• 3 yıldır benimsediğim ve beni huzura erdiren kabul.

    efendim namaz nasıl kılınacakmış, onun ayrıntısı kuranda yokmuş. kuranda salat kavramı vardır. bu salat kelimesinin bir sürü anlamı vardır. kuranda defalarca salat edin diye geçer. allah da salat eder melekler de eder... bunların hepsini namaz diye çevirmek yanlıştır. namaz bizim bildiğimiz vakitli vakitsiz ritüelistik ibadet şeklidir. ama tabii ki salat kelimesi bazı yerlerde de bizim bildiğimiz namazı anlatmak için geçer.

    kuranda namazın icra edilmesiyle ilgili namaz vakitleri belirtilmiştir. namaz öncesi abdest alınmasının gerektiği de söylenmiştir. geriye kalıyor namazın kılınışı. benim kıldığım namazı size aktarayım. öncelikle ben namazı bilmediğim bi dilde kılmam. türkçe düşünürüm namazda. ışığı kapatırım. bi süre nefesime odaklanır zihnimi boşaltır ve rahatlarım. sonra namazda allahla iletişime başlarım. kıyamımı rükumu ve secdemi yaparım. içimden gelen şeyleri allaha iletirim. şükrederim. dua ederim. allahın isimlerini ve sıfatlarını düşünürüm. namazım genelde 2 rekat olur ancak süresi 2dk-15dk arasında değişir. tamamen o anki isteğime bağlıdır.

    bana huzur veren ve beni olgunlaştıran namaz ibadeti budur. kısa ve öz bir ibadet benimkisi. yere oturduğumda sağ ayağımın parmaklarını altıma kıvırmayı düşünmektense allahı düşünerek namaz kılıyorum. namazın manevi dünyayı geliştiren bir ibadet olduğunu düşünüyorum ve benim kılış tarzım bana gerçekten çok şey kattı.
  • kur'an'ın hatta islam'ın kendi üstüne çökmesine neden olacak gerekliliktir.

    muhammed, sahabe ve hakkında öyle veya bilgi sahibi olduğumuz herkesi unutmamız gerekecektir. herkesi bir tarafa bırakalım sadece muhammed hakkında bilinen her şeyi hadislere borçluyuzdur. siyer dediğimiz sözde tarihsel bilgilerin hepsi ilk dönem yazılmış hadislerdir zira.

    kur'an'da muhammed'in kim olduğu hakkında hiçbir bilgi yoktur. nerede ve ne zaman doğduğu, yaptığı savaşlar ve tarihleri, evlilikleri, çocukları ve aklımıza gelebilecek pekçok önemli bilgiyi biz hadislerden (siyer hadislerden oluşturulmuştur demiştik) ediniriz.

    islam'ı sözde hurafelerden, yanlış uygulamalaradan ve kültüre göre değişkenlik gösteren tepkilerden kurtarmak için hadislerden arındırıp sadece kur'an'a indirgemek, islam'ı havada kalan ve sonra küt diye yere düşen bir din haline getirir. benim işime gelir şahsen, bugün bildiğinizi sandığınız her şey biter. islam tarihi dediğiniz şey biter öncelikle. sizin tarih dediğiniz bütün o metinler sadece ve sadece geleneksel anlatılardır ve yaptığı tek şeh muhammed'i, islam'ı övüp karşıtlarına kara çalmaktır.

    velhasıl hadisler sizin her şeyiniz. hadisler giderse kur'an anlaşılmaz; peygamberi hakkında hiçbir bilgi vermeyen, islam tarihi olarak anlattığınız bütün o bilgileri yok eden bir hal alacaktır. o yüzden kendi ayağınıza sıkmayın "yalnıca kur'an" iki yüzlülüğü yapmayın. kur'an'a kalırsanız resul dediğiniz kişinin adının muhammed olduğunu bile kanıtlayamazsınız. muhammed sözcüğü kur'an'da sadece dört kere geçer. anlamı "övülen kişi"dir. gel de bu resulün adının muhammed olduğunu kanıtla bana hadi. mümkün değil...

    hadislerle uğraşmayın, barışın bence. yoksa ortada muhammed peygamber diye biri kalmıyor, o çok övündüğünüz savaşlar dahi uçup gidiyor. hadis demek islam tarihi demek. ve bu geleneksel külliyat muhammed'in öldüğü söylenen tarihten en az iki yüzyıl sonra yazılmaya başlanmış. adamlar zorla uydurup yazmış, siz islam'ı kurtarmak için hepten yok edeceksiniz.
  • müslümanlar arasında genel geçer bir klişe:

    diğer peygamberlere inen kitaplar bozuldu, ama kuran olduğu gibi duruyor.

    doğru mu? evet doğru!

    ama meselenin özünü anlamak için ben de size bir soru yönelteyim.

    diğer kitaplar bozulmasaydı ne olurdu? durum değişir miydi?

    benim kanaatim odur ki, incil veya tevrat tek harf bile değişmemiş olsa olaylar günümüzdekinden farklı gelişmezdi. ha bu arada belirteyim ki, incil zaten büyük ölçüde bir hadis kitabıdır.

    kuran'ın kitabî olarak değişmemiş olması müslümanları öncekilerin akıbetine uğramaktan koruyamadı, düştükleri halden de kurtaramayacak.

    neden biliyor musunuz?

    kitabın bozulması, bozulmaması mesele değildir.

    bozulan ancak akıllar ve kalplerdir.

    virüslü bir akıl ve çürümüş bir kalple ne yaparsan yap, tam bir kısır döngü halinde başladığın noktaya geri dönersin.

    daha da kötüsü o bozuk halinle yaptığın kuran yorumları ve uygulamaları illetlidir ve ters teper. halk indinde nefrete ve öfkeye sebep olursun. sonunda kamuoyu önünde, kendinle beraber islam'ı da mahkum eder, islam'ın tasfiyesine yol açarsın.

    kuran seni kurtaramaz.

    seni allah kurtarsın.
  • --- spoiler ---

    reform değil öze dönüştür.

    --- spoiler ---

    etrafımızda islam adına sergilenen tüm ilkellikler, çirkinlikler ve çelişkiler; kitlelere acilen, gerçek dinin anlatılmasının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. bu tip manzaralardan rahatsız olan ünlü düşünür muhammed ikbal 1920’lerde şöyle diyordu: “eğer biz islam’ın bir üstün değerler sistemi olduğunu müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak, onlara her şeyden önce bizim islam’ı temsil etmediğimizi söylemek borcundayız.” ikbal’den daha önceki yıllarda yaşayan diğer bir ünlü düşünür muhammed abduh aynı gerçeği, kendi kelimeleriyle şöyle anlatıyordu: “islam denince akla problemler, çıkmazlar ve çelişmeler geliyorsa, bunun sebebi islam değil müslümanlardır. müslümanların bu asırda kuran’dan başka imamları yoktur. ezher’de okutulan ve benzeri kitaplar varolduğu müddetçe, bu ümmet ayağa kalkamaz. ümmeti kaldıracak ruh, ilk dönemde hakim olan kuran ruhudur. kuran dışında her şey; kuran’ı bilmek ve yaşamak arasına konmuş engellerdir.” mehmet akif ersoy ise kuran’a rağmen dini yozlaştıranların oluşturduğu manzarayı bakın nasıl tarif etmiştir: “eğer islam’dan maksat kuran’sa, ortada islam diye bir şey olmadığını söylemek durumundayız. çünkü kuran bugün göklere çekilmiş ve yeryüzündeki islam’ın onunla ilgisi kalmamıştır.” arap asıllı amerikalı profesör ismail faruki aynı manaya gelen kendi tespitlerini şöyle ifade etmiştir: “islam, ne bugünkü müslümanların tavır ve yaşayışları, ne islam tarihinin şu veya bu dönemi, ne de islam adına kaleme alınan şu veya bu kitabın anlattıklarıdır. islam kuran’dır.”

    bu hareket popülist bir hareket değildir

    geniş halk kitlelerinden birçok islam düşünürüne kadar pek çok kişi, bugün islam adına sergilenenlerin düzeltilmesi gerektiğini düşünüp gerçek islam’ın bunlar olmadığının anlatılmasını istemektedir. bu hareket popülist bir hareket de değildir. yani bu hareket; sadece geniş kitleler müslüman olsun, insanlar islam’ı daha çok sevsin diye ortaya çıkmamıştır. bu hareket, bugün sergilenen manzaranın allah’ın diniyle, allah’ın dininin tek kaynağı kuran’la çelişmesi yüzünden oluşmuştur. amaç, insanların beğeneceği dinin değil, allah’ın istediği dinin oluşturulmasıdır. sonuçta kuran’ın anlattığı din, insanların daha rahat yaşayabileceği, daha rahat uygulayabileceği, daha çok sevgi ve tolerans dolu bir yapıdadır. bu yüzden de katı detaycı kurallardan sıkılan, ayrıca akla ve vicdana uygun makul bir dine özlem duyan birçok insanca kolayca benimsenebilmektedir.

    fakat ana gaye insanların beğenisi değildir; insanların beğenisi, ana gaye gerçekleşirken ortaya çıkan sonuçlardan biridir. amacı insanların beğenisi olan bir hareket, dini allah’ın istediği gibi değil; şahsi, kültürel görüşler ve siyasal amaçlar çerçevesinde şekillendirir. allah’a ait olmayıp subjektif olan, yani insani olan hiçbir şey din olamaz.

