273220 entry daha
  • hayatımın en çalkantılı, en olaylı, en yorucu yaşıydı. bugün geride kaldı. yolların kesiştiği, tekrar ayrıştığı nice insanlarla bağ kurdum. şu an güçlü ama yorgun hissetmemin nedenlerinden birisi bu tabii. geride kalanlar iyi ki geride kalmış. yolumu değiştirdim ve engebeli yollara girmemeye, beni kanatacak insanlarla yürümemeye karar verdim. o yüzden geride kalanlar, iyi ki geridesiniz. artık bunu kabullendim.

    öte yandan mesleğimle insanlara faydalı olmaya başladığ ilk yaşımı geride bıraktım. bu beni hayata karşı daha tatmin ve daha umutvar kılıyor. bütün zorluklara rağmen bu yolu yürüdüğüm için kendimi tebrik ediyorum.

    eski yaşım bana haddim olmayana el sürmemem gerektiğini öğretti. sevgili yeni yaşım, sen beni daha güçlü ve daha sağduyulu olacağım yollardan yürüt. bugün bütün laleler benim için. iyi ki doğdum!
  • her zaman, zamanın benim olmadığım bir yerde olduğunu düşündüm. zaman benim etrafımda dönmüyordu. zaman benim olduğum yerde değildi. zaman benim olmadığım yerde, tanıdığım/tanımadığım insanların arasındaydı. yürürken yolda gördüğüm insanlardı zaman. kafelerdi, insanların kendi evleriydi. evli olmadığım için zaman evlilikti. ancak ben evlendikten sonra evlilik de zaman olmaktan çıkacaktı. çünkü ona sahip olacaktım. herkesin bir zamanı vardı. zaman insanın içindeydi. ve herkes, zaman o insanın kendisiymiş gibi davranıyordu. ben ise aslında zamanın ta kendisi olduğumu, insanların zamanı olduğumu bilmiyordum. ve zaman kimse, merkez de oydu. insanların kendilerini zaman olarak görmeleri içi boş bir kibirden ibaretti. içi dolu da olsa kibir kötüdür. değerli şeyleri değersiz hale getirir. zaman insanlara, hayata ve herşeye anlam katan, yine onları anlamsızlaştıran, evrende bilinen en değerli kavramdı. ben ise zamanın her zaman insanlarda ve benim olmadığım mekanlarda olduğunu hissediyordum. insanların benden daha değerli olduğunu. benim o kadar da önemli bir insan olmadığımı.

    başımdan geçen kötü şeyler, kim olduğumu, ne kadar değerli bir insan olduğumu anlamama yardım etti. zaten biliyordum, ancak bazı şeyleri daha iyi anladım. namusun, bekânın, onurun, toplumun, ahlakın, maneviyatın, annemin hayatımda ne kadar önemli, kritik ve değerli olduklarını. hiçbir dizinin, filmin, kitabın, oyunun, müziğin ve benzeri herhangi bir sanatsal ya da felsefi eserin bana yaşatamayacağı, hissettiremeyeceği, düşündüremeyeceği kadar renkli, karmaşık, mükemmel, labirent gibi bir iç dünyaya ve zihne sahip olduğumu. zihnim bir malikane ve labirent gibiydi. içinde kaybolmak mümkündü. bunları bilinç düzeyinde fark ettiğimde, aslında bunların her zaman farkında olduğumu, ancak dile getirebilecek kadar farkında olmadığımı anladım. ruhumun ne kadar güzel olduğunu, başımdan geçen kötü şeyler gösterdi bana. sigara da içtim, alkol de kullandım, cluba da gittim, güzel şehirler de gördüm, gezdim de. sanattan, bilimden, felsefeden konuştuğum arkadaşlarım ve insanlar da oldu, en iyi sanat eserlerini de tükettim. ancak hiçbiri iç dünyamın, ruhumun, duygularımın göz kamaştırıcı güzelliğinin çeyreği etmezdi. neden herhangi bir sanat eserini tüketirken sıkıldığımı daha iyi anladım. çünkü hiçbirinin bana katabilecek bir şeyi yoktu. sanırım bir insan zihnen, aklen, kalben, manen, ahlaken ne kadar gelişmişse, her şeyden o kadar çok sıkılıyor. benim herhangi bir sanat eserinden sıkılmamın sebebi anlamamam ya da bana ağır gelmesi değildi. yoksa televizyonda the wire gibi herkesin izleyemediği, gerçekçi, ağır, zor bir diziyi severek izlemiştim. mesele bu eserlerin iç dünyam karşısında sığlaşmasıydı. ortalama eserler zaten çok yavan ve boş geliyordu.

