• fenerbahçe ile oynanacak süper kupa maçının centilmence geçmesi temennisini "şunun bilinmesini isterim ki, yıllar sonra birer delikanlı, birer genç kız olacak miniklerin 'soma için oynanan finali hatırlıyor musun ne kadar güzel bir gece olmuştu' demesi beni tüm zaferlerden daha çok mutlu edecektir." diyerek dile getirmiş güzel insan.

    şu kirlenmiş türk spor camiasına ne kadar örnek olur bilinmez ama umuyorum ki güzel bir iz bırakacaktır bu topraklarda.

    edit: bırakamadı.
  • ıtalyan oldugu icin mancini'den bir farki olmayan teknik direktor. cunku butun italyan teknik direktorler birbirinin aynisidir.

    aynen butun almanlarin hirsli, disiplinli ve sistemli olmasi, tum hollanda'lilarin 4-3-3 oynatmasi gibi.

    siz futbol konusmayin gercekten komik oluyor.
  • sabri gibi bir çıbanı ikinci günde kesişiyle sosyal zekasının ne kadar yüksek olduğunu göstermiştir. belli ki buraya teknik direktörlük yapmaya gelmiş, çobanlık yapmaya değil.

    edit: agzimi sikeyim
  • türkiye'ye gelince daha iki ay geçmeden saçı sakalı salan, yaşlanan insan modeline dönmüştür
    önce
    sonra

    daha önceki örnekleri için;
    (bkz: elano blumer) öncesonra
    (bkz: cassio lincoln) önce sonra
    (bkz: slaven bilic) önce sonra

    edit: linkler düzeltildi
  • hakkında yazılmış güzel bir analiz ;

    --- spoiler ---

    prandelli galatasaray’a imza attıktan sonra her zaman yaptığım gibi, yazı yazmadan önce kendisi hakkında yazılan yazıları okumaya çalıştım... öncelikle avrupa basını oldukça şaşkın! daha geçen sene psg’nin önerdiği harika bir sözleşmeyi reddeden prandelli, son iki senede tottenham ve monaco’nun da aralarında olduğu birçok devrim niyetli kulüple anlaşmak yerine prensipleri doğrultusunda hareket etti.

    bu italyanlara boşuna sinyor' 'asil' ve 'karizmatik' gibi sıfatlarla hitap etmiyoruz. amacımız romantik görünmek ya da yabancı hayranlığı değil. amacımız bizde olmayan karakteri, başkalarında görünce takdir etmek!

    bizde olmayan derken şunu diyorum. mancini geldi, adama hemen “tazminat zengini” dediler. “tazminatını alıp gitmek istiyor” “önümüzdeki sezon büyük bir takımı çalıştıracak ve galatasaray’ı sadece para kazanmak için kullanıyor” dediler. ne oldu sonra? adam yaklaşık 10 milyon euroluk tazminatını almadan gitti. bence alması da lazımdı, ben olsam alırdım. fakat asil adam şunu gösterdi ki buraya para için gelmemiş. 10 kusür milyon euro’yu elinin tersiyle bir kenara itti.

    değil 10 küsur milyon için, bir passat marka araba için kalemini satan insanlar da “kişi kendinden bilir işi” tadında haberlerinden sonra gelip tek özür cümlesi kurmadılar. bütün bu iftiralarından sonra utanmadılar. mancini de bir kez olsun bu yaptığı fedakârlığı dillendirmedi.

    işte biz böyle insanlara şaşırıyoruz. tüm dünya da şaşırıyor. “çok çok daha büyük transfer bütçeleri ve gelecek planları sunacak bir monaco ya da psg değil de neden galatasaray?” diyorlar. neden galatasaray? bunun cevabını bu beyefendiler ve sanırım derwall biliyordu.

