• hasan ali toptaş'ın "harfler ve notalar" isimli kitabında "saati kurmak" isimli denemesi şu epigrafla açılır: bir virgül için ölünen bir dünya düşlüyorum.

    toptaş, denemesine milan kundera'nın "yavaşlık" adlı romanında geçen yolculuk hikâyesini anlatarak başlar. hikâyeye göre anlatıcı ile karısı, geceyi geçirmek üzere bir otele doğru yola çıkmışlardır. anlatıcı araba kullanmaktadır; arkalarından gelen ve onları geçmek için sinyal yakıp duran sabırsız bir arabayı da (sürücü) dikiz aynasından görmektedir. arkadaki araba kendilerini geçmek için fırsat kollamaktadır, kendilerini sollayacaktır; ama karşı şerit müsait olmadığından bunu bir türlü gerçekleştirememektedir. karısı anlatıcıya fransa yollarında her elli dakikada bir insanın trafik kazalarında hayatını kaybettiğini, bu gerçeğe rağmen insanların hâlâ direksiyona geçtiklerinde nasıl çıldırmışçasına araba kullanmaya devam ettiklerini sorar. soruyu duyan anlatıcı, içinde bulundukları hızın tesiri içindedir ve duymamış gibidir karısının söylediklerini. karısının varlığını unuturcasına bir hâl içindedir ve gözleri aralıklarla yola ve dikiz aynasına yönelmektedir. anlatıcı "yanıtı nedir bu sorunun?" der önce, sonra da kendisini toparlamış olmalı ki durumu izah eder:

    "...motosikletinin üzerine yumulmuş giden insan bu gidişin somut bir saniyesine (belki de bir ânına-benim notum) verir kendini yalnızca; geçmişten ve gelecekten kopmuş bir zaman parçasına tutunur; zamanın sürekliliğinden kopmuştur; başka bir deyişle, esrime durumundadır; bu durumda yaşı, karısı, çocukları, kaygıları umurunda bile değildir, unutmuştur onları, bu nedenle korkmaz, çünkü korkusunun kaynağı gelecektedir ve gelecekten kurtulmuş bir insan için korkacak bir şey yoktur."

    hız, otoyollardan, otomobil ve motosikletlerden ibaret değil kuşkusuz; ahir zaman insanını ele geçirmiştir. hedefe doğru atılmış bir okun yolculuğu esnasında etrafını temaşâ etmeye vakti olmayışı gibi, tabancadan çıkan merminin -soğumadan hedefe varması gerekliliğinden midir?- varabileceği en büyük sür'atle havada vızıldarkenki "hayret eksikliği" gibi, modern metropol insanı da kendi kendisini ânı idrak etmekten, ânı yaşamaktan evet ânı yaşamaktan alıkoymaktadır.

    hız, bir uyuşma, bir sarhoşluk biçimidir. âlemi seyretmekten alıkoyar insanı, seyretmeyen tasavvur, tahayyül, taakkül ve tefekkür edemez, ibret alamaz, anlayamaz, anlamaya gayret edemez. her şey "çabucak" olurken o her şeyin dışında bir yerlerdedir sanki. en basitiyle, olup bitenler, doğup büyüyen çocuklar, ölüp de gidenler... etrafındaki gelişen hadiselere yabancı kalır. sanki bir ânda olmuştur her şey ve hiçbir duhlü yoktur geçip giden o ânlara. sanki bir rüyadadır da (bilinç yitimi) bazı ânlarda uyanmakta ve olup biteni bu ânlarda değerlendirmeye çalışmaktadır. tam bir dumur vakası.

    yapacak ne kadar çok şeyi vardır modern insanın. hepsine yetişmelidir. hepsini ivedilikle halletmelidir. koşturmaca içinde geçip gitmektedir ömrü... oysa bir "yavaşlasa", etrafına şöyle bir baksa, sonra biraz daha "yavaşlamaya" çabalasa belki de "başka bir dünya"da yaşadığının farkına varacak. bir müslümanın günlük angajmanını belirleyen sabahın, öğlenin, ikindinin ve akşamın ve dahi gecenin (vaktin) içine dahil olacak.

    (...)

    kundera'nın "ah yavaşlık neredesin sen?" diye sorduğu ve geçmiş zaman aylaklarını övmesi üzerine uzayıp gidiyor bu hasan ali toptaş denemesi. toptaş bu yazısının sonunu da güzel bağlamıştı, en başta yaptığı alıntının hakkını verircesine:

    ferit edgü'ye şimdilerde ne işle meşgulsünüz, bir şeyler yazıyor musunuz sadedinde bir soru gelince -mealen aklımda kaldığınca- şöyle cevap vermiş, edgü:

    yayımlanmak üzere olan bir dosya var elimde ve uzunca bir vakittir virgüllerini koyuyorum.
  • yorulduk biraz hadi dinlenelim.

