• içine giren bir kum tanesinin, istiridye tarafından yabancı madde olarak algılanması sonucu kendini korumak için sedefle kaplamasıyla oluşan ziynet eşyası, değerli taş.

    2 ile 8 yıl arasında oluşan incinin çoğunluğu kalsiyum karbonattır. çoğunlukla sedef renkte olan inciler nadiren siyah ve pembe renkte de olabilir. çok fazla rağbet görmesi nediyle günümüzde inci çiftlikleri kurulmuştur. çok şık, çok zarif bir ziynet eşyası olan inci, çıkarılırken istiridyenin ölümüne yol açmaktadır. bu kadar pahalı olmasının nedenlerinden biri de, doğal incilerin bulunup çıkarılmasının oldukça zor olmasıdır. (bkz: john steinbeck) (bkz: inci) kitabında ne kadar değerli olduğu ve uğruna neler yapılabileceği, insanların değerli olana ulaşma motivasyonları ve hırsları bu nadide taş etrafında anlatılmıştır.

    ''incinin ezgisi bir fısıltı halini aldı, sonra da duyulmaz oldu''
  • nazim hikmet'in masal tadindaki siiri

    inci

    yuzlerce sene evvel cok guzel bir kiz varmis.
    ayagina kapanip butun gencler yalvarmis
    bu esi bulunmayan guzeli almak icin.
    erimisler ask denen alevden icin icin,
    gunesin sicagiyla eriyen karlar gibi;
    hepsinin bu sevdadan hicran olmus nasibi...
    boyle yasiyorlarken dunyalarina kuskun,
    guzel kiz davet etmis asiklarini bir gun.
    demis: "elbet veremem gonlumu hepinize,
    fakat bir musabaka aciyorum ben size:
    en guzel, en kiymetli inciyi bana her kim
    getirirse onunla artik evlenecegim..."
    asiklar mallarini feda edip satmislar,
    dort taraftan en buyuk inciyi aratmislar.

    yuzlerce sene evvel bir saz sairi varmis;
    bu gencin de gonlunu o kizin aski sarmis.
    aklini alivermis gok ela renkli gozler;
    her dakika biricik sevgilisini ozler,
    her dakika aglarmis, sizlarmis, ah edermis;
    askindan perisanmis. mahzunmus. derbedermis...
    duymus musabakayi bu asik da nihayet,
    "inci nedir?" diyerek o anda etmis hayret.
    cunku o ana kadar inciyi bilmiyormus.
    "inci nasil sey?" diye bir ihtiyara sormus:
    "ben onu hic gormedim, gezdim de diyar diyar."
    demis ki zavalliya gulumseyip ihtiyar:
    "guzel bir tastir inci, kadinlarin susudur;
    durdugu yer onlarin acik, beyaz gogsudur.
    denizden ciktigindan, pahalidir gayetle..."
    bu sozleri duyunca asik bakar hayretle,
    der ki: "ben, deniz nedir, onu da bilmiyorum."
    ihtiyar denizi de anlatir: "dinle yavrum,
    bu oyle bir sudur ki ufuga kadar acik,
    bazan dalgalar vardir kiyisinda ufacik;
    bazan firtina cikar, hava olunca lodos,
    deniz birden kudurup kayalara vurur tos.
    sen karada gezmissin, belli, bu yasa kadar.
    bu daglarin ardinda cok uzak bir deniz var.
    pek merak ediyorsan yuru, memleketler as."
    saz sairi, bu sozler bitince, yavas yavas
    denizi bulmak icin seyahate koyulur,
    uzun yollar ustunde harap olur, yorulur.
    nihayet gok topraga isigini dokerken
    bir sahile yaklasir henuz safak sokerken...

    aradan bir yil gecip nihayet muhlet bitmis,
    asiklar akin akin kizin yanina gitmis.
    hepsi de dizilmisler onune birer birer:
    ellerinin ustunde donuk, beyaz inciler.
    guzel kiz seyre dalmis, oturarak yerine;
    ipek elbisesinin uzun eteklerine
    butun delikanlilar koymus hediyesini!
    gozlerini acarak herkes kesmis sesini:
    "acaba hangisini kabul edecek?" diye...
    disardan bir gurultu duyulmus o saniye:
    "birakin, muradima ben bugun erecegim,
    birakin sevgilime inciler verecegim..."
    "o da getirsin" diye guzel kiz vermis izin,
    sair iceri girmis, tereddut etmeksizin.
    anlatmis kalbindeki sizlayan bir yarayi,
    anlatmis uzun uzun butun bu macerayi...
    "ben bir sair asikim, elimde bir kirik saz,
    yapyalniz yasiyorum, derdim cok, sevincim az.
    o guzel gozlerine bir pinar gibi gonlum
    yillarca aka aka tukendi tahammulum.
    fakat seni unutmak gelmiyordu elimden...
    ve bir gun isittim ki inci istemissin sen.
    ama bu ana kadar gormemistim ben onu,
    ogrendim bu incinin denizde oldugunu.
    deniz nerde? diyerek ariyordum bu sefer;
    askinin kuvvetiyle astim daglar, tepeler.
    nice ulkeler gezdim, nice daglar dolastim,
    bir sabah, sonu gelmez bir denize ulastim:
    gunes icinden dogup icinde batiyordu;
    sular arzin ustune yaslanmis yatiyordu.
    ruzgar yavas esiyor, engin sessiz, durgundu;
    vucudum aylar suren yolculuktan yorgundu.
    askinla geliyordu kalbime kuvvet yine;
    indim buyuk denizin o buyuk sahiline
    incileri topladim, ugrasip didinerek!..."
    asikin sozlerini dinlerken kadin, erkek;
    sair omuzundaki bir torbayi uzatmis,
    yere, bagini cozup, incileri bosaltmis.
    fakat o anda herkes kahkahalarla gulmus:
    cunku inci yerine cakiltasi dokulmus.
    guzel kiz genc asika demis: "bunu iyi bil:
    bu, parayla alinmis incilere mukabil,
    senin cakiltaslarin cok degerlidir elbet;
    sair! yasayacagim seninle ilelebet..."
  • japon kültüründe, ana tanrıçanın shintai'si (fiziksel varoluşu/sembolü/ifadesi) olduğu için kutsal bulunan şey. eski devirlerde, japonlar ölülerinin ağzına bir inci koyar öyle gömerlerdi. bu kutsal yuvarlak, doğurganlık sembolü olarak görülürdü, zaten ana tanrıça da esas yaratıcı, sonsuz doğurgan mahluktur. bu manada, inci ve inci gibi yuvarlak taşlar, boncuklar "tame" diye geçer.

