• winnie the pooh'ta winne ve tiger'dan başka tavşanı da seslendirirdi. hatta piglet dışında tüm karakterleri seslendiriyordu galiba. izlerken farkettiğimde ağzım açık kalmıştı. aynı gırtlaktan çıkan bambaşka karakterlerdi ve bülent kayabaş büyük bir sanatçıydı..*
  • toprağı bol olsun... düzgün insanlar bir bir göçüyor.
  • hakkında levent kazak güzel bir veda yazısı yazmış.

    http://www.birgun.net/…i-nin-gozlukleri-156429.html
  • varsa yoksa tiyatroydu onun için... öyle büyük bir tiyatro delisiydi ki, hastalığına karşı çok cesur bir tavır takındı. sabah kemoterapi oluyordu, akşam gelip oyun oynuyordu. bu çok ama çok zor bir şey... ve hastalığını yakın çevresi dışında kimseyle paylaşmıyordu. hele seyircisi, hiç bilmiyordu. "neden saklıyorsun?" diye sorulduğunda, "seyirci üzülür." diyordu. "seyircim üzülmesin diye söylemiyorum" derdi. çok az insan biliyordu onun ağır bir kanser hastası olduğunu. ama ona rağmen sonuna kadar direndi. fakat sonunda çok acı bir şey oldu. bir aktörün başına gelebilecek en kötü şey oldu. akciğerleri için radyoterapi alıyordu. yayılma vardı ve radyoterapi ses tellerini yaktı. ses tellerini kaybetti. sesini kaybetti. bir oyuncu sesini kaybetti. bodrum akyarlar'da bir yanında tarık akan, bir yanında rutkay aziz, "sesim geri gelecek. sanki denizden yürüyüp gelecek, içime geri yerleşecek" diye inandı...
  • mükemmel oyuncuydu tatlı bi insandı
  • allah rahmet eylesin, çok seviyordum kendisini
  • mehmet ali erbil gibi yetenegini heba edenlerden oldu.
  • bülent kayabaş'ın anılarından...

    'pendik tiyatrosu' adlı bir girişimde bulunmuştuk genç arkadaşlarla beraber. 1967'de, kemal'le ilk kez orada tanışıp samimi olduk.
    paramız yoktu beş kuruşsuz dönemlerimizdi. geceleri yemek yedikten sonra, parasızlıktan çay bahçesine filan da gidemiyoruz. sabahı bekliyoruz fırınlar açılsın diye. fırından ekmek alıyoruz. o zamanlar ortalık o kadar sakin ki; manav domatesini biberini yerinde bırakıp gidiyor geceleri. biz de o domateslerden alıp tuza banarak yiyoruz. öyle geçiyor günler.
    provalar oldu, oyunlar başladı derken biz hâlâ, devamlı domates alıyoruz aynı tezgâhtan; ama bayağı alıyoruz yani. "alıyoruz" dediğim, düpedüz çalıyoruz! yıllar sonra o kemal sunal, ben bülent kayabaş olduktan sonra, bu anıyı anlattık birbirimize. çok güldük, hüzünlendik, derken düştük kemal'le pendik yollarına, domateslerini çaldığımız o adamı bulmaya. bulduk da. tabii bu arada bayağı ünlü olmuşuz artık.
    "vaaay!" dedi adam, "ne arıyorsunuz siz burada?"
    "yahu mehmet amca" dedik, "biz böyle böyle, aşağı yukarı iki günde bir senin kasalarından domatesleri çalar, tuza banar yerdik."
    adam durdu durdu, bir ağlamaya başladı ki sorma. "ne oldu amca?" dedik. "siz," dedi. "nasıl bana söylemezsiniz? siz bana neden gelmezsiniz? ben size ne domatesi, her gün yemek verirdim!" diye ağlıyor. biz ağlıyoruz, adam ağlıyor.

    o zamanki insanların değeri, havanın, suyun, deniz kenarının tadı, her şey bir başkaydı. beş kuruşsuz da olsak, başka hiçbir sorun aklımızda yer etmezdi o dönemlerde.
hesabın var mı? giriş yap