4 entry daha
  • kökeni tasavvuftan gelen ve ''herkesi kendinden üstün görme'' olgunluğuna erişmek üzere son derece zor şartlar altında geçirilen süre ile ilgili bir deyim.

    --- spoiler ---
    çile: farsça, kırk anlamına gelen çihil'den düzenlenmiş bir terim.

    bir şeyh nezaretinde derviş, karanlık bir hücrede yalnız başına kırk gün süre ile az uyumak, az yemek, az içmek suretiyle sürekli ibadetle meşgul olur ki bu olaya, çile denir. nefsi eğitmek için belirli bir süre insanlardan uzak kalıp olgunlaşmak üzere yapılır.
    tasavvuftaki çile, ömür boyu değildir, sadece kırk gündür. zira tasavvufta esas olan, "el kârda, gönül yârda" yani "el günlük maişet teminiyle meşgul iken, kalb allah ile beraber olmaktır". nitekim, nur suresinin 37'nci âyetinde bu husus, şöyle desteklenir: "ticaret ve alışverişin allah'ı zikirden alıkoymadığı erkekler..."
    hemen hemen her tekkede, eskiden bu iş için bir veya birkaç hücre bulunurdu.
    çile olayı şöyle gerçekleşirdi:
    şeyh, dervişi çile odasına güsul abdestli olarak dua ile sokar, fatiha çeker, kapıyı kapayıp giderdi. odada bir post yahut seccade, bir mütteka (çok az yiyerek ve uyuyarak çile çeken dervişlerin uzanıp yatmamak için sivri ucunu toprağa saplayarak başlarını hilal şeklindeki kısmına dayadığı bir tür dayanak)ve hücrenin rafında bir kur'an-ı kerim bulunurdu. derviş, bu hücreden, sadece gerekli olduğu zaman çıkardı. tuvalet, abdest, cuma namazı vb. için çıktığında kimseye bakmaz, kimseyle konuşmazdı. yiyeceğini, içeceğini, belirli vakitte bir derviş getirip hücreye bırakıp, selamdan başka bir söz konuşmazdı.
    geleneklere göre, çileye girene ilk gün kırk zeytin verilir, her gün bir eksilterek (39, 38, 37, 15 ila...) kırkıncı gün sadece bir zeytin verilirdi.
    yiyeceğin zeytin olması, nur suresi'nin 35. ayetinde de ifade edildiği gibi (min şeceretin mübâreketin zeytûnetin), onun mübarekliğinden kaynaklanmaktadır.

    derviş çileden çıkınca, kırk gün içindeki tefekkür ve rüyalarını şeyhine anlatırdı. şayet şeyh, gerek görürse onu hemen ikinci bir çileye sokardı. birbiri ardınca üç çile çıkaran olurdu. derviş çileyi bitirip hücreden çıkınca, şükür kurbanı kesilir, kesilen kurbanın et suyuyla hazırlanan tirid yemeği ona sunulur, diğer ihvanı da onu tebrik ederdi.
    günümüz türkiye'sinde bu uygulama hemen hemen kalkmış gibidir.
    bunun sebebini sorduğumuz mürşid-i kamiller; "devrimizde helal rızık kalmamıştır. çileye giren, hem az, hem de şüpheli yiyecekle bu uygulamaya tâbi tutulursa, görme, işitme, konuşma gibi bazı özelliklerini kaybedebilir. devrimiz zâten çile devri, değildir, dış âlemde gezip nefsini zaptetmek de yeterlidir" cevabını verirler.

    mevlevîlerin çilesinin mutfakta 1001 günlük hizmet ile olduğu kaydedilir. 1001 günlük hizmeti bitirmeden çileyi terkeden kişiye ''çile kırgını'' denir.
    bu durumda olan kişi, eğer pişman olur da hizmete (yani çileye) dönmek isterse, kaldığı veya bıraktığı yerden değil, baştan başlardı.
    nefsinin kötü arzularından vazgeçen ve iyiliklere yönelen derviş, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra ermişlik mertebesine ulaşır. ''çile dolduran'' ve tasavvuf eğitimi alan bir derviş artık allah'ın sevdiği kâmil insan olmuş, olgunlaşmıştır.
    kamil insan kalp kırmaktan korkar. kendi için istediğini başkaları için de ister.
    tek amacı gönül kazanmaktır. dervişler halka gerçek aşkı anlatmak için diyar diyar gezerler.
    çile-i ma'kuse: farsça ters çile demektir. derviş kendini ayaktan tavana bağlayarak tepesi aşağı çile çıkarır ve buna çile-i ma'kûse denirdi. ebu said ebûl-hayr'm bu şekilde çile çıkardığı kaydedilir.
    --- spoiler ---

    hacı bektaş-ı veli dergâhı ve mevlâna türbesi'ni ziyaret edenlerin çile odalarını görme imkânları vardır.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap