hesabın var mı? giriş yap

  • ali ece'ye, 20 sene anlatacak malzeme çıkartan takım. bir başlayacak; ah vardy nasıl forvetti, vay be mahrez'in çalımları. aaa bak schmeichel hele, tam babasının oğluydu. arada tottenham'ı da övecek yayılacak koltuğa hevesli hevesli anlatacak, türkiyede bu adamdan daha çok sevinen olmamıştır yemin ediyorum.

  • eşimin 100'üne dayanmış babaannesi birkaç gündür bizde kalıyor. dizleri ağrıdığından çok zor hareket ediyor, genellikle saatlerce kıpırdamadan oturuyor. kızım defne (d) ve arkadaşı pelin (p) salonda onu tamamen unutmuş şekilde lego oynarlarken, babaanne sonunda yavaşça harekete geçiyor.

    p: ciyaaaak!

    d: noldu pelin?!

    p: yaşlı insan harekete geçti!

    d: korkma pelincim, o bir babaanne! hem de canlı.

  • simyacılar önceleri, simya altını ile yaşam iksirini elde etmenin peşindeydiler. bu çabalarının sonucunda, bazı ampirik sonuçlar da elde ediyorlardı; ancak önceleri bunlar kendileri için pek önemli değildi. yüzyıllar geçtikçe “ölümsüzlük” düşleri azalıyor, ampirik sonuçlar daha fazla önem kazanıyor ve simya altını, sadece ölümsüzlük iksirini elde etmek için ihtiyaç duyulan bir madde olmanın ötesine geçiyordu. bilim ilerledikçe, simyanın gizemli yanları terk ediliyor ve sonunda, modern bilimin ortaya çıkışıyla simya, “eskiye ait öyküler” olarak tarihe karışıyordu.

    eski doğu kozmolojisinde maddenin, çeşitli oranlarda birleştirilmiş hava, su toprak, ateş ve uzay gibi beş elementten oluştuğu ve madde dünyasının sıcak ve soğuk, yaş ve kuru, pozitif ve negatif, dişi ve erkek gibi karşıt kuvvetlerin etkisinde olduğu kabul edilirdi. makrokozmos ile mikrokozmos arasında bir etkileşim olduğu inancına bağlı olarak, gezegenlerle metaller arasında bir ilişki olduğu kabul edilirdi. buna göre, gümüş, ayın etkisiyle, altın maden filizi güneşin etkisiyle oluşmuş; bakır, venüs’ ün etkisiyle döllenmiş; demir mars, kurşun da satürn tarafından yaratılmıştı. insanın ilk işlediği demirin, “gökten gelen” meteoritler olması ve bunların göğün kutsallığına ait olduğunun kabul edilmesi de, bu inançları destekliyordu.

    ayrıca, madenlerin dünyanın yaratılışı sırasında yaratıldıklarına değil de, yataklarında doğal biçimde büyümekte olduğuna inanılır ve madenler birer “embriyon” olarak görülürdü. eski doğu’ da, ceninin mitlerde ve büyüde önemli bir yeri vardı. vaktinden önce doğmuş olan bu “embriyonlar”ın, yani toprağın altındaki madenlerin tamamının, yeteri kadar beklenilmesi durumunda altına dönüşeceğine inanılırdı. kökeni mezopotamya’ da olan bu inanışlarda, insanın yaşamını önemli derecede etkileyen bir buluşun, tarımın büyük bir etkisi olsa gerek. toprağa ekilen tohumun büyümesi ve ürün vermesi süreçlerini gözlemleyen ve bunu bilimsel olarak açıklayamayan insanın, buna çeşitli anlamlar yüklemesi kaçınılmazdı. madenler de, tohumların ekildiği toprağın altında bulunuyordu ve aynı toprak, pekala bu madenleri de büyütebiliyordi.

    “simya” (alchemy, alchimie) kelimesinin kökeninin, arapça bir kelime olan ‘el-kimya’ya dayandığı, arapça’ya ise çin’den girdiği düşünülür. izlerine ilk olarak mezopotamya’ nın eski uygarlıklarında rastlanan simya, eski çin, hint, mısır, yunan, islam ve ortaçağ ile rönesans avrupası’ nın kültürlerinde önemli izler bırakmıştır.

    çağlar boyunca, simyanın izine rastlanılan tüm kültürlerde, simyanın, çin’ de taoculuk, hindistan’ da yoga ve tantracılık gibi, o kültürün gizemci gelenekleriyle ilişki içinde olduğu görülür. bunun yanında, doğu’ da simya, çileci ve tefekkürcü bir teknik olarak da karşımıza çıkar. bu kültürlerdeki eski simya metinlerinde, simyacının erdemleri vurgulanır. buna göre, simyacı sağlıklı, onurlu, sabırlı, namuslu olmalıdır; zeki ve alim olmalı, hem çalışmalı hem düşünmeli, hem dua etmelidir.

