi patronlarina ilettiklerinde yuzyuze mulakata cagirilma sansiniz ciddi oranda artiyor.

    3- sirketlerin personel avcilarinin (recruiter) en cok kullandiklari arac linkedin. bu yuzden linkedin profilinize mutlaka ozenin. gerekirse ayda 25 dolar odeyip premium hesabi alin ve sirketlerin personel avcilariyla baglanti kurmaya calisin.

    4- mutlaka ama mutlaka ozgecmisinizin yaninda pozisyona neden uygun oldugunuzu dusundugunuz, 1 sayfayi gecmeyen bir mektup yazin. seagate'teki mulakatimin ilk asamasinda bu mektubu yazmis oldugum icin one gectigim belirtilmisti.

    5- basvurdugunuz pozisyona gore ozgecmisinizi degistirin. mesela yazilim agirlikli bir pozisyonsa programlama becerilerinizi on plana cikarin.

    buyuk sirketlere her bir pozisyon icin en az 100 kusur aday basvuruyor. ilk on elemede 100 ozgecmis icerisinden yaklasik 80 tanesini eliyorlar ve 20 kisiyle telefon mulakati yapiyorlar. diyelim ki ilk onelemeyi gectiniz ve sirket sizinle bir telefon mulakati yapmak istedi (telefon mulakati yaklasik 45 dakika surecektir):

    1- mumkunse mulakati cuma gunune ayarlayin, cunku karsinizdaki insan haftanin son gunu oldugu icin cok daha neseli olacaktir.

    2- pozisyonla alakali teknik sorulara hazirlikli olun. telefon mulakatinda genelde daha temel sorular soracaklardir ama kol gibi sorular sorduklari da gorulmustur.

    3- matematik agirlikli zeka sorularina (brainteaser diye geciyor) mutlaka mulakat oncesinde pratik yapin. bu sorularin coguna tumevarimsal bir argumanla yaklasilmasi gerekmekte ve buna asina olun. bu tarz sorularin oldugu tonla web sitesi var.

    4- hic alakaniz olmayan bir konuda soru sorulmussa bilmiyorum diyip gecin. sirf konusmus olmak icin konusmayin, inanin cok ters tepiyor.

    bahsi gecen buyuklukte sirketler genelde 20 kisiyle telefon mulakati yaptiktan sonra en begendikleri 5 kisiyi yuzyuze mulakata cagiriyorlar. diyelim ki yuzyuze mulakata cagirildiniz (yuzyuze mulakat 5 ila 8 saat arasinda surecektir):

    1- illa ki takim elbise giyeceksiniz diye bir kaide yok. ozellikle yazilim pozisyonlarinda takim elbise ters tepmekte cunku beraber calisacaginiz adamlarin tarzi o degil.

    2- yuzyuze mulakata cagirilmadan once sirket sizinle mulakat yapacak (cogunlukla teknik) insanlarin adinin oldugu bir liste yollayacaktir. bu liste yaklasik 5 ila 8 kisiden olusacaktir ve her biri sizinle yaklasik 45 dakika konusacaktir.bu listedeki herkesi tek tek internetten aratin ve uzmanlik alanlarina bakin. bu alanlardaki temel bilgilerinizi tazeleyin.

    3- her mulakatin sonunda ya da basinda bir sorunuz var mi diye soracaklardir. mutlaka ama mutlaka aklinizda pozisyonla ilgili birkac soru hazirlayin ve sorun. boylece hem bilincli bir aday oldugunuzu gosterirsiniz, hem de kalan 45 dakikada size daha az soru sorabilirler.

    4- tezinizi incik cincik edeceklerdir, hazirlikli olun.

    5- telefon mulakatindan cok daha zor teknik sorulara hazirlikli olun, bilmediginiz konularda fikrim yok ama gerekirse ise baslayinca ogrenirim diyin, bos laflar gevelemeyin.

    5- mulakati yapan herkes size guleryuzlu ve oldukca profesyonel davranacacaktir. bunu size ozel degil, herkese yapmaktadirlar, sakin gardinizi dusurmeyin ve samimiyeti abartmayin.

    6- ogle yemeginde bile teknik sorulara hazirlikli olun.

    7- mulakati yapan kisi bir turk ise o turkce konusmadigi surece turkce konusmayin.

    8- mulakatin sonunda sizi davet ettikleri icin tesekkur edin ve size haber verebilecekleri yaklasik bir tarih sorun.

    bu asamalari atlattiktan sonra da mulakat ne kadar iyi gecmis olursa olsun, elinize resmi teklif gelene kadar is bakmaya devam edin.

    not: belirtmis oldugum tavsiyeler sahsi tecrubelerime dayanarak verdigim tavsiyelerdir ve mutlak gecerlilikleri yoktur.

    edit: cok fazla ingilizce kelime vardi, onlar turkceye cevrildi. ne olur ne olmaz diye de ingilizceleri yanlarina eklendi.