6 entry daha
  • son günlerde dönen askeri hekim,harp cerrahisi gerekliliği vs. üzerine:bir askeri tabibin nasıl genel cerrah olduğunu kendi anılarından okuyalım.buyrun;

    gata'da cerrahi

    "üzerimize önlük giyip hastalarla karşılaşmamız tıp fakültesinin 3. sınıfında olmuştu. dahiliye, çocuk stajı derken nihayet genel cerrahi kliniğinde bulmuştum kendimi. koridorda seher hemşire ile konuşurken "mesut hoca geliyor" diye bir ses geldi kliniğin diğer ucundan. ana koridorun metal kapısı hızla açıldı. kısa boylu, kıvırcık saçlı, sert bakışlı bir adam uzun beyaz önlüğüyle hızla üzerimize doğru gelmeye başladı. iki asistan koşmalarına rağmen ona yetişme becerisi gösteremiyordu. bir anda önünde durduğumuz hasta odasına daldı. girerken bana fırlattığı bakışı unutamam. bir delik bulup kaybolmak istemiştim. önlüğünün üst cebindeki makası, kalemleri koridora döke saça gelen sef ve çömez asistanın arkasından pansuman arabası da nihayet odaya girmişti. hastanın pansumanı açıldı. hocanın istediği her şey saniyesinde bulunmaya çalışılıyordu. asistanların girdiği stres görülmeye değerdi. yedikleri fırçanın bini bir paraydı. bişeyleri eksik yapıyor olmalıydılar. şef asistan çömeze "ben sana bunun hesabını daha sonra sorarım" bakışları fırlatıyordu. gözlerinden uyku akan çömez mahcup olmuş gibi davranıyordu ama yine de yapılan işe konsantre olamıyordu. sahne, olayları uzaktan izlediğim için bana eğlenceli gelmişti. ta ki ertesi gün mesut hocayla ilk hasta vizitine katılana kadar. sorumlu olduğum hastayla ilgili sorular sorduğunda, verdiğim cevapları ve hastalığın detaylarını anlatamadığım için beni epey hırpalamıştı. o gün hekim olmanın, cerrah olmanın kolay bir şey olmadığını bana öğretmişti. hayatımda o hasta vizitindeki kadar terlediğimi hatırlamam. 4. sınıfta ve 6.sınıfta mesut hocaya ve 1.hariciye kliniğine çok yaklaşmadan genel cerrahi stajlarını tamamlamıştım.

    mecburi kıta hizmeti sırasında girdiğim tus sınavında sadece cerrahi branşlar yazmıştım. cerrah olmak daha havalı geliyordu. tabii genel cerrahiyi kazanıp ihtisasa başladığımda o havanın nasıl alındığını gördüm. ihtisası ankarada ve mesut hocanın kliniği olan 1. hariciye de yapmak durumundaydım. kura ve atama sonucu buydu. 3. sınıftayken klinikte yaşadığım sahne aklıma gelmiş ve içimi bir korku almıştı.

    1996 yılının ekim ayında o metal kapıdan bir kez daha ama bu kez cerrah olmak için girmiştim. ellerimize aldığımız dosyalarla şeflerimizin emirlerini yerine getirmeye çalışıyor, çoğu güneydoğudan gelen yaralı mehmetçikleri sedye ve tekerlekli sandalyelerle ameliyata, radyolojiye ya da diğer kliniklere konsültasyonlara taşıyorduk. yoğun bakımda suni solunum cihazına bağlı hastaların altını hemşirelerle birlikte temizliyor, vücutlarını siliyor, yıkanabilecek hastaları banyoda pansumanlarını kapatarak bol sabunla yıkıyorduk. kendimizi bu işlere öylesine kaptırıyorduk ki kendimize bakacak halimiz kalmıyordu. girilen haftalık uykusuz blok nöbetler, ayaklarımızdaki pişikler, yaralar, tuz dökmüş gibi yanan gözlerimiz cerrah olma arzusuna engel olamıyordu. bu yola baş koymuştuk bir kere. ne kadar kendimizi paralasak da şeflerimiz ve baş asistanlarımız bizi yetersiz buluyor, kendilerinin daha fena koşullarda çalıştıklarından dem vuruyorlardı. bu işler bizim için bir ibadet haline gelmişti. benimle birlikte ihtisasa başlayan 8 arkadaşım da bu işleri yaparken zerre kadar gocunmuyordu.

    mesut hocanın her sabah koridorun sonundaki endoskopi odasında pansuman yapma alışkanlığı vardı. saat 08.15 de hiç aksatmadan oraya gelir, ateşli silahın neden olduğu zor iyileşen yaralara bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla bazen haftalarca pansuman yapardı. o pansuman yaparken her istediği anında ona verilmeliydi. sinirlenince kimse yanında olmayı istemezdi. o yüzden mesut hocanın pansuman saatinde ortalıkta kimse görünmezdi. beni iki kez yakaladıktan sonra her gün yakalanmaya başlamıştım. korkmama rağmen aslında büyük bir saygı duyuyordum. daha öğrencilik yıllarında bizim için efsaneydi. istediği herşeyi hazır ediyor, işi daha hızlı bitirmesini sağlamaya çalışıyordum. iltifatı geçtim, fırça yemeden pansumanın bitmesi o gün kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu.