    mancini galatasaray’dan ayrıldıktan sonra “dünyanın en potansiyelli kulübü!” demişti. ne demek bu? eminim milyonlarca galatasaraylı, onlarca galatasaray yöneticisi de bunu bilmiyor. prandelli “ilk defa adası (galatasaray adası) olan kulüp görüyorum” diyor. “başkan bana sürekli kulübün tarihinden bahsetti ve ben de bunu dinlemekten müthiş keyif aldım” diyor. ne var bu tarihte? bir kere kulübüne bağımlı yaşayan milyonlarca taraftar var. türkiye’nin her yerinde hatta gurbette yaşayan vatandaşlar sayesinde dünyanın her yerinde. bunlar manchester united, real madrid, barcelona taraftarları gibi eğlence olsun diye takım tutan uzakdoğulu insanlar değil. galatasaray’la yaşayan, galatasaray’la büyüyen insanlar. tabi bu potansiyeli fenerbahçe de barındırıyor. fakat derwall’den sonra son 30 senenin açık ara en başarılı kulübü galatasaray (hem lig şampiyonluğu sayısında hem avrupa’da başarı konusunda açık ara) bundan başka bir de galatasaray’ın ‘lisesi’ gerçeği var. avrupa’nın en önemli eğitim kurumlarından biri galatasaray lisesi ve çok önemli bir geçmişi var. burada yetişen üstün eğitimli insanlar da bu kulübün yönetiminde yer alıyorlar. o yüzden bir başbakan, devlet görevlisi ya da inşaatçı vs değil de hep ‘profesör’ sıfatları taşıyan eğitimciler yönetiyor bu kulübü.

    derwall-prandelli benzetmesini basınımızda ilk yazan kalem ali ece, yazısını okumanızı tavsiye ederim. güzel bir benzetme yapıyor ama kısa yazıyor ben uzun uzun anlatayım. büyük alman teknik adam helmut schön’den bayrağı devralan derwall ilk olarak 1980 avrupa şampiyonasına katılıyor ve 1980’de derwall önderliğinde almanya bu kupayı kazanıyor. ardından 1982 ispanya dünya kupası geliyor. derwall’in almanya’sı ile italya finalde karşılaşıyorlar ve derwall kaybediyor. bir avrupa şampiyonluğu, bir de dünya ikinciliği alan derwall kitabında yazdığına göre 1984 avrupa şampiyonasından sonra görevi bırakacak. grupta portekiz, ispanya ve romanya var. ilk maç portekiz ile berabere kalıp 2. maçta romanya’yı yenince almanya puanını 3’e yükseltiyor. (o zaman beraberlik 1, galibiyet 2 puan) portekiz ve ispanya maçı ve ispanya – romanya maçı da berabere bitince üçüncü maçlar öncesi puan durumu şöyle oluyor. lider almanya 3, 2. ve 3. portekiz'le ispanya 2, son olarak romanya 1 puanda. son maçlarda portekiz romanya’yı yenip 4 puana çıkıyor. almanya da ispanya’dan beraberlik dahi aldığı takdirde 4 puanla gruptan çıkacak.

    maçın normal süresi 0-0 ve uzatma dakikaları oynanıyor. almanya kalesinde bir duran top... ispanyol stoper macheda uzun boyundan yararlanmak için ileri çıkıyor. derwall kitabında anlattığına göre macheda’nın ileri çıkışını görüyor. o kavurucu öğlen sıcağında oyuncularına, macheda’yı tutmaları için avazı çıktığı kadar bağırıyor ama sesini duyuramıyor. orta geliyor, macheda yükseliyor ve golü atıyor. ispanya 4, portekiz 4 puanla gruptan çıkıyor ve almanya 3 puanda kalıp eleniyor. almanya’ya son dakika golünü atan ve elenmekten son anda kurtulan ispanya finale kadar ilerleyip finalde platini’li fransa’ya yeniliyor.

    herkes derwall’in kovulduğunu söyler ama derwall kitabında zaten bırakacağını ve tatil yapmak istediğini söylüyor. zira uzun zamandır karısına ve çocuklarına zaman ayıramıyordur.

    ancak tatilden önce, geçen yıl kaybettiğimiz galatasaray lisesi mezunlarından atilla karsan'ın aklına derwall ismi geliyor ve yöneticilere ilk olarak derwall'ı o öneriyor... galatasaray için de alman teknik adamdan ilk randevuyu alıyor. sonrasında iki türk yönetici herr derwall’in peşini bırakmıyor. kim bu isimler? biri alp yalman, diğeri faruk süren! o dönemin başkanı profesör doktor ali uras’ın sağ ve sol kolu bu isimler. tabi ikisi de dil biliyor, ikisi de karakter sahibi, asil beyefendiler. yoğun uğraşları ve ısrarları sonucu derwall’i hiç değilse bir kez olsun istanbul’u ziyaret etmesi konusunda ikna ediyorlar. derwall de karısını ikna ediyor tabi… “karıcığım kusura bakma, bu beyefendilere söz verdim, hemen döneceğim ve tatile çıkacağız”

