• 70’lerin belki de en büyük ikonasıydı. bu sabah paris'teki evinde ölü bulunmuş. serge gainsbourg ile birlikte 70’leri büyülü yıllar yapmayı başardılar. ikisinin fırtınalı aşkları, şarkıları, özel yaşamları, serge’in çirkin ama bir şekilde çekici olmayı başarabilen aurası birkin’in vahşi ama bir anda uçup gidecekmiş gibi duran büyülü güzelliği. siyah beyaz kadrajlar. paris. riviera. alain delon. ve fransa’ya, sinemaya, bohem sanata, güzelliğe, yaşarken bir söylenceye dönüşmeye, şiire, sanata, düş gücüne ve her şeye dair bir şeydi jane birkin. 70’lerin ikonalarından biriydi. seyrek dişleri ile gülümseyince dünyadaki tüm erkeklerin yürekleri çarpardı.

    paris kafelerinde tek başına oturup sartre, camus falan okuyan, varoluşçu sohbetler etmeyi seven kız imajını biraz da jane birkin'e borçluyuz.

    r.i.p. jane.
  • 1970 yılında tony frank tarafından çekilen birkaç fotoğrafı:

    görsel1

    görsel2

    görsel3

    görsel4

    çok güzelsin be jane b.!
  • julio cortazar seksek romanında iki kahramanını konuşturur. biri gazetecidir, mao zedong'la konuşmuştur. der ki arkadaşına 'seninle mao arasında ben varım.'... benimle jane birkin arasında da kardeşim...

    sene... sene kaçtı yaa?.. 1993 mü desem 94 mü... o aralar işte. konur sokaktaki mülkiyeliler'de kardeşimle buluşacaktık. her zamanki gibi geç kalmıştım buluşma saatine. neyse içeri girdim kimselerin inanmadığı o yalancı telaşımla. yaa geç kaldım kusura bakma dememe fırsat vermeden kardeşim 'abi biraz önce bu masadan kim kalktı biliyor musun,' dedi. 'kim ki?' dedim. jane birkin demez mi?.. jane birkin! bu masadan kalktı!.. o sıralar devam ettiği fransızca dil kursları, yok efendim fransız sineması, yeni dalga filan derken kızın kafası karıştı herhal dedim kendimce... meğer öyle değil, sahiden jane birkin'miş iki satır da olsa sohbet ettiği!.. 'sizi tanıdım ben, hayranınızım,' derken iş aynı masada oturmaya kadar varmış. artık neyse bir sinema etkinliğine mi gelmiş, yoksa öylesine mi takılmış jane hanım'ın yolu mülkiyeliler'e düşmüş, kardeşim de tanıyıp masasına davet etmiş, o da iki etmeyip oturuvermiş. "yaa kadın çok tatlıydı abi bir göreydin keşke," dedi oturduğumuz zaman zarfında. ben hayatımda bir randevuya geç gitmenin acısını bu kadar yaşamadım desem yeridir...
  • bazı çok basit cümleleri var röportajlarında ve filmlerinde, okuyunca insanı bir düşünce alıyor, "hakikaten, niye öyle ki ya" diyor insan.

    http://25.media.tumblr.com/…4ks1bz1qcbjbso1_500.jpg

    http://24.media.tumblr.com/…v9a1pc1s1ag2ro1_500.jpg

    bazen birilerinin b yüzü olarak kalan, işlerin merkezinde yer almayan, çok büyük tiratlar atmayan bu tip insanlar 1-2 cümleyle hayatı, ilişkileri, insanları tuğla tuğla kitaplardan daha iyi anlatıyorlar.

    --- spoiler ---

    1968 yılında, henüz 22 yaşındayken, turkuvaz elbiseli kız kendisini minik bebeği kate ile birlikte, john barry tarafından terk edilmiş ve yalnız buldu. aynı sene gainsbourg’la tanıştı. hiç evlenmediği ama 1972 yılında charlotte adında ikinci bir kız çocuğu sahibi olduğu şarkıcıyla hayatı ise adeta gece boyu süren bir partiydi.

    jane ve gainsbourg korkunç kavgalar ettiler, hatta bir tanesi bir gece kulübünden eve dönerken birkin’in kendisini seine nehri'ne atıvermesiyle sonuçlandı, çift ve çocukları kendilerini daimi bir kamu gözetiminin içinde buldular. tabii mercek altında yaşamaya çalıştıkları bu hayata, gainsbourg’un her fırsatta flört eden yapısı –ki en çok tepki aldığı olay kızı charlotte henüz 12 yaşındayken düet yaptıkları lemon incest adlı şarkı ve bu şarkıya çekilen klipte kendisinin üstsüz kızının pantolonsuz vaziyette yatakta olmalarıdır- pek yardımcı olmadı. ‘o insanlara tapmayı severdi ve kızını ne kadar sevdiğini gösterebilmek için de böyle bir klip çekip ona sarılması gerektiğini düşündü.’ diye açıklıyor birkin, ki bu da onların şöhret ve ekstrem bohemlikle dolu paralel evrenlerinde muhtemelen göründüğü kadar tuhaf değildir.

