aynı isimde "huzur" başlığı da var
  • gözüm gibi sakladığım tanpınar romanıdır. her kitabı, elimde kalem, cümlelerin altını çizerek, orasına burasına notlar alarak okumam aslında. üç beş kitap vardır nazarımda bu mertebeye ulaşan ve o kitapları da kimseyle paylaşmam. istemem yani öyle başkaları, benim üzerinde top sektirdiğim cümleleri okusun, orasını burasını çirkin el yazımla kirlettiğim sayfaları karıştırsın. tanpınar da bu klasmandaki yazarların şahıdır benim için. ne var ki, peder bey, bir ara elimde sürekli tanpınar kitapları görünce "kimmiş bu yazar, ver bir romanını da ben de okuyayım" dedi. önce yeni bir kitap alıp hediye etmek geldi aklıma, sonra peder bey hatırına bu prensibimi bir seferliğine bozma kararı aldım, verdim canım kitabımı yaban ellere. birkaç hafta sonra peder bey geri getirdi kitabımı. "güzel yazmış adam" dedi, bıraktı masama romanı gitti. aldım bir karıştırdım, farkettim ki babam da çizmiş bazı cümlelerin altını, benim aldığım notların altına kendi güzel el yazısıyla yeni notlar düşmüş. o gün bugündür gözüm gibi sakınırım o kitabı. ileride bir gün çocuğum iyi edebiyatın peşine düşerse onun hakkıdır bu kitabı okumak.
  • ahmet hamdi tanpınar'ın mümtaz bir eseridir.

    --- spoiler ---

    henüz 20'li yaşlarında olan mümtaz'ın, baştan beri huzursuzluğunu anlatır. bu anlatış, yazarın saatleri ayarlama enstitüsü romanındakinden çok farklıdır. sae ne kadar akan bir romansa huzur tam aksine durağan bir romandır. sae ne denli mizah ögeleri içeriyorsa huzur tam tersi hüzünle bezenmiştir. huzur, 1. dünya savaşının etkilerini henüz silmeye çalışan ve doğulu geçmişiyle batıya dönmüş bir geleceğe bakan, bu esnada 2. dünya savaşının her an patlak verecek olmasının endişesini yaşayan istanbul kent hayatının musikişinas bir dille resmedilmesidir.

    kabul edilmeli ki okunması yorucu bir romandır huzur. bu yoruculuk sadece eski türkçe kelimelere yabancılaşmış olmaktan kaynaklanmaz, aynı zamanda bir eylemden söz edilirken başlayıveren detaylı tasvirler ve uzunca benzetmeler de okumanın yavaşlamasına neden olur. huzur'u okumanın en önemli koşulu, gerçekten algılarınızı zayıflatmayacak ve konsantrasyonunuzu bozmayacak sessiz ve izole bir ortama sahip olmaktır. gerçekten de adından, biraz boğaz sefasından ve biraz da ferahfeza ayinlerinden başka içinde pek de huzur bulunmayan bu romanı okumak için huzurlu bir ambiyans şart gibidir.
    bunun yanında eski dile ait kelimelere bencileyin yeterince hakim olmayanları da bir miktar sıkıntı beklemektedir. kitapta geçen bu tarz kelimeler: "demekki bu zamanda tanpınar ile sohbet olanağımız olabilseydi, karşılıklı olarak aynı dili konuştuğumuzdan emin olamayacaktık" düşüncesini beraberinde getirir ki bu ayıp tamamen bize aittir ve üzüntü vericidir. ayrıca bu durum, huzur'un baş karakteri mümtaz'ın tüm çabasına rağmen, geçmişimize hızla yabancılaştığımızın da en önemli işaretidir. dildeki durum elbette sanatta da kendini göstermektedir ki kitap zaten ta o zamandan buna da gönderme yapar:

    -"bugün türkiye'de nesillerin beraberce okuduğu beş kitap bulamayız. dar muhitlerin dışında, eskilerden zevk alan gittikçe azalıyor. biz galiba son halkayız. yarın bir nedim, bir nef'i hatta bize o kadar çekici gelen eski musiki ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek."

    -"kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; dede'yi wagner olmadığı için, yunus'u verlaine, baki'yi goethe ve gide yapamadığımız için beğenmiyoruz. uçsuz bucaksız asya'nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz halde çırılçıplak yaşıyoruz. coğrafya, kültür her şey bizden yeni bir terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz. başka milletlerin tecrübesini yaşamağa çalışıyoruz."

    -"çabuk vazgeçiyoruz. müslüman şarkın en büyük hususiyeti budur. şark vazgeçer. sade güçlüğün karşısında değil, zamanın, tabii zamanın karşısında vazgeçer."

    hülasa, siz güçlüğün karşısında vazgeçmeyi seçmeyin ve huzur'u okuyun derim. bu amaçla bu tavsiyeye bir nebze de katkımız olabilmesi açısından, kitapta geçen eski dile ait bazı kelimeleri sıralayalım. bilmediklerinizi kitap ayracına not edip, okumaya öyle başlarsanız zırt pırt sözlük karıştırmak zorunda kalmazsınız.

    -velüt: verimli, doğurgan.
    -tecessüs: merak.
    -sarahat:anlaşılır.
    -namütanahi: sonsuz.
    -erüdisyon: kültür.
    -hodbin: bencil.
    -taaccüp: şaşırma.
    -fokstrot: bir tür dans
    -ledünni: gizli, doğaüstü ilim.
    -vehim: kuruntu.
    -ufunet: çürük kokusu.
    -uzviyet: organizma, beden.
    -mücrim: suçlu.
    -insiyak: içgüdü.
    -alil: sakat.
    -tenakuz: çelişki.
    -ilga: ortadan kaldırmak.
    -arızi: kazara, geçici.
    -mudil: karmaşık.
    -riyaziye: matematik.
    -istihale: başkalaşım, değişim.
    -homunculus: insancık.
    -aksülamel: tepki.
    -istintak: sorgu.
    -ehl-i hibre: bilirkişi.
    -mikyas: ölçek.
    -taganni: şarkı söyleyen.
    -ihata: kuşatma.
    -enfusi: nesnel, subjektif.
    -müntehir: intihar eden.
    -istihfaf: küçümseme.
    -muhayyile: hayal kurma.
    -kesafet: yoğunluk.
    -sevkülceys: strateji.
    -halita: alaşım.
    -mütevekkil: tevekkül eden.
    -mabude: ilahe, tanrıça güzelliğinde.
    -istiğna: doygunluk.
    -müstağni: doygun, minnetsiz.
    -istitrat: ara-ek söz.
    -tahassüs: duygulanma, hislenme.
    -müstehlik: tüketici.
    -vuzuh: açıklık, belirgin.
    -muhavvil: değiştiren, dönüştüren.
    -iktifa: yetinme.
    -komprime: tablet, ilaç.
    -inhina: eğrilik, bükülme.
    -mevkufiyet: tutukluluk, alıkonma.
    -uzlet: inziva
    -katakomb: mağara mezar.
    -muzlim: karanlık, belirsiz.
    -istihsal: üretim
    -estet: güzeli ve güzelliği en üstte tutan.
    -ihtibas:?
    -tedai: çağrışım.
    -iştiyak: özlem, arzu.
    -usare: özsu.
    -istikrah: iğrenme, tiksinti.
    -itiyat: huy, âdet.
    -fütuhat: zaferler, fetihler.
    -mefhum: kavram.
    -muvazaa: hileli anlaşma, danışıklı dövüş.
    -muttasıl: yanyana, bitişik.
    -itisaf: zulüm, haksızlık.
    -bedbin: kötümser, karamsar.
    -muvazene: denge.
    -tahdit: sınırlama, limit belirleme.
    -ta'ziz: sevgi ile anma.
    -temessül: benzeşme, özümleme.
    -alemşümul: evrensel, dünya çapında.
    -hülasa: özet.
    -ferahfeza: türk müziğinde makam.
    -mücerret: soyut-bekâr-yalnız.

