• oğlum beni iyi dinleyin lan . şeker çuvalından annemin bana şort yapıp giydirdiği zamanlar ( çok sağlam oluyordu ve tekstil bu kadar gelişmemişti ) . her yaramazlık yaptığım zaman annem bana baban eve gelsin sana gösterteceğim derdi . bir çocuk için babası eve geldiği zaman yüzünde tebessüm belirmesi gerekirken ben nasıl bir dayak yiyeceğimin hesabını yapardım ve babamın eve gelme saati biraz daha yaklaştıkça korkularım daha çok artardı . her nekadar babamın beni dövdüğünü hatırlamasam da çok zor gelirdi lan o süreç .

    geçenlerde annemle konuşuyorum dedim ki neden anne sen beni dövmedinde babamın mesai bitimine kadar beni korkuyla yaşattın . hiç olmazsa döverdin dayağımı yer otururdum .

    çok yaramazdın oğlum napayım dedi .

    babam bir kere anneme demedi ki ben kapıda beni özleyen çocuğumla karşılaşmak istiyorum korku dolu gözlerle bekleyen değil diye .

    bunu bir yere not edin ve çocuğunuza karşı böyle bir söylem kullanmayın rica ediyorum .
  • küçükken şahsıma ve abime uygulanan cezalardan bir kaçı ile örnek vermek istiyorum
    abim ile birbirimize girdiğimiz her günün akşamı babam işten gelir hiç üşenmez "sizi yurda vereceğim artık " diye evimize yaklaşık 10 km uzaklıktaki yurdun kapısına götürürdü o yolda salya sümük nasıl ağlardık bi daha yapmayacağız bizi yurda verme diye sürüne sürüne giderdik. babamdaki nasıl psikopatlıksa yolda affetmezdi illa kapının önüne götürecek... çok sonralar öğrendim ki yurt erkek öğrenci yurduymuş boşuna korkmuşum o kadar..
    bir de tv için birbirimize giriyorsak eğer tv karşısında ve de yan yana olacağımız şekilde abimi tavana beni yere baktırırdı oldu ki kafan azcık yamulsun uyumaya yollardı
    yine bir tv kavgası için geliştirdiği cezalardan biri olan kafa sandalye altında popo tv ye bakar pozisyonumuz vardı
    olur da bi psikolog çocukluğuma inmeye kalksa psikolojisi bozulur #35380369

    yine de güzel günlerdi be
  • ilkokula gidiyordum. bizim apartmana yeni taşınmış bir çocuk vardı. sanırım yaşıttık. annem bir gün kek pişirmişti, sokakta oynuyorduk, ikimizi de kek yemeye çağırdı eve. o, annesinin tanımadığı evlere gitmemesini tembihlediğini söyledi. tuhaf bir kadındı annesi. ben onlara gittiğimde ne zaman koltuktan kalksam yastığı düzeltiyordu. bir gün okuldan dönmüştüm, apartmanın kapısından girdiğimde merdivenlerden ağlama sesleri geldiğini duydum. bir süre sonra arkadaşım gözlüğü, beyaz iç çamaşırları ve rengini bir türlü aklımdan çıkaramadığım yeşil çoraplarıyla hıçkıra hıçkıra ağlayarak merdivenlerden aşağı iniyordu. onu öyle görünce şok oldum. hiçbişiy soramadım. sonra annesi bağırmaya başladı yukarıdan "apartmanın dışına çık mert" diye. mert apartmandan dışarı çıktı öylece. merdivenleri üçer beşer çıkarak eve gittim, yatağıma yatıp hüngür hüngür ağladım.
  • kendine güvenini yok etmektir.
  • çocuğun gelişimine ne kadar büyük etkisi olduğu, çocuğun yetişkin hayatında dahi gözlemlenebilen cezalardır. fiziksel şiddet, korkutma, tehtid, sevgisiz bırakma, aşağılama bu cezaların genel karakterini özetler.

    ancak kimi zaman ailelerin bir ceza olmasını bile amaçlamadığı, çocuğa ne kadar zarar verdiğinin farkında bile olmadıkları davranışlar vardır.

    ailem beni hiç dövmedi, aşağılamadı, ceza olarak ne odama gönderildim ne bir şeylerden mahrum edildim. zaten fazlasıyla uslu bir çocuktum, yetişkinlere kendimi sevdirmek, aferin almak için yapmayacağım şey yoktu. küçücük aklımla böyle bir yük yüklenmiştim, derslerimde başarılı olmak benim için o kadar önemliydi ki, uzun zaman bunu kendi karakter özelliğim sandım.

    daha ilkokuldayken, sınavlardan önce karnıma ağrılar girerdi, midem bulanırdı, önemli bulduğum sınavlardan önce yemek yiyemezdim, kafam o kadar doluydu ki bazen ufacık bir şey, gözlüğümü koyduğum yerde bulamadığımda, kitabımı okulda unuttuğumda ağlama krizlerine girerdim. ancak ergenliğimin sonlarında, bu 'aileme kendimi kanıtlama' ihtiyacımın, onların da farkında olmadan bana yerleştirdikleri ve pekiştirdikleri bir davranış olduğunu fark ettim.

