• feodlizm kelimesi, kökenini latince feudum dan alir. feudum latince davar demektir , büyükbas heyvan demektir. yani feodalizm in birebir türkce meali davarizm , davaristlik gibi bi seydir. ortacag avrupasinda bu döneme feodalizm isminin verilmesi, toprak sahibi derebeyinin, feodal beyin topraklari üzerinde yasayan insanlarin statüsünün, ayni toprakta otlayan davardan, büyükbasdan farkli olmamasindan ileri gelir. derebeyi demek bi nevi davari güden coban olmak demektir.
  • batı roma imparatorluğu 'nun, kavimler göçü neticesinde topraklarına saldıran barbar kavimler tarafından yıkılması ile başlayan süreçtir. (476) ortaçağ 'a damgasını vuran yönetim biçimidir. istanbul'un fethi (1453) ile sona erdiği kabul edilen bu süreç "karanlık çağ" olarak da adlandırılan yaklaşık bin yıllık bir dönemi kapsamaktadır.

    kavimler göçü sebebiyle oluşan otorite boşluğu yüzünden genel bir karmaşa ve güvensizlik ortamı oluştuğu için insanlar kendilerine koruyucu olarak bir senyör tayin etmek zorunda kalmışlardır. büyük toprak parçalarına hükmeden senyör, kendi tebaasını surlarla çevrilmiş kentlerin içinde yönetmiştir.

    zayıflayan devlet idarelerinde kral tek başına topyekün bir ülkeyi yöneten mutlak irade olmaktan çıkmış ve senyörlerin senyörü haline gelmiştir. kendi toprak parçalarını yöneten senyörlerin bölgelerine karışma yetkisi bulunmayan kral, ancak kendi dukalığındaki kent halkının yaşamına doğrudan müdahale imkanına sahiptir. yine de bir savaş durumu söz konusu olduğunda ve tüm senyörlerin üstünde karar verme yetkisi kendisindedir. kralın bu mevkisi eşitler arasında birinci olarak nitelenir. (bkz: primus inter pares)

    derebeylik rejimi olarak da adlandırılan bu dönemde din fazlası ile ön plana çıkmış ve kilise gücünün doruğuna ulaşmıştır. kilise ülkeler üzerinde büyük bir hakimiyet sağlamış ve avrupa halklarının yaşamına doğrudan müdahale etmiştir. ilkçağ 'da hakim olan akılcı ve dinamik felsefe bilimi sekteye uğramış, düşünce özgürlüğü yok olmuş ve skolastik yani durağan ve yasakçı düşünce egemen olmuştur. kilise engizisyon adı verilen mahkemeler kurarak her türlü yenilikçi düşünceyi daha filizlenmeden mahkum etmiştir. kilisenin dayattığı ve kutsal olduğu öne sürülen dogmaları referans alan bu mahkemeler binlerce insanı haksız yere yakılmak sureti ile idama mahkum etmiştir.

    senyör ve vassal (senyörden küçük ve ona bağlı soylular), rahipler, serfler'in (toprak sahibi olmayıp onu işleyenler) toplumsal katmanları oluşturduğu bu düzende zamanla ticaretin gelişmesi ile yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır. burjuva adı verilen bu sınıf ticaretten edindiği artı değer ile siyasal ve ekonomik alanda söz sahibi olmaya başlayacaktır. burjuva sınıfı sahip olduğu güçle bilimin ve sanatın gelişmesine katkıda bulunmuş ve rönesans denen aydınlanma döneminin başlangıcına sebep olmuştur. (bkz: medici)
  • büyük arazilere sahip lord veya senyör denen kişilere koruma ve adalet karşılığında mal ve hizmet üreten köleler ile serfler ve hür köylülerin alt tabakasını meydana getirdiği dikey olarak örgütlenmiş siyasi, iktisadi ve sosyal bir organizasyondur.
  • tamamen zararsız görünen hatta bilakis çok faydalı bir icat olan pulluğun başının altından çıkmış bir kurumdur. her ne kadar sasaniler tarafından icat edilmiş olduğu söylense de efendim şövalyelerin ortaya çıkmasına da bu pulluk sebep olmuştur. ha bir de unutmadan söyleyelim üzengi. avrupa'nın balçık içindeki toprağını yararak su yolları açan ve toprağın verimli işlenmesini sağlayan bu alet sayesinde bolluk bereket gelince, köylüler semirmiş, yöneticiler semirmiş. tarımsal zenginlikle gelen huzurun ve tabii ki zenginliğin ta kendisinin korunması için gereken merkezi otorite o tarihlerde avrupa'da namevcut olduğundan mütevellit feodalizm tüm haşmetiyle gelmiş kurulmuştur efendim.