    herkes mezhepsizdi

    peygamberimiz ve 4 halife döneminde, kuran dışında dini bir kaynak yoktu (11. bölüme bakınız). mezhepler de olmadığı için insanlar mezheplere bağlı olmadan doğrudan kuran’a bağlıydılar. kuran’ın belirttiği şekilde dini yaşar, kuran’ın serbest bıraktığı konularda kendi beğeni, örf ve alışkanlıklarına göre hareket ederlerdi. kimse ben sunniyim, hanefiyim, şafiyim, şiiyim, aleviyim, caferiyim şeklinde görüş belirtmiyordu. onlar “müslümanım” diyor, rehberlerini kuran görüp, bununla yetiniyorlardı. hatta peygamberimiz’in dönemindeki en cahil bedeviler bile kuran ayetlerinden anlayışlarına göre faydalanıyor ve müslüman oluyorlardı. bizim arzumuz da aynı o günlerde olduğu gibi hanefi, şii, caferi, sunni gibi etiketler kullanmadan, mezheplere bağlanmadan, ilave etikete gerek duymadan sadece müslüman olmamız; değişmeyen, çelişkisiz, akla, mantığa uygun ve allah’ın uymamızı istediği kuran’a, diğer kaynaklara itibar etmeden tâbi olmamızdır. böylece müslümanların dine fatura edilen uydurmalardan ve bu paramparça tablodan kurtulmalarıdır. o dönemdeki gibi olmaktan, sadece kuran’a uymayı, kuran dışında başka bir dini kaynak tanımamayı, takısız müslüman olmayı kastediyoruz. yoksa kuran’ın verdiği serbestliklerin, o döneme göre düzenlenmesi gerektiğini söylemek; kuran’ın dinine ilave yapmaktır. kuran’ın hüküm getirmediği konuların allah’ın bizi özgür bıraktığı konular olduğunu anlarsak, din diye bildiğimiz yanlışları düzeltebiliriz. çünkü din anlayışımızdaki bozulmaların büyük kısmı, kuran’ın bizi özgür bıraktığı konularda kısıtlamalar getirilmesi ile ortaya çıkmıştır (39. bölümü okuyunuz).

    tüm bunları gerçekleştirirken ilk önce allah’ın bunu istediğini anlamamız lazımdır. bunun için kitabın ikinci bölümünde kuran’ın tek kaynak olduğunu açıklayan görüşlerin yeterli bir delil teşkil edeceğine inanıyoruz. kuran’ın yeterliliğine dair bu bölümde bahsetmediğimiz birçok ayeti, kitabın diğer bölümlerinde göstermemiz zaten yeterli olan bu ayetleri daha da pekiştirecektir. ilerleyen bölümlerde, kutsala fatura edilen, doğru ile yalanın birbirine karıştığı hadis kitaplarında; doğru ile yalanın bir daha ayırt edilmeleri mümkün olamayacak bir şekilde karıştıklarını göreceğiz. eğer hadisler kuran gibi dinin kaynağı olsalardı, bu; islam’ın geriye dönüşü mümkün olmayan bir tarzda bozulduğu manasına gelecekti. bu yüzden, hadislerin dinin kaynağı olamayacağını göstermek; hem dinimizi, hem de peygamberimiz’i iftiralardan kurtarmak anlamına gelmektedir. ileride hadislerin hem kuran’la, hem kendi aralarında, hem mantıkla çeliştiklerini, hem de kuran’a ilaveler yaptıklarını göreceğiz. üstelik peygamberimiz’in ve 4 halifenin, peygamberimiz’in kuran dışında nakledilen sözlerini yazdırmama ve hatta yaktırma konusundaki tavrını görünce (4, 10 ve 11. bölümleri okuyunuz) kuran dışında dini kaynak olduğu iddia edilebilecek şeyleri ortadan kaldırmanın ve dinin sadece kuran’dan öğrenilmesi gerektiği iddiasının haklılığını daha da iyi anlayacaksınız. uydurulan din ile indirilen dini ayırt ederken kullandığımız yöntemimizdeki temel yaklaşımlarımızdan biri; indirilen dini (kuran’ı) ve uydurulan dini (hadisleri, mezhepleri, vs.) inceleyerek ve kıyaslayarak, gerekli delilleri ortaya koymaktır. allah’ın istediği gibi akıl işletilerek ve “beyyine” yani açık delil üzere olunarak, mevcut yapı değiştirilmelidir. bunun aksi bir tutum, körü körüne taklit veya gelenekler ile arzu edilenin dinselleştirilmesi olur ki; bu da, bizi karşı olduğumuz yapıyla aynı şekilde kaosa sürükler.

    tartışılmaz kişilerden dini kurtaralım

    din adına uydurulan şeyleri ortaya çıkarıp dini sadece kuran’ın denetimine teslim ederken, tartışılmaz olduğu sanılan kişilerin hegemonyasından dini kurtarmak gerekir. bu sağlanmadan sunni ile şii, alevi ile hanefi, şafi ile caferi kucaklaşamaz. daha doğrusu herkes tartışılmaz gördüğü insanlardan dinini kurtarıp, tek tartışılmaz olarak kuran’ı ilan edecektir ki; herkes sunilik, alevilik, şiilik, hanefilik etiketlerinden kurtulup, etikete ihtiyaç duymayan müslüman olabilsin. (bu arada biz de kelime manası gibi gerçek -kuran’la belirli- sünnete tabi olma hususunda “sunni”, hz. ali’yi sevme manasında “şii” ve “alevi” olarak kendimizi kabul etmekte bir sorun görmemekteyiz. fakat bizim karşı olduğumuz, bu kavramların; sözlük anlamları değil, sosyolojik olarak kazandıkları anlam ve kuran’a ilavelerle dolu olan mezhepsel öğretileridir.)

    ve derler ki: “rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.”

    33- ahzab suresi 67

    yani sunni olanlar ebu hanife’yi, şafi’yi, malik’i, hanbel’i kutsallaştırıp, din kurucusu haline getirmekten kaçınmalılar, “ebu hanife 99 defa allah’ı rüyasında görecek kadar büyük insandı” şeklinde hezeyanlardan kurtulmalılar. (bu inanılmaz iddiayı çağrı yayınları’nın fıkhı ekber kitabı 321. sayfada ve ebu hanife’yi öven bazı yazılarda görebilirsiniz.) bu arada bu mezhep imamlarıyla beraber buhari, muslim, tirmizi, ebu davud ve diğer hadis ve ilmihal kitapları gibi eserlerle kuran’ın önünde oluşturulan kalabalığa son verilmelidir. şiiler de “bizim imamlarımız masumdur, onlar hiç hata yapmazlar” deyip, adeta imamlarına, yüzde yüz güvenilirlikle, peygamber’in ve kuran’ın vasıflarını veren iddialarından vazgeçmeliler; kuran dışında kaynak, peygamber dışında din önderi tanımamalıdırlar. aleviler de kutsallaştırdıkları dedelerini değil, kuran’ı dini kaynak olarak esas almalılar, peygamber soyundan olmanın kimseye bir üstünlük sağlamadığını bilmelidirler. kuran’da, hz. ibrahim’in babasının ve hz. lut’un karısının inkarcı oldukları anlatılmaktadır. peygamberler hayattayken bile yakınları kimi zaman kurtulamazken, peygamberimiz’in bilmem kaç göbek öteden torununun torunlarının torunlarında üstünlük aramak ve bunu yaparken kuran’ı; yani allah’ın rehber, rahmet ve her şeyin açıklayıcısı olarak bize gönderdiği kitabı (16-nahl suresi 89) göz ardı etmek olacak şey değildir.

    her mezhebin güzel yaptığı bir şeyi de unutmayalım. her mezhep diğerinin hatalarını, diğerinin eksiklerini çok iyi anlamaktadır. sunniler, şiiler’in mezhep imamlarını “masum” ilan ederek körü körüne onlara tabi olmalarını çok mantıklı bir şekilde eleştirirler. fakat sonra kendi imamlarını; hanefi’yi, şafi’yi, malik’i, hanbel’i tartışılmaz kıldıklarını, din diye, kuran yerine onlara tabi olduklarını unuturlar. bir mezhebe göre bir farzı yerine getirenin, diğer mezheplere göre haram işlediği birçok husus ortaya çıkar ve “sen hanefi isen bu doğru, şafi isen şu, hanbeliysen öbürü doğru…” derler ve allah’ın indirdiği din bir iken bir sürü farklı hüküm listeleri oluştururlar. (14. bölümdeki “mezhepler” ile ilgili kısmı okuyunuz.) şiiler’in mezhep imamlarını yüceltmelerindeki hatayı çok iyi algılayan göz, ne yazık ki kendisi de aynen bir imam bulup ona tabi olmuştur, ama aynı göz onu farkeder, kendini farketmez. ona “sapık” der, kendisine ise yegane kurtulacak olan fırka, mezhep diye bakar. belli kişilere tabi oluyorsanız, sizin onlardan farkınız nedir? çoğunuza göre kendi tabi olduğunuz kişi en üstün kişi, diğerleri ise sapıktır. peki hangi kritere ve neye göre? kriteriniz kuran olsaydı, zaten kuran dışında dini otorite, dini hüküm koyucu aramamanız gerekirdi. sorun da zaten burada; kuran’ı dinin tek kaynağı yapmadıkları için birbirlerini kınayıp, aynı hataları kendileri yapıyorlar.