    insanların yanlışlarını çok tolere ediyordum. sonra insanların ben merkezli olduklarını fark ettiğimde bir soğuma geldi insanlardan. ben hiçbir zaman ben merkezli olmadım. manevi anlamda elimde ne varsa insanlarla paylaşmaya çalıştım. toplumu daha iyi, daha ahlaklı, daha güzel, daha donanımlı bir toplum yapmaya çalıştım. insanlara bir şeyler öğretmek için çalıştım hep. lakin bu ben merkezciliği fark ettiğimde, bireysel olarak insanlar gözümde değersizleşti. o ben merkezcilik bende yoktu. toplumda herkesi eşit görüyordum. ben bile neredeyse herkesle eşittim.

    sosyal zekam düşüktür, sosyalleşmeyi ve flört etmeyi bilmem. bence bir erkeğin kız arkadaş edinmesi bir yetenektir ve ben bu yeteneğe sahip değilim. ancak derinlikli, içsel bir keşfin peşinde olan insanlar sosyal değildirler. o insanlar evine kapanarak düşünürler, sorgularlar, şüphe duyarlar. kendileri gibi derinlikli şeylerin peşindeki insanlarla oturup birlikte düşünce ve fikir üretirler, karşılıklı analiz, çıkarım ve tespitlerde bulunurlar. sanatla, bilimle, felsefeyle ilgilenirler. zihinsel ve duygusal yeteneklerini sergilerler. sosyalleşmek ve sosyal olmak için çoğunlukla içsel olarak sığ ve derinliksiz şeylere sahip olmak gerekir.

    bir yerde çalışabilmek için oraya adapte olabilmek ve yer yer aptal rolü yapabilmek gerekir. eğer aptal rolü yapmak konusunda özel bir yeteneğiniz yoksa ve belli bir zeka seviyesinin üstündeyseniz aptal rolü yapmak zorlaşır. bu da sizin adapte olmanıza, işlerinizi kolayca yapabilmenize engel olur. çünkü çoğu iş yeri kreatifliğe ve üretkenliğe ihtiyaç duyulmadığı, belli başlı ezber şeylerin yapıldığı yerdir ve iş yerlerinde çalışan insanların çoğu sığdır. eğer daha önce yapılmamış bir şeyi yapar, ya da söylenmemiş bir şeyi söylerseniz göze batabilirsiniz. sizden sadece daha önce milyonlarca insanın toplamda milyonlarca kez yaptığı şeyleri yapmanızı isterler. işlerin tutkuyla yapılmadığı çoğu iş yerinde kendini gerçekleştirmek zordur. zeki, akıllı ve derin insanlar için dünyada milyarlarca dolarlık bir sektör haline gelmiş endüstriyel işlerde çalışıp her gün, yapılan işe hiçbir kreatif bir şey katmadan aynı şeyleri yapmak zordur ve işkencedir. aptal rolü yapamadığım, adapte olamadığım ve insanların seviyesine inemediğim için çalışmak benim için çok zor.

    sosyalleşmek, alkol, maddi ilişkiler, cinsel ilişki, bar, club ve türevi yerler beni mutlu etmiyor. en iyi mutluluğun üretmek olduğuna karar verdim. mutlulukların çoğu boştur ve mutluluk dediğimiz şey anlık ve geçici zevklerdir. insan bu hayata mutlu olmak için gelmemiştir. en azından kesin olarak ben, bu hayata mutlu olmak için gelmedim. mutlu olmak için çabalamak bana basit, sığ ve yavan geliyor. mutluluk amaca doğru ilerlerken hissedilen duygulardan ve bir araçtan ibaret olmalıdır. elbette insanlar mutlu olmalılar, hedeflenen şeylere ulaştıktan sonra mutluluğa da ulaşılmalı, ancak amaç salt mutlu olmak olmamalı. insanın önceliği amaçlarını gerçekleştirmek olmalıdır. insan hem her zaman her şeyin daha fazlasını isteyen bir aç gözlü olduğu ve hem de bir gün her şeyin biteceğini bildiği için tam olarak mutlu olamaz.