    derwall lufthansa hava yollarıyla istanbul’a gelmeden önce havalimanında düşünüyor. ne yapıyorum acaba diye? istanbul’a indiğinde ise şok geçiriyor. onlarca taraftar ayağını toprağa basamadan derwall’i omuzlara alıyor. “12 senedir şampiyon olamadık. umudumuz sensin” diyorlar. tabi çok naif bir adam derwall. değer yargıları farklı… türkiye’de en heyecanlandığı an olarak bir üniversitede kendisine türk sporuna katkıları için sunulan plaketi almasını söylüyor. “heyecandan, mutluluktan ne diyeceğimi bilemedim” diyor. bizim türk capello’ları arasan icazet etmezler.

    neyse derwall’e florya’yı gezdiriyorlar, planları anlatıyorlar. ağzından girip, burnundan çıkıyorlar ve derwall korkarak eşini arıyor. “elisabeth, beni anlayabileceğini umut ediyorum. ben türklerin teklifini kabul ettim” telefonun diğer ucundan bir kahkaha yükseliyor. elisabeth: “türkiye’ye gideceğini söylediğinde seni kandıracaklarını biliyordum, beni aramanı bekliyordum. her zaman senin yanındayım!”

    derwall, büyük teknik adam… avrupa şampiyonu ve son dünya ikincisi… almanya’yı çalıştırırken herkes peşindeydi, tıpkı prandelli gibi. neden galatasaray’ı seçti? otobiyografisinde ayrıntılı olarak anlatıyor. (kitap: jupp derwall: futbol basit bir oyun değildir)

    herhalde prandelli’nin galatasaray’ı tercih etmesiyle, derwall’i galatasaray’ı tercih etmesinde benzer noktalar çoktur. zira aynı noktalara vurgu yapıyorlar. kulübün potansiyeli, kulübün tarihi gibi…

    tabi kulübün yöneticileri de mühim. ilk defa bu kadar büyük bir teknik adamın, kulüp başkanı için bu kadar takdire şayan ifadeler kullandığına tanık oldum basın toplantısında. ünal aysal belli ki prandelli’yi fazlasıyla etkilemiş. çok değil 3-4 gün önce aysal’ı yönetimini ağır eleştiren bir yazı yazdım. son bir ayda kafası kesik tavuk gibi plansız, programsız, adeta bir kaos içinde kulüp yönettiklerini belirttim. velakin bir fırsat ellerine geçti, o fırsatı da çok iyi değerlendirdiler. şuan karşılıklı büyük bir saygıyla işe başlıyorlar. bu oldukça değerli… tabi mancini’nin de göreve böyle başlayıp, üç maç sonra bu saygıyı yönetim tarafında kaybettiğini belirtmeliyiz.

    ali ece’nin yazısına dönelim. ali ağabey akıllı bir adam, macheda’nın kafa golüyle, godin’in kafa golünü benzetmiş. macheda’nın kafa golü derwall’i, godin’in son dakikalardaki kafa golü de prandelli’yi galatasaray’a yönlendirdi demiş. böyle güzel çıkarımları yapmayı biliyor. çok okursanız bu ayrıntıları yakalayabilirsiniz. ali ağabey de çok okuyan bir adam. fakat yazısında önemli bir bölümü hatalı buluyorum. “prandelli oyuncularına göre sistem belirler, rijkaard ve mancini gibi sisteminin fetişi olmaz. oyuncularını sistemine uydurmak için zorlamaz” demiş. oldukça hatalı bir çıkarım olduğunu düşünüyorum. rijkaard tamam ama mancini de sisteminin fetişi falan değil, birçok sistemi bırakın maçtan maça, bizzat maçın içinde bile değişten biri.