    ilkokula giderken, sınav öncesi, o kadar stresli olurdum ki kendi saçlarımı yolardım. ailem ise bana bir kere olsun 'önemli değil, düşük not alsan da olur' demedi, her seferinde sen nasılsa 100 alacaksın, sen akıllısın, daha azını zaten yapmazsın dediler. daha azını yapmak benim için düşünülemezdi. benden her zaman beklentileri yüksekti. ilk defa lisede 'peki ya yapamazsam, yani diyelim ki düşük not aldım ne olucak' demeye başladım, sen alice'sin abin olsa neyse sen düşük not almazsın, sen yaparsın, sen akıllısın, zekisin dediler. farkında bile olmadan, kendimi ispatlayabilmem, onların alice'i olabilmem için hep onların mükemmel beklentilerine uymam gerektiğini düşündüm, uzun süre. ve sonunda patladım, bilerek kendimi serseriliğe vurdum, alice her zaman başarılı olmak zorunda, o zeki, o yapar sözleri, bir düşük not aldığımda- bile bile mi çalışmıyorsun, sen aslında yaparsın ama bize inat yapmıyorsun-düşüncesine dönüştü. bana kimse, gönderdiğimiz her kursta, her dersinde başarılı olmak zorunda değilsin, küçücük çocuksun, biraz oyun oyna yaramazlık yap, çocuk ol demedi.

    ben de sonuç olarak lise hayatımın sonlarına doğru, kendi kendime bunu dedim. hiç bir şey yapmak zorunda değilim, başarılı olmak zorunda değilim, bu kadar stres yapmak, kendimi aileme sevdirmek için başarılı olmak çok aptalca diye düşünmeye başladım.

    ailemin bana verdiği en büyük ceza, her zaman başarılı olacağımdan emin olmaları, yüksek beklentilerini karşılamanın benim karakterim olması yönündeki yönlendirmeleriydi.
    şu anda bile biri sen bunu başaracaksın, sen zaten yaparsın dediğinde asabım bozulur, kendi kendime bile ben bunu başarırım diyemem, bir şeyi başarmak istediğimde sanki sadece anne babamın beklentilerini yerine getirmeye çalışıyormuş gibi hissederim, yaptığım şeyden tiksinirim.
    bana başarılı olmama hakkı ve yalnız kendi seçtiğim alanlarda başarılı olmak için keyifle çalışma şansı vermeyen aileme inat, başarısızlığımla boşvermişliğimle övünürüm.

    annem hala şöyle başarılı olucaksın mesleğinde, sen zaten şu şu özelliklerin var, daha azı olamazsın dedikçe, belki gerçekten kendim düşünsem bana büyük haz verecek hedeflere yönelik adım atmaktan kaçınırım.
    kimse bana git odana şunu ezberle demediği halde, sırf ailemin başarı hissini tatmin etmek için, türkiye haritasını önüme koyup bütün nehirleri, dağları, saatlerce uğraşarak ezberlemiş bir ilkokul 3 öğrencisiyim ben, annem gelip kızım sen ne yapıyorsun ne gerek var, bir ilkokul 3 ( hayat bilgisi mi coğrafya mı ne işte dersin adı neyse) sınavı için bu kadar çalışılır mı dese, bu davranışımla övünmek yerine, belki başka bir insan olurdum.
  • psikolojik öksüz yetim bırakmak. telafisiz.
  • çocuğun ülkesinde savaş çıkarıp, çocuğu ülkende dilenciye dönüştürmek. sonra her bir vatandaşının gördüğü yerde siktir çekmesine ve iğrenir gibi bakmasına maruz bırakmak. kalacak, yaşayacak, sığınacak bir yer bulamamak vs.
  • hiç haketmediği halde onu mutsuz bir evliliğin içinde büyütmek.

    gör bak, bu ceza hayatının tümüne nasıl yansıyor...
  • küçük kuzeni iki koltuğun arasına koyup onun oradan çıkamayışını izlemek, daha sonra acıyıp onu çıkarmak, hızlı hızlı ve donsuz bi şekilde koşuşunu gülerek izlerken aniden halıya sıçmasıyla aslında ona değil kendi kendine ceza verdiğini anlamaktır.
  • 1) küsmektir.

    yapılmaması gerekenler listesinin 1. sırasında yazar aslında " çocuğunuza küsmeyin " diye ama nerdee annem bize küstüğünde, sanki hiç barışmayacağız sanırdık, dünyamız yıkılırdı. tam cehennem azabı.

    2 ) bir yere kilitlemek.

    balkondan içeri girmiyorum diye, balkona kilitlemişlerdi beni. ilk anlarda, yan çarpraz balkondaki arkadaşlarımla gevezelik yaptığım için, pek anlamamıştım. onlar içeri girip de bir de hava kararınca, ödüm patlamıştı. tüm ağlamalarıma rağmen, saatlerce içeri alınmamıştım. akşam misafirliğe gelen kişilerin hatırına (!) beni içeri almışlardı. ufacık halimle, nasıl minnet duymuştum o insanlara.

    aslında en ağırı, etkisi bir ömür boyu sürecek olanı; çocuğa kayıtsız şartsız sevildiğini hissettirmemek,
    mutlaka iyi çocuk olduğunda, uslu olduğunda, notları iyi olduğunda, annenin her görüşüne katılan, anne ile asla fikir ayrılığına düşmeyen, yani olması gereken bir çocuk ( pardon maymun ) olduğunda sevileceğini sanması.

    sonuçta, o çocuk büyüdüğünde kendi fikrini savunamayan, karşısındaki kişi ile ancak hemfikir olduğunda sevileceğini sanan, olması gereken değil de sadece kendi olduğunda, kendini sevilmeye layık görmeyen,
    sevgi özürlü, arkadaşlarına karşı vefasız bir tip olur. kendini düzeltmesi, toparlaması otuz küsür yılını alır.

    sonuçta; 1,5 yaşında bir evlad sahibi olarak, cezanın her türlüsüne karşıyım. köpek terbiye eder gibi çocuk terbiye edilmez. hadi ceza verdiniz diyelim, çocuğa onu sevdiğinizi mutlaka belli edin.

    o'nu sevin, sevin, sevin..
hesabın var mı? giriş yap