    --- spoiler ---
  • kitabın içinde geçen müzik eserleri, sırasıyla şu şekildedir:

    akşam oldu yakamadım gazımı
    mahur beste (bir afet-i meh peyker ile nüktelerim var)
    bayati yürük semai-gül yüzlülerin şevkine gel (tab’i mustafa efendi)
    enternasyonel marşı
    sultaniyegah yürük semai (dede efendi)
    hüseyni yürük semai-ben gibi sana aşık-ı üftade bulunmaz (tab’i mustafa efendi)
    uşşak şarkı-yandım bilerek çaresi yok gerçi bu nare (hacı arif bey)
    nühüft beste-tâ kim hattın ey meh cebınim yüze çıktı (seyyid nuh efendi)
    acemaşiran yürük semai-ne hevâ yı bağ sâzed ne kenar ı kişt mârâ (dede efendi)
    bayati şarkı-çıkmaz derun-i dilden efendim muhabbetin (tab’i mustafa efendi)
    ferahfeza mevlevi ayini-birinci peşrev (dede efendi)
    neva şarkı-gülbün-i iyş midemed sâki-i gülizar kû (ıtri)
    ferahfeza mevlevi ayini-tamamı (dede efendi)
    rumeli türküsü-bulut gelir seher ile
    gül ilahisi (güldür gül)
    rumeli türküsü-şahane gözler şahane
    re major keman konçertosu (beethoven)

    not: mahur beste‘nin güftesi romanda “gittin amma ki kodun hasretle cânı bile” sözleriyle anılıyor fakat normalde bu güfteyle bestelenmiş herhangi bir şarkı olmadığı bilinmekte. bu nedenle, yine romanda mahur beste’nin bestecisi olarak bahşedilen eyyubi bekir ağa‘nın başka bir mahur eserini listeye koydum ki tanpınar büyük ihtimalle sözlerini değiştirerek bu besteye atıf yapmıştır. ayrıca, romanda bestecisi, makamı ve usulü anılan fakat ismi verilmeyen eserlerden, verilen tanımlara uyan en bilindik eserleri seçtim.
  • kelime hazinenizi geliştirir,
    sanat bilginize katkılar yapar,
    bazı diyaloglarında kahkaha attırır,
    bazı cümleleriyle sizi esir alır dakikalarca düşündürür. sen ne muhteşem bir esersin. şerrefsizimkine; diego armando maradona, messi, michael jordan, phelps, usain bolt, leonardo da vinci, şekspir, zeytinyağlı sarma birleşse ortaya böyle güzel bir eser çıkardı.

    "bir zihinde yaşayanlar daima güzeldirler."

    "yazılmamış bir şiiri, henüz şüphenin zehiri değmemiş bir hakikati, hayat arızasıyla kırılmamış bir bütünlüğü andıran manzarayı seyretmeye doyamamıştı."

    müverrih
    kavs-i kuzah
    fağfur

    "bugün türkiye'de nesillerin beraberce okuduğu beş kitap bulamayız."
    (kaç sene geçmiş hala bulamayız)

    "çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı adet edindik. bu çok güzel bir şey! fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak."
    (vay anasına yavv, eskiden de aynı sorun varmış)

    nahvet
    fütuhat
    muttasıl
    itisaf

    "tek bir kuş sesi, uzakta tıpkı bir orkestrada kemanlar ve viyolonseller arasında bir flüt sesinin birden uyanışı gibi, acayip bir hasreti iki üç defa tekrarladı."

    les bourgeois de calais
    (bu eseri ilk defa sayesinde duydum, eserin kendisi de, tarihçesi de çok güzel)