    çin’ de simyanın temel hedefi, ölümsüzlük iksirini keşfetmekti. çin’ de taocular, bireyin ölümsüzlüğüne inanıyorlardı. bu inançları doğrultusunda, özel beden hareketleri gibi uygulamaları teşvik ettikleri gibi, ilaç da kullanıyorlardı. bu ilaçların içinde, altının özel etkilerinin olduğu mineraller bulunuyordu.

    doğası nedeniyle kesinlikle bozulmaması, simyacı tarafından beslenme diyetine eklendiğinde ölümsüzlüğü getirmesi, beyaz saçları siyahlaştırması, düşen dişleri yeniden çıkarması, ihtiyarları gençleştirmesi, eski çin’ de, altının sağlayacağına inanılan yararlardan bazılarıydı. benzer inanışlara, eski doğu’ nun çeşitli kültürlerinde de rastlanır.

    hint simyası da çin simyası gibi büyüye ve dine bağlıydı. hint mistizmi, insanoğlunun kendi merkezinde yeniden inşası üzerine temellenmişti. bazı çileci ve yogiler, ömrü uzatmak amacıyla bazı simya reçeteleri hazırlayıp bunları kullanıyorlardı. marco polo, bu reçetelerden şu şekilde söz ediyordu : “çok ilginç bir içecek içiyorlar; bu içeceği bir karışık kükürt ve cıvayı karıştırtarak elde ediyorlar ve bunu ayda iki kez içiyorlar. bu içeceğin onlara uzun bir ömür verdiğini ve bunu çocukluklarından beri içtiklerini söylüyorlar.”

    hint simyasının bir ön kimya olmadığı, ampirik tekniklerle pek ilgilenmediği ortadadır. ancak, simyanın dindışı, pragmatik yanıyla, hint tıp biliminde karşılaşırız. hint tıbbında, hastaları iyileştirmek için çeşitli madeni ve mineral ilaçların kullanıldığı biliniyor. tabi ki, bu dönemlerde, tıp uygulamalarının henüz büyüden ayrılmadığını da hatırlatmak gerekir.

    hint simyasının kökenleri konusunda, tarihçiler arasında çeşitli görüş ayrılıkları bulunmaktadır. kimi tarihçiler, simyanın hindistan’ a kadar araplar tarafından getirildiğini savunurken, kimileri de bu görüşe karşı çıkmaktadır. hint simyası, arap simyasından etkilenmiş olsa da, insan yaşamını sonsuza kadar uzatabilme ve dönüşüm gibi inançlar, hindistan’ da, arap simyacılarından önce de bulunuyordu.

    arap dünyasında da, pek çok bilim insanı simya ile ilgilenmişti. bunların başında, “kıymetli taşlar hakkında sayısız bilgiler kitabı” adlı bir kitabı olan el-biruni ve “şifa ve kanun” adlı kitabında, metalleri ve mineralleri sınıflandırarak, meydana geliş şekillerini tanımlayan ibni sina geliyordu.

    arap simyasının içeriği, antik çağ simya bilgilerine dayanıyordu. arap simyacılar içinde, çalışmalarına 8.yüzyılın sonlarında başlayan cabir bin hayan ön plana çıkar. cabir bin hayyan’ a göre, metallerin birbirinden farklı olması, dişi ve erkek unsurlar ya da çinlilerin ‘yin ve yang’ı gibi etki unsurları olan cıva ve kükürt oranına ve birleşme sırasında gökten gelen etkilere bağlıydı.

    arap simyacılar arasında ilgi çekici bir isim de, batıda “rhazes” olarak tanınan el-razi’ydi. akılcı düşünen bir kişi olarak tanınan el-razi, arap simyasının, kimya bilimine dönüşmesi sürecini başlatmıştı. simyanın mistik tarafının büyük bir kısmını redderek simyacıların, deneylerle elde ettikleri sonuçlar üzerinde duran el-razi; ‘sırların kitabı’ ve ‘sırların ve sırların sırlarının kitabı’ adlı eserlerinde, pek çok kimya işlemini, açık bir şekilde tanımlamıştı.