    nasıl mı? e bu semiren köylülerden biraz daha fazla vergi alalım diyen yöneticilere köylüler de hay hay deyince, işte bu üzengiye basıp ata binen şövalyeler güruhundan güçlü ordular ortaya çıkmış. ama kimin orduları? zengin toprak sahiplerinin. böylece zengin yönetici sınıf, şövalyeler ve köylülerden ya da daha akademik terimlerle lordlar, vassallar ve serfler arasında karşılıklı hak ve görevlere dayanan bir ilişki gelişmiştir.

    şunu da belirtmeliyim ki, doğu feodalizmi ile batıda ortaya çıkan feodalizm birbirinden çok farklıdır. batıda lord ile vassal bir tür sözleşme ile birbirine bağlıyken ve toprak sahipleri zamanla merkezi otoriteye karşı birer direnç noktası haline gelirlerken, doğunun lordları merkezi idarenin memurları gibi çalışmışlardır. diyebiliriz ki, anayasal hükümet anlayışının temellerini de batı feodalizmi atmıştır. yani bir bakıma anayasal düzenin temel direği pulluktur.
  • kendisine ilişkin en eski ve köklü tartışma kelimenin kökenine dairdir.
    kavramın etimolojisinde latince ve germence[almanca değil, çünkü bugünkü almanca 14-15 yy. da doğar] köklerle karşılaşılır. bu da bize feodalitenin, latincenin konuşulduğu roma imparatorluğu mu yoksa germencenin konuşulduğu germen kökenli mi olduğu sorusuna götürür.

    biz etimolojiyle devam edecek olursak: geç dönem latincesindeki feodum ya da feudum kavramının dönüşmüş hali olduğu söylenir, ki bunun da kökeni germen kökenli fief'den gelmiştir denir.*
    ayrıca ingilizce fee sözcüğü de germanik kökenle ilişki kurar. bir başka germanik köken ise fehu-od sözcüğü yoluyla kurulur; ingilizce ve fransızca'ya fief olarak dönüşen ve önce sığır sahipliği sonradan ise toprak sahipliği anlamına gelen fehu-od yani.

    bugün ister roma ister germen kökenli olsun, feodalite kavramının fief'le ilşkisi olduğunu hemen herkes kabul eder. bu kabul fief'in, "bir üst yöneticinin bağışladığı arazi, toprak ve bu arazinin üzerindeki feodal mülkiyet" tanımımın, feodalitenin en temel taşlarından olduğundandır.
    örneğin ingiltere'de bu ilişki, feoffee ve feofment; eski fransızcada ise feoffer kavramlarıyla anlatılır.
    alman tarihçileri ise, fief'in almancadaki karşılığı olan lehn'den türeyen lehnswesen kavramın kullanılar.

    bir de bizim tımar var ki, bunun da kökeninin d.roma/bizans pronioa ile islami katı'a, sasani-selçuki ikta'ya giden uzun bir tartışması vardır, olmalıdır.

