ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
adliyede ben devletim diye bağıran polis
-
polis, devlet değildir. polis memuru da devlet değildir.
mevcut anayasa diyor ki (madde 6) halk, tek egemen güçtür ve bu yetkisini hükümet, meclis ve yargı yoluyla kullanır. yani devlet, halkın yetki kullandığı araçtır.
polis ise, hükümete bağlı kolluk kuvvetidir. görevi ise egemenliğin asıl sahibi olan halkı suçlara karşı korumaktır. polis, halk adına hiçbir şey yapamaz, halk adına hükümet bir şey yapabilir, polis ise emirleri yerine getirir.
bir polis, "ben devletim" diyorsa o devlet, polis devleti olmuştur. anayasanın ilgili maddesi ise fiilen gasp altındadır.
taksici ile 50 lira yüzünden tartışan genç
-
50 lira yüzünden tartışmamaktadır.
hırsızlık yüzünden tartışmaktadır.
fox tv'nin türkiye'de bir ilk olacak olan dizisi
-
başrollerinde kerem bursin ve hande erçel’in olacağı, hande hanım’ın fakir bir çiçekçiyi kerem bey’in bir holding patronunun varisi rolünde olacağı deneysel dizi. daha önce yapılmamış olan zengin oğlan fakir kız konusu gerçekten renk katacak ekranlara. bu tür farklı projeler topluma ayna tutacaktır muhakkak.
https://twitter.com/…tatus/1238532412608581632?s=21
bir insanın kendisine yapabileceği en büyük iyilik
-
içine sinmeyen hiçbir şeyi yapmamak.
dine en büyük zararı kemal sunal verdi
-
(bkz: akit için sıradan bir nefret söylemi)
akit bir insanı sevmiyorsa, o insanın büyük ihtimalle ülkeye, dine hiçbir zararı olmamış, aksine faydası olmuş önemli, iyi bir insandır.
vedat milor'un mansplaining ile suçlanması
-
pinar'in israrla ingilizce yazmasindan anladigim kadariyla kalitesiz bir insan, gerisi faso fiso.
bülent kayabaş
-
bülent kayabaş'ın anılarından...
'pendik tiyatrosu' adlı bir girişimde bulunmuştuk genç arkadaşlarla beraber. 1967'de, kemal'le ilk kez orada tanışıp samimi olduk.
paramız yoktu beş kuruşsuz dönemlerimizdi. geceleri yemek yedikten sonra, parasızlıktan çay bahçesine filan da gidemiyoruz. sabahı bekliyoruz fırınlar açılsın diye. fırından ekmek alıyoruz. o zamanlar ortalık o kadar sakin ki; manav domatesini biberini yerinde bırakıp gidiyor geceleri. biz de o domateslerden alıp tuza banarak yiyoruz. öyle geçiyor günler.
provalar oldu, oyunlar başladı derken biz hâlâ, devamlı domates alıyoruz aynı tezgâhtan; ama bayağı alıyoruz yani. "alıyoruz" dediğim, düpedüz çalıyoruz! yıllar sonra o kemal sunal, ben bülent kayabaş olduktan sonra, bu anıyı anlattık birbirimize. çok güldük, hüzünlendik, derken düştük kemal'le pendik yollarına, domateslerini çaldığımız o adamı bulmaya. bulduk da. tabii bu arada bayağı ünlü olmuşuz artık.
"vaaay!" dedi adam, "ne arıyorsunuz siz burada?"
"yahu mehmet amca" dedik, "biz böyle böyle, aşağı yukarı iki günde bir senin kasalarından domatesleri çalar, tuza banar yerdik."
adam durdu durdu, bir ağlamaya başladı ki sorma. "ne oldu amca?" dedik. "siz," dedi. "nasıl bana söylemezsiniz? siz bana neden gelmezsiniz? ben size ne domatesi, her gün yemek verirdim!" diye ağlıyor. biz ağlıyoruz, adam ağlıyor.
o zamanki insanların değeri, havanın, suyun, deniz kenarının tadı, her şey bir başkaydı. beş kuruşsuz da olsak, başka hiçbir sorun aklımızda yer etmezdi o dönemlerde.
her gün banyo yapan insan
-
bir noktadan sonra mağazadaki tüm banyoları bitirmesi olasıdır. (bkz: duş almak) (bkz: banyo yapmak)
yılan hikayesi'ndeki kürşat
-
yusuf diye bi adamı vardı, yusufffffffff başımız çok büyük dertte yusufffffff diye inletirdi ortalığı. kürşat at silahını kürşattt. yusuf sen de. allah kahretsin allah kahretsiiiiiin