    tanıdığım insanlar içindeki en onurlu insan olduğumu bilmiyordum. onurum her zaman vardı. her zaman onurluydum. fakat bunun onur olduğunu bilmiyordum. başıma gelen çok kötü şeyler, onurumun onur olduğunu gösterdi. bana eziyet eden, önüme duvarlar çıkaran, bana türlü oyunlar kurmaya çalışan, acı çektiren bir sadist, tüm bunlar karşısında hissettiğim duygunun onur olduğunu söyleyince anladım 28 yıllık yaşamımda bugüne kadar karşıma çıkan bütün kötülük, acı, yokluk, eziyet ve pislikler karşısında değer verdiğim şeyleri korumaya çalışmamın, dik durmamın, çizgilerimin oluşunun onur olduğunu. onurumu canım gibi görüyordum. o bile onurum karşısında şaşırmıştı. yine aynı sadist bana değerlerimden bahsetti. bugüne kadar ki değer verdiğim her şeyin, "değerler" olduğunu, ve bu "değerlere" sahip insanların, "değerleri olan insan" olarak adlandırıldığını o zaman anladım.

    benim değerlerim, allah, islam, onur, sevgi, saygı, iyilik, anne, aile, namus, ahlak, maneviyat, her anlamda doğruluk, gerçeklik, samimiyet, sabır, utanma, haya, ar, edep, arkadaşlık, insan, toplum, nezaket, tevazu, mütevazıyet, hassasiyet, duyarlılık, adalet, liyakat, kötülüğe, ahlaksızlığa, yozlaşmışlığa düşman olmak, düşünmek, düşünür olmak, canlıya değer vermek, misafirlik, zihinsel yetenekler, zeka, akıl, nitelik, derin bir yürek, gelişmişlik ve aklıma gelmeyen, aynı zamanda anlatmak konusunda zorlandığım bir çok şeydi. bunlardı değerlerim ve değer verdiğim şeyler. hiçbir şey nazarımda bunlardan daha değerli ve önemli değildi. hayatta en çok bunlar için yaşıyordum. bunları korumak için. bunlar çizgilerimdi, yaşamımdı. hayatta kimsenin benim kadar çok değerlere sahip olduğunu görmedim. bu değerler çok olduğu kadar yüce ve anlamlıydı da. günümüzde onurlu ve değerleri olan insan görmek imkansıza yakındır çünkü kimse bunlar için değil; cinsellik, alkol, flört, zevk, maddiyat, para, güç, kariyer, meslek, eğitim seviyesi gibi tamamen maddesel ve materyal; ahlaki ve manevi olarak insana hiçbir şey katmayan şeyler için yaşıyor. herkes maddeyi hayatının ana merkezi haline getirmiş. benim yaşamımın ana merkezi onurum ve değerlerimdir.

    amaçlardan da önce, insanın değerleri olmalıdır. bana göre bir toplumdaki en değerli ve sözü en çok dinlenilmesi gereken insanlar onuru olan insanlardır. eğer bir ülke yönetiyor olsaydım, toplum içinde piramitin en tepesindeki insanları onurlu insanlar yapardım. onura verdiğim değer, bu dünyadaki madden her türlü şeylerden daha yukarıdadır. onurlu insan en değerli insandır. insanlar zekayı, aklı, ruhu, derinliği, yetenekleri belirleyemez ancak onu onurlu olmayı seçebilir. kişi ne kadar onurlu bir insansa, gerçekte de o kadar insan demektir. onurlu ve değerleri olan insanları severim. en çok saygı duyduğum insanlar da onlardır. mesele 70-80 yılı geçirebileceğin iyi eğlenceler ve iyi mutluluklar için meşgaleler bulmak değil, onurunu ve değerlerini korumak için gösterdiğin çabalardır.

    sonuçta, insanlar zamanmışta, ben onların etrafında zamanın peşinden giden bir insanmışım gibi hissediyordum. bu duyguya en yakın duyguyu, çok daha büyüğünü ve güçlüsünü annem öldüğünde hissedeceğimi düşünüyorum. aslında içten içe hep biraz boğuluyormuşum. insanlar ve olmadığım mekanlar zamanmış ve ben de eksik ve yaralıymışım gibi hissediyordum. yabancı insanlarla, yabancı mekanlarda buluşunca sanki biraz tamamlanıyordum. iyi ve rahat hissettiriyordu. ancak bu defa da utanıyordum. nasıl davranacağımı bilmiyordum. bu sefer de başka bir açıdan kötü ve rahatsız hissediyordum. bunu bastırmaya çalışıp toplum içinde var olmaya çalışıyordum ama bu boş bir çabaydı. kendim de olamıyordum. uçsuz bucaksız bir bilince, ve derin bir yüreğe sahip olduğum için kendim olmak, bir karaktere sahip olmak zorlaşıyordu. hiçbir şey olamıyordum, hiçbir şey değildim. bir şey olmak için bu sefer olmadığım biri gibi, sert bir adam gibi davranmaya çalışıyordum. bunu da başaramıyordum çünkü çok hassas, ince, nazik, düşünceli bir insandım. herkes bir karaktere sahipti. ben karakterimi hissedemiyor, bir şey olamıyor, bir ortamda karakterimi ortaya koyamıyor, kendim gibi davranamıyordum.

    başıma gelen kötü şeyler asıl zamanın ben olduğunu gösterdi. zaman her yerdedir ve hiçbir yerdedir. ben de öyleydim.

    aslında annem, yaşamımda zaman olan tek insandır. bu dünyada en çok sevdiğim, en çok saygı duyduğum, en çok değer verdiğim insan kendimim. buna en yakın duyguyu sadece annemde hissediyorum. onunla çok derin, çok güçlü, çok kuvvetli bir bağım var. genel olarak insanlarla pek anlaşamayan, onlarla senkronize olamayan, aynı dili konuşamayan bir insanım. annemle ise anlaşma seviyemiz mükemmelin bir altında. o öldüğünde bir yarım da benimle birlikte ölmüş olacak. ona verdiğim değer, ona duyduğum sevgi ve saygı, candan öte. annem hayatımın, kişiliğimin, canımın bir parçası. annem, öğretmenim, kanaat önderim, hocam, her şeyim. sevginin en yüce hali. onuruna, kişiliğine, kalbine, inceliğine, hassaslığına, zihnine, aklına, zekasına saygı duyduğum, dünyadaki 8 milyar insanı tanısam hiçbirinin gönlümde annemden daha üst bir noktada olamayacağı tek insan. annem, benim annem olmasaydı da, ablam, teyzem, akrabam, komşum, okuldaki öğretmenim ya da hayatıma herhangi bir şekilde girmiş olmasınıp isteyeceğim bir şahsiyettir. annem bir çok şeyimi anlatırım, ama birini ya da bir şeyi anneme anlatmam için benim için değerli olanın o insan ya da o şey olması lazım değildir. annem değerli olduğu için anlatırım anneme bir çok şeyi.

    ahlak ile zeka arasında pozitif bir korelasyon vardır. yüksek ahlak anlayışı için yüksek zeka gereklidir. ahlaksız ve kötü bir insan, ne kadar zeki olursa olsun ve zekasını ahlaksızlık ve kötülük için kullanıyorsa benim tanımıma göre aptaldır. bu, her ahlaklı insanın zeki olduğunu göstermez. lakin gerçekten zeki insanlar ahlaklıdırlar. gerçek zeka içinde doğruluğu, ahlakı, iyiliği, saygıyı, sevgiyi, vicdanı, merhameti, hassasiyeti, duyarlılığı, iyi niyeti barındırır. benim için bir insanı kötü ve ahlaksız yapan her şey, o insan ne kadar zeki olursa olsun aptallıktır. iyi ve ahlaki özellikler ile gerçek zeka arasında pozitif bir korelasyon vardır.

    ayrıca, toplumun zeka ve zeki insan tanımının çoğunlukla yanlış olduğunu görüyorum. zeki insanlara, "boş konuşuyorsun" diyen insanlar vardır. gerçekten boş konuşanları ise merakla dinlerler. zeki insanların kitap okumak, film ve yabancı dizi izlemek, sanat, ilim ve felsefe ile ilgilenmek, araştırma yapmak, bilgi edinmek, gibi ilgi alanları vardır ve fakat bunlar insanı zeki yapmaz. zeki insanlar bunlara ilgi gösterir ancak bunlara ilgi gösteren her insan zeki değildir. zeki insan bunlarla ilgilenen değil, bilinçli, insanları kolayca tanıyan, doğruyu yanlıştan, gerçeği sahteden, samimiyi samimiyetsizden ayırabilen, anlayışlı, yüksek empati yeteneğine sahip, yüksek ahlak anlayışına sahip, çok düşünen, düşünce ve fikir üreten, analiz, çıkarım ve tespitlerde bulunan, öz saygısı, öz sevgisi ve öz değeri yüksek, iç güdülerini kontrol edebilen, otokontrol seviyesi yüksek, ince, kibar, duyarlı, duyumsama yeteneği olan, farkındalık seviyesi yüksek, nitelikli şeylere talep gösteren, sorgulayan, karşısındaki insanın ağzından çıkacak bir cümleyi, cümlenin yarısında tahmin edebilen, kelime dağarcığı geniş, farklı bakış açılarına sahip, sorunlara tanı koyan, çözüm üreten, insan psikolojisinden iyi anlayan, insanların duygularını anlayan, ahlaki ve manevi değerleri olan, kötü niyeti kolayca fark eden, tutkulu, sanatçı kişiliği olan, kreatif, üretken, kaliteden anlayan, zihinsel yeteneklere sahip, zeki ve/veya nitelikli insanı hemen fark eden, merhametli, vicdanlı, meraklı, derin, hassas, doğru insandır.