    "ona göre insan ruhunun en az tahammül edebildiği şey, saadettir. ıstırabın içinden geçeriz. tıpkı çalılık, taşlık bir yolda yürür, bir bataktan kurtulmaya çalışır gibi ondan sıyrılmaya çalışırız. fakat saadeti bir yük gibi taşırız ve bir gün farkında olmadan yolun bir ucunda, bir köşeye bırakıveririz."

    mütehammil
    ihtibas
    taaccüp
    inhina

    "ama bir derdi olacak galiba, sesi adeta kanıyor."
    "ihsan'ın en güzel tarafı, insan için yolları kısaltmayı bilmesiydi."
    (burayı okuduğumda aklıma nakronik bir şekilde slyvia nasar'ın a beautiful mind kitabındaki şu satırlar geldi:
    "onun dışındaki herkes dağdaki patikayı takip ederek tepeye ulaşmaya çalışırdı. nash bambaşka bir dağa tırmanarak, vardığı bu uzak tepeden diğer tepeyi aydınlatırdı.")

    küzahi

    "bu anı yaşamıyor değilim. yalnız bana o kadar beklemedik bir zamanda, kadın ve hayat tecrübem o kadar azken geldin ki, şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. düşünce, sanat, yaşama aşkı, hepsi sende toplandı. hepsi senin hüviyetinle birleşti. senin dışında düşünememek hastalığına müptelayım. artık zihnimde değil senin vücudunda düşünüyorum. şimdi vücudun düşüncemin evidir."

    "o yıpranmamış insanlıktı."

    yaşar bey bu ilaçlardan bahsederken en istiareli dilleri kullanır. c vitamini aldım, diyeceği yerde "seksen beş kuruşa bir milyon portakal aldım!" der. yeleğinin cebinden çıkardığı phanadorme veya eviphane şişesini, "işte size dünyanın en büyük şairi... her komprimesinde en aşağı, hiçbir şairin hayalinden geçmeyecek yirmi rüya vardır!" diye takdim eder.

    "şu barbunyayı burada bu akşam beraberce yiyebilmemiz için kaderin asırlarca çalışmasını düşün."

    cüşiş
    istitrat
    "birbirlerinin varlığına sarılmış yürüyorlardı."

    istersen bir şinitsel veya bonfile...
    peki, sana bir şinitsel veya bonfile... garsona döndü: "hangisini tavsiye edersin?"
    rum garson bir müddet buridan'ın merkebi * oldu ve şinitsel'in nefasetiyle bonfilenin asaleti arasında sallandı.

    - nerede kaldın, hep seni bekliyoruz?
    - ihsan geldi mi?
    - evet, yanında bir akraban var!
    - kim?
    - suat adında biri. garip bir adam. sanatoryumda imiş!
    - ata benziyor...

    "insana aydınlıktan ve arzudan biçilmiş libaslar giydiren bir bakıştı. altın bir tepside veya kadife bir yastıkta bir galibe uzatılan o eski kale anahtarları gibi, genç kadın bütün hüviyetini bu bakış ve tebessümle kendisine uzatıyor, hediye ediyordu."

    "hakikaten bu kızda hoşuna giden bir taraf vardı. zalim, şımarık, hodbin, beyinsiz, fakat güzeldi."
    somnambül
    velut
    vuzuh
    üstüvane
    tıkız
  • biz bu kitapları ortaokulda-lisede bazen ders sebebiyle bazen okunması gereken kitaplar listesinde olduğu için görev bilinciyle okuduk.
    yaşam kısa kitap çok düşüncesi insanı okuduğu kitaplara tekrar şans vermekten alıkoyuyor. oysa insanın yaşı, hayat tecrübesi aynı kitaptan duygu veya bilgi anlamında aldıklarını çok etkileyebiliyor.
    huzur altın değerinde bir kitapmış. öyle ince bir dili, öyle yoğun bir duygu geçirimi var ki insan elinde tutarken bunların hepsini bir kitabın yaptığına inanamıyor.
    umarım ömrüm uzun olur da farklı bir dönemimde tekrar okur ve o yaşıma dair hissiyatlarımla hayranlığımı katlarım.
    bu güzel ve güneşli pazar gününü kitabın son sayfalarını okuyarak huzurla bitirdiğimi unutmamak için bu not da burada dursun.
  • orhan pamuk a göre türk edebiyatının en önemli romanıdır huzur...