    dinci ve dinsiz yobazlık

    kuran, yaratıcımız’ın din adına bizden istediklerinin, bize yolladığı mesajların tamamını içermektedir. kuran zamanın değişimiyle oluşacak yeni durumlara da uygun olan allah’ın vahyidir. değişim kaçınılmazdır ama yeni oluşan şartlara cevap vermek allah’ın kitabının mucizesidir. bu mucizevi durum, islam’ın reforma ihtiyaç hissetmemesini sağlar. fakat iki zümrenin, dine karşı çıkan dinsizlik yobazları ve uydurulmuş dini bir türlü bırakmak istemeyen dinci yobazların güçleri bu uydurulmuş dine bağlıdır. dinci yobaz sıkı sıkıya uydurmalarına sarılırken, diğeri “işte dininiz budur” diyerek prim yapmaya, içinden çıkılmaz sistemi gösterip, insanları dinden uzaklaştırmaya çalışır. dinci yobaz ise kendi dışındakileri cehennemlik ilan ederek uydurmalarına daha çok sarılır. görüldüğü gibi bu iki zümrenin de sermayesi aynı, ama sermayeyi kullanımları farklıdır. bu yüzden kuran’a giderek dinin düzenlenmesinden en çok bu iki grup rahatsızlık duyacaktır. din düşmanı yobaz, dine saldıracak materyalleri elinden alındığı için bozulacaktır. dinci yobaz ise artık kemikleşmiş bir geleneğe dönüşmüş yapısı elinden alındığı için kızacak ve aforozlama, cehennemlik ilan etme mekanizmalarına sarılacaktır. geleneksel din adına bu aforozları yapanların üniversitede kürsüsü olan profesörler; tarikatların, hiziplerin başları olması, geleneksel yapının sözde aydın yazarları olması bizi şaşırtmamalıdır. kuran bize sosyolojik bir vaka olarak bir fikir ileri sürüldüğü zaman o fikre ilk önce “mevcut yapının elitleri”nin karşı çıkacağını ders vermektedir. bu yüzden kürsüsünde yıllarca geleneksel dini savunanlar, tarikatını geleneksel yapı üzerine oluşturanlar; kendi otoriteleri sarsılacak, yıllarca emek verdikleri karizmaları depreme uğrayacak korkusuyla kuran’da anlatılan şekliyle islam’a ilk saldıranlar olacaklardır. hz. isa’yı öldürmeye kalkanların yahudi din adamlarının önde gelenleri olduğu şeklindeki tarihsel dersi hatırlamamız, kuran’ın islamı’na karşı savaşanların din adamı vasfıyla ortaya çıkışlarına şaşırmamızı engelleyecektir. dine, hiç kimse, din istismarcısının verdiği gibi zarar vermemektedir. bunu müslümanların çoğu, hıristiyan engizisyonlarının insanları din dışı ilan etmelerinde, papazların günah çıkartmalarında çok iyi görür. fakat aynı göz, ne yazık ki kendi istismarcısının, kendisiyle azıcık zıt fikir beyan eden insanları cehennemlik ilan etmesinde ve adeta kuran’a ilave yeni bir din oluşturmasında aynı hassasiyeti göstermez. evet, hıristiyan papazlar nasıl dini kendilerinin tekeline almak için insanlara zulmettilerse, aynı zulüm bizim dinimizde de yaşanmıştır. falanca papazın veya azizin kerametleri, üstünlükleri, o yüzden dinlenmeleri gerektiğinin hikayeleri nasıl hıristiyanlıkta anlatılmışsa; bizde de falanca şeyhlerin, imamların, evliyaların kerametleri, üstünlükleri, rüyalarında allah’ı bile gördükleri anlatılmış ve bu yüzden onlara uyulması gerektiği iddia edilmiştir.

    bize düşen kendi şahsi görüşlerini ve geleneklerini dine fatura ederek gerçekleştirilen yozlaştırmaya, kuran’a giderek son vermektir. böylelikle insanla çelişik hale getirilen din, insanla barıştırılacaktır. çözüm yolu reform değil; kuran’a uygunluğu ve dönüşü hayata geçirmek, uydurulan sahte kutsalları ve kuran dışındaki tartışılmazları reddetmektir. bu yaklaşımla mezhepleri birleştirme de amaçlanmamalıdır. mezhepler üstü, uydurmalara dayanmayan kuran, temel ve tek dini kaynak olarak ortaya konulmalıdır. emeviler ve abbasiler dönemlerinde, allah’ın dini olan islam’da bozucu bir reform yapılmıştır ve sırf “islam” olan din; “hanefilik”, “şafilik” gibi yapılara dönüştürülerek, allah’tan olan insani olanla karıştırılmıştır. bugün yapılması gereken, allah’ın dininde reform değil, olsa olsa uydurulan dinde reformdur; bu ise reform değil, öze dönüştür.

    diyanet sorunu

    türkiye açısından olaya bakıldığında; sunni ağırlıkta olan diyanet kurumunun, kuran’ın ışığında düzenlenmesi önemli bir sorundur. ne yazıktır ki sorulara kuran’a dayanarak değil; sunni fıkhına, mezheplerin islamı’na dayanarak cevap veren diyanet’e göre hurafe deyince akla türbelere bez bağlamak, ya da türbelerde mum yakmak gibi şeyler geliyor. dini konularda görüş sorulduğunda, gırtlağa kadar hurafelere boğulmuş kaynaklara gönderme yapan diyanet’in, hurafe deyince bu tarz şeyleri anlaması düzeltilmesi gerekli ciddi bir sorundur. ayrıca imam hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerinde sunniliğin hanefi kolunun hegemonyası ağırlıktadır. bu mezhepçi anlayış ise kitlelerle kuran’ın arasına mezhep duvarı örmektedir. imam hatip liselerinde yetişen sunni-hanefi din görevlileriyle, mezhepsel anlayışın devamı sağlanmakta ve sunni imamlarla en ücra köylere kadar kuran’ın anlattığı şekliyle din yerine; mezhepsel yorumlarla bezenmiş ilmihal kitaplarından “dini” bilgiler aktarılmaktadır. diyanet’ten ilahiyatlara imam hatiplere kadar kurumların büyük bir bölümü tek yanlı hanefi mezhebinin öğretileriyle doludur. bu yüzden, bu kurum ve kuruluşların değişikliğe uğrayarak yeniden yapılandırılmaları zorunludur. yoksa daha uzun yıllar hurafe denildiğinde bez bağlanan, mum yakılan türbelerden başkasını anlamayan birçok kişi bulunacak. ülkemizdeki ikinci büyük mezhep ise aleviliktir. cami ile aynı manaya gelen ve aynı kökten türeyen “cem evi” terimiyle bu mezhebin ibadet yeri bile değiştirilmiştir. sunniler ile aleviler arasında evlilikler yasaklanmakta, bu iki mezhebin taassubuyla birçok kişi birbirinin cenazesine bile gitmemektedir. mezhep taassuplarının dini getirdiği nokta apaçık ortadadır. ırkçı ayrılıktan daha tehlikeli bir fitneyi bağrında taşıyan bu ayrılığın kanaatimize göre tek ilacı; herkesin mezheplerini bırakıp, yalnız kuran’ın etrafında toplanması, kuran’ın helalini helal, haramını haram bilip; kuran dışı her türlü otoriteyi reddetmeleridir. yoksa ne hanefi alevi olur, ne de alevi hanefi. tek çıkar yol, allah’ın değişmemiş kaynağı olan ve ortak saygınlığa sahip tek kaynak olan kuran’ın etrafında birleşmek; dedeler, şeyhler, imamlar yerine kuran’ı otorite yapmaktır.

    sunni mezheplere göre öldürülmesi gerekenler

    diyanet’e gelince, diyanet işleri dini konulardaki açıklamalarında yöntemini tutarlı bir şekilde belirlemelidir. eğer diyanet işleri’ne göre; hanefi mezhebinin ve hadis kitaplarının dinen takip edilmesi gerekliyse, her konuda bu açıkça ortaya konmalıdır. örneğin kadınlarla ilgili konularda; erkeğin tüm vücudu cerahat olsa ve kadının bu cerahatı yalayarak temizlese de erkeğin hakkını ödeyemeyeceğini, kadının tek başına 90 km’den fazla seyahat etmesinin haram olduğunu, kadınla erkeğin el sıkışmasının ve kadının sesinin bile erkekler tarafından duyulmasının haram olduğunu, ya da sıcaklığı geçmeden kadının kalktığı yere oturulamayacağını da diyanet işleri açıklamak zorundadır. (21 ve 22. bölümlerde kadınlar hakkındaki uydurmaları okuyacaksınız.) yine sunni mezheplere göre islam dinini değiştiren kişilerin öldürülmeleri gerekir. “mürtedin (dinden dönenin) katli vaciptir” ifadesi ile belirtilen bu hüküm, müslüman ailede doğup, sonradan kafir olan herkes için geçerlidir. yani türkiye’deki herhangi bir kişinin dinsiz olması halinde sunni mezheplere göre öldürülmesi gerekir. hanefi mezhebine göre namaz zorla kıldırılır, oruç zorla tutturulur. namaz kılmayan dövülür ve kılmaya başlayana kadar hapsedilir. (diğer 3 sunni mezhepte öldürülür.) ayrıca sunni mezheplere göre kişinin kafir olması çok kolaydır. örneğin “kadın ile erkek el sıkışamaz”, “kadın tek başına 90 km den uzağa gidemez”, “kadın erkeğin cerahat kaplı vücudunu yalayarak temizlese de erkeğin hakkını ödeyemez” gibi hükümlerin veya bunlarla ilgili hadislerin herhangi birinin saçma olduğunu söyleyen de sunni mezheplere göre kafir olur. eğer bir müslüman, bir alimi beğenmeyip ona “alimcik” derse, kendini müslüman sansa da kitapları yaygın ehli sünnet din bilginlerine göre bu kişi kafirdir (bakınız ahmed ziyaeddin gümüşhanevi, ehli sünnet itikadı). bu kişi “ben müslümanım” diyorsa da hanefi mezhebine göre kafirdir ve tövbe etmezse öldürülmesi gerekir. (çünkü müslüman aileden doğup sonradan kafir olduğu için mürteddir.) yani hanefi mezhebinde, dinin evrensel hükümlerinin ifade edildiğini düşünen bir kişi; bu görüşünde tutarlıysa, türkiye’nin çok büyük bir kısmının dinen öldürülebileceğini de savunmak zorundadır. dini anlamada yöntem çok önemlidir. eğer siz sunni mezhepler adına ortaya konan görüşleri savunuyorsanız, sırf müslüman olmadığı için birçok kişinin öldürülmesini meşru gören terör örgütlerine nasıl kızarsınız? bu örgütler, kendi terörlerini meşrulaştıracak birçok izahı sunni kaynaklardan, hadis kitaplarından bulmaktadırlar. sunni-hanefi mezhebi adına insanların ne kadar kolay kafir ilan edilebildiğini ve sonra öldürülmesine karar verilebildiğini şu olaydan anlayabiliriz:

    kabak sevmiyorum diyenin kellesi gider

    ebu yusuf, hanefi mezhebinin 3 kurucusundan biridir ve ebu hanife’den sonra ikinci en önemli kişisidir. bir gün ebu yusuf “peygamberimiz kabak severdi” der. bu lafı söylediği ortamda bulunan bir kişi, bu lafın üstüne; “ben kabak sevmiyorum.” der. ebu yusuf “peygamber’in sünneti olan bir şeyi sevmeyen peygamber’e karşı gelmiş olur, peygamber’e karşı gelen allah’a karşı gelmiş olur” der. allah’a karşı gelen kafirliğe dönmüş olacağı için ebu yusuf bu şahsın kellesinin kesilmesi için muşamba ve kılıç ister. “kabak sevmiyorum” izahına tövbe eden adam kellesini zor kurtarır. bu olay hanefi mezhebini savunan kitaplarda, ebu yusuf’un dini konularda ne kadar titiz olduğuna delil olarak anlatılır (bakınız ahmed ziyaeddin gümüşhanevi, ehli sünnet itikadı, s. 80).

    diyanet işleri, eğer bir kurucusunun “kabak sevmem” diyen kişinin öldürülmesini dinen gerekli gördüğü bir mezhebi doğru buluyorsa; kendi içinde tutarlı kalarak, terör örgütlerini nasıl hatalı bulacaktır? eğer dini anlamada yönteminiz, hanefi mezhebi adına ortaya konan hükümleri savunmaksa; o zaman tüm bu izahları savunmak zorundasınız. bizim yöntemimiz belli; biz, din kuran’a eşittir, kuran dinin tek kaynağıdır diyoruz. o yüzden bu yöntemimize dayanarak kuran’da geçmeyen ve kuran’a aykırı olan sunilik adına ortaya konmuş tüm bu izahlara karşı çıkıyoruz. sizin yönteminiz ne? örneğin kurban bayramında “hanefi mezhebine göre kurban kesmek vaciptir.” diyorsunuz. bu izahınızla hanefi mezhebine göre bir hususu açıklamayı dinle özdeşleştiriyorsunuz. o zaman, hanefi mezhebine göre dinden dönenlerin -mürtedlerin- öldürülmesi gerektiğini de açıklamanız gerekmez mi? sizin yönteminiz ne? yöntemsiz, keyfi yaklaşımlarla din anlaşılır mı? dini yöntemsiz şekilde açıklamaya kalkmak; kendi görüşünü, gelenekleri, siyasal çıkarları dinselleştirmek değil de nedir?

    diyanet işleri’ndeki çalışanlar -tahminimizce- teröre karşıdır. fakat sunniliğin kaynak kitaplarının, dinden dönenlerin veya namaz kılmayanların öldürülmesini gerektirdiği de gerçektir. islam adına yapılan birçok şiddet eyleminde bu tip uydurmaların önemli bir rolü olmuştur. siz ne kadar iyi niyetli olursanız olun, savunduğunuz sistemi objektif olarak değerlendirmek ve tutarlı bir şekilde ortaya koymak zorundasınız.

    osmanlı’dan miras kalan mezhepçi zihniyet

    osmanlı’da, islamiyetle uyumlu bir şekilde, birçok güzellikler ortaya konmuş; allah’ı çok anan, islam ahlakının güzelliklerini üzerinde taşıyan birçok kişi, bu impatorluğun topraklarında, bu impatorluğun sağladığı olanaklar sonucunda yetişmiştir. fakat mezhepçi anlayışın eksiklikleri ve yanlışları da kendini göstermiştir. osmanlı padişahları sunniliğin halifesiydiler ve sunniliğin dört mezhebinden biri olan hanefi mezhebindendiler. bu tarihsel süreçte dinimiz, bu topraklarda, hanefi mezhebi ile eşitlendi. bugün din adına ortaya konan kadına bakış açısından, ibadetlere kadar her husus bu mezhebin izahlarının etkisi altındadır. (mezheplerin kökleri de emevi, abbasi dönemlerine kadar gider: 13. bölümü okuyunuz.) işte tam da bu mezhepçi sistem üzerinde reform yapılması gerekmektedir. fakat yapılan bu reforma dinde reform denmez. çünkü bu yaklaşım; dinin özüne, kaynağına (kuran’a) döndürülmesini gerektirir. allah’ın sisteminde reform (değiştirerek yeniden yapılandırma) düşünülemez. çünkü allah’ın sözlerini, allah’ın hükmünü insanlar değiştiremez. sunni mezheplerin, hanefiliğin dinimizde yaptığı değişiklik (reform) ve bunun sonucu ortadadır. yapmamız gereken; mezheplerin kuran-dışı izahlarını reddetmek ve kuran’a gidip din adına her konuyu kuran’dan çıkarmak, böylece dinimizi kuran’a göre yapılandırmaktır. eğer biri bize, dini bir konuda bir çıkarım, bir hüküm söylerse; “bu izahını neye göre yapıyorsun?” diye sormalıyız. izah eğer kuran’a dayandırılmıyorsa, din adına bir şey ifade etmez. bu izahları yapanlar ister şeyh olsun, ister müftü olsun; dini izahlar, ağzından çıktıkları kişinin makamına göre değil, allah’ın kitabı kuran’da dayanakları olmalarıyla geçerlilik kazanırlar.

    tüm bu felaketlerden kurtuluşun formülü çok basittir: allah’ın kitabı kuran’ı ele alıp, geri kalan her kaynağı bir kenara bırakmak. tüm ibadetleri, dini ahlakı, insanlar arası ilişkilerdeki dini gerekleri; yani hem teoriyi, hem hayatın pratiğini kuran’a giderek öğrenmek. kuran’da geçmeyen hususların dinle alakası olmadığını, kuran’ın açıklamadığı konularda allah’ın kendi tercihimizi belirleme hakkını bize verdiğini bilmek. hiçbir mezhebe bağlanmamak, “müslüman” ismi dışında hiçbir isme gerek duymamak. böylece tek din, tek kitap, tek isim etrafında birleşmek. alıntı
  • hala sahte hadisler, rivayetler, uydurmalar üzerine din inşa etmenin vahiy dinine en büyük zararlardan birine yol açacağı gerçeğini idrak etmeyen veya edemeyenleri göstermiştir. kur'an da hac suresi 52-54 ayetlerde şöyle denilmektedir.

    'biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o bir şey tasarladığında/okuduğunda, şeytan onun düşünce ve dileği içine bir şey atmış olmasın. ama allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi ayetlerini muhkemleştirir. allah alîm'dir, hakîm'dir. bu, allah'ın; şeytanın attığını, kalplerinde hastalık olanlara, gönülleri katılaşanlara bir fitne yapması içindir. zalimler, geri dönülmez bir ayrılık ve kopuş içindedirler. kendilerine ilim verilenler onun, senin rabbinden bir hak olduğunu bilsinler, ona inansınlar da kalpleri ona saygı duysun diye böyle yapılmıştır. şu bir gerçek ki allah hâdî'dir, iman edenleri dosdoğru yola mutlaka ulaştıracaktır. ''

    'iş onların iddialarının aksinedir! o, çok yüce bir kur'an'dır. korunmuş bir levhada/levh-i mahfûz'dadır.' buruc suresi 22

    'hiç kuşkusuz, o zikiri/kur'an'ı biz indirdik, biz; her hal ve şartta onu muhakkak koruyacak olan da biziz.' hicr suresi 9. ayet

    görüldüğü gibi kıyamete kadar başka kitap ve nebi gönderilmeyeceği için kur'an korunmuştur ve korunmaktadır. ancak yine ayetlerden anlıyoruz ki şeytan hem peygamberlere, hem vahyin yayılmasına yönelik türlü şekilde olumsuz engelleyici gayretler içindedir. kur'an allah'ın korumasındadır. ancak peygamber sözlerinin ve rivayetlerin korunduğuna dair bir işaret yoktur. zaten eğer allah kur'anı korumamış ve insanların insafına bırakmış olsaydı incil'in, tevrat'ın başına gelenler şüphe yok ki kur'anın da başına gelir, insanların bir kısmı türlü fitne ve yalanla vahyi değiştirir, bozar, aslından saptırmaya çalışırdı. bu daha önceki kitapların bozulmasından rahat olarak çıkarılabilir.

