• cesur bir konuşmayla başlar bu parça. bir insanın bir başkasına haykırışı gibidir. önce isyanı andırır vuruşlar, sonra biraz sesi titremeye başlar, yumuşar, sitemler yalvarışlara dönüşür, hatta gozyaşına. nefessiz kalır. parçanın sonunda ağlamaktan ve yalvarmaktan yorulmuştur piano/adam/kadın. yavaşça susar.
  • yann tiersen film müziği yapmıyor bu adamın müziklerine film yapıyolar dememi sağlamış 2.19 'luk şaheser.
  • ağlamaya ihtiyacı olup da ağlayamayanların kesinlikle dinlemesi gereken bir şarkı, piyanodan çıkan her nota iğne gibi batar ve yeterince can yakar
  • piyanonun ağladığı yann tiersen eseri. (bkz: üzüntü ve muz kabuğu)
  • insanın hayatını film şeridi gibi gözünün önünden geçirmesidir.

    sevdiklerinin ondan çok uzakta olması, ulaşamamasıdır. sevdiklerini bir an yanında hissedip, onlara dokunmak, konuşmak gibidir. ama tam mutlu olmuşken, anlarsın ki onlar erişilmeyen yerdedir.

    mutlu bir hayatı anlatır. hani herkes dünyadan yok olup giderde sen kalırsın, gözünden düşemeyen bir gözyaşı saplanır. gülümsemeyle ağlama arasında kalırsın. işte o ince çizgiyi anlatır bu şarkı.
  • durduk yere insanda ağlama isteği uyandıran bir parçadır. sadece bunu çalabilmek için piyano çalmayı öğrenmek arzusu uyandırır. aslında, hangi yann tiersen parçası böyle değildir ki?
  • dün çocuktum. bakışlarımdaki merak henüz hüzne dönüşmeden, içimdekiler başkalarının ve kendimden saydıklarımın elleriyle parçalanmadan evvel. oyuncaklarım vardı, saçı şeker gibi kokan oyuncak bebeğimi kaybetmemiştim, sarılıp uyuduğum bir oyuncağım olmadı hiç, gece uyandığımda karanlıktan korkmadığım tek bir günüm olmadı, ama dünya daha hızlı dönüyordu dün, daha kolay yol alıyordu hayatlar, heyecanlanmak daha kolaydı, hüznün tepesine güneş daha çabuk doğuyordu. düşüyordum, dizlerim kanıyor, ellerim acıyordu, yüzümde bir an gözüken o korku ifadesi, belki şaşkınlık aniden yokoluyordu sonra. masallar dinliyordum, masallar can yakmıyordu, resimler daha renkliydi, hiç bir boya kalemi dümdüz siyah çizgiler çizmiyordu. gözlerimi kapattığımda ışıl ışıl oluyordu her yer, o pırıltılı yıldızları görebiliyordum.
    bugün büyüdüm. dünyanın, o huzura değmeyen bir yerindeyim şimdi. içim yıkık dökük olmuş, içim benden uzakta, bir başka yerden duyduğum acım. dünya çok yavaş bugün, bugün hayatın en önemli renkleri soluk, heyecanlar büsbütün hüzne dönüşmüş gibi. düşüyorum belki, dizlerim kanıyor, ellerim acıyor, yüzümde bir acı ifadesi, ağlamak istiyorum, olmuyor. gözlerim benden önce anlatıyor, içimde bağırtılar, içimde bir sürü ses, içimde masallar, artık acıtan, hep dinlediğim, belki hep dinleyeceğim, sonunu hiç öğrenemeyeceğim masallar. gözlerimi kapattığımda büyük bir karanlık, içinde bir kaos barındıran, bir ucundan tutsam nerelere daha savrulacağımı bilmediğim. yıldızları özledim, o pırıltılı yıldızlarla oynanan oyunları, orda yaşandığına inandığım masalları.
    dün çocuktum..
  • koşup koşup peşinden, kendini kaptırıp, bulutlarda uçarken, kalbin heyecanla çarparken ve sen hep yükseldiğini sanarken birden aslında düşmekte olduğunu anlamanın ve kaybetmenin derin üzüntüsünün şarkısıdır.
  • hissettirdiği duyguları tam anlamıyla ifade edememe neden olan yann tiersen eseri. aslında neşeli gibi de değil gibi de. başlarda sonbahar yaprakları arasında üzgün üzgün dolaştırıyor. sonra biri bir kuş gelip seni neşelendirmeye çalışıyor sanki. ama başarılı olamıyor. sonra daha coşkulu kanat çırpıyor bir tebessümün için ama olmuyor gülemiyorsun. kuş yoruluyor sonra. bırakıyor kanat çırpmayı. daha da kaldıramıyor o kanatları.

    bazen neden böyle eserler yapıyor bu adamlar diyorum, neden bu kadar bizi üzme isteği. sonra bu da hayatın bir parçası sonuçta, yüzleşmelisin. yüzleşmelisin ki daha güçlü olasın. kapıdan dışarı adımını attığında omuzlarını dik tutabilmelisin. o zaman iyi ki varlar, iyi ki dinleyip dinleyip güçlenebiliyoruz.
  • dinlerken savuran bir şarkı bu. bir duygudan diğerine; sanki acelem varmış gibi..