    tanpınarın şark-garp sorunsalına büyük ölçekle yaklaştığı , aşk, felsefe, tabiat ve musiki temlerini savaş dekoru üzerine kurduğu, zaman kavramını rüya haliyle yaşatan lezzetli* romanıdır huzur. huzur için dilinin güncelliğini yitirdiğinden, tanpınar'ın anlaşılmazlığından (ki aslında huzurda anlaşılmayan yoktur ; anlamayan vardır) dem vurulur hep. oysa ki tanpınar " masalı olan" bir adamdır. mümtaz'ın hayatına şekil veren üç tem aşk, ölüm ve tabiattır ki mümtaz için oğuz demiralp " tanpınar'ın şiir hali" der. şiir ona göre kendinin peşinde olduğu, söylemekten çok susma işidir ve sustuklarını konuştuğu nesrinde başkalarının peşindedir. fakat tanpınar huzurda mümtaz'ın ağzından konuşur. mümtaz biraz da kendidir; nuran da asistanlık yıllarında akademide tanıdığı bir kadın...ihsan da kendisinin üstadı yahya kemaldir. huzura bu açıdan bakıldığında biyografik öğeler taşıyan, her satırında tanpınar kokan bir romandır. özellikle zaman kavramının ince geçişlerle alt üst edildiği, 3 farklı zaman vardır huzurda. birincisi aktüel zamandır ki bu en dışta romanı saran çerçevedir. 24 saatte geçer, tanpınar bu zaman kavramında joyceun ulyssesinden etkilenmiştir. romanının 2. ve 3. bölümlerini oluşturan bir geçmiş zaman vardır ki geriye dönüşlerle hali hazırı birbirinin üzerinden kaydıran tanpınar geçmiş zamanın peşindeki prousttan oldukça etkilenmiştir. romanda bir de mümtaz ve diğer ara kadronun hayatlarını içine alan 3. bir zaman vardır ve bu zaman onların şahsiyetlerini hazırlar. karakterlerin ağzından tanpınar'ın zamanla ilgili hükümlerini duyarız çoğu kez; nitekim " herkes kendi zamanının şuuruyla doğar" dedirtir suat'a.

    mümtaz'ın nuran'a olan aşkı bütün varlığı içine alan bütünlüğe kavuşma arzusunun da bir tezahürüdür. romanın başında istanbul'u dolaşarak adeta ruhunun kalan eksik tarafını arayan mümtaz'a göre "...ruh ayrılmaya çabaladığı alemini bir türlü bulamıyordu. bu şüphe değildi.; aşkın eksikliği de değildi. sadece iki ayrı rüzgarda birden çırpınmaktı. "...ve nuran, " onun peşinde ikiz bir ruhun parçasıymış gibi, bu sade özlerden dünyanın değişikliğinde, kendisini, öbür yarımını, kimbilir belki de bütünlüğünü arıyordu."

    musiki romanda adeta bir leitmotif olarak karşımıza çıkarken, ıtrinin, dede efendinin hayaletleri dalga dalga yayılır romana. bir yanda da wagner ve debussyleri dinlerken mahur besteyi yaşamak bir medeniyet krizinin ortasında kalmışlık demekti. "nereye kadar garplı olacağız nereye kadar şarklı kalacağız" sorusunu sordurtan yazara göre şark durup beklemenin yeridir ve biraz sabırla her şey ayağımıza gelir. ne de olsa " her ân doğmak için hâdiseleri zorlamıştır" ve " bazı kapıların bize kapalı görünmesi, önünde değil arkasında bulunduğumuz içindir" fakat " insan yine bilinen şeyden istenen şeye doğru hayal kuruyor."