    * marc bloch, encyclopaedia of the social sciences, feudalism.
  • fanatizmle atılan uçan tekme vasıtasıyla dünya turu yapan katı sistem karşıtı ya da yandaşı olanları şaşırtabilir ama avrupa'da kalan azıcık ormanın ayakta kalması biraz da feodal sistem sebebiyledir. brian fagan, ortaçağdaki ısınma periyodu ile ilgili eserinde* feodal lordların avlanma alanı olarak gördükleri için, ormanı ve hayvanları piyasaya karşı her zaman koruduklarını yazar örneğin. polonya'nın 3.000 km² alana sahip ünlü kara ormanı olan bialowieza ormanı, lordların yasalar çıkartarak avlanma sahalarına başka insanların girmesini engellemeleri sayesinde korunmuş bir bölge. avrupa'da 1100-1300 yılları arasında tüm orman alanlarının yarısı meze yenir gibi imha edilerek tarım arazisine dönüşürken, manastırların başını çektiği çalışma ve kazanç ruhuna karşı duranlar da bütün acımasızlıklarına rağmen feodal beylerdi. feodalizm insanlık tarihine büyük acılar getirmiş olsa da böyle bir tuhaflığı da var.

    bu yüzden her bölgedeki biçimleri farklı olan bu toplumsal formasyonları satanizmle mücadele masası tarzı şovenlik temelinde okumamak gerekiyor hep. çünkü karıncaların kurdukları kusursuz organizmaların aksine insan türü ancak örgütlenme inşa edebiliyor, e örgütlenme kusursuz olamaz, ölümlüdür de. dünyada cennet kurmak imkansız, ama buna ulaşmak için gösterilen çaba oldukça anlamlı ve değerli. bu yüzden piyasa toplumunun da, sovyetizmin de, hatta feodalizmin de (pek çoğu da beklenmedik olan) şaşırtıcı sonuçları var, hiçbir örgütlenmenin tarihsel serüveni hafife alınabilecek değil. elbette daha tercih edilebilir olanlar, optimum düzeyde seyreden sistemler mevcut, ama bu hayalet avcılığı yapar gibi kendi hayalleriyle mücadele etmeye götürmemeli. ben tüm kusurlarına rağmen, yeni-kurumsalcı douglass north'un açık erişim toplumları* olarak adlandırdığı, yani cemiyet oluşturmayı, bireysel inanç ve kabulleri dışlamayan hukuk temelli yapıların pratikte daha iyi işlediğini kabul ediyorum ve modernizmin temel sorununun da bu aşamaya giden süreç olduğunu düşünüyorum. ama bu taştan heykel gibi değişmez, esinlenmez, yanlışlanamaz bir şey değil.

    zamanında daha sonra mülakat da yaptığımız denizli bağbaşı ilçesinde çok da değil 2005 yılı civarlarında bir karışıklık olmuştu. tarım ve hayvancılık bakanlığı, bölgedeki koruluk alanları elden çıkarmak, yer yer düzenleme yapmak için ekipler yolluyor. ama bu ormanlık bölgeye halk düğünlerinde, bayram ve özel günlerde bile gider. köylü, ekipleri sopayla kovduğu gibi, tarım araç gereçleriyle, tırmıklarla ormanda nöbet beklemeye başlıyor. hatta müdürlüğe giderek "asker ve polis ölsün istemiyoruz, ama buraya dokunamazsınız!" diyorlar, silahla savumaya hazırlar. böylece zorlansa da daha ileri gidemiyor planlama. bu davranış o hakir görünen alevi/şamanist, göçer kültürün bir kalıntısı belki de, ancak ekolojik bir düşünceye dönüşme potansiyelini içerisinde barındırıyor. bu kültür başka bir coğrafyada tam aksi istikamete de yol açabilirdi. bu yüzden hangi kültürün, hangi organizasyonun hangi coğrafyada ve insan yapısında neye yol açabileceğini ancak tahmin edebiliyoruz, gökten indirilmiş gibi yorumlar, isabet mümkün değil.
  • bonus şarkılar en altta.