    yalnız olmak, dar bir çevreye sahip olmak, çok sevilmemek, kurnaz olmamak, kötülüğe prim vermemek, niteliksizliği ve niceliği yüksek şeylerle ilgilenmemek, her zaman söyleyecek bir şeyleri olmak, az ve zor etkilenmek, insanları ciddiye almak, ayrımcılık yapmamak, adaletli ve liyakatli olmak, kendini kişisel çabayla geliştirmek, parayla, tiple, meslekle, diplomayla, maddiyatla ilgilenmemek, bir insanın ruhunu ve zekasını tanımak istemek, gelişmiş bir zihni merak etmek yine zeki insanlara özgü durum ve davranışlardır.

    masumiyet; kötülüğe, ahlaksızlığa, şark kurnazlığına, negatif şeylere aklın ermemesidir. eğer bir yeteneğin varsa, bu yeteneğinin farkında olmamaktır. para kazanabilecek kadar iyi olduğun şeyleri, onun farkında olmadığın için çıkar ve fayda gözetmeksizin yapmaktır. karşındaki insanın kötülük yapacağını düşünmemektir. açıklarını kapatmak için çaba sarf etmemektir. tecrübesizliktir, bir takım durumlarda nasıl aksiyon alacağını bilememektir. acı çekmektir.

    insanlarla, hayatla, duygularla, dünyayla ilgili düşünceleriniz, görüşünüz, bakış açılarınız, hepsi aslında sizsiniz. başkasında gördüğünüz güzel bir şey aslında sizin güzelliğiniz. başkasının ne kadar iyi bir insan olduğunu düşünüyorsanız, bu sizin ne kadar iyi bir insan olduğunuzun göstergesi.

    çok düşünceli bir insanım. zihnim sürekli aktif halde. çok düşünen, her şeyi sorgulayan, her şeyden şüphe duyan, kendi içinde araştırmacı, sürekli gözlem yapan, kitap dışında internette estetik değeri olan ya da bilgi içeren yazılar, makaleler, denemeler okuyan bir insanım.

    zihnime sürekli bir girdi gerekli. bir zihin ne kadar derinlikliyse o denli girdiye ihtiyaç duyar. yoksa o zihin mutsuz olur. huzursuzluğunu giderecek, dopamin ve seratonin salgılatacak girdiler, bilgiler, yazılar, içerikler gerek. buna sanat da diyebilirsiniz, bilim de, felsefe de. ama bugün tüketip yarın unutacağın kalitesiz girdiler değil. seni daha ahlaklı, daha bilgili, daha entelektüel, daha gelişmiş, daha derinlikli yapacak girdiler.

    entelektüel olmak iyidir ancak aşırı entelektüelite iyi değildir. ihtiyacın olmadığı alanlarda bilgi almak ve aşırı entelektüel olmak insanı bir yıkıma götürür. tutkuyu, kreatifliği ve canlılığı öldürür. canlılık çok şeydir. bugün dünya cansız insan dolu. bir şeyler üretmeye çalışırken, kendini başkalarını taklit ediyormuş halde bulabilirsin.

