48 entry daha
  • kardeşim ilkokul 2. sınıfa giderken, 23 nisan'da macar bir misafirimiz olmuştu..
    tek kelime ingilizce bilmeyen, vücut dili ve kaş göz işaretleriyle anlaştığımız dünya tatlısı bi velet çıkıp gelmişti..
    gelirken, bu çocuğun yanına bir paket iliştirmişti annesi, kim oldukları hakkında hiç bi fikri olmadığı, çocuğunun geçici ailesine hediyeler göndermişti nezaketle..

    paketi açtık, içinden şarap olduğu şişesinin formundan anlaşılan bir şişe ve bir poşete konulmuş, kırmızımsı bir toz çıktı..
    ufaklığın önünde, misafirliğinin ilk günündeki çekingenliği de atmasına yardımcı olur düşüncesiyle, sevinçten çıldıracakmış gibi olduk.. mutluluktan şekilden şekle girdik..
    kah şişeyi alıp inceledik, kah çocuğa sarılıp bir daha teşekkür ettik.. kah şişenin üzerindeki macarca yazıları türkçe okuyup gülmelerden gülme, kahkahalardan kahkaha beğendik..

    annem şişeyi alıp yere düşürüyormuş gibi yaptı son anda yakaladı gülerek.. ben kafaya dikiyormuş, gibi yaptım, sonra koltuğa yığıldım sarhoş gibi..
    ufaklığın endişeli yüzünü güldürme görevini başarıyla tamamladı o bi şişe şarap.. ancak kırmızı tozun ne olduğu konusunda hiç bi fikrimiz yoktu..

    ufaklığa sorduk, ağzını büzüp, baktı yüzümüze.. yüksek sesle, heceleyerek bi daha sorduk "bu ne dir?"
    yine yanıt yok..
    epey bi süre ne olduğunu anlamaya, çocuğun ağzını büzerek, arada macarca söylediği kelimeleri anlamlandırmaya çalıştık..
    en sonunda annem açtı poşeti, kokladı tozu: "aaaaaaaa baharat bu.. tamam tamam.." dedi..
    annemin "anladım ben" jestine, kafa sallayıp gülerek karşılık verdi ufaklık..

    akşam yemeğine teyzemleri de davet ettik, yeni ailesini yavaş yavaş tanısın istiyorduk çocuk.. bizimkiler de merakla bekliyodu zaten tanışmayı..
    teyzem çocuk gelmeden günler önce, pasta börek, sarma ve ezcümle türk yemeği marifetini ortaya dökmeye başlamış, o akşam yemeğini hafiften bi şölen havasına büründürmüştü..

    hep beraber sofraya oturduk.. velet gördüğü ilgiden ve yemeklerden son derece memnun, arada gülüyor, teyzemin tabağına doldurduğu yemekleri yemeye çalışıyor, kardeşimle aralarında geliştirdikleri bi çeşit ağızla ses çıkarıp gülme oyununu oynuyordu..

    yemeğin ortalarına doğru annem "aaa şarapla baharatı da getireliiimm" dedi bana, sevinçle bişey hatırlamış gibi..
    hızlıca hediyelerden bahsetti.. eniştem "getirin tabi" dedi, "beğenmedik sanmasın, üzülür yavrucak"..
    kalkıp getirdim şarapla kırmızı tozu..

    eniştem açtı şarabı, annemle teyzemin bardaklarına doldurdu, "ben rakı içsem iyiydi ama hadi neyse" dedi kendine de koydu.. ısrarlarıma dayanamayıp, yarım çay bardağı da bana verdi, anneme çaktırmıyormuş gibi yaparak..

    hep beraber içtik, beğenmelerden ne yapacağımızı şaşırdık.. abartılı hareketlerle başını sağa sola sallarken "ben böyle şarap ömrümce içmedim yav" diyordu eniştem.. teyzem "ııımmm ııımmm nefis vallahi nefis" diye gözlerini kapatıyordu çocuğa karşı..
    ufaklık da sevindiği belli olan hareketler yapıyor, çizgi gibi olmuş mavi gözleriyle gülümsüyordu habire..

    sonra annem etleri servis yaptı.. eniştem aklına süper bi fikir gelmiş gibi kırmızı toz poşetini eline aldı, kokladı derin derin..
    "ııımmmııhhh tam et baharı bu yav" dedi.. az önceki coşkusundan bişey kaybetmemiş şekilde, daldırdı elini poşete.. koca bi tutam alıp tozdan, çocuğun gözlerine baka baka, yine son derece abartılı jestlerle serpti etine..