    "yavaş içim. dışarda her şey sakin, olması gerektiği yerinde her şey; ben. değil işte. tadı bozuk bir şeylerin; hani az önce yemişim de, ev sahibine ayıp olmasın diye ağzımda evirip çeviriyor gibiyim zamanı. ayağımı yere sağlam bastıran hiçbir şeyim yok şimdi sanki. yüksekçe bir binanın çatı katında, kimse görmeden ve farketmeden ne kadar incindiğimi; kimse bir türlü anlayamazken neden bu kadar incittiğimi... en çok kendimi. ağlıyorum sanıyorum ben; aşağıdan geçenlerin üzerlerine yağmur düşüyor; "ahmaklar mı ıslanırmış bu türlü yağmurda bir tek, neden ahmakıslatan demişler?" koşturmacasıyla evlerine kaçışıyorlar. ağladımı bilmiyorlar. hiç göstermiyorum.

    hepimiz kendimizi düşünüyoruz çünkü.

    ben ağlıyorum; kimsenin görmediği kadar yüksek bir binanın tepesinde; ya da "yüksek giriş" diye kakalanmaya çalışılan dandik bir apartman dibinde.. ve yalnızca bunu düşünüyorum şimdi. ağladığıma üzülüyorum.. bilmiyorum yahut düşünmüyorum ki başka bir binada; bir deniz kenarında kaç kişi kendi ağlamasına üzülüyor... aklıma bile gelmiyor, kendimi düşünüyorum. bencilim. bencil olduğum için de çirkin. diyelim ki resmini yaptım bencilliğimin.. kaç helezon çıkar 50x100 bir tabloda, haberin var mı? yok. ben de bilmiyorum. rengini bile bilmiyorum ben bencilliğin. hiç ilgilenmedim. o kadar bencilim.

    önünden hiç durmasın bir yağmurun geçtiği bir pencerenin ardında; elimde en sevdiğim bardaktan bir 3ü1arada ziyafeti. en kıral huzur getirteci.. doğrusu kral, biliyorum. kıral demeyi seviyorum sadece. pirenses demeyi de; piyona demeyi de, turalet de güzel; canım yerine canm demek de.. çok yabancıyım artık. her şey gitti gibi; ya da ben gittim gibi, belki gidiyorumdur ufak ufak, görmüyoruzdur cümleten.. yorulmuşumdur, bıkmışımdır, bezmişimdir.. sıkıntı üstüne sıkıntı yaşamaktan darlanmışımdır. uykum var. uyuyasım yok. uyku ilacı alsam sabah uyanmakta, işe gitmekte zorlanır mıyım ki? bilmiyorum. ya sersem gibi olursam bütün gün? 2 tane alsam? 3? günlerce uyusam. öyle mutlu olursam hatta, hiç uyanmasam.. ya da ben uyandığımda kaybettiğim her yanım; benden eksilen/çalınan her parçam geri gelmiş olsa...

    sonbaharı severdim ben.. her gün saklanmış bir güneşe uyanmayı, kimselerin getiremeyeceği kadar huzur verici sayardım. dökülen yaprakların ayağımın altında çıkardığı çıtırtıyı en kıral şarkıya değişmezdim. sonbaharı severdim ben. kışı değil.

    içimde her an bir şey olacakmış gibi hemen kaçmaya çok hazır bir güp güp sesi.. kuşlar uçup gidecekler gümbürtüden sanki; belki de zaten gittiler. masalmış hepsi. "sonra beni devler kaçırmıştı ve canım fasulye çekti diye fasulye ağacına götürmüşlerdi" belki... görünmez elleri olan birisi içimdeki piyonanın bütün tuşlarına basıp kaçıyor sanki.. her kattan bir kafa uzanıyor sonra pencerelerden; herkes "kim oooo?" diye aşağıya sesleniyor.. hiç ses yok ki..

    çok fenasın zaman. aklımı da alacaksın diye korkuyla bekliyorum... belki de çoktan aldın; sadece ben ayırdına varmadım artık aklım da olmadığı için. çok fenasın zaman... çünkü sen, verdiğinden çok daha fazlasını alıyorsun her seferinde. geri de vermiyorsun. hayır ama, "keşke" değil işte. hiç keşke yok içimde.."
hesabın var mı? giriş yap