    şiir yazmak konusunda yetenekli bir insan, ne kadar çok şiir okursa, başkalarını o kadar taklit eder hale gelir. kitap yazmak için kitap okumak; tekniği anlamak, ilham edinmek, hayal kurmak ve fikir edinmek açısından gerekli olabilir ancak bu insanı aynı oranda taklite götürür.

    amatör olarak psikoloji, sosyoloji ve sinirbilim ile ilgileniyorum. bu üçü de birbirleriyle biraz alakalı alanlar. insanı ve insan psikolojisini anlamak için psikolojiyi, toplumu, toplum psikolojisini ve toplum davranışlarını anlamak için sosyolojiyi, bu psikolojiyi ve davranışları beyinsel olarak anlamlandırmak için ise sinirbilimi araştırıyorum. asıl amacım ise toplumu anlamak. topluma yardım etmek. en büyük hayallerimden biri de budur. toplumu ahlaki ve manevi olarak daha iyi, daha gelişmiş, daha nitelikli bir hale getirmek. çünkü toplumun üzerinde çok az şey var. toplumu yozlaştıran, onu daha kötü, daha ahlaksız bir hale getiren insanların toplumda yeri yoktur.

    evlenmek ve çocuk yapmak başarı değildir. değerli, kibar, anlayışlı, ahlaklı bir insanın kalbinde ve zihninde yer etmek ve topluma ahlaklı, nitelikli ve kaliteli çocuklar yetiştirmek başarıdır. genel olarak kimseye bağırmayan, kimseyi üzmeyen, kimseyi kırmayan, değer verdiği insanları dinleyen, herkese insan olduğu için değer veren ama size herkesten daha çok değer veren, size ve diğer insanlara karşı anlayışlı, sevgiliniz diye özgürlüğünüzü elinizden almaya çalışmayan ve baskı yapmayan, evlenecek olduğunuzda da bunları yapabileceğine dair emareler göstermeyen bir insanla evlenmek, ondan çocuk yapmak başarıdır. çocuk yaptığınızda da insanların çocuğunuz için "annen baban ne kadar güzel bir çocuk yetiştirmiş" diyebilmeleri başarıdır. yoksa cinsel ilişkiye girmek için bir yetenek gerekmiyor.

    eskiden duygusal bağ kurduğum arkadaşlarım vardı. eskiden insanlarla duygusal bağlar kurabiliyordum. çok sevdiğim bir arkadaşımla tam 6,5 yıl boyunca güçlü ve derin bir bağ kurdum. ve ben bu insanla gerçek hayatta bir kere bile görüşmedim. bağ nadir rastlanılan değerli bir şeydir. her ilişkide bağ olur ancak iyi bir bağ nadir rastlanılır. uzun bir süredir insanlarla sağlam bir bağ kuramıyorum. bir kaç gün konuşup sonra ortadan kayboluyorlar. iyi bir bağ için zaman gereklidir. ve karşılıklı anlayışın olması.

    en önemli zeka duygusal zekadır. empati, anlayış, duyarlılık, insanların duygularına önem verme, hassasiyet, ahlak, iyi bir insan olma, özsaygı, özsevgi, özdeğer, duygularını tanıma, iç güdü ve dürtü kontrolü, otokontrol, duygusal yetenekler bu zeka türünden gelir. ahlaki zeka, manevi zeka, içsel zeka, ruhsal zeka da değerli ve önemlidir.

    insana dair en güzel şeyler, ruhtan, akıldan ve zekadan gelir. çok güzel bir ruh, çok derin ve gelişmiş bir akıl ve yüksek zeka ile birleştiğinde, ortaya tarif edilmesi zor bir güzellik çıkar. bu güzelliği anlamak, hissetmek ve yaşamak, bir insanın deneyimleyebileceği en güzel şeylerden biridir. bu üçlü insanı zihnen, aklen, manen, kalben, ruhen çok güzel, gelişmiş ve derinlikli yapar. daha önce bir kere, çok güzel bir ruhu, çok derin ve gelişmiş bir aklı, çok yüksek bir zekayı aynı kişide gördüm. bugüne kadar tanıdığım en "iyi" kızdı.

    size biraz bu kızdan bahsedeyim.
    ahlaki ilişki var mıdır? ya da daha da önemlisi, ahlaki sevgi var mıdır? yani hiçbir çıkarcılığın ve faydacılığın gözetilmediği, manipülasyonun ve duygusal şiddetin olmadığı, kişilerin birbirlerine karşılıklı olarak hak ettikleri saygıyı duydukları, birbirlerinin kalbine ve zihnine odaklandıkları, bütün eğlenceleri birbirleriyle ahlaki, manevi ve edebi konuşmak olan, erkeğin kıza iyiliği ve güzelliği öğrettiği, dünyanın hiçbir okulunda öğretilmeyen öğretilerden, düşünce ve fikirlerden ve ayrıca sanattan konuşulduğu, erkeğin analiz, çıkarım ve tespitler yaptığı, kızın da dinlediği, hatta kızın erkeği, anne babasını dinler gibi dikkatle dinlediği, zihinsel, duygusal, ruhsal ve ahlaki ve manevi bir ilişki, bağ ve sevgi.