    şimdi bir nokta çok önemli. kimse allah resulunun sözlerinden şüphe etmiyor. her mümin biliyor ki onun kur'ana aykırı bir eylemi veya sözü olamaz. en güvenilir hadis kaynakları ve külliyatı bile peygamberimizin ölümünden çok çok sonra toplanmıştır. buhari' nin yüz binlerce (dikkat yüz binlerce!) sahte ayıkladığını söylediği bilinir. 3 4 nesil geçtikten sonra ki bir toplama işinden bahsediyoruz. artı olarak insanlar övünmek, itibar, nefis tatmini için hiç görmediği halde şahit olmadığı türlü rivayet, yalan uydurur, uydurabilir. veya bizzat fitne ve kötülük için de bu yapılabilir. peygamberimizi hiç görmeyen insanların bile onlarca yüzlerce hadis uydurduğu gerçek bir vakadır.

    şimdi hadislerin doğru iletilip iletilmediğini kim nasıl ölçecek? hangi kaynakla sınayacağız? şekli yöntemler dışında elbette kur'ana vurarak. bizzat peygamberimizin sözlerinin toplanmasını yasakladığı biliniyor. sahabe içinde bile türlü tartışmalar vardır ki eklemeler konusunda. peygamberimizin şöyle dediği belirtiliyor. ' ‘bana isnat edilen sözler çoğalacaktır. size benden rivayet edilip de kur’an’a uygun olanlar bendendir. bana isnat edilip de kur’an’a uygun olmayanlar bana âit değildir.'' bu hadis eğer uydurma ise de zaten hakikat budur. resul kur'ana aykırı bir şey söylemez, yapmaz. nitekim kur'an da peygamberin sadece vahyedilen söylediği belirtilmiştir.

    'eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. sizin hiçbiriniz ona siper de olamazdınız. hakka suresi 44-47'

    'de ki: "ben size zarar verme gücüne de ışık ve aydınlık verme gücüne de sahip değilim." de ki: "allah'tan beni hiç kimse kurtaramaz ve o'nun dışında bir sığınak da asla bulamam!" "ancak allah'tan bir tebliğ ve o'nun mesajlarından bir şeyler sunabilirim." allah'a ve o'nun resulüne isyan edenler için cehennem ateşi vardır. de ki: "bilmiyorum, size vaat edilen şey yakın mıdır yoksa rabbim onun için uzun bir süre mi koyacaktır?" gaybı bilendir o. gaybı konusunda hiç kimseyi yardımcı yapmıyor. seçtiği bir elçi müstesna. çünkü o, resulünün önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütür.' cin suresi 21-27

    görüldüğü gibi sorun peygamberimizin söylediklerinde, yaptıklarında değil sorun birilerinin resul üzerinden resul adına, uydurmalar ve yalanlar üretip kendilerini, saltanatlarını ve dünyevi emellerini meşrulaştırma çabası. bu peygambere yapılan bir hakaret ve iftiradır aynı zamanda. zaten hadislerde bir kaynak bulamazlarsa şu zat dedi ki, şu veli buyurdu ki diye bu çabalarını devam ederler. nitekim bir çok tarikatın inanan bir çok müriti kendi şeyhine önderine öyle iman etmiş ki her hangi bir hadis referansına ihtiyaç da duymuyor.

    son tahlilde sorun hadis, mezhep, sünnet meselesi de değildir. sorun, birilerinin menfaati, egosu, kibiri, hırsı için dini eğip bükmeye çalışması meselesidir. allah'ın dinini bunlardan kurtarma çalışma meselesidir. kendi sosyo-kültürel kültünle, uydurduğun dinle ne yaparsan yap. hatta hızını alamayıp bir çok örnekte kurulduğu gibi kendini ayrı bir din-inanç-kült (religion) olarak tanımla. bu inanç özgürlüğüne girer ama bunu islam adına kur'an adına yapamazsın. bu dinin sahibi allah'dır.

    bu bağlamda bazılarının derdi din bile değildir. sadece din iyi bir kılıftır. sömürülmeye çok müsaittir. en yanlış şeyleri en büyük haksızlıkları, hileyi kötülüğü bile din sosuna büründürüp sunabilirsiniz. insanları uyuşturmak kandırmak böyle daha kolaydır. itirazları da peşinen susturursunuz böylece. şehit ali şeriati'nin de naklettiği gibi “kaba kuvvet ve hile, takva elbisesi giydiğinde, dünyanın en büyük gücü ve faciası meydana gelmiş demektir.'' (s. radhakrishnan) nitekim din dışında, her türlü sosyo-kültürel kavram da türlü gayeyle istismar edilebiliyor.

    kimse yalnızca kur'an okuyalım demiyor. zaten sırf kur'an tefsirlerini toplasanız binlerce kaynağınız olur. kur'an'dan kaynağını alan bir çok islami ilim dalı mevcuttur fakülte kursanız on tane bölümü olur. artı sosyoloji-bilim-felsefe üzerine yazılanlar, islam alimlerinin kendi özgün çalışmaları bunlarda elbette ikincil kaynak olarak çok değerlidir. hepimiz tefsirler, yorumlar, yeni yaklaşımlar okuyoruz. bir çok şeyi oradan öğreniyoruz. ama bu kaynağın kur'an olduğunu reddetmez aksine güçlendirir. elbette kendi zannına yanlışına kılıf bulmaya çalışan, bunu kur'an üzerinden de yapmaya çalışır. cımbızlayıp ayeti aradan seçer, bağlamından koparır, bütünlüğünü ve ayetlerin bir birini tamamladığı gerçeğini bilmez. zaten bunun yöntemleri, kur'an ve din dili üzerine yüzlerce çalışma var, hala da öğretiliyor. burada ki esas gaye, kur'anı ikinci plana atan, hayatı boyunca hiç arapça anlamadığı halde sadece kur'anı şeklen okuyan kitleye kur'anı aşılamaktır. kur'an'ı anlama, onun hakkında düşünme, kur'an ruhunu idrak etme kur'an da emredilen bir farzdır aynı zamanda. hatta dura dura, yavaş yavaş, sindire sindire okumak ve derin bir şekilde tefekkür etmek de kur'an da belirtiliyor. mesele vahiy ile inşa olmaktır. şimdi söyler misiniz bunu kaçımız yapıyor? kaçımız kur'anla vahiyle inşa oluyor? acı gerçek şu ki din deyince mangalda kül bırakmayanlar dahil, vahiy gerçekte kaçımızın umurunda?

    'yemin olsun ki, biz, kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. fakat düşünen mi var? kamer suresi 17-22-32-40-51. ayet. tam beş kere geçen bir ayet size ne anlatıyor?

    kendimize yakın bulmadığımız bir ekol, hoca veya cemaat eliyle biri kötülüklerinden arınıp müslüman olsa, kur'ana yabancıyken bir yazar eliyle içi ısınsa, islama yaklaşsa, diğer fırkaların mezheplerin suratı ekşiyor. adam bir yerden tutunmuş, bir yerden yakalamış, o da ona hidayet vesilesi olmuş ne güzel diyeceğine neden benim hizibime gelmedi, bizim kitapları okusa daha iyi olurdu diye üzülüyor. yani yalnız kendi şürekası cennete gitse, diğerleri ölüp cehenneme gitse adam buna sevinecek. bu tiplerin allah'a çağırmak, allah rızası diye bir dertleri yok. bunlar kendisine çağırıyor. sanki allah sadece bunların rabbiymiş gibi düşünüyorlar. oysa ki allah kullarını ayırmaz, herkesin rabbidir. senin mezhebine, meşrebine, hatta kültürüne uymayan birilerini de onlara yakın önderler eliyle hidayet gönderir. mesela biri vardır said nursi vesilesiyle dinle tanışır, biri mustafa islamoğlu ile olur, birisi için yaşar nuri eliyle olur (abartmıyorum çevremde özellikle 90'larda onlarca kişi sayabilirim ki yaşar nuri'nin çabalarıyla kur'ana içi ısınan ki biri de benim), biri komünisttir ateisttir ihsan eliaçık eliyle olur. ne fark eder? allah'a kur'ana çağırdıktan sonra ne fark eder? ben bazen hristiyanların içinde bile daha vahye yakın daha az bozulmuş insanlar görünce seviniyorum. bir yerden tutunmuş, ışık var diye ferahlıyorum. hükmü allaha ve kur'ana bırakıp, cennete kim gidecek yarışı yapmayalım. hangi tarikat daha ehl-i sünnet ehl-i takva yarışı yapmayı bırakalım, şuculuk buculuk yapıp da bir birimizi şia, kafir, zındır ilan etmeyelim ve öz eleştiri yapalım. allah'a mı çağırıyoruz kendimize mi? allah'ın diniyle mi sevinip ferahlıyoruz kendi cemaat, tarikat veya ideolojimizle mi? bakın yaradan ne de güzel açıklamış.

    "de ki: "bana, dini yalnız allah'a özgüleyerek, o'na ibadet etmem/o'nun için iş yapıp değer üretmem emredildi...de ki: 'şefaat, tümden ve sadece allah'ındır. göklerin ve yerin mülkü/yönetimi o'nundur. sonunda o'na döndürüleceksiniz. allah yalnız başına anıldığında, âhirete inanmayanların kalpleri nefretle ürperir; o'nun berisindeki, ilahlaştırılmış kişilerle birlikte anıldığında ise hemen müjdelenmiş gibi sevinirler." zümer suresi 11 44 45

    son olarak şunu düşündüm bugün. hz. ayşe müminlerin annesidir, en büyük kadın sahabedir, peygamberimizin göz bebeğidir. hz ali ise resul den sonra gelir, allah'ın aslanıdır. peygamberimizin damadıdır. kur'an nuruyla yetişmişler, peygamberi bizzat tanımışlar türlü basiretlere sahip olmuşlar şahit olmuşlar. peygamber öldükten kısa bir süre sonra, fitneyle, yalanla hileyle hz.ayşe'yi tuzağa düşürüp hz. ali'nin üzerine salıp on bin müslümanı öldürttü içimizdeki kötülük ve şeytan. resul öldükten sonra 3 halife öldürüldü, peygamber torunları evlatları bizzat müslüman olduğunu iddia edenler tarafından katledildi. on binlerce müslüman kıyıma uğradı. o gün bu gün iki yakamızda bir araya gelemedi. bütün bunları yapan yapabilen bir kötülüğün, bir fitnenin elinde doğru hadis mi kalır, doğru rivayet mi kalır ha? kötülük bu kadar hafife alınacak bir şey midir? hiç mi aklınız çalışmıyor? işte bu yüzden ancak ancak korunduğundan dolayı kur'an diyoruz güzel kardeşim anladın mı? allah yeter diyoruz anladın mı? islam düşmanlarından müşriklerden yüzlerce kat fazla müslümanı bizzat müslümanlar öldürüyor. ölen de öldüren de allahu ekber diyor hala durup düşünmenin vakti gelmedi mi? nerede hata yapıyoruz diye!

    'dinlerini parça parça edip fırkalara,hiziplere bölünenler var ya,senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. onların işi allah'a kalmıştır. allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.' enam suresi 159

    'işte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. ve ben de sizin rabbinizim; o halde benden sakının! fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli zübürlere/kutsallaştırılmış hizip kitaplarına ayırdılar. her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir. artık sen onları bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak.' muminun suresi 52-53. ayet

    son zamanlarda beni sevindiren nokta ülkemizde kur'an okunsun anlaşılsın diye çırpınan bir çok hocanın yıllar süren gayretleriyle yeni nesilin içinden bir kur'an nesili gelmesi ve kuran müslümanlığı bilincinin yaygınlaşması. şu anda sözde islami kılıklı uydurulan dini her yerde teşhir eden hiç acımadan eleştiren bir müslüman yapılanma var ve giderek büyüyor. sosyal medyayı çok iyi kullanıyorlar, kur'an bilgileri de son derece derin. bu tüm müslümanlar için bu karanlıkta bir ümit ışığıdır. vicdanlı ve samimi herkes elinden geldiğince elini taşın altına koymalı ve elinden gelen desteği vermeli. (bkz: kuran müslümanlığı/#57576153)

    tarikatlar ve şirk konusunda ise ayrıca (bkz: #53798839)

    not: kur'anı esas kaynak yapmak gerekir demişken, meal okumak isteyenler için, kur'an mealleri, mutlaka indiriliş sırasına göre (bu nokta çok önemli), parantez içi ilavesiz ve günümüz türkçe'sine uygun, sade olmalı. eş anlamlı kelimeler mümkünse bir arada verilmeli. şu an piyasa da çok sayıda meal var elbette meraklısı için karşılaştırma imkanları mevcut.
  • bize yalan söylediler. doğru budur deyip içine binlerce yalan soktular. okursan anlamadığın dilde okumalısın, o cennet dilidir dediler. türkçe okursan anlamı bozulur dediler. kendileri ise hiç okumadılar, hiç anlamadılar, hiç bilmediler. allah yeminler edip kitabın anlaşılmasını kolaylaştırdığını ayet ayet haykırırken, din namına eksiksiz derken, kendini açıklar derken, bundan sorulacaksınız derken, ayetlerden yüz çevirenler yanlış yoldadır derken hiç dönüp bakmadılar. ya anlamadıkları dilde ezberlediler, ya duvara astılar, ya da ölülere okudular.

    bize yalan söylediler. peygamberi seviyorsan şu sözlere de uyacaksın dediler. kitabın yanına başka başka sözler eklediler. bir katile dönüştürdüler. müşrikler gibi büyülendiğini iddia ettiler. ressamlara düşman ettiler. müşrik yahudiler gibi kadınları taşlattılar. her fırsatta cinsellik anlatan bir adam haline getirdiler. kadın düşmanı yaptılar. peygamberin hadisi deyip ebu hüreyre’nin yalanlarını elçinin sözü yaptılar. dokuz eşle bir gecede halvete soktular. dokuz yaşında kızla evlendirdiler. asıl kendileri peygamberi hiç bilmediler, sevmediler. hep iftira ettiler de sonra biz ona uyarız dediler.

    bize yalan söylediler. allah “elçiyi destekleyin” derken onlar günde yüz defa selavat çekeceksin dediler. ne destekleyenlerle peygamberin davasını desteklediler, ne peygambere uyup allah’tan gelene sarıldılar, ne arzuhalini allah’a sunanlarla kıyam ettiler, ne sadece allah’a rüku edenlerle rüku ettiler, ne sadece o’na secde edip boyun eğenlerle secde ettiler. peygamberi ve davasını değil, kendilerini düşünüp, selavatla kendi seslerini allah’a değil peygambere ulaştırmayı umdular, sandılar, zannettiler. kendileri peygamberi ve dinini hiç desteklemediler. konuşmak bile istemediler. oturup boncuktan tesbihlere sarıldılar.

    bize yalan söylediler. onu yeme bunu yeme dediler. haramdır dediler. günahtır dediler. kendileri haram günah demeden kimin neyini bulduysa bir rivayet bulup ona uydurarak yediler.

    bize yalan söylediler. sol elinle olmaz dediler. sağ ayakla gireceksin dediler. sağ tarafa yatacaksın dediler. oysa allah’ın kuluna zulmetmeyeceğini hiç bilemediler. yaratılışını hiçe sayıp üç yaşındaki solak bebelere sağ elini kullan diye, yedi yaşındaki çocuklara sağ elinle yazacaksın diye zulmedenler allah’tan ne zaman af dileyecekler?

    bize yalan söylediler. zorlaştırdıkça zorlaştırdılar. önce sünnet sonra farz sonra bi daha sünnet kılacaksın, kılmadığın seneleri kaza edeceksin dediler. abdest almadan önce teyemmüm edeceksin bile dediler. şu duayı ezbere bileceksin, üstünden değil altından okuyacaksın dediler. kendileriyse namazlarında ne yaptıklarını, ne dedikleri hiç bilmediler.

    bize yalan söylediler. peygamberden şefaat dediler. yetmedi sahabeden şefaat, ehli beytten şefaat dediler. yetmedi dedelerden, âlimlerden, hatta tağut zalimlerden şefaat dediler. yetmedi hocaefendilerinden, cemaatlerinden şefaat dediler. yetmedi yatırlardan, mezarlardan beklediler. şefaatin tümünün sahibinin allah olduğunu hiç görmediler. şefaati o’ndan hiç beklemediler!!!

    bize yalan söylediler. mehdi gelecek, isa inecek dediler. kendi sapkın âlimlerini isa, kendi hocaefendilerini, kendi şeyhlerini mehdi ilan ettiler. yetmedi peygamberi allah’a eşit saydılar. yetmedi kendi imamları için allah vücut buldu dediler. kendilerini nasıl affettirecekler!!!

    bize yalan söylediler. kendi mallarını kaybetmemek için “en büyük günah kul hakkıdır” derken ne yetimi doyurdular, ne yemedikleri kul hakkı bıraktılar. affedilmeyecek tek günahın “tevbe edilmemiş şirk” olduğunu hiç bilmediler.

    bize yalan söylediler. dayanamayıp su içen on iki yaşında çocuğa 61 gün oruç dayattılar. bütün gün ahlarla vahlarla sözde oruç tutup, iftar sofrasında yetimi unutup birbirlerine ziyafetler çekip, tıka basa doydular.

    bize yalan söylediler. vergi memurlarıymış gibi kırkta birdir dediler. mallarını mülklerini ayırıp, hülle üstüne hülleler kurup, bunlar dâhil değil dediler. ihtiyaçlarının fazlasını vereceklerine, sandıklara yığıp biriktirdiler. kuzu kapamalar midelerine hazımsızlık yaparken iki torba bulgurla fakiri sözde sevindirip, üstüne bir de böbürlendiler.

    bize yalan söylediler. o kadar çok yalan söylediler, o kadar çok yalan söylediler ki kuran’a şerik kitaplar, külliyatlar yazdılar. o’nun ayetlerinin her birinin karşısında onlarca yalan rivayet ettiler. ne bize hakkıyla bir ayet gösterdiler, ne de kendileri kendi yalanlarına doğru dürüst uydular.

    bize yalan söylediler. o kadar çok yalan söylediler ki, şu yazıya sığdırmak ne kelime, bin ciltlik kitap yazsak, biz yazarken uydurulan yenilerini eklemeye mecalimiz de zamanımız da kalmaz.

    bize yalan söylediler. ama şimdi biz onlara doğruyu söylediğimiz için bize yalancı sapkınlar diyorlar. biz doğruları haykırdıkça, takıntılarıyla saldırıp, tanımadıkları, yüzlerini bile görmedikleri, yalancı rivayetçilere ve takkeli müşriklere bizden çok güveniyorlar. derin uykularını böldüğümüz için sinirleniyorlar. ama olsun… onlar bize bilerek ya da bilmeyerek yalan söylemeye devam etseler de biz yine hem kendimiz hem de onların iyiliği için doğruları söyleyeceğiz. biz onların değil allah’ın emrini ve rızasını gözetiyoruz. bize allah yeter.

    ve işte akıl… akıl için de bize yalan söylediler. bu iş akılla olmaz dediler. bu kadar gelmiş geçmişler yanıldı da sen mi küçücük aklınla doğruyu bulacaksın diye aşağıladılar. bakalım öyle mi? bakalım allah bizim aklımızı kullanmamızı istiyor muymuş istemiyor muymuş? bakalım akılla oluyor muymuş olmuyor muymuş!!!.

    2 bakara 13 … ‘düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?’ derler. bilin ki, gerçekten asıl kendileri düşük-akıllılardırlar; ama bilmezler.

    2 bakara 44 … yine de akıllanmayacak mısınız?

    2 bakara 73 böylece, allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.

    2 bakara 76 … hâlâ akıllanmayacak mısınız?

    2 bakara 170 … ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?

    2 bakara 171 … onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.

    2 bakara 179 ey temiz akıl sahipleri, …

    2 bakara 197 … ey temiz akıl sahipleri, benden korkup-sakının.

    2 bakara 242 … işte allah, size ayetlerini böyle açıklar; ki akıl erdiresiniz.

    2 bakara 269 … temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

    3 al-i imran 7 … temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

    3 al-i imran 65 … yine de akıl erdirmeyecek misiniz?

    3 al-i imran 118 … size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz.

    3 al-i imran 190 … temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.

    5 maide 58 … bu, gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır.

    5 maide 100 … ey temiz akıl sahipleri, allah’tan korkup-sakının. …

    5 maide 103 … allah’a karşı yalan düzüp-uyduruyorlar. onların çoğu akıl erdirmez.

    6 enam 32 … yine de akıl erdirmeyecek misiniz?

    6 enam 151 … işte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz.’

    7 araf 169 … hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?

    8 enfal 22 gerçek şu ki, allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.

    10 yunus 16 … siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?’

    10 yunus 42 … peki, sağırlara sen mi işittireceksin? hele bir de akıllarını kullanmıyorlarsa!

    10 yunus 100 … allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.

    11 hud 51 … akıl erdirmeyecek misiniz?

    11 hud 78 … içinizde hiç aklı başında olan bir adam yok mu?’

    12 yusuf 2 gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye, onu arapça bir kur’an olarak indirdik.

    12 yusuf 109 … siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?

    12 yusuf 111 … andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. …

    13 rad 4 şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.

    13 rad 19 … ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler.

    14 ibrahim 52 … ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye …

    16 nahl 12 … şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.

    16 nahl 67 … şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır.

    21 enbiya 10 … yine de akıllanmayacak mısınız?

    21 enbiya 67 ‘yuh size ve allah’tan başka taptıklarınıza. siz yine de akıllanmayacak mısınız?’

    23 müminun 80 … yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?

    24 nur 61 … işte allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız.

    25 furkan 44 yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.

    26 şuara 28 ‘eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, …

    28 kasas 60 … yine de akıllanmayacak mısınız?

    30 rum 24 … şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

    30 rum 28 … işte biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.

    36 yasin 62 … yine de aklınızı kullanmıyor muydunuz?

    36 yasin 68 … yine de akıllarını kullanmayacaklar mı?

    37 saffat 138 … yine de akıllanmayacak mısınız?

    38 sad 29 (bu kur’an,) ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.

    38 sad 43 katımızdan ona bir rahmet ve temiz akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere …

    39 zümer 9 … şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler.’

    39 zümer 18 … işte onlar, allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.

    39 zümer 21 … şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır.

    39 zümer 43 … de ki: ‘ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?’

    40 mümin 54 (ki o,) temiz akıl sahipleri için bir hidayet rehberi ve bir zikirdir.

    40 mümin 67 … ve belki aklınızı kullanmanız için …

    43 zühruf 3 … biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye …

    45 casiye 5 … aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.

    49 hucurat 4 … onların çoğu aklını kullanmıyor.

    57 hadid 17 … şüphesiz biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.

    65 talak 10 … ey iman eden temiz akıl sahipleri …

    67 mülk 10 … ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık’ derler.

    89 fecr 5 bunlarda, akıl sahibi olan için bir yemin var, değil mi?

    sadece allah, sadece o’nun ayetleri dedik diye bize dinden çıktın diyenler bilmediler ki, kendileri dine hiç girmediler. gelin kuran’ı anlamak için konuştuğunuz, bildiğiniz dilde okuyun siz de. hadi aklınızı o’nun kitabını anlamak, üzerinde derin derin düşünmek için kullanın. hadi kalkın ve uyarmaya siz de katılın. peygamberin davasını destekleyin. onun gibi en yakınınızdan başlayın. sevdiklerinizin dilleri allah derken gözleri ve dimağları çok tanrılı bir din yaşamasın artık. alıntı
  • ikinci ciddi eleştiri, çok iyi soru

    soru: ''eger her seyin kur'an'da yazmasini beklemiyorsan, kur'an senin icik tek kaynak nasil oluyor? kur'an'da bulmadigin, bulamadigin sey icin neye gore hukum veriyorsun?''

    el-cevab:

    kuran’da yer almayan konulardaki tavır

    kitabımızın başından bu yana kuran’ın her şeyi açıkladığını, gerekli her türlü detayı verdiğini görüyoruz. yine kitabımızın başından bu yana sanki kuran’ın açıklamaları yetersizmiş, kuran din adına her konuyu kapsamazmış gibi kuran’da yer almayan birçok hükmün kuran dışı kaynaklarca dinselleştirildiğini ve dinde en büyük tahribatın böyle yapıldığını gördük. kitabımızın bu bölümünde 12 tane örnek soruyu inceleyerek kuran’da geçmeyen bir konuda soru sorulursa, bu sorunun cevabının nasıl verileceğini göstermeye çalışacağız.

    şu noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz. her dini yasak kötüdür, yapılmaması gerekir. fakat her kötü gördüğümüz şey dinen yasak değildir. hırsızlık yapmak, allah’a karşı nankörlük kuran’da yasaklanmıştır; bu yüzden bunlar kötüdür ve bunları yapmamamız gerekir. sigara içmenin, saçları mora boyatmanın da isabetli davranışlar olmadığı kanaatindeyiz. fakat “bunlar dinen sakıncalıdır, haramdır, mekruhtur” diyemeyiz. beğenmediğimiz bu davranışları dini etiketle çirkin göstermeye çalışmamalıyız. kendi öngörümüz isabetli bile olsa, kendi öngörümüzle vardığımız kanaatleri dinselleştiremeyiz. bu fiilleri kötü, yapılmaması gereken fiiller olarak görebiliriz. fakat bunları din adına yasaklamaya kalkarsak büyük bir hata yapmış oluruz. her haram, her günah bize mesuliyet yükler ve ahirette hesap vermemizi gerektirir. örneğin nankör kişi, hırsız kişi ahirette bu davranışlarından dolayı hesap vereceklerdir. fakat sigara içmenin veya saçları mora boyatmanın dinen sakıncalı olduğunu ve ahirette cezası olduğunu iddia edemeyiz. allah, rahmeti sebebiyle haramları, yasakları sınırlı tutmuştur. yapılmaması iyi olacak birçok şeyi de haramlaştırmamış, yasaklamamıştır. geleneksel-mezhepçi yaklaşımı benimseyenler ise allah’ın rahmetinin bir sonucu olan bu uygulamayı anlamamış, dinimiz eksikmiş gibi allah’ın dinine ilaveler yapmışlardır. bu arada şunu da bilmeliyiz ki örnek verdiğimiz saçı mora boyatmayı ve sigara içmeyi dini etiketle kötü göstermek ne kadar hatalıysa, aynı şekilde “dinde saçı mora boyatmak var” veya “dinde sigara içmek var” gibi ters bir mantıkla dinin yasaklamadıklarını, dinin tavsiye ettikleri gibi göstermek de çok büyük ve çok tekrarlanan bir hatadır (21. bölümdeki kadın konusunun çok eşlilik ile ilgili kısmında da aynı mantığı örneklerle anlattık).