    ***

    feodalizmin neden batı avrupa'da daha oturmuş bir sistem olduğunu anlamak için öncelikle (bkz: kavimler göçü/@flavius aetius)

    kilisenin hangi arada bu kadar güçlendiğini ise tek cümleden özetleyeyim: "tanrı ve imparator...ikisine birden hizmet edemezsin, diğer bir deyişle isa'ya ve caesar'a." (bkz: paulinus of nola/@flavius aetius)

    kelimenin etimolojisi şurada var, etimolojiden nefret ettiğim için o kısmı pas geçiyorum.

    şimdi feodalizm nedir ne değildir, feodal kime denilir kime denilmez onu elimden geldiği kadar anlatma faslına geçiyorum.

    başlamadan hemen önce (bkz: batı roma imparatorluğu/@flavius aetius)

    batı roma imparatorluğu'nun çöküşünü ms.453 senesi olarak alırsak haritaya bir bakmamızda fayda olacaktır. şurada iber yarımadası'nı ms.418 senesinde gösteren bir harita var. imparatorluğun batı yarısını gösteren harita ise şurada. harita üzerinden gidelim:

    - balkanlarda gözüken yer bir ara doğu roma'nın eline geçmişte, daha sonra da ostrogotların, hunların vs uğrak mekanı oldu.
    - britanya ise angların ve saksonların istilasına uğradı, roma burada sağlıklı bir direniş gösteremedi. ufak bir parantez açalım, bazı iddialara göre meşhur kral arthur adada roma-bretön hegemonyasını korumak isteyen kişidir diyorlar. neyse, ada elden çıkmıştı.
    - iber yarımadası: haritasını gösterdim, bu yarımadada sırasıyla vandallar, süevler, alanlar, vizigotlar bulunmaktaydı. vandalların serüvenini merak edenler şuralara buyursunlar (bkz: geiserich/@flavius aetius), (bkz: bonifacius/@flavius aetius).
    - italya yarımadası iyi ya da kötü imparatorluk kontrolünde.
    - galya ise en karışık yer. galya'da bulunan milletler frenkler, burgundlar, bretönlar, vizigotlar, romalılar, galya kökenli romalılar vs. birkaç tanesi için (bkz: catalaunum muharebesi/@flavius aetius)(bkz: frenk/@flavius aetius). tabii sadece bunlar da yok, toplumsal sınıfları reddettiklerini iddia edebileceğimiz isyanqâr bir topluluk olan bagaudaeler vardı. velhasılı kelam bu adamların isyanını anlamak feodalizmin nasıl geliştiğini anlamamıza yardımcı olabilir, elimden geldiğince açıklayayım.

    efendim galya genellikle doğudan gelen cermenik kabilelerin roma topraklarıyla ilk temasa geçtikleri yerdi, ayrıca cermenlerin geldikleri yerlere göre daha zengin, daha verimli topraklara sahip bir coğrafi bölge. şimdi şöyle düşünün, yozlaşmakta olan bir imparatorluk, yargı sistemi genel olarak çökmüş, sürekli olarak birbirine benzeyen genellikle sarışın insanlar tarafından yağmalanan bir yerdesiniz. yağmalandığınız için devlete ödemeniz gereken vergiyi ödeyemiyorsunuz ve devlet tarafından cezalandırılıyorsunuz. cezalarda, bildiğim kadarıyla, fiziksel bir zarar verilmesi yasak olsa da yaşadığınız bölgeyi yöneten kişi gereken vergi miktarını karşılayamazsa cebinden ödemek zorunda kalacaktır, ki bu durumu da pek tercih etmez. dolayısıyla erk sahibi olan kurum sizden vergi almak için elinden geleni yapacaktır. buna istinaden bölgede ya da yakın bir yerde yaşayan federelere göre şehirde yaşayan bir kişi yağmalanacak birisidir. devletin ise başa çıkabilecek gücü pek fazla yok, çünkü askeri beslemek için gereken para yok, kasa tam takır kuru bakır. federe dediklerim cermenler bu arada(bkz: foederati/@flavius aetius).