    buradaki erkek benim. kız ise hayatıma 13 yaşında giren bir kar tanesi. bugün onunla konuşmuyorum, görüşmüyorum. hatta beni hayatında istemiyor. ama bu benim onu arkasından güzel düşünce, his ve sözlerle anmama engel değil. bu kız 13 yaşında breaking bad izlemiş, o yaşlarda yabancı dizilerle ilgilenen, 2-3 yıl sonra da en sevdiği film pulp fiction olacak olan bir kız. sinemayla da ilgileniyor, müzik de dinliyor. hayatım boyunca gerçek hayatta hiç görmediğim, ama çok şey öğrettiğim, çok şey konuştuğum, çok şey anlattığım, çok şey paylaştığım, bugüne kadar tanıdığım ruhu en güzel, en akıllı, en zeki, en bilinçli, en derin kız. bana karşı ufak da olsa bir yanlışını görmediğim, ufak da olsa bir kötü niyetini sezmediğim kız. sadece arkadaşımdı ama onu özlüyorum.

    bunu zaten herkes biliyor ama, mükemmel insan yoktur. insanlar ama ahlaken, ama aklen, ama zihnen, ama kalben, ama ruhen kusurludurlar. her şeyin mükemmel olduğu bir insan yoktur. insanların zekaları kusurları görmeye yetmiyor diye kusur ortadan kalkmaz. mükemmele yakın insanlar vardır. mükemmele yakın 3 insan tanıdım.

    dünyadaki en yozlaşmış insanı bile iyileştirebilecek kadar güçlü olan sadece bir şey var: sevgi. eğer sevgi karmaşık bir şey olsaydı, dünya şuan olduğundan daha kötü, daha yozlaşmış bir yer olurdu. sevgi herkese hitap eder. derin ve güçlü bir şeydir ancak karmaşık değildir. zeka, akıl, donanım, kapasite istemez. herkese hitap etmeseydi dünyada daha çok kötülük, daha çok yozlaşmışlık, daha çok kan, daha çok gözyaşı, daha çok savaş olurdu. her türden insanın anlayabileceği, hissedebileceği, fark edebileceği bir şeydir. dünyadaki insanların hepsini iyileştirebilecek olan şeydir. sevginin iyileştiremediğini ise acı iyileştirir.

    etkilenemiyorum. herhangi bir insandan, herhangi bir eserden, herhangi bir düşünceden, herhangi bir ideolojiden, herhangi bir şeyden etkilenemiyorum. çoğu insan ve çoğu şey boş, yavan ve gereksiz geliyor. yunus emre, hayatım boyunca beni en çok etkileyen insanlardan biridir. entelektüel olarak da beni etkileyen 3 insan var. dostoyevski, tolstoy ve sigmund freud. bunlar dışında beni etkileyebilen, okuyabileceğim ya da hayatını araştırabileceğim başka biri yok.

    nasıl en iyi filmin the godfather, en iyi dizinin breaking bad, en iyi oyunun batman: arkham city olduğunu biliyorsam, en iyi kitabın da karamazov kardeşler olduğunu biliyorum. bir çok sanatsal eserden haberdarım ancak hepsini tüketecek zaman yok. o yüzden sadece en iyileri tüketmeye çalışıyorum.

    herkese yetecek kadar sevgim var, ama sevgimi hak eden az insan var.
  • çok unutkanım ve yer yön bilgim sıfır.
    kaç yıldır aynı adreste oturuyorum ama hala navigasyon olmadan evimi bulamam.
    çok sakarım sürekli bir şeyleri kırıp döküyorum.
    çok beceriksizim.
    talimatları takip ederek bir legoyu bile toplayamıyorum.
  • bugün benim doğum günüm ve şairin dediği gibi yolun yarısına geldim…