    ali ece’nin yazısından sonra uğur meleke’nin yazısına baktım. zira bir hafta önce elenen italya ile ilgili yazarken “bence dünyanın en iyi teknik direktörüne sahip olmalarına rağmen elendiler” dedi. çok iddialı bir söz! o yüzden galatasaray’a geldikten sonra ne yazacak diye merakla bekledim. tabi türkiye’de yazarlık nasıl yapılır, olumlu eleştiriler nasıl okunmaz da yerden yere vurmalar okunur bildiği için hiçbir hafta önce yazdığı cümleye değinmemiş. “bana göre dünyanın en iyi hocası” tabirini katiyen kullanmamış. eminim şunu düşünüyor. ben şimdi buna “bana göre dünyanın en iyi hocası” desem 2-3 ay sonra gönderilirse, bilgiçliğimi kaybederim, o yüzden olabildiğinde ne iyi, ne de kötü demeliyim. işte bu sayede bir hafta önceki hayranlık anlatımı, bir hafta sonra ‘objektiflik’ adı altındaki samimiyetsizliğe bürünmüş. aynı şey mehmet demirkol için de geçerli. ondan da bir haftadır prandelli yazısı bekliyorum ama yazmıyor. “doğru isim denizli falan” diyor. bu ikisi de çok zeki adam, “yanıldılar” “anlamıyorlarmış” pozisyonuna düşmemek için net yorumlardan kaçınıyorlar.

    meleke de önemli noktalara değindiği güzel bir yazı çıkarmış, onun yazısını da beğendim.

    son olarak da bülent timurlenk… bülent ağabeyin kalemine hayranlık duyuyorum, edebi yönü çok kuvvetli. prandelli’nin ağzından ‘mister’ın bilinmeyen yönlerini özel hayatını yazmış. kariyerini, başarılarını zaten herkesten okursunuz, ben bilinmeyenleri yazayım ve edebi yeteneklerimi sergileyeyim demiş adeta. bu yazısının linkini vermek istiyorum, muhakkak okunmalı. http://acetobalsamico.blogspot.com.tr/…i-hayat.html

    şimdi gelelim benim yorumuma. ali ece’nin dediği gibi derwall bir derviş edasındaydı. öyle bir karakterdi. prandelli de öyle. özellikle özel hayatında yaşadığı acılar, yüzünden bile anlaşılıyor adamın. basın toplantısında en çok bu dikkatimi çekti. mancini’nin basın toplantıları çok daha aktif, eğlenceli, hırslı, sinirli vs geçiyordu. prandelli ise tam aksine durgun, düşünceli ve kafasında bambaşka şeyler olan bir adammış gibiydi. takım üzerindeki düşüncelerini sadece bir kere vurguladı. “4’lü savunma ve üçlü ortasaha göbeği düşünüyorum” dedi. “sonra belki iki de ofansif ortasaha” dedi. hücum üçlüsü bazen 4-3-2-1 bazen 4-3-3, bazen 4-3-1-2 şablonunda dizilebilir ona zamanla bakacağız demek istiyordu.

    burada önemli bir nokta var. hep yazdım, futbolu bilen kişiler de defalarca söyledi. galatasaray’ın geçen sene en büyük eksiği, kaybettiği topları geri kazanamamasıydı. galatasaray kötü pres yapıyordu, topu iyi kullansa bile kaybettiği zaman geri kazanmak için çok zaman harcıyordu. bu da baskı kurabilmesini engelliyordu. herkes melo’yu övdü ama melo ortasahada 10 km üzerinde koşamıyordu. ben melo için “rakip yarı alana 5 dakikada bir atılan el bombasına benziyor” yorumu yapmıştım. 5 dakikada bir rakibi sindiren, kendi takımını ateşleyen, taraftarı ateşleyen bir hamle yapıyordu. rakibe kayarak giriyor, fiziksel mücadele edip kazanıyor falan ama bu fiziki müdahaleler sonrasında da yoruluyordu. bu hamleden sonra tekrar soluklanabilmek için ya hücumda, ya da savunmada dinleniyordu. melo’nun en büyük sorunu aktif olarak dinlenememesiydi. pozisyonunu çok kaybetti ve rakibi kovalayamadı. selçuk da ceyhun oynamadığında her maç takımın en çok koşan oyuncusu olmasına rağmen mücadele gücü oldukça sınırlı bir oyuncu, kolay çalım yiyor, beli dönmüyor, hızlanamıyor... selçuk bildiğimiz oyun kurucu ve onun yumuşak savunma yapması da anormal değil. mancini bu pres sorununu hem ceyhun, hem yekta ile çözmeye çalıştı fakat ikisi de merhem olmadı ve ikisinin de eksik yönleri başka sorunlara yol açabildi. ceyhun ortasahayı geri çekiyor, topun ileri aktarılmasını engelliyor ve çok top eziyordu. yekta ise yine yumuşak kalıyor ve pres gücünü arttıramıyordu.

