• joffrey
    cersei
    ılyn payne
    dursun özbek
    the hound
    ...
    joffrey
    cersei
    ılyn payne
    dursun özbek
    the hound
    ...
    joffrey
    cersei
    ılyn payne
    dursun özbek
    the hound
  • kötü bir yöneticidir ama yazma sebebim bu değil. bu arkadaşı savunan sözlükte bir tane yazar var baktım bu başlıkta elliden fazla entrysi var adamın. sürekli savunmuş sürekli savunmuş hep de dikkatimi çekiyor. lan diyorum bu nasıl galatasaraylı. bugün öğrendim ki adam fenerliymiş. o an aydınlandım amk.
  • grosskreutz transferi ile ilgili "eğer menajerin istediği 300.000 euro'luk tutarı ödemeyi kabul etseydik iş kolayca çözülür. " dedi. ayrıca ocak ayına kadar grosskreutz'un maaşını ödeyeceklerini de ifade etti.

    menajere 300.000 euro'yu galatasaray'ın menfaati için vermeyip sonucunda ocak ayına kadar oynatmayacağı bir oyuncuya maaş verecek büyük başkan.
  • dursun adında bir delikanlı;

    ''kendi yaşındaki bir çok delikanlı gibi onun da kalbi sırf futbol için atıyordu. ama bir gün antremanda, tam oyunun ortasında duruverdi. bir daha atmamak üzere duruverdi. ayağındaki top, bir gün gerçekleşeceğini umduğu rüyalarından yuvarlana yuvarlana uzaklaştı.''

    o günü hiç unutmayacağım. bir salıydı.
    bütün galatasaray dursun adındaki oyuncusu için yas tuttu. büyük bir aile gibi, kulübün üyeleri onun anısına tabutun başında nöbet tuttular. genç takımdaki arkadaşları onu kulüp binasından caddede bekleyen cenaze arabasına kadar sırtlarında taşıdılar. tabut oradan camiye götürüldü.
    ailesini bir parça olsun avutmaya çalıştım. annesi elimi sıkıca tuttu, bana sarıldı ve teşekkür etti. ikimiz de söyleyecek başka söz bulamamıştık. acımız öylesine büyüktü. arkasından bir kaç adım daha yürüdük, sonra onu ulu tanrı'ya emanet edip yalnız bırakacaktık. büyük bir kalabalığın toplandığı şişli camisinin avlusunda onu uğurladık. ''hoşça kal genç dostum. yine görüşeceğiz''...

    florya'daki tesislerde, ön taraftaki çim sahada çalışıyorduk. gökyüzü kül rengiydi, puslu ve bulutlarla örtülü. hiç de güzel bir hava değildi. buna karşın bizim havamız iyiydi. antremana başlayalı yarım saati geçmişti. soluk alma sesleri, bağırmalar, gol atınca atılan sevinç naraları artmıştı.
    çabukluk antremanı yapıyorduk. bu arada ayakta kalma gücü ve dayanıklılık da ölçülüyordu. programa göre önce yüksek tempolu koşular yapılmıştı. sonra bütün saha boyunca koşarak kısa pas calıştık. oyuncular hem kısa, hem de uzun mesafelerde en yüksek tempoyla koşacaklardı. amaç; gerekli hızı tutturabilmek, topa tam zamanında yetişebilmek ve hareketi ceza sahasında kaleye şut çekerek tamamlayabilmekti
    yanımızdaki sahada, eski bir milli futbolcu olan bülent 16-18 yaş arasındakilerden kurulu bir takıma antreman yaptırıyordu. bütün tesislerde hareketli bir gün yaşanıyordu. biz de bir yandan galatasaray'ın gençlerini, geleceğin oyuncularını seyretmekten kendimizi alamıyorduk.
    her zaman olduğu gibi kenarda seyirciler de eksik değildi. onlar da artık antremanın bir parçası haline gelmişlerdi. zaten taraftarı göz ardı etmek olmazdı. çünkü onlar takıma motivasyon ve destek sağlıyolardı.