    ihtisasımın daha 3. ayı doluyordu. mesut hoca pansumanı bitirip gitmiş, hasta da odasına alınmıştı. pansuman arabasını toparlayıp yerine götürme işi tabii ki benim görevimdi. endoskopi cihazının önündeki paravan yolu daraltıyordu. ayakları da sağlam durmuyor gibiydi. arabayı çekerken dokunmak zorunda kalmıştım. paravanın yıkılacağını tahmin etmemiştim. tabii yıkılırken endoskopun fiberoptik kablosunu kırdığımı da. o an başımdan kaynar sular aktarıldı. cihazın bedeli karşılanabilir gibi değildi. mesut hocanın kimsenin dokunmasına izin vermediği yeni bir cihazdı. ihtisasım bitti diye düşünürken seher geldi yanıma. benim yüzüme baktığında olayı anlatmama gerek kalmamıştı. hemen “rüzgar” dedi. cam açık kalmış, ceryan yapınca paravanı cihazın üstüne devirmişti. beni kurtarmak için güzel bir senaryo yazmıştı. kıdemli hemşire olduğu için hocalar ona çok güvenirdi. bir gün sonra ceryan olayını hocaya yemin billah anlatmış ve inandığını söylemişti. ancak benim zaten uykusuz gözlerime 2 gece daha uyku girmemişti. 3. günün sabahında herşeyi göze alarak mesut hocanın odasına gittim ve olanları anlattım. “ben kırdım hocam, cezama razıyım” dedim. “biliyorum” dedi. “sadece gelip itiraf edip etmeyeceğini merak ediyordum”dedi. mahcubiyetim bir kat daha artmıştı. sanırım hocam hergün nazını çekmemin ödülü olarak beni affetmişti. cihaz birkaç gün içinde onarıldı.

    ihtisasın diğer yıllarında da mesut hocanın nefesini her zaman yanımızda hissettik. 3. seneden itibaren tuttuğumuz, klinikten sorumlu şef asistanlık nöbetlerinde gecenin bir yarısında arayıp hastanın o anki durumunu sorar ve bizi sürekli uyanık tutardı. telefon her çaldığında mesut hoca arıyor diye bütün hastaların anlık durumlarını ve tetkik sonuçlarını aklımızda tutmaya çalışırdık. bir keresinde yoğun bakımda kıyamet koparmış, koşarak yanına gittiğimde sinek gördüğünü söylemiş beni hırpalamıştı. depodaki zemin döşemesinin rutubetten kabarması için de yediğim fırçayı unutamam. bize “tek sorumlu olduğunuz şey hastalar değil, sinekten de böcekten de sorumlusunuz” demişti. o gün kızmıştım ama daha sonra uzmanlık diplomasında yazan “kliniği müstakilen idare edebilecek niteliği kazanmış olma” ibaresinin gerçekte ne demek olduğunu anlamıştım.

    4 yıl boyunca ağırlığını terör yaralılarının oluşturduğu binlerce hastayı ameliyata almıştık. hepsi birbirinden değerli bütün hocalarım harp cerrahıydı ama o zamanlar böyle bir ünvan yoktu. bizleri de aynı zamanda harp cerrahı olarak yetiştiriyorlardı. ihtisas sonrasında özellikle doğudaki hastanelere atananlar harp cerrahisini daha fazla yapma imkanı buluyordu. şimdilerde gata'da 3-5 tane harp cerrahı olduğu söylemleri beni fazlasıyla rahatsız etti. gata 500 den fazla ünvansız harp cerrahı yetiştirmiştir. geçmişte mezun olduğum kliniğimde şunu biliyorduk ki; bir hasta, silah yaralısı olsun ya da olmasın, eğer kurtulma ümidi varsa gata'da kurtulurdu. tıpkı gölcük depreminde enkazda bacakları, kolları ezilen ve gata ya getirilen hastaların uzuvları gibi. yıllar sonra gölcükte çalışırken hasta yakınlarından da bu tarz söylemler duymuştum. “o şanslıydı, bacağı kurtuldu, gata ya götürmüşlerdi” şeklinde konuşmalar..

    tıp fakültesi 1. sınıfta okurken annemi muayene içi getirdiğim hocalarım, ailemin yanında beni öylesine onore etmişlerdi ki aidiyet duygum daha o zaman pekişmişti. öğrenci ya da hekim olarak hayatımızın çok önemli bir kısmı gata da geçtiği için hepimiz bir aile gibi birbirimizi çok iyi tanıyorduk. yıllar sonra bile gittiğimizde aile sıcaklığı ile karşılanıyorduk. gata'ya hasta olarak gittiğinde annem ve babam oradaki kardeşlerimin beni aratmadığını söylerlerdi. türkiye'de deontoloji kavramının en üst düzeyde yaşandığı bir kurum olduğunu da çok iyi bilirim.

    bu vesileyle üzerimde emeği olan tüm hocalarıma, abilerime, arkadaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyor, hakkın rahmetine kavuşmuş olanları da minnet ve rahmetle anıyorum. birkaç çürük elma için tüm ağaçların kesilmemesi dileklerimle"
17 entry daha
hesabın var mı? giriş yap