• 2. dünya savaşı sırasında ingilizler sürekli bombalama tehdidi altındayken gelen uçakların ayırt edilmesi ingilizler için çok önemli hale geliyor. hangi uçaklar eve dönen ingiliz uçakları, hangileri bomba atmaya gelen alman uçakları? bunu hızlı ve doğru bir biçimde yapmanın yolunu ararken bazı uçak meraklılarının kusursuz doğru tahminlerini fark ediyorlar.

    nasıl oluyorsa bu kişiler çok hızlı ve başka bir alet yardımı olmadan (ki zaten öyle bir alet edevat da yok) hangi uçak kimin çat diye biliyorlar. ingiliz hükumeti bunun üzerine bu gözcülerin sayısını arttırmak için mevcut gözcüleri, yenilerini eğitmek için görevlendiriyor.

    ancak şöyle bir sorun var, gözcüler bunu nasıl yaptıklarını anlatmaya çalışıyorlar ama anlatamıyorlar. kimse bir şey anlamıyor, hatta anlatan gözcü bile kendi anlattığını anlamıyor (woody allen filmlerindeki bir sahne gibi yani, çok absürt)
    bunun nedeni, gözcülerin doğru yanıtı nasıl bulduklarını bilmemeleri.
    sonra şöyle bir karar alınıyor. acemiler gözcüler tarafından deneme yanılma yöntemi ile eğitilecek. yani bir uçak gelecek, öğrenci hangisi olduğunu söyleyecek, gözcü de sadece evet veya hayır diyecek.
    bir süre sonra acemiler de hocaları gibi bu gizemli uzmanlığa sahip oluyorlar. (sihir gibi ama değil)

    insan beyni örtülü bellekle açık belleği tamamıyla birbirinden ayırabiliyormuş. bazı şeyleri kendimizden habersiz ve hatta kendimize rağmen öğrendiğimizi fark ederiz ya, işte bu da öyle bir şey sanırım.
    hani bazen tarif etseniz edemezsiniz ama en iyi siz yaparsınız. bunun sebebi bir vakitler bilinçsizce o konuya dikkat etmeniz ve beyninizin bunu kaydetmesi olabilir. yanılıp buna içgüdü de deriz ama aslında bu bilincimizin bizden bağımsız öğrenip, sonra kullanmak üzere depoladığı bir bilgi veya beceridir.
    görüldüğü üzere bilincimizin dışı da en az içi kadar sürprizli.
  • rumsfeld'in kendine göre yaptığı felsefî bir değerlendirme üzerine zizek'in eklemede bulunarak tanımladığı mefhum-mevhum. "bilinen bilinenler vardır. bunlar bildiğimizi bildiğimiz şeylerdir. bilinen bilinmeyenler vardır. yani, bazı şeyler vardır ki, bilmediğimizi biliriz. fakat bilinmeyen bilinmeyenler de vardır. bunlar bazı şeyler ki, bilmediğimizi bilmeyiz." işte tam bu noktada yarım bırakılmış bu felsefî tefekkürü zizek tamamlar. o da "bilinmeyen bilinenler"dir. bu bilinmeyen bilinenler, "bildiğimizi bilmediğimiz şeyler"dir ve zizek'e göre bu tam mânâsıyla freudyen bilinçdışıdır.
  • freud'u "aman aman hic bilimsel degil, cik cik cik!" diye elestire elestire bir hal olmus psikoloji camiasinin, done dolasa 'bilimsel' yollarla ulastigi noktadir. ha adi bilincdisi degildir de "otomatik surecler"tir. "kontrol-disi eylem"dir. "beden dili" davranisidir. "farkindalik disindaki tutum"dur. "ortuk onyargi"dir.
  • freud'un ruhsal yapı modelindeki üç bölümden en derinde, normal bilinç süreleriyle ulaşılması en zor olan kısmıdır. bu kısım istenilmediği, kabullenilmediği, yasaklandığı için bastırılıp unutulan anıları, çatışmaları, itkileri, temel biyolojik içgüdüleri de barındırır. bunlar hiçbir zaman bilince ulaşmasalar bile bilinçli düşünce ve davranışlar üzerinde bir etkiye sahiptir.

    halk arasında sık sık bilinçaltı'yla karıştırılsa da aradaki farkı en rahat anlayabileceğiniz nokta onun bilinçaltı gibi zırt pırt yüzeye çıkıp ortalığı karıştırmamasıdır.
  • sigmund freud'a göre, bilinçdışı, diğer ikisi önbilinç ve bilinç olmak üzere psişik işleyişin üç düzeyinden biridir. bu ayrım ilk freudcu topografi olarak bilinegelmiştir (ikincisi için bkz.id ego süperego) ne var ki, önbilinç, bilincin özelliklerini paylaştığından merkezi ayrım bilinç ve bilinçdışı arasındadır. bilinç zorunlu olarak, ister içsel isterse dışsal olsun, algı ve algı kalıntılarıyla bağlantılıdır. bir şeyin bilincinde olma süreci her şeyden önce duyu organlarımızın dış dünyadan aldıkları algılarla bağlantılıdır. ama insanlarda egodaki içsel süreçler de bilinç niteliği kazanır. bu, egodaki malzemeyi görselin ama özellikle de sessel algıların hatırlatıcı kalıntılarıyla sıkı bir ilişkiye sokan konuşma işlevinin eseridir. dolayısıyla bilinç her zaman belli türden temsilcilerle bağlantılıdır. bilincin aksine, bilinçdışı, sürekli hareket halindeki bir enerji alanı, bir kuvvet alanıdır. o; içgüdülerin, dürtülerin alanıdır. bu süreçlerin en başta gelen özelliği, bütün gerilimin yüklenmiş enerjiyi hareketli hale getirme ve boşaltma işi üzerine binmesidir; kendilerine enerji yüklenmiş fiziksel öğelerin içeriği ve ismi sonuçta pek önemli değildir. ne k,, bu alan bile ker zaman temsillerle bağlantılı bir alan olarak görülmelidir. duygulanımlar*, duygular ve hisler de hem bilinçteki hem de bilinçdışındaki temsilcilerle bağlantılıdır ama bu doğrudan yüklenmiş fikirlerden farklı bir biçimde olur. bilinçli ve bilinçdışı duygulanımlar arasındaki bir farklılık, bir duygu etkisinin uygun temsilcisinin bastırılması ve bilinçli hale gelmesi için duygunun başka bir fikirle bağlantı kurmasıdır. dolayısıyla bilinçdışı, bir enerji olmakla birlikte her zaman temsilcilerle kurduğu bir ilişki aracılığıyla iş görür. bilinçdışı düzeyde psişe, bilinç düzeyindeki gibi her zaman ve zorunlu olarak temsil edilir. eğer psişe her daim temsilciler kullanan bir şey olarak görülecek olursa, temsilcilerin, özellikle de bilinçdışı temsilcilerin orijini sorunu ortaya çıkar. bilinçdışında iki tür temsilci ile karşılaşılır; bir yanda hafıza izlerinden türeyen temsilciler, öte yandaysa asal fantaziler ya da asal bastırma olarak tezahür eden başlangıçtaki asal temsilciler* vardır. freud bu varsayımı 'farklı öznelerin kişisel deneyimlerine bakılmaksızın iş gören fantaziler' olarak ifade eder. lakin freud bu iki tür temsilciler arasında nitel bir ayrım yapmaz. ayrım orijinlerindeki farklılıktan ibarettir. bu bağlamda asal fantaziler özgün içeriklere sahip olmaktan çok sanki bilinçdışının içeriklerini örgütleyen özgün bir yapı olarak görülebilir. psişik temsicilerin orijini sorunu freud'dan sonra da merkezi önemini korumuş ve birçok psikanalist bu tartışmaya katkıda bulunmuştur. jung, asal temsilcilerin varlığını kabul eder ve onlara freud'un verdiğinden daha büyük bir rol biçer. kişisel bilinçdışının altında insan ırkının geçmiş deneyimlerinin depolandığı bir kolektif bilinçdışı (kolektif bilinçaltı başlığında irdelenmiş) nosyonunu gündeme getirir. melanie klein, ve takipçileri , doğuştan gelen asal fantazi/simge oluşturma kapasitelerine freud'dan daha fazla önem verirler ancak freud'la birlikte onlar da bu fantazilerin içeriğini dışarıdan alınan öğeler, simgeler ya da temsilciler tarafından kolaylıkla yerinden edilen bir şey olarak görürler. jacques lacan ise, iki temsil düzeyi arasındaki ayrımı imgesel** ve simgesel* arasındaki ayrım olarak sunmuştur. dışsal