    a ve genç takımları antremanlarını aynı zamanda bitirirlerse o güzel, bakımlı küçük sahamızda aralarında maç yaptırır, böylece antremanda öğrendiklerini gerçek oyun ortamında uygulama olanağı bulmalarını sağlardım. bunu her iki üç haftada bir tekrarlardım ve oyuncuların normal antremanın üstüne yaptıkları bu gerçek maçlardan büyük zevk aldıklarını bilirdim.
    kadroları genellikle yedişer kişilik gruplara bölüp oyle oynatırdım. sahamızın büyüklüğü 40x70 metre oldugu için takımları daha kalabalık tutamıyordum. amaç çabuk ve ayağa oynamaktı. topu uzun süre ayakta tutmak ve fazla dripling yapmak yasaktı.takımların biri kurallara uymayınca top diğer takıma geçiyordu.
    o bulutlu öğleden sonrada da galatasaray'ın florya'daki tesislerinde durum her zamanki gibiydi. ilk iki takım arasındaki maç başarıyla tamamlanmiş, oyuncular evlerine gidip ailelerine kavuşacak olmanın sevinciyle soyunma odasına yönelmişlerdi. ben de karıma akşam dışarıda yemek yeriz diye söz vermiştim. deniz kıyısına , yeşilköy'de balıkçı hasan'a giderdik. istanbul'un en iyi balık lokantalarından biriydi. kırmızı biberli karidesle bir kadeh şarap ya da rakı içer, kalkan ya da lüfer yerdik.

    birden bire karşıma orta saha oyuncum arif dikildi. sanki yerden bitmişti. antremanın başından beri ortada yoktu. her zaman olduğu gibi bu kez de geç kalmıştı. bir sürü mazeret sıralamaya koyuldu. ben de lafı fazla uzatıp vakit kaybetmemek için kabul ettim.
    günün son maçını oynayacak iki takım da ellerinden gelen en iyi biçimde oynamak için hazır bekliyordu. birincilerin amacı önümüzdeki şampiyonluk maçında takıma alınmak, ikincilerin ilerisi için göze girmekti. uzun bir antremanla geçen günün sonunda hepsinin de şanslarını zorlamaya hazır olduğunu görüyordum.
    çitin öbür yanındaki genç takım antrenörü bülent'e seslenerek bana bir oyuncu daha göndermesini söyledim. takımların eşit olabilmesi için arif'in karşısına da bir oyuncu alınması gerekiyordu. bülent genç takımdan birisini seçerek yolladı. gelen genç; dursun'du... her zaman mutlu ve keyifli görünürdü. şimdi de takımın yıldızları ile oynayacak olmaktan da çok memnun olduğu açıktı.

    düdük çalarak oyunu başlattım. bu kez maçta hız çok daha büyük bir rol oynayacaktı. takımlar sekizer kişilik olduğundan oynama alanı da küçülmüş, topu ayağında bulunduran oyuncunun gerek hareket alanı gerekse oynama zamanı azalmıştı.
    daha on dakika bile geçmemişti ki olanlar oldu. savunma topu orta sahanın üzerinden ileriye, dursun'a uzatmıştı. rakip bir durakladı, sonra topu ıskaladı. dursun kaleye doğru atak yaptı. ayağında topla koşarken bir yandan da kendisini destekleyecek bir orta saha oyuncusu arıyordu.

    birden koşması yavaşladı, kontrolünü kaybetmişti. hareketleri yuvarlanır gibiydi. dengesini bulmak ister gibi kollarını salladı, kim bilir belki de yardım istiyor, korkuyla seslenmeye gayret ediyordu.
    ben donup kalmıştım. sanki birisi dipsiz bir kuyuya düşüyordu. kötü bir şeylerin olduğunu anlamıştım. yerde yatmakta olan ve hiç bir yaşam belirtisi göstermeyen delikanlıya yardım etmek için yerimden fırladım.
    masörümüz mehmet'e doğru koştum. o da kötü bir şeyler olduğunu anlamıştı. ben yanlarına vardığımda mehmet, kendisinden geçmiş, hareketsiz yatan dursun'un yanında diz çökmüştü. dursun'un gözbebekleri donup kalmıştı. hiç bir şey algılamadıkları belliydi. mehmet onun boğulmasını önlemek için gırtlağına doğru kaçmış dilini önce çekmeye çalışıyordu. ben nabzını duymayınca ellerimle göğsüne bastırarak kalp masajı yapmaya başladım.
    ama kalpte bir hareket yoktu. vucudu hareket etmeden cansız gibi öylece yatiyordu. cevremize birikmiş oyuncuların yüzünden duydukları dehşet okunuyordu. herkes yardıma hazırdı, hepsi ellerinden geleni yapabilmek icin yaklaşmıştı. oyunculardan ikisini doktor cağırmaya ve ambulans bulmaya yolladık. endişeyle dursun'un baygınlığının sona ermesini bekleyerek gayretlerimizi sürdürüyorduk. her saniyenin önemi vardı.
    mehmet'le ikimiz devam ettik. bu genç vücudun yeniden nefes almaya başlamasını sağlamaya hayat öpücüğü de yetmedi. gençlerden birisi yanına diz çöktü, ağzı ve soluk borusu serbest kalsın da kalbi yeniden kan pompalamaya başlasın diye başını yana çevirdi.

