1771 entry daha
  • bana askerde dayak var mıdır yok mudur diye soranları yanyana dizsem burdan erzincana yol olur herhalde. cevap verirken şu anki genel trendi gözlemleyip ona göre dürüst davranıp dayak yok desem dayak olmasını isteyenler tatmin olmuyor, olmasını istemeyenler de olmadığına ikna olmuyor. şu an böyle şeyler imkansız ama dayağın orduda hava su gibi bir gereksinim olduğu günlerden bir anı anlatayım.

    1984-5, hilvan (urfa) ilçe jandarma komutanlığı.

    pkknın yeni yeni palazlanmaya başladığı daha jandarmanın yol kesen bağımsız eşkiyalarla uğraştığı organize terörün falan çok da görülmediği zamanlar. karakol binasının çatısına çıkıp baktığınızda ortam aşağı yukarı böyle. ilçede mayalı ekmek bilinmiyor. içme suyu henüz dünya standartlarına yeni gelebilmiş o da evlere bağlanmamış. evde musluğundan su akan ev lüks ötesi duyulmamış bir şey. nüfusun çoğunluğu kürtçe konuşuyor ve okula devam yaşı erkeklerde 8 (adını yazana kadar) kızlarda ise aşağı yukarı sıfır. kızlar genellikle evlendirilmek için varlar. erkeklerin alayı kahvehanelerde karpuz yiyip nargile içiyor ve kaç erkek çocukları olduğunu söylerek geriniyorlar. üç oğlu dört kızı olan hüsoya kaç çocuğun var diye sorsanız zaten 3 diyor. kızlar insan nevinden sayılmıyor. tüpgaz yok. buzdolabı hatırladığım kadarıyla yok. elektrik abonesi evler devlet daireleri ve lojmanları dışında 15-20 hane kadar ancak var. nüfus 4000+. günümüzde dahi mahrumiyet bölgesi olma özelliğini hiç kaybetmemiş yurdun bir güzide yeri.

    zorunlu askerlik süresi de o sıralarda 24 ay ile 18 ay arasında gidip geliyor. 1984'te askere başlayan bir acemi asker 730 şafak sayarak 1986'de askerliği bitiriyor yani. askerliğini yapmak için birliğe teslim olmaya urfadan tek otobüsle geliyor gençler. o otobüsün içini tarif de bir koskoca entry olur ki hiç girmeyeyim. içerde ayakkabısını çıkaranlar, keçisiyle binenler, keçi sıçınca bunları sonra kullanmak için toplayıp cebine koyup hiçbir şey olmamış gibi uyuyanlar. bu otobüs hilvan'ın tek asfalta benzer yolunda durup askerleri indiriyor ve devam ediyor. aklı olan başka kimse gelmiyor buraya. inenlerin yüzüne çarpan 40 derece sıcak, bulut gibi sinekler, içinde çürümüş kuru mantara benzer bir koku olan o rüzgar karşılıyor. içinde gölgesine sığınılacak ağaçlar olan tek yer ilçe jandarma komutanlığı. askerler dışarıdan kurtulmak için garnizona şevkle giriyorlar. ancak bir tanesinin gelişini hiç unutmuyorum. babasıyla beraber otobüsten inen bir kafası traşlı genç. full metal jacket'daki gomer pyle'a çok benziyor. bölük komutanı gelen askerlerin listelenmesini imzalarını bizzat denetliyor. bu askerle babası da komutana doğru gidiyorlar. babası aynen şöyle diyor :

    "adı nihat'tır. ben bununla 18 yıl uğraştım, iki yıl da sen uğraşıver komutan!"

    sonra geldiği otobüs kaçmadan atlayıp basıp gidiyor. komutan adamın arkasından baktıktan sonra askeri bir süzüyor ki komutan taifesinin çok insan görmüş olmasından kelli kazanılmış insan sarraflığı yetisi az buz bir yetenek değildir. askerin klinik psikolojik sorunları olduğunu bir bakışta farkediyor. işimiz var bununla diye içinden geçiriyor ama iki askeri görevlendirip yatağını bilmemnesini kafasını vurmasın diye duvara uzak bir yere koydurun diye tembihliyor.