    şimdi üstteki duruma bir de dini ekleyin, theodosius* zamanından itibaren pagan ayinler yasaklanmıştı. mesela aslında ayinlerin yasaklanmasında değil; tam aksine hıristiyanlığın yaygınlaşmasında. cermen kabileleri genellikle aryan görüşe yakınlardı. bu şartlar altında sorulması gereken soru şu: o dönemin koşullarında ortamın güvensizliği sebebiyle ne yapıp hayatta kalmak gerekir? cevaplar:

    i- büyük ve korunaklı şehirlerde yaşamak.
    ii- güçlü bir adamın hizmetine girip onun korumasında yaşamak.
    iii- bir manastıra girip hem dünyevi hem de ruhani açıdan ruhunu kurtarmak.

    tabii bu cevaplara pek çok cevap da eklenebilir, fakat genel olarak ataerkil bir toplum olan cermenlerin aryanlıktan kopup roma imparatorluğu'nun benimsediği dini görüş çerçevesine yaklaşmalarının nedenlerinden birisi de güvenlik ihtiyacıdır.

    batı roma imparatorluğu çökerken, diğer yarı olan doğu roma bir şekilde hayatta kaldı; bu farktan yola çıkarsak doğuda feodalizmin neden gelişmediği, daha doğrusu batıdaki kadar gelişmediği, sorusuna bir cevap bulabiliriz sanırım. üstte bol miktarda bahsetmiş olduğum gibi ilk başta insanların kendilerini güvene alabilecekleri bir ortam pek mevcut değildi. bu sefer elimizde şöyle bir ayrım olacaktır, feodalizm çeşitleri birbirlerinden farklıdır. onları açalım:

    bildiğimiz kadarıyla batı avrupa sadece kavimler göçü'nden etkilenmedi, kavimler göçü'nden birkaç yüzyıl sonra, aşağı yukarı 8.yy'ın sonlarından itibaren kuzey cermen grupları türkçesine uzun gemi diyebileceğimiz kayığa benzer tekneleriyle avrupa'nın hemen hemen her yerine saldırmaya başladılar, hatta şimdilerde dizisi de var vikings ismiyle yayınlanıyor. neyse viking gemisi nedir diye merak edenlere bir naval architect and marine engineer olarak açıklama yapmıştım, şu başlığa baksınlar(bkz: longship/@flavius aetius). güvenlik açığı bir kez daha ortaya çıktı, bu nasıl giderildi derseniz feodalizmin çeşitliliğini buradan ayırabiliriz, birkaç örnek verelim:

    - britanya adası'nda yaşayanlar donanma kurmaya karar verdiler. ingiltere tahtında hüküm sürmüş kişilerden yalnızca bir kral "büyük" ünvanını aldı, o da vikingleri püskürten alfred the great. üşenmediğim bir zaman onun da hikayesini anlatırım.
    - fransadakiler ise çözümü karşı tarafla anlaşmakta buldular. normandiya adının meşhur hikayesi oraya yerleşen norsmenlerden yani kuzeylilerden geliyor.
    - ruslar konusu karışık, ama ilk hükümranları viking kökenli (bkz: rurik hanedanı). bu adamlar hazar denizi kıyılarında bulunan iberya'ya kadar ırmaklar vasıtasıyla yardırmışlar. bir benzerini de kazaklar yapmıştı(bkz: kazaklar/@flavius aetius)(bkz: şayka). bu arada bahsi geçen kiev rus devleti ne kadar rustur, o da tartışma konusu.
    - doğu roma bu adamları asker olarak kullandı (bkz: vareg).
    - iber yarımadası'nda ise müslümanlar ile hıristiyanlar arasında şiddetli ikili mücadeleler vardı, bu esnada vikingler fırsattan istifade sağı solu yağmaladılar, iki taraf da donanmasını geliştirmede buldu çareyi.
    - almanya ise pek verimli bir yer değil, dolayısıyla vikinglerin pek önem verdiklerini sanmıyorum.