    inci önceki çağlardan beri değerli bulunur, özellikle uzak doğu kültüründe, hatta japonya'ya ilk yerleşimlerin kıyılarda bol bol inci bulunması sebebiyle oraya yerleşen inci avcıları sayesinde olduğunu söylüyor donald mackenzie. insanları iyileştirdiği, kötü ruhları kovduğu gibi "klasik" inanışlar vardır inci hakkında... ayrıca, kusursuz olmayışı, yani tam yuvarlak olmayışı, onu karakteristik yapar, hiçbir inci birbirinin aynısı değildir. pembeler, sarıları, bejleri, beyazlar, grileri vardır, bir de şekilleri eklenince, sonsuz sayıda inci çıkar ortaya.

    japonya, hem gerçek inci üretiminde/işlenmesinde iddialıdır, hem de en tanınmış ve kaliteli kültür incilerini üreten ülkedir.
  • değerli taşlar arasında bir canlı tarafından oluşturulabilen tek örnektir. inciler, istiridye, deniz tarağı ve bazı midye türlerinin içinde oluşuyor. bunlar denizlerde yaşayan yumuşakçalar sınıfından kabuklu yaratıklar.

    bu yumuşakçalar kabuklarının içine sızan yabancı bir maddenin zararsız bir duruma getirilmesi için çevrelerinde kılıflar oluşturmaya başlıyorlar. böylece istenmeyen yabancı madde zamanla kalınlaşan ve çeşitli katmanlardan oluşan bir yapıya dönüşüyor. genellikle istiridyenin içinde gerçekleşen bu kat kat kılıflar sedef katmanıdır. yani özetle inci, istiridyenin kabukları arasına denizin dibinden tesadüfen giren herhangi bir kum parçası veya kir zerreciğinden başka bir şey değil.

    incinin parlaklığı sedef katmanlarından meydana gelmesi nedeniyle oluşuyor. her bir katman mikroskobik boyutta kristaller içeriyor. ayrıca katmanlar arasında gözle görülemeyecek boşluklar da var. ve ışık tüm bu boşluklardan geçerek ışıldama etkisini yaratıyor. bu doğal fenomen öyle inanılmaz bir şekilde oluşuyor ki bilim henüz bu süreci tam olarak taklit etmeyi başaramadı.

    -daniel engber
  • inci

    in misin
    cin misin
    ne inim
    ne cinim
    incinim

    oruç çakmaklı
  • istiridyelerin mucizesi...
    ilişki oldukça hüzünlüdür aslında,
    kabuğun içinde olmaktan sıkılmıştır inci; ama ancak istiridyenin parçalanmasıyla özgürlüğe kavuşabilir,
    ve kaçışı bir insanın elinde değer kazanır,
    ve yeniden ipe geçirilir, sergilenmek üzere...
    doyamaz özgürlüğüne değerli ama bezgin incicik;
    belki de bu yüzden değerlidir...
  • sirkede eriyen ziynet eşyası.
  • ucurtmayi vurmasinlar filmindeki kadin karakter. pesinde dolanan kucuk cocuk surekli isminin gectigi soru cumleleri kuruyordu: inci inci, babam gelirken simit getirir mi? inci,inci,duvarin otesinde ne var?....elinin koru var demiyodu inci adli karakter, sabirla gulumseyip filmin oykusunu yaziyordu bir yandan.
  • ayakkabıların içine siyah deriden yapmamasını gerektiğini yıllardır kavrayamamış firma. ulan ayakkabıyı bir giyiyorum, sanki ümraniye sanayii'den evime kadar yürümüş gibi oluyorum. ayakkabıyı giyip misafirliğe filan gitsek, simsiyah parmaklarla rezil olucaz elaleme inci senin yüzünden! biraz kulak ver artık. deri mi bitti de hala siyah, hala siyah. yap şunu bejden, beyazdan!
  • amerikada yaşayan bir türk bir gün büyük okyanusta dalışa gitmiş. bir pinanın içinde öyle bir inci görmüş ki, yumruk büyüklüğünde kocamanmış. pinanın ağzına elini sokmuş, tam alacakmış ki, pina kapanmış ve kendisini kurtaramamış, oracıkta ölmüş. sonra tabi bu bir şekilde ortaya çıkıyor, araştırılıyor ve adamla birlikte o inci de çıkarılıyor ordan. şu anda washington müzesinde dünyanın en büyük incisi sıfatıyla sergileniyor...
    yani dünyanın en büyük incisini de bir türk buluyor taa büyük okyanuslarda bile ama trajik bir biçimde...
hesabın var mı? giriş yap