    merhaba 35
  • kendi derdime üzülürken, tarım işçileri ile ilgili bi video izledim ve kendi derdimi unuttum. çocuklarını hiç okula gönderemiyorlar. çünkü bir orada bir buradalar. çocukları gözünü tarlada açıyor ve hep oradalar. biz çocuklarımızın beslenmesine sevdikleri nelerden koysak diye düşürken, onların çocukları sebze çuvallarını taşıyor. ülkemizde bile insanların zor koşullarda çalışarak kazandığı bu videoyu izlerken “ getir yemek” reklamlarının görünmesi ayrı bir ironi olsa gerek.
  • yaratılmış olmanın yükü ağır gelir bazen. kendi isteğimizle gelmediğimiz bir dünyaya düşürülmüş olmanın hüznü çöker. çürümeye mahkum oluşumuzun acizliği içimize oturur. bunu kendiniz için hissetmeseniz bile sevdiğiniz insanlar için hissedersiniz. sevdiğiniz bir hayvanınız varsa onu bir çocuk gibi görür ve aynı duyguları ona karşı da hissedersiniz. hatta bunun için bir sevgi bağına da ihtiyacınız yoktur, ölümüne şahit olduğunuz her canlı için bunları hissedebilir ve derin duygulara kapılabilirsiniz. böyle zamanlarda aklıma bazı sözler gelir, hani şu her şeyin bir sebebi olduğuyla ilgili, tanrı'ya karşı itaatkar bir aşkla söylenen felsefi sözler. sonra da merhameti ve şiddeti aynı anda ve bir kerede nasıl kabullenebilir ki bir insan diye düşünürüm. merhamet ve iyilik olan yerde terk edilmişlik ve yok edilmişlik nasıl olabilir diye aklımı zorlarım. ama inanır mısınız aklım gider de yine de anlam veremem. aslında konu tam olarak tanrı da değil, çünkü asırlardır olmayan bir konuyu da tartışıyor olabiliriz, kim bilebilir? ben sadece, niçin ölümün ve yok oluşun soğukluğunu tatmaya mahkum edildik anlayabilmek isterdim. minicik bir can, bir bebek ya da hayvan olsun fark etmez, neden bunları yaşamak zorunda bilmek isterdim. mesela bir hamster'a en fazla üç sene biçilmiş... neden? onlar için zaman o kadar hızlı akıyor ki, küçücük bedeniyle bir anda yaşlanıverdi yavrum. ve şimdi de yavaş yavaş soğuyan bedeni ve hızlı hızlı atan kalbiyle, her türlü sevilmeye, ele almaya, suya ve yiyeceğe tepkisiz bir şekilde bir meleğin gelip onu almasını bekliyor. işte gözyaşlarınız böyle zamanlarda aniden kendini bırakabiliyor ve acı çekmiyor olmasını, hissetmiyor olmasını ummaktan başka bir şey düşünemiyorsunuz.
  • iyi bir izleyici olmak bazen tüm zorlukları da beraberinde getirebilir.
    sokağa çıkıyorum, son dönemde sizde de oldu mu hiç? yanımdan, yöremden biri geçtiğinde irkilip korkuyorum. can güvenliğimin olmadığını düşünüyorum. hayır, bunun kendimi çok fazla önemsemem ile alakası yok. herhangi biri sırf canı sıkkın diye veyahut yeni aldığı delici veya kesici aleti deneme amaçlı bana, sana zarar verebilir. bu hisse kapılmadan rahatça yürüyebiliyor musun gerçekten?

    sokağa çıkıyorum, insanların yüzünden kin, nefret, öfke ve tahammülsüzlük akıyor. oturuyorum bir banka , kulaklığımı takıp izliyorum çoğu zaman, yürüyüp geçen herkesin ne düşündüğünü düşünüyorum. bu kadar kin, nefret biraz ağır geliyor bünyeme elbet.
  • genel olarak çoğu şey yolunda giderken bile mutsuz hissediyorum. yapmaktan keyif aldığım aktiviteler bile artık keyif vermiyor aksine eziyet haline geliyor. tahammülüm azalmasına rağmen yaşadığım herhangi bir olaya olumlu veya olumsuz tepki veremeyecek kadar aciz ve yorgun hissediyorum. hayatım boyunca tam anlamıyla mutlu olamayacağıma inanmaya başladım artık.
  • ulan deli dolu adamım ama çok merhametliyim beni herhangi bir sebepten kızdıran veya üzen insanların bile mutlu olmasını temenni ediyorum.

    son üç gündür sırıtarak geziyorum aynaya bakınca kendimi daha çok sevmeye başladım.

    uykum kaçtı bir şeyler yazasım geldi.
  • her şey tertemiz merak etme,daha da temiz olacak..öyle de oldu..
790 entry daha
hesabın var mı? giriş yap