olarak edinilmiş simgelerin toplumsal orijinine, yani bu simgelerin şeylerde yuvalanmış halde doğal olarakvar olmayıp insan topluluklarında kurulmuş ve asıl olarak da dil aracılığıyla ifade edilmiş olduğuna özel dikkat çeken ilk düşünür olmuştur. temsillerin imgesel orijinleri yerlerini toplumsal olarak kurulmuş simgesel sistemlere bırakır. bu geçiş, kleincıların da dediği gibi, ilke olarak sorunsuzdur. adlarındaki farklılığa rağmen, bu iki düzen, imgesel ve simgesel, lacan'a göre, farklı kipleri temsil etmez. cornelius castoriadis'e göre ise, başlangıçtaki temsilcilerin yerini toplumsal olarak kurulmuş ve toplumdan kaynaklanmış temsiller olan 'toplumsal tahayyül mahsulü anlamlandırmalar'* alır. özet olarak söylenebilir ki, temsilcilerin kullanılması 'bilinçle bilinçdışı ayrımı'nın kriteri olamaz. öyleyse bu kriter ne olabilir? freud'un başvurduğu üç olası kriter vardır: 'bastırma, temsilcilerin türü ve bilinçdışının işleyiş tarzı'. temel amacı ''bilinçdışının psişik bir düzey olarak özgünlüğünü tespit etmek'' olan bu entride sıra freud'dan birebir yardım almaya geldi. the unconscious adlı kitabımdan (entri içi düzelti: freud sürçmesi böyle bir şey olsa gerek.. tribe girip 'kitabım'dan demişim.. öyle bir amaç yok diye biliyorum ama bilinçdışı her şeye gebe) bir pasaj: ''bilinçdışının çekirdeği, yüklenimlerini boşaltmak isteyen içgüdüsel temsilcilerden, yani istemli itkilerden oluşur. bu itkiler, birbirinden etkilenmeksizin, birbiriyle eşgüdüm içinde, yanyana varolurlar ve karşılıklı çelişkilere düşmezler. bu sistemde olumsuzlama, kuşku, hiçbir belirsizlik yoktur. yüklenimsel yoğunluklar çok hareketlidir. bu yer değiştirme süreci sayesinde, bir fikir bütün yüklenim kotasını ötekine teslim edebilir; yoğunlaşma süreci sayesinde öteki fikirlerin bütün yüklenimi kendine mal edilebilir. bu iki süreci asal psişik süreç denen sürecin ayırıcı belirtileri olarak ele almaktan yanayım. önbilinç sisteminde, ikincil süreç egemendir. bilinçdışı sistemi süreçleri zamansızdır; yani zaman sırasına göre dizilmez, zaman içinde değişmezler; zamana hiçbir referansları yoktur. bilinçdışı süreçler gerçeliğe * çok az dikkat eder. onlar haz ilkesine tabidir; onların kaderi yalnızca ne kadar kuvvetli olduklarına ve haz veren-haz vermeyen düzenlemesinin taleplerini yerine getirip getirmediklerine bağlıdır.'' bu yüzden bilinçdışının bir dizi özniteliği* vardır; bunlar bilinç işleyişinden, yani bilinçli düşünceden yalnızca farklı değil ona karşıt da olan bir psişik işleyiş tarzına işaret eder: karşılıklı çelişkiye düşmüyor olmak, asal süreç (yüklenimin hareketliliği), zamansızlık, psişik gerçeklik tarafından dışsalın yerinden edilmesi. bilinçdışı tıpkı bilinçliliğin yaptığı temsiller aracılığıyla işliyor olmakla birlikte, bu işleyişin tarzı farklıdır. bu işleyiş tarzını, sunuşların kullanılma biçimini, bilinçdışının asal ayrıştırıcı özelliği olarak görmek mümkün. dolayısıyla, freudcu bilinçdışı nosyonunun özgünlüğü artık tesis edilebilir: ''bilinç sistemi, geleneksel olarak insana atfedilen tüm özellikleri (akılcı düşünme*, algılama vb.) taşırken, bilinçdışının özgün bir işleyiş tarzı vardır. (edit*)