    şimdi haklı olarak şunu diyebilirsiniz, sen feodalizm dedin bize viking miking anlatıon amk. haklısınız, fakat daha önce de belirtmiş olduğum gibi vikinglerin yarattığı etkilere karşı ne çeşit tepki doğduğunu anlamamız iyi olacaktır. örneğin alfred the great eyalet sistemini getirmiştir, fransızlar ise toprak vermişlerdir gibi. bu da düzenin değişmesine neden olacaktır.

    şimdilik burada kalsın, sistemi şekillendiren temel ögeleri az da olsa bulduk; üşenmediğim bir zaman gündelik yaşam üzerinden sistemi açıklarım.

    bonus şarkılar bir tık ötede:

    http://www.youtube.com/…qm3soyi4&list=rdj_zjgzjofl4
  • temel özelliği siyasi bölünmüşlük ve sosyal eşitsizliktir.senyorler topraklarında yaşayan insanların üzerinde mutlak haklara sahiptir.feodalizm bütün ortaçağ boyunca devam etmiştir.devam ettiği süre içerisinde avrupa'da sosyal adalet kurulmamış,bu nedenle halk asiller,rahipler,burjuvalar,köylüler gibi çeşitli sınıflara ayrılmıştır.
  • tarihsel olarak üç toplumsal eğilimin* birleşimi ile ayırt edilebilecek toplumsal dizge olduğu öne sürülebilir*

    1) male primogeniture (ilk erkek çocuğun üstünlüğü)- yani ailenin tüm varlığı, ya da buna yakını, miras yoluyla en büyük erkek evlada intikal eder. buna dünyevi ve dinsel güçler dahildir.
    2) serfdom (serflik?)- yani, gene miras yoluyla intikal edecek bir şekilde, köylülerin toprak ve emeklerinin üzerindeki denetimlerinin bir kısmının bu yukarıda bahsi geçenlere devredilmesi (aslında devretmek yerine "alienated"ı karşılayacak türkçe bir karşılık daha güzel ifade ederdi bu durumu).
    3) internal colonization of territory (arazinin içeriden sömürgeleştirilmesi)- yani, hal ve hazırda üzerinde mevcut bulunan birtakım ilişkilerin çözülmesi neticesinde, "yeni" arazilerin denetiminin köylüden lordlara devredilmesi süreci.
  • feodalizm ilk başladığında şövalyelerin ödülü zırh, silah, yemek, giyecek ya da atlar olurdu. zamanla tımar, şövalye kral için savaştığı sürece toprak olarak tahsis edildi.

    krallık 50 tımar bölgesine ayrılabilirdi. şövalyelerin tımarda yaşayan herkes üzerinde tartışılmaz bir gücü vardı. toprağında yaşayan köylüleri satabilir ya da kiralayabilirdi. sonrasında bu şövalyeler ‘lord’lar olarak anılmaya başlandı. en zengin lordlar ise ‘baron’lardı.

    baronların toprağı çok genişlediğinde, bu toprakları başka şövalyelerin kullanabileceği şekilde bölümlere ayırırlardı. şövalyeler de bu toprakları kullanmaları karşılığında baronlara bağlılık yemini ederlerdi. lordların boyunduruğu altında yaşayan şövalyeler ne kadar toprak sahibi olduklarına bağlı olarak kont, dük gibi unvanlar alırlardı.

    ortaçağ toplumunu anlamak için piramidin en altına serflere bakmak gerekir. serfler köle gibiydiler. tımar sahipleri için durmadan çalışırlardı. şafaktan gün batımına kadar çalışır ve bunun için ücret almazlardı. serflerin çalıştıkları toprakları terk etme izni yoktu. çalıştıklarına karşılık yiyecek, giyecek alırlar ve küçük kulübülerde yaşarlardı. fakat herhangi bir işgal-istila durumunda korunma altındaydılar.

    serflerin üstünde ‘villein’ olarak bilinen, sınırlı özgürlükleri olan ve küçük toprak parçalarını idare eden özgür köylüler vardı. bunlar ürettikleri şeylerden lordlarına vergi vermek zorundaydılar.