    bu yüzden galatasaray çok yumuşak bir takımdı ve top dolaştırabilen, topu kullanabilen takımlar galatasaray’a üstünlük kurabildiler. prandelli’nin bu eksiği gördüğünü düşünüyorum. biz melo bu brezilya’da nasıl oynamaz gibi saçma sapan şeyler düşünsek de prandelli’nin olaya çok daha gerçekçi bakabileceğine inanıyorum. (melo’nun bu brezilya ortasahasında oynaması aksine imkânsız. fernandinho, paulinho, willian, ramires her yere koşan adamlar, luiz gustavo da çok iyi pozisyon alan bir oyuncu. brezilya’nın en dinamik, en güçlü ortasahalarından biri bu turnuvada oynuyor. brezilya’da basın, scolari’nin milli takıma almadığı yıldızların ilk 11’ini yapmış, melo’yu o 11’e bile almamışlar. yanlış anlaşılmasın ben melo’nun kalitesinden şüphe etmiyorum ama takımın eksiklerini de doğru değerlendirmek lazım)

    mustafa denizli de mehmet demirkol’un söylediğine göre ilk olarak melo-selçuk ve sneijder’in arasına bir dinamo gerekli diyordu. prandelli de 3 ortasaha diyerek bence bunu kastetti. bir dinamo benim de aylardır yazdığım üzere şart. ben “veli kavlak veya kuyt galatasaray’da olsa çok başka bir galatasaray izlerdik” dedim durdum. illa göbek de şart değil. kanattan içeri girebilen ya da önde baskı kurabilen oyuncular da bu pres eksiğini giderebilirdi. eskiden elmander bu eksiği gideriyordu. hatta ortasahalaşabilen kanatlar engin ve emre’nin iştahı da top kazanımına yardımcı oluyordu.

    fakat geçen sene hem sneijder, hem burak hücumda top da tutamıyorlar, hücumda top da kazanamıyorlar. (evet sneijder müthiş bir zeka ve teknik olmasına rağmen, alex gibi topu tutup faul alabilen, oyunu soğutabilen, kalçasını kullanan, yere sağlam basan bir oyuncu değil) sneijder dar alanda ezilebilen, yere sağlam basamayan çok yumuşak bir oyuncu. ona futbolu topu ayağında tutmaması üzerine öğretmişler. hollandalılar futbolu en iyi öğreten ülke. bu sayede kuyt gibi yeteneksiz bir oyuncuya bile müthiş melekeler ekleyebiliyorlar ve ondan büyük fayda sağlayabiliyorlar. sneijder topu hemen ayağından çıkarmaya programlı ama o pası düşünürken etrafında koşuyu yapacak aklı bulamıyor. ortasahada basan, top kazanan, her yere koşan bir nevi kaos yaratan oyuncu ya da ilerde kuyt gibi hem top tutan, hem hücumda top kazanan oyuncu da yine sneijder’in kolay marke edilmesini engeller. siz ne kadar yavaş oynarsanız koşusu olmayan sneijder o kadar kolay marke edilir. siz ne kadar kaos yaratır, önde pres yapabilirseniz, rakip sneijder’i o kadar çok unutmak zorunda kalır. hem marwijk, hem mancini, hem van gaal’e bakın, hepsi sistem içinde sneijder’i kalabalıktan kaçırmaya çalışmıştır, markajdan uzaklaştırmaya ama kaleden uzaklaştırmamaya özen göstermişlerdir. zaman zaman sol haf, zaman zaman sol kanat oynatmışlardır. bizim yarım akıllı türk basını, “mancini sneijder’i kanatta harcıyor” dediğinde sneijder kariyerinin en iyi sezonunu geçirdi hem de bir önceki dönem fatih terim kendisini forvet arkasında kullanıp ligimizin iri kıyım stoperlerine ezdirdiği halde. o forvet arkası (sözüm ona yerinde oynayan) sneijder etkisizken, her gün eleştiri yağmuruna tutulurken… bu sol açık sneijder kariyerinin en iyi performanslarından birine ulaştığı halde yerinde oynamıyordu.