    ambulans hala gelmemişti. hiç bir zaman böylesine öfkelenmemiştim. en gerekli olduğu zaman hiç bir şey çalışmıyordu. eşgüdüm diye bir şey yoktu, hiç bir şeye hakim olunamıyordu. ''bir şey zamanında gerçekleşirse rastlantıdandı'
    .
    elimden başka ne gelirdi? aklıma antreman sırasında çitin arkasında, ilerdeki evlerin yakınında bekleyen polis arabası geldi. allahtan hala oradaydı. fırlayıp koştum, bu en son kurtarma umuduydu. polislere acele yardım gerektiğini hangi dilde anlattım bilmiyorum ama hemen fırladılar. arabaya binip sahanın çevresinden dolaştılar, kulübün arka kapısından geçip dursun'u en yakın hastaneye götürmek için yanımıza geldiler.
    dursun'un nabzı hala duyulmuyordu. kalbini calıştırabilmek icin her şeyi denedik. göğsüne kısa aralıklarla bastırarak yeniden masaj yaptık. birden bire kalp yeniden atmaya başladı ama cok yavaştı.
    içinde bir doktor ve gerekli donanım bulunan bir ambulans hala ortada yoktu. polisler telsizle arayarak hastanelerden biriyle bağlantı kurmaya ve bir ambulans sağlamaya calışıyorlardı. oksijen ve kalbi destekleyen ilaçlar olmadan dursun'un durumunun düzelme şansı yoktu. polisler onu arabalarıyla bakırköy'e hastaneye götürmeye hazırdılar. biz de bu riski artık göze almıştık. yoksa burada çimenlerin üstünde yatmaya devam ederse onu kaybedeceğimiz kesindi. yeter ki bir mucize olsun.. bülent'le mehmet polis arabasına binip birlikte gittiler ve yol boyu, doktorlar müdahale edene kadar dursun'u yaşatabilmek için hayatlarının mücadelesini verdiler.

    ama başaramadılar.. dursun hastaneye 300 metre kala pes etmiş, hocası bülent'le masör mehmet'in kollarında son nefesini vermiş. biz hepimiz bu gencin ölümü karşısında çaresiz orada kalakalmıştık. ben bir cenaze töreninde daha önce hiç bu kadar perişan insan görmemiştim. kimse böylesine sevilen bir insanın yok olup gittiğine inanamıyordu.
    ben de düşüncelerim arasında kaybolmuştum. aklıma antrenörlük yaşamımın çeşitli dönemleri, çocuklarım patrick ve manuela geliyordu. manen tükenmiştim. bir yıl daha sabretmem gerekti. ikinci kez şampiyon olmak istiyorduk.

    hemen hemen otuz yıldan beri genç insanlarla birlikte iyi zamanlar da kötü zamanlar da geçirmiştim. birlikte zaferleri tattığımız kadar yenilgileri, haksızlıkları da yaşamıştık. bu dünyadaki bütün şampiyonlukları, bütün galibiyetleri, en parlak zaferleri seve seve verirdim. yeter ki bu delikanlıyı, dursun'u geri alabileyim...

    bu kitabı dursun'a adamak istiyorum. o bana hayatımda ne kadar güzel yıllar geçirdiğimi hatırlattı. ne kadar şanslı olduğumu, futbolun hayatım boyunca neler kazandırdığını.. yazık ki bunların bir çoğuna o erişemedi..