    huzur için " bir huzursuzluğun romanı" der berna moran. tanpınar biraz da dönemin aydınlarının huzursuzluğunu salar içine okurun. istanbul'un bir şahıs gibi anlatıldığı romanda hayat zaman ve mekan içinde kavranır. dış alemle bütünleşme arzusu istanbul'a duyulan hayranlıkla terkibe girince istanbul tarihle mimarinin buluştuğu, estetik bir haz veren objedir ve tanpınar mümtaz 'a şu cümleyi kurdurur: " ben bir çöküşün esteti değilim"

    huzur ele aldığı meselelerle , çoksesli bir romandır. oldukça yavaş ilerleyen zaman mümtaz'ın zaman şuuruna göre ayarlanmıştır ve mehmet kaplanın deyişiyle hareketten hoşlanan biri için huzur sadece can sıkıntısıdır.

    romanın başında henüz başlamamış olan savaş, bir dekor olarak kullanılır ve imgeselleşerek romanın sonunda nuran'ın gidişi, suad'ın ölüşü ve mümtaz'ın çıldırışıyla beraber radyodan anons edilir: "harp başladı."

    şahıs kadrosuna bakınca fethi naci gelir insanın aklına; "tanpınar'ın romanlarına sıradan insanlar ancak kayık kürekçisi gibi görevlerle girer" der kendisi. öğrencisi kaplan'a göre de şahısları genellikle entelektüel çevrenin insanlarıdır. zaten işlenen aşk da felsefenin, musikinin, tarihin, estetiğin, mimarinin, bütünlüğün, tabiatın etrafında gelişen, onlardan beslenen bir aşktır. halihazırda yaşanan aşklardan oldukça uzak, ruhların ortak paydada seviştiği, kuru olmayan; buram buram bohem bir aşktır.

    aşk der mümtaz: " hayatın içimizde gülümseyen bir yüzü" ...."sen bir ruh saltanatının kolay kolay kurulacağına inanır mısın?"
    ...

    " nuran düşünüyordu. ' acaba şimdi böyle adamlar var mı?' "
  • tanpınar'ın en sevdiğim romanı. bu romanda birçok mesele üstünde durulursa da sadece tek bir meseleye, aşka değişeceğim kısaca:

    nuran'ın mümtaz ile kurduğu kısa ilişki, ayrılıktan sonra mümtaz'ın onu unutamaması ya da içindeki bütünlüğün kayboluşu, ihsan'ın sadece kösnül duygularla boğuşması şu çeteleyi ele verir bence:

    1. nuran arayış içinde olduğunu sanmıştır ama çok sürmeden mümtaz'ı terk eder ve eski kocasına döner. kadınların duygu dünyalarının değişkenliğine dair bir saptama. ayrıca ilk aşk unutulmazdır bir kadın için. bu yüzden eski kocasına tekrar dönmüştür.

    2. mümtaz'ın uygarlık telakkisi ve bütünlük anlayışının yaşadığı aşkla birlikte daha da kuvvetlenmesi, terk edilince her şeyin iflas etmesi ve hatta çıldırmanın eşiğine gelmesi erkeğin ilk takıntısı ile ilgilidir. anneye duyulan sözüm ona ilk aşktır bu.

    3. suat ise materyalizmin dibine yuvarlanan çürük elmadır. bilgiye sahiptir ama o bilgi çürümüştür. tıpkı dalından koparılan elmanın çürümeye başlaması gibi. bu yüzden aşka bakışı da çürüktür, kısmen hastalıklıdır.

    sonuç: tanpınar, bu üç kişide aşkın alımlanışının farklı yönleri üzerinde durur.

