• hayalkirikligina razi olmaya verilen isim
  • hayvanlarla insanlar arasında garip bir benzerliğini fark ettiğim kavram.

    çok uzun yıllardır sokaktan barınaktan hayvan toplayıp bakıyorum, iyi edebildiğimi sahiplendiriyorum vs. bu konuda sınırsız gözlemim ve örnek grubum var. travmalı hayvanlarla travmasız hayvanlar arasında şöyle bir fark görüyorum: travmasız hayvan, size güvenmek için kendi meşrebince belli bir süre verir, eğer o süre zarfında doğru davranırsanız aranızda bir güven ilişkisi kurulur ve bu ilişki, siz bir yanlış yapmadıkça ömür boyu devam eder. travmalı hayvanlarda ise bu güven ilişkisi iki aşamada kurulur. ilk aşamada travma yaşamış hayvan, aynı travmasız türdaşı gibi size yaklaşır ve bir süre verir; ancak travmasız türdaşından farklı olarak, tam size güvenmesi gereken zamanda birdenbire kaçar, uzaklaşır, huzursuzlaşır, huysuzlaşır. çünkü daha önce birine güvenmiş ve tam bu aşamada kazık yemiştir. ya sevicem diye yanına çağıran biri tekme atmış/tecavüz etmiştir, ya yemek vermişler zehirlenmiştir vs. bu hayvana ikinci bir güven kazanma periyodu gerekir. ve bu periyodun sonu hiç gelmeyebilir de. artık sınırsız bir sabır geliştirdim bu konuda, kesinlikle üstüne gitmiyorum hayvanların. hayvan bana güvenirse güveniyor, güvenmezse güvenmiyor. onun da kendi aklı, fikri ve tercihleri var sonuçta, zorlayarak elde edebileceğim hiçbir şey yok.

    insanlarla da benzer bir ilişki seyri yaşadığımı fark ettim. 20'li yaşların başındaki insanlar aynı travmasız hayvanlar gibi bana kendi meşreplerince belli bir süre veriyorlar, güvendikleri anda da ilişki su gibi akıyor. maksimum 1-2 ay içinde her şey rayına oturmuş, sınırlar çizilmiş, kimse birbirine yamuk yapmazsa ömür boyu devam edecek bir ilişki meydana çıkmış oluyor. 30'lu yaşlara ulaşmış olanlarla ise güven ilişkisi iki aşamada kuruluyor. artık ne tür bir tekme yediler tabi bilemiyorum ama, tam güvenecekleri aşama gelmişken sürekli bir geri vites durumu var. hani teorik olarak bu konuyu düşünsem 30'larındaki birinin daha öz güvenli, kendinden emin hareket edeceğini, 20'li yaşlardaki bireyin daha kırılgan/kaçmaya müsait olacağını söylerdim ama pratikte iş tam tersi. sebebini de geçmişte yenen kazıklarda buluyorum.