    çocuğun yüzündeki ifade anlamsızlaştı bi an.. gülücük yüzünde dondu, sonra şaşkınlığa doğru bi ivme kazandı..
    hiç beklemiyorduk, gülsün diye bir tek masaya çıkıp göbek atmadığımız kalmıştı..
    eniştem nerede yanlış yaptığını anlayamadı ama nezaket eksikliğinde aradı şuçu.. "ya böyle de olmadı ki bu, boş baharatlık yok mu ona koysaydık" dedi..
    ben koşup boş baharatlığı yetiştirene kadar, teyzem de kaşığının ucuyla bol bol serpti yemeğine baharattan..

    çocuktaki şaşkınlık ifadesini tansiyondaki düşüş, mutluluk trendinde azalma gibi yorumlamaya aşırı meylettiğimizden, aklımıza çocuğun bişeye şaşırmış olabileceğinden çok bişeye üzülmüş olabileceği geliyodu.. yaptığımızda bi terslik değil eksiklik arıyoduk..

    annem kırmızı tozu baharatlığa nakletti.. sonra kendi tabağına da serpti bol bol.. "al al" diye bana verdi..
    gülerek serptim ben de.. sonra kardeşimle ufaklığın tabağına da ihtiyatlı bi şekilde serpiştirdim..
    ne bu tatdan mahrum kalsınlar istiyordum, ne de acıysa baharat yanıp kavrulsunlar..

    çocuk gülümsemeyi hepten bırakmıştı artık.. çatalını da koydu kenara ööyle bizi seyrediyordu..
    biz dosdoğru yaptığımızda eksik aramaya koşullanmış beynimizle, baharatı sofradaki herşeyin üzerinde "elbet birinde gülecek bu çocuğun yüzü" kafasıyla tek tek deniyorduk..
    çocuk gülmedikçe daha da hırslanıyor, daha da delileşiyorduk..

    poşetteki kırmızı tozu yarıdan fazla tüketip, hala bebeyi bi tebessüm bile ettiremeyince tatlılara geçtik..
    aklımızda koca bi soru işaretiyle tatlımızı yedik..

    ertesi sabah çocuğu kardeşimle birlikte okula götürmeden önce kahvaltıya oturduk.. sofradaki zeytinin, peynirin, domatesin üstüne kekikle beraber, bol bol kırmızı tozdan serpmişti yine annem..
    çocuk sofraya geldi, ekmeğin ucunu kemirerek yumurtasını yedi bi tek.. biz yumurtalarımıza da döktük tozdan, çocuk elimde baharatlıkla yumurtasına doğru uzanınca iki eliyle birden yakaladı bileğimi.. seslenmedik..

    çocuğu götürdük okula, ilk günün hengamesiyle grup liderine de soramadık kırmızı tozun akibetini..
    ertesi gün de bol bol tükettik.. çocuk artık şaşkınlığı üzerinden atmıştı, kırmızı toza asla yaklaşmıyor ancak; biz yedikçe kikir kikir gülüyordu artık..

    3. günün sonunda bi fırsatını bulup sorduk lidere..
    bizimle beraber bikaç aileye daha gitmişti bu kırmızı tozdan; ancak onların misafir çocukları daha güleç ve toraman, anneleri de daha az endişeli olduğu için kimse açıp tüketmekte bizim kadar hızlı davranmamıştı..

    liderleri dilinin döndüğünce anlattı; o meşhur çorbayı..
    bizdeki tarhananın macar olanı diyeceğim neredeyse.. bildiğimiz çorbaymış o toz..
    hiç bişey çaktırmadık, "biz günlerdir o tozu yemelere doyamadık, neremize süreceğimizi şaşırdık" demedik hiç..
    annem diğer annelerle beraber "hımm belliydi canım, çorba tabi" diye mırıldandı yan gözle beni keserek.. "bişey söyle de etlerini burayım senin" bakışıyla bana bakıyodu bi taraftan da..

    çorba konusu bi daha açılmadı hiç, poşetin dibinde azıcık kalmış toz sofraya bi daha hiç gelmedi..

    çocuk memleketine dönerken, bir şişe rakı, deri kaplı küçük boy bir tavla, yarım kilo da köftelik bulgur koyduk çocuğun yanına..
    rakıyı etlere döküp, tavlanın pullarını kemirmedilerse de köftelik bulgurla kafalarının biraz karışmış olmasını umuyoruz hala..
242 entry daha
hesabın var mı? giriş yap