    ''ey iman edenler! size açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. kuran indirildiği zaman sorarsanız size açıklanır. allah onları affetmiştir. allah bağışlayıcıdır, yumuşak davranandır.''
    5-maide suresi 101

    ayette görüldüğü gibi kuran’da açıklanmayan her şey allah’ın affettikleri kapsamındadır, her ne olursa olsun… birçok davranışın dinen serbest olması sırf dinin bu davranış hakkında izah getirmemesindendir. ayetin başından anlayacağımız gibi allah birçok sorunun cevabını verseydi, allah’ın o konudaki tavrı yasaklayıcı olabilirdi. fakat allah, eğer açıklama yapsaydı ilave hüküm getirebileceği bir konuda, açıklama yapmamasını, bizim o konudaki serbestiyetimiz için yeterli görmektedir. bu yüzden allah ayette “allah onları affetmiştir” demektedir. nihayet ayetin sonundan allah’ın bu tavrının allah’ın kullarına karşı bağışlayıcılığının ve yumuşak davranmasının sonucu olduğunu anlıyoruz. bu yüzden defalarca tekrarlayarak diyoruz ki; her ne olursa olsun, her ne olursa olsun, her ne olursa olsun eğer kuran’daki bir izahla temellendirilemiyorsa bu helal, haram, sünnet, farz, mekruh veya her ne olduğu iddia ediliyorsa bu şey din dışındadır, dini alanla hiçbir ilgisi yoktur. kimse allah’ın rahmetini sınırlamaya, allah’ın kuran’da kolay olduğunu söylediği dini zorlaştırmaya kalkmasın. kimse kendi kafasındaki doğruların, bin yılı aşkın bir zaman diliminde, apayrı kültür ve çevrelerde yaşayan tüm insanlar için de doğru olduğunu iddia etmesin. dine yapılan bu ilaveler ve yasaklar dini detaylara boğmuş, kişileri dinin özünden uzaklaştırmıştır. namazda ayakların arasının kaç parmak olacağını, hangi ayakla hangi işe başlanacağını, sakalın boyunu ayarlamaya çalışanlar; teferruatla uğraşmaktan, allah’ın asıl istediklerine yeterli dikkati yöneltememişlerdir. şimdi 12 örneğimizi inceleyelim ve kuran’da yer almayan konulardaki sorulara nasıl cevap verilebileceğini görelim:

    1. soru: namazda ellerim nasıl durmalı?

    cevap: kuran’da namazda eller şöyle dursun diye bir izah yoktur. yani ister eller göbeğin üstünde bağlanır, ister yana sarkıtılır, ister havaya kaldırılır.

    2. soru: küçük tuvaleti oturarak yapmak dinen daha mı makbul?

    cevap: kuran, tuvaleti nasıl yapmamız gerektiğini söylemez. dileyen oturarak tuvaletini yapar. dileyen ayakta yapar.

    3. soru: ipek gömlek giyilebilir mi?

    cevap: kuran’da erkeğin de, kadının da ipek gömlek giymesine engel hiçbir izah yoktur. isteyen ipek gömlek de giyebilir, ipek pantolon da, ipek çorap da…

    4. soru: kadınlar makyaj yapabilir mi?

    cevap: kuran’da kadının makyaj yapmasıyla ilgili hiçbir izah yoktur. dileyen herkes makyaj yapabilir.

    5. soru: dövme yapılabilir mi?

    cevap: kuran’da dövme ile ilgili hiçbir izah geçmez. eğer birisi dövmenin altına su geçmez, o zaman da boy abdesti olmaz izahını yaparsa, şunu bilmelidir ki dövme derinin üstünü kaplamaz, içine işler. ayrıca kuran’da gusül abdesti diye bahsedilen genel bir yıkanmadır. kuran’da “toplu iğne başı kadar kuru yer kalmayacak” şeklinde bir izah yoktur. o zaman minnacık bir tükenmez kalem çiziği olanın da gusül abdesti kabul olmaz. kısacası kuran’ın hiçbir izahından dövme yapmanın haram olduğu çıkmaz. boy abdestine dinde olmayan detaylar ilave eden zihniyet dövmeyi de haramlaştırmıştır.

    6. soru: hangi elle yemek yiyelim?

    cevap: kuran insanların hangi elle yemelerinin gerektiğini, hangisinin sevap olduğunu anlatmaz. dileyen dilediği eliyle yemeğini yer.

    7. soru: kadın erkek el sıkışabilir mi?

    cevap: kuran’da kadınla erkeğin el sıkışmaması gerektiğine dair hiçbir izah yoktur. demek ki kadınla erkek el sıkışabilirler.

    8. soru: kadın kocasından habersiz kaç kilometre uzağa gidebilir?

    cevap: kuran bu konuda hiçbir izah, dini bir kısıtlama getirmez. demek ki evli çiftler bu tarzdaki iç sorunlarını kendi içlerinde çözeceklerdir. fakat bu sorunlarını çözerken kendi görüşlerini, kuran’da olmayan uydurma izahlarla din adına temellendirmemelidirler.

    9. soru: ölünün arkasından kuran okunabilir mi?

    cevap: kuran her zaman okunabilir. ölümlerden sonra da, doğumda da, herhangi bir toplantıda da kuran okunabilir. fakat ölünün arkasından 1, 7, 40, 52. geceler gibi; gözetilmesi zaruri farz olan geceler yoktur. bu gecelerde kuran okumak veya okutmak farz değildir. fakat bu, kuran okunamayacağı manasına gelmez. ölünün anıldığı gecede kuran okumak veya okutmak elbette ki güzel bir anmadır. kuran’ın okunmasının iyi olmayacağı bir ortam olabilir mi? yeter ki kuran sırf allah rızası için okunsun. kuran’da olmayan merasimler farz gibi takdim edilmesin.

    10. soru: kusmak orucu bozar mı?

    cevap: kuran’da orucun üç şeyden oluştuğunu görüyoruz; yememe, içmeme ve cinsel ilişkiye girmeme. bu üçünü belli bir zaman diliminde yapmamakla oruç ibadeti gerçekleşir. kuran’da “kusmama” diye dördüncü bir şart belirtilmediğine göre, kusmanın oruçla hiçbir alakası yoktur.

    11. soru: erkekler sarı veya kırmızı renklerde elbise giyebilirler mi? altın takabilirler mi?

    cevap: kuran’da erkeklerin giyimdeki renk tercihlerinin ne olması gerektiği veya takılarının nasıl olması gerektiği hususunda bir açıklama getirilmemiştir. bu hususlar kişilerin şahsi tercihlerine bırakılmıştır.

    12. soru: orucu hangi yiyecekle açmak daha sevaptır?

    cevap: kuran’da orucu açmanın makbul olduğu yiyecek diye bir şeyden bahsedilmez. demek ki orucu açma noktasında helal her yiyecek eşittir.
  • allah'a ortak koşmayanların savunduğu gereklilik.

    "men yutiır resûle fe kad atâallâh"
    elçiye itaat eden, allah'a itaat etmiş our. (nisa/80)

    elçiye itaat, getirdiği mesaja itaattır. kur'an'da hiçbir yerde "muhammed'e itaat edin" şeklinde bir ifade göremezsin, "nebi'ye itaat edin" de göremezsin. sürekli olarak elçiye itaat edin der. resul/nebi/muhammed ayrımlarını bilmeyen beton kafalara beton bloğu misali entryler fayda vermez. ne kadar delil de yığsan önüne bildiğini okumaya devam eder.

    peki elçi kimdir, elçi ne yapar?

    "ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn"
    resule/elçiye düşen görev, yalnızca apaçık tebliğdir. (anketbut/18)

    demek ki neymiş, elçiye itaat tebliğ ettiği mesaja itaatmış. yıllar sonra rivayet edilen uyduruk masal ve iftiralara itaat değilmiş. allah bu kitaba "eksiksiz" diyorken birilerinin "bu kitap yetmez, başka kaynaklara ihtiyacımız var" demesini de siz sevgili kenyalıların takdirine sunuyorum.

    eksiksiz*, yeterli*, apaçık*, korunmuş*, kolaylaştırılmış*, ayrıntılı*, her şeyi açıklayan*, en doğru yola ileten*, rehber*, şifa* ve din konusunda tek sorumlu olduğumuz* kitap olan kur'an'a gereği gibi saygı duyanlara selam olsun.
  • gerekliliğinin tartışılması bile islam dünyasının ne durumda olduğunun kanıtıdır.

    arkadaşlar diyor ki, "peygamber soylediyse inanırız tabi ki, ayette de geçiyor bu, peygamberi aradan çıkarmak olur mu?"

    ıyi de, o hadis dediğimiz sözlerin peygambere ait olduğunun kanıtı yok sıkıntı burada başlıyor. buhari'nin doğum yılı kaçmış bir bakın bakayım.

    azıcık düşünen, araştıran adam bunu söylemez zaten. peygamberimize iftira atılıyor belki de bu hadisleri söyledi denerek. ben ise şunu kanitimla biliyorum, peygamberimiz rabbin huzurunda diyecek ki "ya rab, ümmetim kuran'ı terk etti."

    bu söylediğim hadis değil işte, tozunu pasını silin de okuyun şu kitabı.
  • şimdi bakın çok enteresan;

    "dinde zorlama yoktur." bakara 256

    "çocuklarınız yedi yaşına geldiklerinde onlara namazı emredin. on yaşlarına gelince (namaz kılmazlarsa) onları dövün." tirmizi'nin aktardığı bir hadis

    yer yer bu gibi ikilemlere neden olduğu için hadisleri değil de kuran'ı esas almak makul bir gerekliliktir, bence.

    piyasada tirmizi ve ebu hüreyre gibi din âlimleri aracılığıyla aktarılan hadisler ve kesinliği kanıtlanmamış hadisler mevcut. tövbe tövbe, atarlı giderli sözlerin altına nejat işler yazıp ona mal etmek gibi bir şey bu kesin olmayan hadisler. zamanında insanlar bu alimler tarafından "kesin hadis, yayalım." şeklinde onay aldıkları hadislere inanmışlar ve bu isimleri kaynak olarak belirtmek suretiyle günümüze kadar gelen hadisleri kutsi hadis diye adlandırıyorlar. peki bu zatlara nasıl güveniyor insanlar? yani kuran dinde zorlama yok derken hadis öz çocuğunu dövmeni emrediyorsa, hangi kaynaktan şüphe etmeli?
hesabın var mı? giriş yap