    öyle hızlı akıyor ki hayat çarçabuk yaşlanıyoruz.
    hızlı seçimler, hızlı kararlar, hızlı yaşamak, daha çabuk, daha da çabuk.
    bir saate yollar, yıllar,
    tonlarca düşünce
    sığıyor, sıkışıyor.

    yorulduk.
    100 yaşın yorgunluğu üzerimizde.
    hızlandıkça tüketiyoruz,
    tükeniyoruz.

    her şey kısa sürüyor. hızlıca başlayıp, bitiyor.
    kolay sıkılıyoruz. bitmesinden korktuğumuzu kendimiz yıkıyoruz.
    bildiğimiz bu.
    kendimize bile uzun süre katlanamıyoruz.
    bembeyaz bayrağı kana buluyoruz.
    hiç yalnız değiliz.
    her adımımızda peşimizden koşanlar var.
    mesela hızlıca akmak zorunda kalan düşüncelerimiz.
    sonra bu gökyüzü, zifiri karanlık.
    sessizlikten korkup bas bas bağırdığımız sözcükler.

    suçlu yok, ama ortada bi suç var.

    hadi gidelim, yine sıkılacak kadar dinlendik.
    yeniden yorulan kadar katlanacak bi sürü hızlı şey var.
  • "büyük kent insanın sık kullandığı uyuşturuculardan biri de hız. aynı şey, telaşsız da aynı sürede yapılabilir, üstelik yapılacak şeye ayrılan zaman ve enerjinin bir bölümü seferberlik sırasında tüketilmeden. ama hız, insanın içindeki boşlukla yüzleşmemesi için çağdaş normlarında pekiştirdiği ve uyuşturucu niteliği kazandırdığında yavaşlatılması zor bir araç. 'yaşamın amacı ölümdür' ilkesi doğrultusunda, her anı, aslında ne olduğu da pek tanımlanmamış bir sona bir an önce ulaşmak istercesine yaşamak. ölçülen zamanın egemenliği, benliğimize mal ettiğimiz çalar saatlerden ötürü ilk bakışta bize baş edilmez görünebilir. ancak yaşantılarımıza dikkatle bakıldığında, pek çok şeyi, saati ayarlamış olduğumuz zamanda değil de 'eşref saati' geldiğinde gerçekleştirebildiğimizi görebiliriz. trafik ışığı kırmızıya dönüşmeden önce yetişebilmek için seferberlik durumuna geçtiğinizde ya da asansörün gelmesini bekleyemeden merdivene yöneldiğinizde kazandığınız saniyelerin neden sizden daha değerli olduğu sorusunu hiç kendinize sordunuz mu?"

    engin geçtan - hayat
  • engin geçtan bir kitabında hızın, zamanımızın uyuşturucularından biri olduğunu yazmıştı.

    dört nala koşan atlılar gibi hızla tükettiğimiz zamanın intikamı acı oluyor elbette. sindirilmemiş, tam anlamıyla yaşanamamış onlarca an. hatta an'ların fragmanından ibaret yaşantılarımız var.

    bu hız içinde zaman zaman durup düşünebilsek uzun metrajlı bir film çıkar mı hayatlarımızdan? bilemiyorum altan. bilemiyorum.
  • (bkz: #235590) 'de belirtildiği üzere kat edilen mesafenin zamana bölünmesi ile bulunmayandır.

    konumdaki değişimin zamandaki değişime bölünmesi ile bulunandır.

    özetle, a şehrinden b şehrine 100 km/sa sürat ile gidip sonra b şehrinden a şehrine 200 km/sa hızla geri dönen bir aracın ortalama hızı 0 km/sa e eşittir. (yazı ile: sıfır)

    öte yandan aynı aracın ortalama sürati de (200+100)/2 = 150 km/sa değildir zaten (bu da bir başka genel bir yanılgıdır). 2/[(1/200)+(1/100)] = 133,33 km/sa 'tir.

    (bkz: aritmetik ortalama) vs (bkz: harmonik ortalama)
  • okşarken, elin hızı 5 km'dir. 10 km'ye çıktığında masaj yapıyor olursunuz. 40 km'ye çıkmışsa, tokat atmışsınız demektir.
  • arkamda 24 ton yüksek basınçlı kriyojenik madde taşıdığım ve yolda olduğum sürece sevkiyat güvenliği departmanı tarafından kameralarla denetlendiğim için tüm karayolları hız mevzuatlarına uymak zorundayım.