    aradan 6 gün geçtikten sonra (terhisine 724 gün kala) nihat cidden sorunlu çıkıyor. milletin eşyalarını izinsiz çekip almak, vermezse güreşip almak, yine vermezse dövüp almak gibi sınırlı hareketlerle başlıyor bu rutin. tabii 1980'lerde , er erbaş içinde çok yoğun bir devrecilik yaşanıyor ve alt devrelerin seslerini çıkarmaları bile zorken nihat'ın alt üst dinlemeden herkese saldırması bir miktar krize yol açıyor. bölük komutanı olasılıklarını düşünüyor. rdm henüz yok, kendini jiletleyenler ağır deliler tsk'nın yoğun dayaklı kendine has intibak programıyla evcilleştiriliyor o yıllarda. ama komutan biliyor ki dayak askerleri hizaya sokmada yer yer eşsiz bir araç olsa da delilik sınırını geçmiş olanları daha da vahşileştirebiliyor. ancak birliğin düzeni elden bir kaçarsa toparlamak çok daha zor olduğu için arada kalıyor. kendisini en kısa çözümle diyarbakır askeri hastanesine asabiye bölümüne (psikiyatri) bir jiple sevk ediyor. nihat şanlıurfa yoluna çıkıldığında yolda direksiyona falan saldırıp jipi yoldan çıkartıyor kendisi hariç iki asker hafif yaralanıyor. deliye bir şey de olmuyor.

    komutan ya sabır çekip telsizle ilk nakliye helikopteri geleceği gün bunu havadan nakledelim diye düşünüyor ama jipi yoldan çıkartan adam helikoptere ne yapmaz diye düşününce vazgeçiyor. zor olan yolu seçip nihatı iki yılda kimseye zarar vermeden terhis etme görevini üstleniyor.

    önce kendisini diğer askerlerle en az kontak kuracağı yer olan voleybol sahası kulübesine şarjörsüz ve mermisiz bir tüfekle günde 10 saat nöbete dikiyorlar. sıcak havadan bunalınca da yemek yiyip uyur kimseye bulaşmaz diye düşünüyorlar ama malesef kulübenin diğer tarafı ilkokul bahçesi. nihat çocuklara taş atıyor. silah doğrultup "gelmeyin laaaağ sıkarım" diye kendini yırtıyor. çocuklar da buna taş atıyor. miğferinden donk diye ceviz büyüklüğünde taşlar sektikçe kahkahalarla gülüyor herif. öyle bir deli. oradan mecburen alıyorlar.

    geceleri koğuşta da hiç rahat durmuyor, herkes kendisinden çekiniyor ama sonuçta asker arkadaşlığı öyle bir şey ki erler kendisini benimsiyorlar. sabaha karşı dörtte kalkıp uyanın laaağ diye koğuşu birbirine katıp olmayan eşyaları aratıyor. yemek sırasında üst devrelerden birinin kafasına tepsiyle vurup çocuğu revirlik ediyor. nedeni onun tepsisinde daha çok çorba olması.

    gece nöbeti yazılırken nihat yüzünden kendisini denetleyecek bir nöbet postu daha açılıyor. nizamiye kulübe 1-4, koğuş, yemekhane, malzemelik ve nihat nöbeti oluyor panoda artık. nihatın başında duranlara da ne olur ne olmaz diye mermi verilmiyor. o askerler de her taraflarına tadelle dido do-re-mi tıkıştırıp adamı bütün gece yedirip içiriyorlar. yemek yerken nispeten sakin oluyor nihat.