  • ''freud’un geliştirdiği psikanalitik kuramın temelini ruhsal süreçlerin bilinçdışı işleyebildiği görüşü oluşturmuştur. ruhsal olayları açıklamada fiziksel mekanizmaları kullanmak yetersiz kalmaktadır. ayrıca ruhsal olayları sadece bilinçliliğe ilişkin verilerle açıklamaya çalışıldığımızda birçok eksiklik ortaya çıkmaktadır. gerek sağlıklı gerekse hasta bireylerde ruhsal olayları anlayabilmek için,bilinç düzeyinde kanıtını bulamadığımız başka bazı süreçlerin varlığını kabul etmek zorunludur. bunlar sadece sağlıklı bireylerdeki dil sürçmeleri,rüyalar ya da hastaların semptomları değildir. aklımıza gelip de nereden,nasıl geldiğini bilemediğimiz düşünceler de bilinçdışı süreçlerle açıklanabilir. bütün ruhsal eylemlerin bilinçte yer alıp bilincin içinde açıklanabilecekleri görüşünde ısrar edersek,birçok eylem bağlantısız ve anlaşılmaz kalacaktır. oysa bilinçdışı süreçlerin varlığını kabul edersek, bunların bilinçli süreçler üzerindeki etkilerini anlamak mümkün olabilir. freud,bilinçdışı olayları incelemeye başladıktan kısa bir süre sonra bunların ikiye ayrılabileceğini fark etmişti. birincilerin kapsamına biraz çaba ve dikkat sarfıyla bilince getirilebilen düşünce,anı ve benzerleri giriyordu. bilinçlenmeye hazır bu türden unsurlara freud bilinç öncesi adını verdi. ancak bilinçdışı olayların en ilgi çekici olanları büyük bir çaba sarfıyla bilinçli kılınabilen unsurlardır. bunlar bilinç tarafından çok ilgi çekici bir kuvvetle reddedilen,itilen ve bu yüzden bilinçli olabilmeleri için önceden bu kuvvetlerin yenilmesin gereken unsurlardır. freud bu ikinci türden olaylara bilinçdışı terimini kullanmıştır. bilinçdışı zihinsel çalışmayı doğrudan doğruya gözleyecek bir yolumuz yoktur. biz bunların ancak kişinin bize anlattığı düşünce ve duygularındaki yansımalarını ya da gözlemlediğimiz davranışındaki etkilerinin görünümlerini gözleyebiliriz. bu gibi etkilerin görünümleri bilinçdışı işleyişin ürünleridir ve biz bunlardan yola çıkarak bir bilinçdışı işleyişin anlamını sezebiliriz. bilinçdışı ruhsal süreçlerin varlığını gösteren önemli bir kanıt da hipnoz sonrası telkindir. hipnozda eylemle ilgili düşünceler,emri verenin etkisi,hipnotik durumla ilgili anıların tümü bilinçdışındadır. eylem gerçekleştirilirken ona ait düşünce bilinçdışıdır. yani,ruhsal bir olay hem bilinçli hem de aktif olabilmektedir. histerik hastanın zihni de aktif ancak, bilinçdışı düşüncelerle doludur. histerik hastalarda tüm semptomlar kaynağını bilinçdışı düşüncelerden alır. adeta onlar tarafından yönetilir. örneğin kusma davranışının ardında hamile olduğu düşüncesi olabilir. ancak hastanın bu düşünce hakkında bir bilgisi yoktur. semptom,derinde örtülü kalmış bir düşüncenin yerine geçmek üzere ortaya çıkmıştır. normalde,düşünce süreçleri kişinin bunları bilinçli olarak fark etmesine dek ilerlerken,burada bu engellenmiş ve bilinçdışı kalmaya zorlanan süreçler yerine semptom ortaya çıkmıştır. freud psikanalitik tedavinin,bu süreci tersine döndürerek bilinçdışı olanı bilinçli hale getirme yoluyla semptomu ortadan kaldırmaya çalışan bir yöntem olduğunu ifade etmektedir.
    bilinçdışı işleyişin bilinçli davranışa etkileri arasında dil sürçmeleri,okuma ve yazma yanlışları, kazalar, yanlış anımsama ve unutmalar da yer alır. id, ego veya süperegonun bilinçdışı bölümlerinden gelen içerikler normal denilen ruhsal olayları da biçimlendirebilirler. egonun etkin olan bilinçdışı güçler üzerindeki bütünleyici işlevi ne kadar başarılı olursa,ruhsal durum ve davranış da o kadar normale yakın olur. normal ruhsal olayların içinde,bilinçdışı süreçlerin en açık görülerek incelenebileceği ürünler rüyalardır. freud psikanalitik teknik aracılığıyla her rüyanın ardında etkin bilinçdışı düşünce isteklerin bulunduğunu göstermiştir. rüyaların incelenmesi, yalnızca genel bilinçdışı süreçleri ve içeriği değil, semptomu oluşturan bastırılmış ve bilince çıkması yasaklanmış id bölümünü de anlamamıza yardımcı olduğu için önemlidir.
    (kaynak: özlem boğoçlu, http://www.psikiyatrivehayat.com/)