    1.5 yıl kadar önce bir arkadaş edindim. kendisiyle bu ikinci güven kazanma periyodunu henüz aşamadık maalesef. tam bana açılacak sanıyorum, azıcık yaklaşayım diyorum, küstüm çiçeği gibi kapanıyor hatun. epey bir süre sorun bende sandım. yani hep öyle değil miyiz zaten, bir sorun varsa ille bizle ilgilidir, hemen üstümüze alınırız, kibre bak. artık açık seçik fark ediyorum ki meselenin benimle ilgisi yok. yanlış bir şey yapmıyorum. tam ne yaşadı bilemiyorum, belki çok büyük zorluklarla uğraştı, belki de görece hafif kazıklar yedi; ama duygusal karakteri nedeniyle ağırmış gibi hissetti, her şey mümkün. bugün dayanışmanın önemi üzerine güzel bir yazı okuyunca aklıma düştü. buraları okumaz büyük ihtimalle; ama okursa diye, okumazsa da belki ben bir gün kendisine gönderirim diye eklemek istiyorum: benden sana zarar gelmez kız kardeş. yeterince zamanımız olursa zaten kendin göreceksin. burdayım ve sen hazır hissedene kadar bekleyeceğim. kendine iyi davran, seni çok seviyorum ve öpüyorum.*
  • "ve toplum güveni köklerinden yok ediyor. kendine güvenmene izin vermiyor. başka güven türlerini öğretiyor. ana-babaya güven, kiliseye güven, devlete güven, tanrı'ya güven. böyle böyle öz güven yok ediliyor. ve o zaman güvenin diğer biçimleri de sahte kalıyor, sahte kalmak zorunda. güvenin diğer biçimleri plastik çiçekler gibi kalıyor. gerçek çiçeklerin büyümesi için gereken köklerin yok.
    toplum bunu bilerek, kasıtlı olarak yapıyor çünkü kendine güvenen insan toplum için tehlikelidir. kölelik üstüne kurulu bir toplum için tehlikelidir. kendine güvenen insan özgür insandır."

    osho
  • dürüstlük, tutarlılık, iyi niyet temelli, zor gelişen ancak çabuk kaybedilen bağlanma duygusu. samimiyet yoksunu birine güvenemezsiniz, tutarsız olan birine derdinizi anlatmazsınız, mahremiyet güven ilişkisindeki en önemli kriterlerden biridir. güvendiğiniz insan aynı zamanda da saygı duyduğunuz, sevdiğiniz insandır. bu yüzdendir ki görünmez bir bağ kurduğunuz, güvendiğiniz insanların güveninizi sarsması, içinizde tamiri zor yaralar açar.
  • güven hakkında ne hoj şeyler yazılmış... ben de bir şeyler karalamak [kompüterce tuşlamak] için açtım burayı, moralmanım bozuldu fakat. ne çıtkırıldım bir duyguymuşsun be sen güven kardeş! deye de kızdım hatta. ne ise, sonra kompüterin üzerinden, mısır işi baykuşun önüne, deniz yıldızının sarılır gibi kıvrık kolları arasına yerleştirdiğim deniz atına baktım mahzun... ikisi de harbi, yani deniz yıldızı da, deniz atı da çakma değil gerçek... kurumuş bir gerçeklik tabii, diriliğini yitirmiş bir hakikat...
    geçende karaköy'deki kahraman'dan balık alırken, anladı herhalde bizim beyaz şapkalı: bendenizdeki denize ve canlılarına olan iştiyakı. dur dedi, durdum. al dedi sana hediye: bir deniz yıldızı, yanına da yaren bir deniz atı... inan ki sayın okuyucu insanı, süleyman hazretin hazinelerine nail olmuşcasına sevindim, öyle bağrıma bastım bu yeni arkadaşlarımı...
    deniz yıldızıyla münasebetim eskidir, hatta âşık iken, deniz yıldızı armağan etmek gibi bir temayülüm varıdı... sonra akdeniz'de, kumburnu'nda bir gün, kısmetime kocaman kırmızı benekli bir deniz yıldızı düştüydü... uzun yol tepti benimle beberuh, kuruyunca onu boyadım, sırladım, hah dedim, seni kimseciklere vermem artık ben, arkadaşımsın ilanihaye... kollarını beni kucaklamak istermiş gibi açmış durur hâlâ, lisa'nın önünde, lisa da ferreri filmi, akdeniz ışığı, derken uzatmayayım.