    ''ve futbol topu, onun bir gün gerçekleşeceğini umduğu hayallerine çarpıp yıktı. uzaklara doğru yuvarlanıp gitti....''

    jupp derwall/galatasaray
  • takım otobüsüne haciz koydurtmuş, kendi otelinde konaklattırdığı galatasaray kulübüne konaklama bedeli olarak fatura kesmiş, tolga ciğerci gibi bir çapsıza senelik 2 milyon euro'dan sözleşme yaptırmış, riva ve florya arazilerini peşkeş çekmiş ve daha nice skandalın altına imza atmış bu adamı (adam derken hicap duyuyorum şu an) tekrardan galatasaray başkanlığına layık gören kim varsa ya galatasaray düşmanıdır ya da rakip takım taraftarıdır.

    bu yağlı suratın yaptıklarını temizlemek adına bu kulübün başına gelmiş en karakterli ve harbi başkanlardan biri olan mustafa cengiz sağlığından olmuş ve sonucunda vefat etmiştir.

    ulan tamam galatasaray umurunuzda değil bunu anlıyor ve kabul ediyorum, peki o canından artırıp galatasaray'a vermiş adama da mı hiç saygınız yok sizin!

    ne güzel dünya be; gelsin oradan feghouli yıllık 4.5 m euro'dan, gelsin belhanda 4m euro'dan harca babam harca. verilen bonservisleri ve menajerlik ücretlerini dahil bile etmedim, sadece bu iki örnek bile yeterli aslında. ama yok terimi getirecek ya bu hani, kim olursa olsun gelsin de kulüp icralık mı olmuş menajerlerin oyuncağı mı olmuş kimsenin umurunda değil yeter ki terim gelsin. sorsanız bunlara aslolan galatasaray derler ya işin ironik tarafı o.

    tanım falan da yapmıyorum bu şahsa ben. zira tanımlamaya kalkacak olursam bu işin sonu mahkemede biter.
  • - dani'nin talibi varken satmayıp yalandan kampa çağırıp sonra işe yaramaz denip bedelsiz gönderilmesi
    - yıllardır vasatı aşamayan sabri'ye yapılan yüksek oranlı zam
    - taraftar olmasa aydın'a verilecek milyonlar
    - kendi takımında yer bulamayan ve sözleşme yenilemede sadece maç başı ücret teklif edilen genç yetenek? jem karacan transferi
    - sırf melo transferinde kolaylık yapılsın diye melo'nun menajerinin (jose'nin de menajeri) bedavaya (bonservis) getirdiği ama scout ekibi başarısı denilen jose transferi
    - melo karşısında kulubün maymun edilmesi
    - kardeşinin vasfı olmadan kulüp içinde cirit atması
    - cüneyt tanman'ı getirip, sürekli saçmalatıp, sonra silmeye çalışması
    - agustos'un ilk haftası bitti hala transfer yapacağım, yıldız getireceğim, zamanımız var demesi
    - genç oyuncuları dağıtıp, takıma yaşlı adam alıp, taraftarı susturmak için gençleşmeye gidiyoruz yalanı
    - sneijder sözleşme yenilemesi (hasır altı mı oldu, ses yok)
    - kulubün forma sponsoru, transfer için sponsor bulunması hikayeleri
    - daha bismillah şampiyonluk kutlamasında ali dürüst ve abdürrahim albayrak'a (çok sevdiğim bir kişi olmasa bile) yapılanlar

    şu ana kadar başarıları bunlar. zlatan ile savunmaya çalışan adamlar var hala burada. bir açıklasınlar şu durumları. he bu arada galatasaray'ın zlatan'a ihtiyacı yok 3-4 mevki var sorunlu olan oralara galatasaray ve şampiyonlar ligi ayarında adam alınsın yeter de nerde. ağustos'un 20-30 u arası, artık ölmüş olan piyasada kalan yeni dzemaili lere hazır olsun taraftar.
  • bileklik olayını küçümseyenler olmuş. siz ekonomik yatırımlardan, vizyondan ne anlarsınız.
    bu daha başlangıç, yonetim kurulu üyelerinin eşlerine evde poğaça yaptırıp maç günleri stadın önünde sattırmak da dahil bir çok projeye start vermiş olan galatasaray başkanı
  • bu zat, birileri tarafından başkan yapıldıktan sonra neler oldu;