    aynı zamanda başarılı bir hekim ve tıp yazarı da olan el-razi, alışılmışın dışında felsefi görüşlere sahipti. siyasi ve sosyal eşitliğe inanıyordu. dini eleştirerek, insanların, dini liderler tarafından zorla kabul ettirilen bir düzene ihtiyaçları olmadığını savunuyordu. hippokrates, öklides gibi bilim insanlarının, dini liderlerden daha önemli olduklarını düşünüyordu. mucizelere inanmıyordu; bu konuda, ‘peygamberlerin hileleri’başlıklı bir kitap dahi yazmıştı.

    avrupa’ da 13. yüzyılda, el-razi’ nin çevirileriyle, eski yunan ve bizans’ tan sonra, simya yeniden doğdu. batı simyasında, doğu’da görülen mistik öğeler azalıyor, değersiz metallerin altına dönüştürülmesi amacı, nispeten ön plana çıkıyordu. buna karşın, maden filizlerinin büyümesi, metallerin dönüştürülmesi gibi geleneksel simya ilkelerinin rönesans boyunca, hatta 18.yüzyılda bile sorgulanmadığı; newton’ un bile, sonuçlarını yayınlamasa da, bazı simya deneyleri yaptığını görüyoruz.

    bu dönemde, simya çalışmaları bir yandan ölümsüzlük iksiri, diğer yandan metallerin altına dönüştürülmesi yönünde ilerlerken, önemli bir alanın gelişmesine yardım ediyordu : daha önce, eski hint toplumunda çeşitli uygulamalarının olduğu ve önemi daha sonraki yıllarda daha da çok anlaşılacak, kimyasal maddelerle tedaviyi inceleyen ‘iyatrokimya’.

    ölümsüzlük ve sonraları zenginlik düşleri; modern bilim, simya tekniklerini çürütene kadar devam etti. avrupa’ da, modern kimyanın ortaya çıkışıyla, gizemli dünyayla beraber simya, tarihe karıştı.

    *

  • bizi ne bağlar acaba? aihm bağlamıyor bm bağlamıyor nato bağlamıyor o zaman biz neden buralara üyeyiz ve temsilci bulunduruyoruz?

    edit: bir yazar arkadaşın mesajını ekleyeyim
    anayasa mahkemesi de bağlamıyor hatta başkanını dolaylı tehdit de ediyoruz. süper demokratız

  • + mendil verem mi?
    - ne?
    + mendil verem mi diyorum?
    - ver madem?
    + mendil ayrılık demek kendim gelem mi?
    - anlamadım?
    + mendil diyorum, ayrılık demek diyorum, mendil vermeyeyim de kendim geleyim?
    - gel <3

    evet çok canım sıkılıyor lan.

  • ülkede nasıl bir tersoluk varsa azıcık adele yapanları dereceye sokuyorlar.
    aydemir akbaş'ı göndersek 3. olur amk.

  • soğuk kanlılık olarak yazılan ancak aptallık veya şok durumundan öte bir şey değildir. gazeteler soğuk kanlılığını koruyan avukat olarak yazmışlar ancak şunu artık herkesin anlaması lazım deprem anında hiç ama hiçbir şey yapmamak soğuk kanlılık değil düpedüz aptallıktır. kendinizden yüksek devrilmeyecek bir şeyin yanına cenin pozisyonu halinde geçilmesi yaşam üçgeni oluşturmak açısından önem arz etmektedir. kısacası aptallık.

    edit: imla

  • bokunu çıkarmasalarmış çok güzel projeymiş. böyle ev alacak olan adam evin 10 katı kadar arazisini bahçesini yanında ister. siz ne bok yemeye yan yana diktiniz amk? sanki asker basacak pezevenk binaları yanyana sokuşturmuş. tam türk projesi.

    editle geldim. var olan proje görselleri: evler arası şaka gibi 2-3 metre felan. resmen çöp.
    evler 1
    evler 2

    nasıl olabilirdi? (görsel houston, texas, abd'ye ait bir sokak) işte böyle. evleri daha da aralıklarla koyuyoruz. çok kolay. 150 tane yapacağına 30 tane yap. hepsine güzel bahçeler ve aralıklar ver. garajlar koy. valla lan gerizekalı olsan bile yaptırırsın. araplara özel yapmana felan gerek yok. bu evleri 1 milyona bile satarsın. kaldı ki maliyetin 400 bini geçmeyeceğine eminim(daha önce 200 dedim tamam abarttım :d) de tabi arazi/arsa parasını bilemem.
    olması gereken

    bu arada bilmeyenler için açıklayayım, paylaştığım görseldeki evler bir amerikalı için çok ucuz, sıradan evler. ve hemen hemen her mahalle böyle. daha da iyileri var da bulamadım.