    şimdi sağ karşımda duran ufarak deniz yıldızının omzundan sardığı narin deniz atına bakınca mahzun, üstelik güven ne demek bubacığım diye düşünüyorum bir yandan, işte dedim budur güven! bir deniz atının, bir deniz yıldızıyla münasebetidir. aman ne büyük buluş he mi sayın okuyucu evladı, evreka yolları taştan, sen çıkardın beni baştan, hah hay!.. ne diyordum, öyle uzun boylu kelimeler, afili cümlelerle anlatamam zaar güveni... isterdim literatür yazayım, sinematek konuşayım... fakat gözümün önünde yelkenliler var, sicilyalı ustalar simi karidesleri haşlıyorlar ve ıskotalara yapışmış miçolar... ve ben denizi görünce, denizle ilgiliden maada hiçbir şey düşünemiyorum maalesef, kendimi magellanus maksimusun yerine koyuyorum, trinidad'la dünyayı pusulasız dolaşmanın hayaliyle güven neymiş, neymiş şu başşaklı kavramların ontolojik değerleri, hoop karışıyor, çorba, iskorpit suyuna...

    oh lalla mon cher mualla, venedik'te ölüm, dirk bogarde ile palermo operasında tosca izlemişliğin var mı senin diyor bizim miço, yuh diyorum miçodaki kültüre bak, kütür kütür çatlatıyor beni orta yerimden... bana bak diyorum, bana akdeniz hususunda şaka yapma, sintineyi boşaltırken seni de araya kaynak yaparım der gibi parmağımı sallıyorum çaçaronspor... şirretin kendine has bir büyüsü oluyor, fakat allah şirretlerin şerrinden cümlemizi korusun... vesselam, denizle şaka olmaz ve bir gemideki herkes birbirine dosdoğru güvenmek zorundadır... demek ki güven, kudreti, senin güdük boyunu aşan şeylerin karşısında türdeşlerinle yaptığın bir nevi ittifakmış, ben şimdi denizden bunu çıkarıyorum, akşama fincan balığı...

    buyurun dostlar buyurun halilullah sofrasına... hayat çetin, ayan beyan, hemi de çok çetin, öyle pembe değil, turuncu hiç değil, basbayağı mor! kodu mu evvelallah, adamı mosmorizm... gücü, kişioğlundan fersah fersah derin, kulaç kulaç derya... o vakit, beşerbey güvenmek zorundadır, mücadele için güvenmek, inanmak, sevmek zorundadır. böyle zaruriden kelamları durunca ademkızı biraz terso yapar, şişinir, ıhh der, metazori varsa ben yokum... halbuki zaruri olan bu üç kelime, hayatın kaynağıdır, iç iç tükenmez membaıdır. susuzlar için elbet, sulu meşrepler hadiseden bin lahza ıraktır... hürk! güven, inan, sev! emredersiniz, heman paşazadem!
  • birinin yaninda savunmasiz kalabilmek, kurdugu cumlelerin dogrulugunu sorgulamak zorunda kalmamak.
  • camdan bir kale gibidir, en zorlu şartlarda dimdik ayaktadır ama ufacık bir darbe paramparça eder
  • vedat turkali'nin 2 cilt 5 kitaptan oluşan romanı.ikinci dünya savaşının var gücüyle devam ettiği 1940 ların başında istanbul üniversitesinde okuyan bir avuç antifaşist devrimci genç'in tkp'yi arayışları , salt o dönem sol'unun içinde bulunduğu durum değil sağcısından kemalistine , fakir halktan zenginine kadar her kesimin yaşadıkları anlatılıyor.roman 2.dünya savaşına ve türkiye'nin bu dönemlerde içinde bulunduğu duruma ayna tutuyor(tarihsel belge niteliğinde diye de tanımlanabilir).içerisinde mükemmel istanbul tasvirleri mevcut*. kalınlığına rağmen* akıcı ve sürükleyici diyaloglarıyla bir çırpıda okunabiliteye sahip.imho vedat türkali'nin en iyi romanı.
  • kazanması zor kaybetmesi kolay olan şey.
  • en baba tespiti william shakespeare hazretleri yapmistir. der ki:

    "güven ruh gibidir, çıktığı bedene bir daha girmez."

    cok dogrudur. ne kadar zorlasaniz da olmaz.
hesabın var mı? giriş yap