    öyleyse sormalı: bunların hangisi daha gerçekçidir ya da elle tutulur gözükür? yanıt, romanı her okuyana göre değişecektir.
  • tanpınarın huzur romanı 4 bolumden olusuyor. ihsan, nuran,suad ve mumtaz. romanin akisini muzigin akisina benzetenler var. quartet olarak ele aldigimizda muzigin duygu dalgalandirmalari gibi her bir bolumde ruh halinin degisimlerini goruyoruz. ozellikle 2. bolumdeki melankolik bir mutluluk okurken cok surukluyor. murat belge romandaki suat karakterini basarisiz bulmus yanlis hatirlamiyorsam dostoyevsky'nin suc ve cezasindaki svidrigaylovla kiyasladigi onsozde. bunu merak edenler iletisim yayinlarindan cikan suc ve ceza kitabinin murat belge tarafindan hazirlanmis onsozune bakabilirler.

    bu romanin muzikle iliskisini konu alan yazisinda hilmi yavuz zaman gazetesinde sunlari yazmis:

    "ahmet hamdi tanpınar’ın ‘huzur’u, romain rolland’ın deyişiyle söylersek, bir ‘müzikal roman’ mı? öyle görünüyor;– zira, ‘huzur’un yapısıyla bir senfoninin yapısı arasında paralellikler olduğunu öne sürenler var. mesela, berna moran. moran, ‘türk romanına eleştirel bir bakış’ta, ‘huzur’un dört bölümden oluştuğuna dikkati çeker; bu bölümlere roman kişilerinden yola çıkarak, ‘ihsan’, ‘nuran’, ‘suat’ ve ‘mümtaz’ adlarının ‘bu bölümlerde bu kişiler anlatıldığı için değil, yapıtın kahramanı mümtaz’ın hayatında oynadıkları rolden ötürü’ verildiklerini söyledikten sonra, ‘daha önemlisi’, der, ‘bu dört bölümün bir müzik yapıtındaki (özellikle belki bir senfonideki) bölümlerin işlevini yüklenmesi. hiç kuşkusuz, tanpınar ‘huzur’u bir müzik formuna göre düzenlemeye çalışmış. bölümlerin her biri belli bir duygunun, bir ruh halinin egemen olduğu ‘movement’lar gibi kullanılmış. ukalaca bir kesinlik iddiası gütmeden diyebiliriz ki, birinci bölüm sıkıntılı, ikincisi neşeli, üçüncüsü melankolik, dördüncüsü çok sıkıntılı.’

    daha önce de sözünü etmiştim: ‘huzur’u bir ‘müzikal roman’ olarak okuma konusunda bir girişim de zeynep bayramoğlu’ndan geldi. bayramoğlu’nun, 2001 yılında paris’te, doğu dilleri ve medeniyetleri ulusal enstitüsü’nde (‘institut national des langues et civilisations orientales’, kısaca inalco) verdiği ‘maitrise’ tezi, bu doğrultuda bir okuma denemesi. ‘doğu–batı: ahmet hamdi tanpınar’ın gözüyle ‘huzur’ romanında türkiye’nin belirsizlikleri’ (‘orient–occident: les ambiguités de la turquie vues par ahmet hamdi tanpınar dans son roman la sérénité’) başlıklı bu tezinde zeynep bayramoğlu, ‘huzur’un bir ‘quatuor’ (‘kuartet’) formunda kompoze edildiğini öne sürüyor. berna moran’ın bu romanın ‘senfoni’ formunda bestelendiğine; mehmet kaplan’ın ise tanpınar’ın bir tema’yı, varyasyonlar ve kontrapuntolar aracılığıyla müzikal bir süreçte işlediğine ilişkin tespitlerine değindikten sonra, bayramoğlu bu bağlamda ilk akla gelenin, beethoven’in 9. senfoni’si olduğunu öne sürüyor.