    * "şampiyon olmuş takıma zlatan ibrahimovic takviyesi yapılacak" diye bütün yaz haberler yaptırdı. bir tane yalanlama gelmedi. sonra "biz hiç ilgilenmedik" dedi. transfer dönemini, "çilek değil yıldızlar gelecek" ve salı günü uçaklar inecek haberleri ile geçirdi. kendi kendine istanbul'a gelen lukas podolski dışında kiralık oyuncularla bitirdi. kevin grosskreutz rezilliğine imza attı. sabri'ye yüzde 60 zam yaptı. aydın'a yaptığı sözleşme, taraftar yüzünden iptal oldu.

    * galatasaray'ın avrupa'dan ceza alması söz konusu iken, yapılması gereken hayatı savunmada hiçbir ekonomik veri, bilgi, sunum yapmadı. bileklik satışı ve aylan kürdi fotoğrafı kullandığı sunumun neticesinde 2 sene men aldık. avrupa hakkı kazanılması halinde ceza 1 seneye inecekti. son maçta kupa kazanıp, zorla kurtulduk.

    * kasa kolaylığı adı altında galatasaray'a verdiği borcu, faizi ile istedi. galatasaray'ın kendi otelinde kalmasını sağladı ve bu otel masraflarını da kulübe fatura etti.

    * mehmet özbek adlı kardeşini yönetime soktu. ne iş yaptığı, ne görev yaptığı, neler bildiği belirsiz. yeğenini falan kulübe sokup, galatasaray'ı aile şirketine çevirmek üzereydi.

    * tudor'a dünya kadar transfer yaptı. "limitler içerisindeyiz" dediği dönem yüzünden galatasaray 2 sene men ceza alacaktı. mustafa cengiz sayesinde galatasaray kurtuldu.

    * florya, riva arazilerini üç kuruş paraya sattı. "kemerburgaz'da yeni kamp yeri kurulacak" denilen tesisin arazisi, maden arazisi çıktı. terk edilmesi bile kısa vadede mümkün değildi. mustafa cengiz ve yönetimi hepsini geri aldı.

    * galatasaray geleneklerine aykırı olarak, gittiği erken seçimin sonucunda 3.5 sene başkan olacaktı.

    * ergin ataman'a mobbing yapan yöneticisi vardı. adam eurocup posterine kendisini shop ile eklemişti fakat yönetim ona ses dahi çıkartmamıştı. günün sonunda erman kunter rezilliği ile basketbolu da batırmak üzereydi.

    * o kadar vasıfsız bir yönetimdi ki, amatör branşlarda hiç gücümüz kalmamıştı. basketbol koçlarımız, "milli takım ile kulüp takımı birlikte olmaz" bahanesi ile zorlanırken, ataman sonrası bütün koçlar kulüp çalıştırdı.

    bakın, buraya bunu iki katı daha madde yazarım ama boş. bu adam bu kadar. geliş amacı galatasaray gayrimenkullerini haraç mezat hükumete satmak. galatasaray'ın geleceği karanlıkta görünüyor.

    tavrım net, kendisinin karşısına aziz yıldırım çıksa, gider ona destek vermek için yapabileceğim her şeyi yaparım.
  • giderken arkasından davullu zurnalı kutlama yapılan adam neredeyse humeyni gibi geri dönecek.

    kendini koskocaaaa zanneden galatasaray camiasına bu utanç yeter.

    başkan seçilmesi halinde gram eleştirmeyeceğim. 2 senedir elini ayağını öptüler çünkü geri dönsün diye resmen.
  • ünal aysal'ın getirdiği fernando muslera, felipe melo ve wesley sneijder'in aldığı şampiyonluktan sonra kutlamalarda sahneye çıkıp şov yapan, devamında "öyle çilek milek değil yıldız alacağım" diyerek aklınca ünal aysal'a laf atan, icraat olarak da bilal kısa'yı alıp sabri sarıoğlu'na yüzde 60 zam yapan adam.

    sövmek de kesmiyor, odunla dövmek istiyorum.
hesabın var mı? giriş yap