    not: ''ne kadar sağlıklı olursanız olun, kendinizi yine de "iyi" hissedemeyebilirsiniz.''

    son not: (bkz: ağızdan istem dışı çıkan anlamsız laflar) *
  • kendini sosyokulturel simgelesmesi araciligi ile (oidipus araciligi ile) ayrimsayan oznenin, kendine gitgide yabancilasmasi ile meydana gelen hede. oznenin yarilmasinin akibeti. kacinilmazi. (lacan)
  • nasıl ve hangi aralık olduğunu anlamadan kapıldığımız bir düşünce, kazalar, sakarlıklar, rüyalar, unutmalar, dil sürçmeleri, espriler, yükselmeler, uyarılmalar, vurdumduymazlık, adamsendecilik, nemelazımcılık, kendinibilmezlik...
    gibi birtakım hoş olmayan hareketler bilinç düzeyinde delil yetersizliğinden beraat ederler.

    işbu kendini bilmez arazlar tümüyle bastırılamamış bilinçdışı düşünce ya da abes isteklerimizden beslenirler.
    ayıptır, günahtır; lakin tüm saklama çabamıza rağmen yine bizden beslenerek teşhir etmeye uğraşırlar kendilerini:
    i love you diyecekken eyeliner deriz işte o zaman; lapsusarız.
    unutmak da böyle bir şeydir: bastırdığımız yere kadar gideri vardır. buna ilişkin çağrışımlarımızı farkedebilirsek bundan kurtulabiliriz.
    her şeyi hatırlarız işte o zaman ne güzel; fil kervanımızla dolaşırız her yerde.
    rüyalarımız da o ilkel ıyy pis dürtülerimizin bedelsiz doyurulmasıdır esasen.
    yorgunluk, telaş, uykusuzluk, sarhoşluk, heyecan... tüm bu deyyusların ortaya çıkması kolaylaştırır.

    bilinçdışı süreçlerimizin varlığını kabul edip, bilinçli hale getirebilirsek semptomlar da ortadan kalkabilir.
    normal normal bi insan oluruz o zaman ne güzel oluruz.
  • farkında olmadan veya bilinçli olunmadığı durum
    bu durumda yapılan hareketler için kullanılır
    (ukte)
  • psikanaliz kuramının kurucusu freud’un bilinçdışı kavramı üzerine canımızı sıkacak ve bizi bir kez daha düşündürecek 10 sözü:

    1. uygarlaşmış toplum, insanın insana duyduğu düşmanlık hislerinden dolayı, sürekli bir dağılma ve parçalanma tehdidi altındadır.

    2. insanın ve hayvanın cinsel gereksinimlerini açıklamak için biyolojide bir “cinsel dürtü”nün varlığı kabul edilir; aynı şekilde, açlığı anlatmak için bir beslenme dürtüsü varsayılır. bununla birlikte halk dilinde, cinsel gereksinim için açlığın karşılığı bir kelime yoktur. bilim dili ise “libido” terimini kullanır.

    3. dil sürçmesi yoktur; bilinçdışında saklanılan bir gerçeğin, bilinçsiz bir anda ağızdan kaçırılması vardır.

    4. birine duyduğunuz sevgi ve sinir doğru orantılıdır. en çok sevdiğiniz insana herkesten çok sinirlenirsiniz.

    5. bir objeye duyulan sevgi, ona sahip olma isteğinden gelir.

    6. bir insan bir yere bakıyorsa orada ilgilendiği bir şey vardır. bir insan bir yere hiç bakmıyorsa orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır.

    7. kendini öldürme arzusu, daha derinde; başkalarını öldürme arzusunun projeksiyonudur.

    8. özgürlük medeniyetin insana bir armağanı değildir. hiç medeniyet yokken insanoğlu çok daha özgürdü.

    9. yaşamın büyük bir değeri yoktur, fakat ondan başka şeyimiz de yoktur.

    10. medeniyetin kurucusu ilk defa mızrak atmak yerine küfür kullanmış olan insandır.
hesabın var mı? giriş yap