    4-4-2, 4-3-1-2, 4-3-3 bunlar diziliştir, sistem değildir. mancini de 4-3-3, ersun yanal da 4-3-3, gençlerbirliği’nde mehmet özdilek de 4-3-3 oynattı geçen sene. hepsinin sistemi de birbirinden çok farklıydı. bizim yarım akıllı türk basını bunların hepsini aynı zannediyor. feldkamp bir gün “hangi sistemle oynayacaksınız, 4-4-2 mi, 4-4-1-1 mi? vs vs” diye soru soran bir gazeteciye şöyle demişti. “arkadaşlar sistemi sayılardan ibaret sananlar gitsin süpürge satsın” o kadar mükemmel bir cevap ama yine de kimse anlayamadı.

    feldkamp demişken… sahi bu derwall neyin devrimini yaptı bir hatırlatayım. 12 yıl şampiyon olamamış galatasaray. istanbul’da tribünleri beşiktaş ve fenerbahçe’ye kaptırmış. taraftar sayısını her geçen yitiriyor. tabi derwall’in de sihirli değneği yok ve tanrı parçacığı da değil. nesi var? tecrübesi, bilgi birikimi ve karakteri… ilk sene beşinci oluyor, sabrediyorlar. 2. sene kıl payıyla şampiyonluk gidiyor. namağlup olmasına rağmen 2. oluyorlar. 3. sene ise 14 yıllık bekleyişi bitiriyor. bu arada mustafa denizli’yi yetiştiriyor. iki sene sonra onun yetiştirdiği denizli türk futbolunun en büyük avrupa başarısına ulaşıyor. dönenim şampiyonlar ligi’nde yarı finale çıkıyorlar. (bence hala bir türk kulübünün en büyük avrupa başarısı bu olabilir, uefa kupası dahil)

    bitmiyor, arkadaşı piontek’i türk milli takımının başına öneriyor. “yardımcı olarak da fatih terim’i al” diyor. piontek de fatih terim’i yetiştiriyor. bitmiyor. arkadaşı feldkamp’ı galatasaray’a öneriyorlar. feldkamp geliyor o dönem ne kadar genç potansiyelli türk varsa hepsini alıp geliştiriyor. wenger’in çocukları gibi feldkamp’ın çocukları doğuyor. hakan şükür’ler, okan buruk’lar vs.

    işte o feldkamp’ın yetiştirdiği gençler de olgunlaştığında başlarına piontek’in yetiştirdiği fatih terim geliyor. sonra da 4 şampiyonluk bir uefa kupası, bir süper kupa… bu arada şampiyonlar ligi’nde lucescu ile çeyrek finaller vs vs.

    derwall tüm bunların başlangıcı. fakat en büyük başarısı nedir derseniz… anadoluda halk milliyetçidir. derwall’den sonra galatasaray’ın avrupa başarısından da çök etkilenmişlerdir. derwall anadoluyu galatasaraylılaştırmıştır ve istanbul’da beşitkaş ile fenerbahçe’ye kaybedilen taraftar gücünü geri kazanmıştır. sadece anadolu da değil tabi milliyetçi olan... yurt dışında yaşayan gurbetçi vatandaşlarımızın da çoğunluğunun galatasaraylı olması bu avrupa başarıları sayesindedir.

    prandelli de bir devrimci olabilir mi? 3 temmuz’dan beri türk futbolunu güvenilmez kişilerin yönettiği ortada. bizzat tff başkanı yıldırım demirören’in galatasaray’a şampiyonluk kupası verirken suratının nasıl ekşidiği ortada. artık derwall devriminin geride kaldığı ve onun bayrağını devralan terim gibilerin de gücün yanında yer almayı yeğledikleri ortada.

    o halde 30 yıldır süren derwall dosyasını sonsuz şükranlarla kapatıp yeni bir sayfa, başka bir galatasaray başlatmak lazım. bu galatasaray da direnen, güç sahiplerine karşı mücadele eden bir galatasaray olmalı. kokuşmuş düzeni yıkabilmeli ve yeni bir düzen kurabilmeli. hep şunu dedim. ligin dinamiklerini bilen değil, ligin dinamiklerini değiştiren adamlara koşun. ligin dinamiklerini bilen adamla 4. yıldızı taksanız bile gelecekte yine önünüzü kesmek için çaba harcayacaklardır. derwall yerine ligin dinamiklerini bilen birini getirseniz son 30 senede böyle bir fark yaratabilir miydiniz? son 30 senenin lig şampiyonluk sayılarına, avrupa başarılarına, yerel kupa kazanımlarına bir bakın!