    öyle olmasa da uyardım zaten, yıllardır ayda ortalama 10000 km yol yapıyorum bir kez bile ceza yemedim.

    geçenlerde belgrad kalemegdan'da oturuyorum, üstümden bir mig-29 geçti. o kadar hızlı ve o kadar alçaktan geçti ki içgüdüsel olarak ellerimi yumruk yaptığımı fark ettim. bazen bana rahatsızlık veren hislerden keyif alıyorum, öyle bir andı.

    mig-29 dediğiniz aleti şu an batı blok ülkelerinin envanterindeki uçaklar çiğ çiğ yiyebilirler. şavaşta değiller ama şavaş çıkarsa o uçak gitmesi gerektiği yere hızla gidiyor.

    hızla.

    hız sanki katedilen mesafenin değil de gösterilen cüretin ölçüsü gibi.

    bazen cüretimi göstermek istiyorum, öyle karayollarında erişilebilecek hızlarda değil ama, ivmelendikçe atomlarıma ayrıla ayrıla yok olacağım bir hıza çıkmak istiyorum.

    yenilebileceğimi ihtimalini anlamaya fırsatım bile olmadan yenilmek istiyorum, gerizekalı ama gözü kara biri olarak.

    içimdeki amına koduğumun çocuğu böyle yapıyor bazen, müzik de pek yardımcı olmuyor.
  • varlığın öğütücüsü.

    hayatı süresi değil de uzunluğu sabit bir kavram olarak ele almak gerekir. yani hayat herkes için aynı uzunlukta bir yoldur. hızını arttıran yolunu kısaltır, ömrünü kısaltır, hayatı kısaltır. klişe evet. ancak hız öldürür. sadece sizi öldürseydi bundan büyük bir kayıp olarak bahsetmek biraz iddialı olurdu şüphesiz. ama hız sizle birlikte hayatı, hayata dair olanı, nesneyi, bilgiyi ve anlamı da öldürür.

    çağımızda hız, bir şeyin varoluşunun, mahiyetinin, maharetinin, güvenilirliğinin, değerinin kısacası her şeyin önüne geçmiştir. gandhi diyor ki ''there is more to life than simply increasing its speed.'' her şeyin hızıyla kendini ispat ettiği bir çağda bunun üzerine oturup iki çift laf etmek de çok önemli kişilerin çok mühim zamanlarını çalacaktır tabii. hızlı olmaları gerekiyor ne de olsa. bunun hepimiz için, dünya için bir zaruriyet olduğu fikrinde birleşiyor herkes. will ferrell'in amerikanya için söylediği söz, bütün dünya için gerçek oluyor:

    ''america is all about speed. hot, nasty, badass speed.''

    her şeyin bir süre, sürenin de hız meselesi olması, dünyanın şahit olunacak bir mekan değil de sürekli turlanacak bir nascar pisti haline gelmesine, bu sebeple dünya ve dünyaya ait yani insana ait olan her şeyin bir test kiti gibi kullanılmasına yol açıyor. burada demek istediğim ''ah hiçkimse hiçbir şeye önem vermiyor, ince şeyleri anlamıyor ühühü'' ağlaklığı değil. önemin, değerin büründüğü suret. hız. insanı mekandan, mekanı nesneden, nesneyi hikâyeden, hikâyeyi lezzetten ayıran şey oluyor hız. bir resme dakikalarca bakmak, gidilen bir yeri uzun uzun incelemek, bir ortamda hiçbir şey yapmadan vakit geçirmenin lezzetini almak. karşılaşılan her şeyi yol üstünde denk gelen ve selam verilip geçilmesi gereken bir obje olarak görmemek. birinin yüzüne dakikalarca bakmak... bunlar hıza düşman hatta yabancı olaylar.

    her şeyin ulaşılabilir olduğu ölçüde yavanlaşması herkesin malumu. ancak insan makineyle tanıştığı ve kendi sınırlarının aşıldığını gördüğü vakit hız karşısında çırılçıplak kaldı. yani güneşin doğuşunun, tepede görünmesinin ve batışa geçmesinin önemli olduğu günlerden dakikaların büyük ve mühim şeyler anlattığı günleri yaşar hale geldik. bu bize ne getirdi? hızı sevdi insanlar. bükemediği eli öptü. o kadar sevdi ki en sevdiği şehirler hiç uyumayan metropoller oldu. koşar adım yürümekten, bir yerde durmamaktan haz duyar hale geldi. küçük şehirler ufku sınırlayan ölü taşralar, insanın ''ruhunu daraltan'' sakıncalı mekanlar olarak görüldü. çünkü yavaştı. oturuşlar, kalkışlar, yürüyüşler, yiyişler her şey yavaştı. bu ise o an için ancak ve ancak zaruriyet sonucu katlanılacak bir durum olmalıydı. insana hız lazımdı. bense yirmi yıldır yaşadığım istanbul'dan neredeyse aklım kestiğinden beri nefret ediyorum mesela. sebeplerinden biri de hız. böyle şehirlerde sürekli bir yerlere erken varmak yahut geç kalmamak için yaşarsınız. yediğiniz yemekte de baktığınız manzarada da sıçtığınız bokta da bunun izi vardır. eğer uyum sağlamayı reddederseniz bu sefer de diğer insanların hızlarının verdiği huzursuzluğa maruz kalırsınız. tabii bunu normal bir insan olduğunuzu varsayarak söylüyorum. yani zamanı satın alacak kadar parası olmayan bir insan olarak. çünkü zamanı satın alacak kadar parası olan insanlar hızlarını istedikleri gibi arttırırlar. beş on sene kadar önce teknoloji, seyahat vs. kavramları üzerine konuşulan bir sohbette kuzenim şöyle bir laf etmişti:

    ''hız zenginler içindir.''

    zamanla bu sözün ne kadar isabetli olduğunu gördüm. belki de şimdi herkes kendini zenginliğe layık veya aday olarak gördüğü için hız çok olağan hale geldi. olabilir.

    zahmet vuslatı kıymetli kılar. doğru. hız ve imkân ise heyecanı kurutur. bugün ne dünyada ne de samanyolu galaksisindeki herhangi bir mekanda görülecek bir yer beni öyle aman aman heyecanlandırmıyor. bilginin ve görüntünün hızları kendilerinin önüne geçti. dostoyevski'nin görmek için dünyanın yolunu alarak gittiği ve önünde saatler geçirdiği madonna sistine'yi tek bir tuşla görebiliyorken aynı heyecanı ve yoğunluğu hissetmek mümkün mü? aynı kıymeti ve muradı yakalamanın olanağı var mı? sanmıyorum. dünyanın en güçlü işlemcileri raphael'in bir sene boyunca uğraşarak çizdiği görüntüyü saniyeler içinde kusursuz şekilde pixel pixel tararken, fiber ağlar bu görüntüyü saniyesinde önüme getirirken ve ben tek tıkla açıp incelerken dostoyevski'nin bu eserin iyi-kötü bir kopyasını yaptırıp biraz olsun aynı hissi almak üzere çalışma odasına asmasını kabullenemiyorum. bu çok basit ama benim için vurucu bir örnek.

    dünyada adı geçen her şeyin ve her yerin görülebilir hale gelmesi. hem de müthiş bir hız ve kolaylıkla ve tekrar tekrar... hac yolunda ölmek evla iken hac yolununun su yolu edilmesi. orta okuldayken bu örneği nerede duyduysam artık türkçe öğretmenimize söylemiştim bir muhabbet esnasında. o da ''sen biraz bektaşiler gibi düşünüyorsun yani...'' demişti. ben de artık bu lafı nasıl bir hakaret olarak algıladıysam teneffüste gidip ''hocam ben alevi değilim'' demiştim. yaşım on iki. adam da ''biliyorum o anlamda demedim zaten'' demişti. diyaloğa bak. gülsen mi ağlasan mı... bilinçsiz de olsa her yerinden türkiye gerçeği, ötekileştirme algısı, sünni tekfirciliği akıyor. neyse, niye anlattım şimdi bunu? boş laf ediyorum işte maksat yazı uzasın. sonuç olarak o lafın mahiyeti değişmedi. en azından benim için. hız hala öldürüyor. ben yavaşlamak için, bu telaşa uymamak için elimden geleni yapacağım. ama hız da bu seyrek nöbetler dışında keyfimizi pek kaçırmıyor maalesef. ben bu yazıyı yazdıktan ve postaladıktan beş on dakika sonra bir dahaki sorgu ve yaranın kabuğuyla oynama nöbetine kadar aklımdan uçup gidecek bu düşünce mesela. hem de büyük bir hızla...

    öyle işte.
  • teorik olarak ışıgın hızının belirli bir sabit değerde seyrettiği varsayılınca* ölçülünebilirliği artan nicelik.
  • engin geçtan'ın; hakkında, insanın içini acıtan bir tespiti bulunan illet:

    "...büyük kent insanının sık kullandığı uyuşturuculardan biri de hız. aynı şey, telaşsız da aynı sürede yapılabilir, üstelik yapılacak şeye ayrılan zaman ve enerjinin bir bölümü seferberlik sırasında tüketilmeden. ama hız, insanın içindeki boşlukla yüzleşmemesi için çağdaş normların da pekiştirdiği ve uyuşturucu niteliği kazandığında yavaşlatılması zor bir araç..."

    (bkz: hayat)
hesabın var mı? giriş yap