    ‘villen’ların üstünde, onlardan daha iyi konumda olan halktan bazı gruplar ticaretle uğraşırlar ve tımar için çalışırlardı. bu tüccarlar şatonun yakınında ya da şehirde çalışırlar ve krala vergi verirlerdi. şatoda çalışan görevliler şatonun günlük rutin işleriyle uğraşırdı. yaptıkları işlere karşılık para, giyecek, yiyecek şeklinde ödeme yapılırdı.

    kahyalar (bailiff) direkt kral için çalışırlar, onun adına yapılan ödemeleri toplarlardı. ayrıca tüccarlar arasındaki anlaşmazlıklara bakar, şatodaki işleri organize eder ve kont ve konteslerin zaman ayıramadığı işlere bakardı.

    kontlar düklere karşı sorumlu, dükler de baronlara karşı sorumlu idi. tüccarların üstündeki bütün sınıflar soylu olarak bilinirdi.

    şatolar 1000 ve 1500 yılları arasında avrupa ve ortadoğu’da inşa edildiler. savaş zamanlarında korunaklı yerlerdi ve biçok insanın yaşadığı şehirlerin minyatürü gibiydiler. bölgelerinin finans merkezi ve bir başka deyişle bankası gibi görev yaptılar.

    lord, şatodan ayrıldığında kahyaları sorumluluğu devralırdı ve herkes ona karşı sorumlu olurdu.

    lord ve ailesi ‘solar’ adı verilen, sıcak kalmasını sağlayan büyük şömineleri olan, büyük ve genişçe odalarda yaşarlardı. bu ‘solar’ların birçok odası vardı ve kalenin en tepesinde bulunurdu. bu odalarda geniş ve zengin mobilyalar bulunurdu.
    şatoların kendi şapelleri bulunurdu. biçok insan okuma yazma bilmemesine rağmen şapel duvarlarında incil’de yer alan tasvirler bulunurdu. şato hayatında din önemli bi yer tutardı.

    tuvaletler şatonun dış duvarlarına inşa edilirdi. bunlara gardrob denirdi. insanlar, tuvaletlerden yayılan kokunun elbiseleri güvelerden ve böceklerden koruduğuna inanırdı.

    şatoya herhangi bir saldırı olduğunda şatonun dış duvarlarına çıkan ahşa galeriler inşa edilirdi. bu platformlardan düşmana kızgın yağlar dökülür ve kaya fırlatılırdı. bu ahşap platformlar ıslak deri tabakalarıyla sarılır böylece düşman bunları ateşe veremezdi. şatodaki herkes kuşatma ihtimali varsa yardım etmek zorundaydı. düşmanın kullanma ihtimaline karşılık ağaçlar kesilir, evler yıkılırdı. tarım arazileri yakılır, kuyular ve su kaynakları zehirlenirdi.

    kuşatma olduğunda en önemli şey yeterli su ve yemeğin depolanmış olup olmamasıydı. eğer bunları temin etmemişseniz başınız belada olurdu.
    kale kuşatıldığında düşman kalenin altındaki tünellerden saldırabilirdi. ingiltere kralı john 1215 yılında şatonun altına tüneller inşa etti, sonra kırk şişman domuzu yerleştirip ateşe verdi. fakat bu kalenin yıkılmasına sebep oldu.
    şatoyu kuşatan askerler büyük mancınıklar, ‘ballistas’ adı verilen büyük oklar kullanırdı.

    kaynak: link
hesabın var mı? giriş yap