    nihayetinde nihat bu tip stopgap yöntemlerle durdurulamıyor. adam gerçek deli. bir içtimada bölük astsubayına sinkaflı küfür edince bütün erler de buna kikir kikir gülünce astsubayın başından aşağı kaynar sular dökülüyor. ışık hızıyla nihatın üstüne atlayıp çok kötü dövüyor. dayağı yiyen nihat can havliyle içtimadaki erlerin etrafında sanki onlar bir gezegen, kendisi ve kendisini kovalayan astsb birer uyduymuşçasına dönüp duruyorlar. nihat orada başkalaşım geçirip gerçek alt benliğini açığa çıkartıyor. hakiki kafayı yemiş gomer pyle haline geliyor. ertesi gün bölük komutanı yzb bahçeden geçip araç bakım kısmına giderken bir taşın üstüne oturmuş kendi kendine konuşan nihatı görüyor. "vuracaaağam öldüreceeeğem" diye sayıklıyor kendi kendine. komutan arkadan yaklaşıp sesini değiştirip "kimi lan?" diye soruyor. nihat hiç dönüp bakmadan astsubayın adını veriyor. bölük komutanı da o anda zıvanadan çıkıp nihata tekme tokat girişince tsk'nın dayak geleneği tekrar tesis ediliyor. nihatı komutanın elinden zor alıyorlar. orada nihat yine bağırarak kaçıyor bir yere saklanıyor.

    ertesi gün benim tsk ile ilgili en travmatik anılarımdan biri vukua geliyor. sabah 6'da gece nöbeti doldur boşalt sırasında hücum yelekli tüfekli (mermisiz) ve çelik miğferli nihat birden gayet spontane olarak gruptan bağırarak ve koşarak ayrılıyor ve lojmanlar bölgesine doğru yardırıyor. orada da hiç durmadan bölük komutanı lojmanının balkonuna sanki bir boğa gibi bağırarak kafa atmaya başlıyor. hağğğrr hoğğğr diye kükreyen nihatın donk donk diye çınlayan çelik miğfer sesi komutanlık avlusunda yankılanıyor. komutan da saldırı oldu diye uyanıp camdan ne oldu diye bir göz atıyor. anırıp balkona kafa atan bir asker görünce hemen hiç düşünmeden salona koşuyor ve kalın meşe sandalyelerden birini ayağıyla kırarak sandalyenin bir bacağını sökerek don atlet dışarı fırlıyor. nihat komutanın elinde odunda kendisine yardırmakta olduğunu farkedip bağırarak kaçmaya başlıyor ama komutan etiyopyalı maratoncu gibi mukavemet koştuğundan tam yirmi dakika yalın ayak nihatı kovalayıp en sonunda odunla feci bir dayak atıyor. bütün garnizon hazırolda bu dayağı olimpiyat müsabakası gibi çıt çıkarmadan izliyor.

    nihat bu olaydan sonra nasıl olduysa aklı başına geliyor ve komutanın makamına çıkıp elini öpüp özür diliyor. sonrasında kalan askerliğinde çok büyük çaplı bir manyaklık yapmadan terhisini alıp gidiyor. o andan sonra en fazla kağıt paraları terazi gibi katlayıp iki tarafında çay bardağı taşımaya falan çalışıyordu. veya civciv taşıyan bir köylü kızın elinden civcivi alıp ağzına atıp sonra geri çıkarıyordu. üst devre olduğunda ise bir deliye otorite verildiğinde ne olacağını cümleten gözlemlemiştik. temizlikten sorumlu olan nihatın bölgesi olan mutfak gerçekten bal dök yala bir temizlikte oluyordu. deliler sosyal bağları zayıf veya değişik olduğundan otoriteyi yeri geliyor akıllılardan çok daha efektif kullanabiliyordu.

    hani dayak günümüzde savunan yok ama vakti zamanında bazı durumlarda da kıtadaki son disiplin aygıtıydı. kimse disiplin koğuşu askeri mahkeme falan uğraşmazdı.

    nihatın ayrılış nutku da askeriyenin tabiatına ışık tutan başka bir eserdir

    komutan - sivilde şimdi ne iş yapıcan lan nihat?
    nihat - uzman çavuş olacağam, "akıllı" adamın dışarda ne işi var komtanım.

    ...
2496 entry daha
hesabın var mı? giriş yap