    galatasaray futbol kulübü ligin dinamiklerini değiştirebildiği için rakiplerini geçti. herkes toprak sahada futbol oynarken derwall çim saha diye direttiği için, dinamikleri değiştirdiği için devrimi yarattı. şimdi bu güçlünün elinde olan ve hiçbir yanı adil olmayan futbol ortamını da ligi bilen adamla, ligin kaypaklığına alışan adamla değil, ligi değiştiren adamla kazanabilirsiniz.

    o isim de prandelli neden olmasın? 56 yaşında, bilgisi birikimi ortada, yaşadığı acılar yüzünden kariyerinde beklediği sıçramaları yapamamış ilk kez ülke dışına çıkan ve ikinci baharını yaşayan, aç bir adamla… neden olmasın?
    --- spoiler ---

    yazının sahibi sinan yılmaz, aynı zamanda medyaspor yazarı. buradan bütün yazılarına ulaşmak mümkün ;

    http://www.medyaspor.com/yazar/sinan.yilmaz
  • türk spor basınının bir yavşaklığı vardır:

    yok demba ba'ya kartal hareketi yaptırırlar, yok kuyt'a sarık giydirirler, yok sabri'nin eline tesbih verirler; bu şekilde saçma sapan pozların altına da alakasız ve genelde de provokatif haberler döşerler.

    bunu da bu adamla "4. yıldız" temalı bir şekilde yapmak istemişler geçen gün. kendisi "önce başarı kazanırız, sonra poz veririz" demiş...

    bana böyle adam lazım... yavşak basına taraftarı boş boş gaza getirecek malzeme vermeyen adam...

    türkçe de öğrenmeye başlamış zaten.

    bi' "bu takım benim değil", "ben kariyerimi buraya gelerek riske ettim", "türkiye ligini kimse izlemiyor ki zaten" diyen; ama gole ihtiyacı varken 90+'da oyuncu değiştirecek kadar oyundan kopuk olan adama bakın; bir de geldiği ilk günden geldiği ülkenin dilini öğrenmeye çalışan, "hele bir başarılı olalım da, çok fotoğraf çekersiniz" diyen adamın sahiplenmesine bakın.

    şampiyon olmak ya da olmamak değil meselemiz bizim... takımların belli bir karakteri vardır. bu adam, galatasaray'ın karakterine uyacak!

    bu adam bu karaktere uyduğu için taraftar tarafından sahiplenilecek, futbolcular kendisine saygı duyacak...

    ve bu durumda başarı kaçınılmaz olacak!
  • 4. yıldızı kazanmaktan vazgeçtim, bu gidişle 3.yü sildirecek şahıs.

    edit: hala inatla önceliğimiz lig diyor. buna rağmen kendisini görevde tutan her kimse, galatasaray ve ali sami yen'e karşı büyük bir ihanet içerisindedir.

    "maksadımız ingilizler gibi toplu bir hâlde oynamak, bir renge ve bir isme mâlik olmak ve türk olmayan takımları yenmektir."

    ali sami yen

    hayır bide öyle diyo da sanki bana ligi domine ettiler amk, orda da deplasmanda balıkesirspor'a falan yeniliyosun ya.
  • sabri sarıoğlu, gökhan zan, engin baytar ve çapı galatasaray'a yetmeyen birkaç futbolcuyu kadro dışı bırakmış kendisi. avusturya kampına bu isimleri götürmeyecekmiş.

    yeni sezonda galatasaray'ı bütün olarak değerlendirmek için 1 ay kadar daha bekleyecektim fakat şu karardan sonra bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim. haberi görür görmez biliyordum ki birileri "ama yabancı sınırı, bunlardan iyi yerli nasıl bulacağız..." gibi bir şeyler diyecekti.

    geldim, baktım, hakikaten diyen çıkmış. yahu sabri'den, engin baytar'dan, yiğit gökoğlan'dan filan bahsediyoruz...

    bir kere karar şu açıdan çok güzel: prandelli kesinlikle "bu seneyi idare edeyim de..." şeklinde bakmıyor duruma. ki yerli vs. olmadığı için, öyle bir baskı da yok üzerinde. öyle bir düşüncesi olsa, içişlerini de pek bilmediği takıma müdahale etmezdi.