    ama bayramoğlu’na göre, ‘huzur’ ile bir müzik metni arasında bir bağıntı kurulacaksa, bu bağıntı 9. senfoni ile değil, yine beethoven’in opus 132 la minör yaylı sazlar kuartet’i ile kurulmalıdır. bayramoğlu, ‘her şeyden önce, tanpınar, yapıtında beethoven’in opus 132’sinden birçok defa söz eder’ diyor. bu elbette doğrudur. tanpınar, ‘huzur’da aldous huxley’in ‘ses sese karşı’sında opus 132 la minör yaylı sazlar kuartet’i için söylediklerini alıntılarken,
    --- spoiler ---
    mümtaz’ın kuartet’i bu kitabı (‘ses sese karşı’yı h.y.) okumadan çok önce dinlemiş olduğunu söyler. tıpkı, huxley’in kahramanı spandriel gibi ‘huzur’un suat’ı da, opus 132’yi dinleyerek intihar edecektir. mümtaz, ihsan için aradığı hekimin odasında onun bu konsertoyu dinlediğinin ayırdına varır, vb., vb...
    --- spoiler ---
    bayramoğlu, opus 132 la minör yaylı çalgılar kuartet’inin 3. muvmanının (molto adagio), gövdesini oluşturan koral bölümün, beethoven tarafından ‘dinsel bir amaçla’ konulduğunu bildirir;– ‘huzur’un 3. bölümünde icra edilen dede’nin ferahfeza ayini de, bayramoğlu’na göre, ‘mistik bir renk’ taşır. dahası, bayramoğlu, kuartet’in 2. muvmanının (allegro ma non tanto), aydınlık ve şen şakrak havasının, ‘huzur’un 2. bölümü’nde mümtaz’la nuran’ın mutluluk imgeleriyle örtüştüğü kanısındadır. kuartet’in 1. ve 4. muvmanları da, yine bayramoğlu’na göre elbet, ‘huzur’un 1. ve 4. bölümleriyle birebir bir mütekabiliyet ilişkisi içindedir.

    hiç şüphe yok: ‘huzur’u, bir ‘müzikal roman’ olarak okuyabilmek mümkündür. ama, roman metniyle müzik metni arasında kurulacak mütekabiliyet ilişkilerinin, mesela daha önce sözünü ettiğim örneklerde olduğu gibi, müziksel söylemle kurulması gerekir. nazan ipşiroğlu’nun, enis batur’un ‘acı bilgi’sini j.s.bach’ın ‘füg sanatı’ ile, ya da leyla pamir’in marcel proust’un ‘yitik zamanın peşinde’sindeki vinteuil sonatı’nın swann’daki duygu dönüşümlerini saint saens ve claude debussy’nin sonat’ları ile karşılaştırırken yaptıkları gibi! böyle bakılınca zeynep bayramoğlu’nun kurduğu mütekabiliyet ilişkisi, müziksel olmaktan çok, yazınsal kalıyor.

    hamiş: sevgili okurlarıma, bir süre için tatile çıkmak üzere yazılarıma ara vereceğimi bildirmek istiyorum. eylül ayında, inşaallah, yeniden buluşmak üzere, sağlık ve esenlikle kalınız (h.y.) "

    31.07.2002
  • "bu mahur beste insanın tenine bir çığlık gibi yapışıyor" ve "wagner'i, debussy'i dinleyip mahur beste'yi yaşamak, işte bizim talihimiz bu"* gibi edebiyat tarihine geçmiş cümleleri de olan ahmet hamdi tanpınar romanı.
  • ilk günahın ruhuna yazdığı kaderi içinde kişinin sığınacak bir ev arayışını anlatan ahmet hamdi tanpınar romanı.

    adettendir, alıntılarsak:
    "her düşüşün altında bir başkası vardır. ve herkes kendinin mezarıdır." der huzursuz romanın suad'ı.
hesabın var mı? giriş yap