    ikincisi, hakikaten gereksizleri ve kazmaları kesmiş. eboue 1 sene önce öldü. dany bence ucuz maliyetiyle güzel bir denemeydi fakat kendini geliştiremedi, kötü alışkanlıklarından vazgeçemedi, artık deriyi değiştirmek lazım. yiğit gökoğlan ne yaptı da istanbul'a geldi ben hiç anlamadım zaten. yani ne bileyim, ali bilgin, gökhan emreciksin de görmüş insanım, onlar faul filan alıyordu bari anadolu'da. sercan yıldırım ve engin baytar'ın kendine faydası yok. ben 4-4-2'de, baytar'ı kadroda tutmayı anlıyorum da, hem yaşını alıyor artık, hem onun da kafası değişmedi, hem de iyi sezonunda bile istatistik yükünü o çekmedi. gereksiz. mario balotelli olur anlarım sorunludur yine de tutarsın... gökhan zan tartışılabilir, hatta prandelli'nin stoper skalasından pek uzak biri değil ama yeri doldurulamaz da değil. zaten savunmayı gömmezseniz dünyanın en kötü stoperi oluyor, yıllardır söylüyorum, profesyonel mecrada gördüğüm en kötü stoper performansıdır avrupa şampiyonası'nda portekiz maçı, gökhan zan...

    scout ekibinin kendi durumunu acı bir şekilde yansıtan saçma transferleri saymıyorum...

    sabri'ye gelince. kaptanı kesmek takımın geri kalanına da sağlam bir mesaj. gerçi kaptanın takımda pek feyzi olduğunu düşünmüyorum. yine de, yatış emareleri gösteren yerlilerin uykusunu kaçırabilir. ayrıca, tüm kadro dışı bıraktığı yerliler için söylüyorum, bu adamların yeri altyapıdan birileriyle dolamıyorsa, altyapıyı kapatın, zarar etmesin. sabri ilk çıktığında öyleydi-böyleydi, artık düz oyuncu demek yanlış olmaz sanırım. bu kadar düz adamların yerini, kötü de olsa altyapıdan birileriyle kapatmak lazım. bu yüzden ben "şampiyonlar ligi kadrosu" vs. söylemleri de haklı bulamıyorum. lütfen yani, engin baytar'la tur atlayacaksan, atlama. öyle bir "gaz" da yok artık takımda, bunun yerine herkesi en verimli şekilde kullanmaya çalışan bir teknik adam var.

    gerisine sonra gireriz elbet ama şimdilik galatasaray için güzel kararlar bunlar.
  • fatih terim'le olan gorusme fotograflarini bu sabah gordum ve ilk aklima gelen sey, bu adamin olaganustu zeki oldugudur. bir karede isin ciddiyetini nasil kavradigini, nasil bilgilendigini, insan psikolojisine hakimiyetini ve ne derece zeki oldugunu anlayabilirsiniz.

    fatih terim'e karsi olan vucut dili kesinlikle çalisilmis bir sey. genellikle otoritesini kurmak için bizzat fatih terim'in kullandigi bir vucut dilini, babacan tavirlarini, ustelik terim'in "evi" sayilabilecek ve bunu sonuna kadar kullanacagini bildigi yerde terim'e karsi kullanmasi, kendi otoritesini kabul ettirmek ve burasi artik benden sorulur demek uzere kurgulanmis bir sey degilse ben insan psikolojisinden bir sey anlamiyorum.

    ayrica galatasaray spor kulubu resmi yayin organlarinin bu fotolarin yayinda terim'in turgan ece torenindeki baska fotolarini da yayinlamasi, nezaketle karisik (eski hocamizla aramizda sorun yok) mesaj vermeye (ama taraftarimiz gormeli ki hocamiz prandelli'dir) yonelik mukemmel bir pr operasyonudur.

    tam bir saheser.
  • ikisi de italyan olduğu için mancini ile birebir aynı olan adam. mesela balotelli ve pirlo da italyan, başka memlekette görsen ikiz zannedersin, futbola bakışları da hayat tarzları da birebir aynı. italyanlar böyle zaten, tek tip adamlar, black and white, penguin style and you done..
hesabın var mı? giriş yap