    ‘ben mükemmel değildim,’ diye itiraf ediyor birkin. bununla birlikte, alkole düşkünlüğünü hiçbir zaman yenemeyen gainsbourg hariç herkesin bu ayrılıktan hasarsız çıktığını söylemek mümkün. evet, belki kate ergenliğinin sonlarına doğru uyuşturucu bağımlılığı yüzünden tedavi gördü, ama neticede ileriki hayatında paris’te bir rehabilitasyon merkezi açtı ve şu anda oldukça başarılı bir fotoğrafçı. charlotte da özel hayatını oldukça sert bir şekilde gazetecilerden koruyabilen ünlü bir film oyuncusu oldu (derler ya hani, buyurun buradan yakın). ve birkin de gainsbourg’u terk ettikten sonra jacques doillon’la hayatına devam etti ve çiftin lou adında bir kızları oldu. bugün tüm kızları paris’te yaşıyor, ve birkin geniş ailesinin bir araya geldiği günlerden ve bir büyükanne olarak her zaman ne kadar arandığından mutlulukla bahsediyor.

    gainsbourg’u terk ettikten sonra bile ilişkileri oldukça karmaşık ve tutkulu olmaya devam etti –o defteri kapatacak kadar burjuva olmadılar. gainsbourg birkin’in söylemesi için şarkılar yazmaya devam etti, birkin de bu şarkıları büyük övgülerle söylemeye devam etti (‘onu terk ettiğim için ne kadar acı çektiğini anlatan o şarkıları söylemek zorunda olmam gerçekten çok kötüydü.’ diyor). gainsbourg lou’nun vaftiz babası oldu, hayatının sonlarına doğru da sık sık akşam ne pişireceği gibi şeyleri birkin’le paylaşmak için ona telefonlar etmeye devam etti.

    bu iş nasıl yürüdü, zor olmadı mı? ‘oh, hayır, hayır. ona bu konuda minnettarım,’ diyor birkin. ‘bu tamamen onun sayesinde oldu. ayrıldıktan sonra ancak terk edilen taraf görüşmeye devam etmek isterse arkadaşlık sürüyor. ayrıca serge bir röportajında şöyle bir şey söylemiş -ki bu röportajı ben daha yeni gördüm-, “sanırım onunla görüşmeye devam edeceğim, çünkü hayatıma giren çok pygmalionlar oldu ama jane muhtemelen en iyi eserimdi.”. ve ben de düşündüm ki “ah! pygmalion referansı her şeyi açıklıyor.”. babasını taparcasına sevmiş olan, erkek kardeşini idolize eden ve hep kendisinden çok büyük adamların çekimine kapılmış olan birkin, hayatının büyük bir kısmını çekici erkek karakterlerin gölgesinde geçirmiş.

    ama gainsbourg’u terk ettiğinde kendi özgürlüğü için ilk adımı atmış oldu. ‘aslında sadece onun olmamı istediği o güzel yaratık olmaktan kaçtım,’ diyor. ‘artık ne yapıp yapmayacağımı birilerinin bana söylemesini istemiyordum, ve onun oturma odasında hiçbir şeye dokunmama izin vermemesi, ve bana yasaklaması… ikinci bir kez baba evini terk etmek gibiydi – hani aileni terk ettiğinde kapıyı çarpmış olsan bile onlar nezaketlerini korur ve seninle görüşmeye devam ederler ya, onun gibi.’

    ve hakikaten, bugün ona bakınca - ilk solo albümünü yazmış olmasının heyecanını taşıyor, siyasi aktivizmiyle ilgili konuşurken çok tutkulu (şarkılarından birinin adı aung san suu kyi) – anlaşılıyor ki jane birkin’in fevri ve üzücü hayat hikayesi, onun kendi istediği gibi bir kadın olma çabasını anlatıyor.

    ama özgürlüğüne kavuşmasının bir bedeli oldu mu? o şu anda yalnız yaşıyor. dora adında bir bulldog köpeği var, ama birkin daha fazlasına özlem duyuyormuş gibi görünüyor. albümündeki ilk şarkı olan prends cette main’e bakıyorum, şarkının konusu hayatına son bir sevgili daha girsin isteyen ortayaşlı bir kadın. ‘sanırım 40-50 yaşlarındaki insanlar, özellikle 50 yaşın üzerindekiler, aynen bu durumu yaşıyorlar, ve üzerinde bir başka vücudun ağırlığını hissetmek güzel olurdu, birinin sana sarılıp üzerinde uyuması ve onu uyandırmamak için uyuşmuş olan kolunu nazikçe çıkarmaya çalışmak gibi şeyler… ben bu hissi tatmayalı ne kadar zaman olduğunu bile unuttum, 10 yıl, 12 yıl?’. bir başka şarkısı olan madame’ın sözlerine dikkatimi çekiyor, şarkının konusu birkin’in artık genç bir mademoiselle olmadığını fark ettiğinde yaşadığı korku: ‘biri sana “madame’ dediğinde artık kendinin aslında olduğunu sandığın o küçük çocuk, elf, ya da her neyse olmadığını fark ediyorsun. işte böyle, bir uyanıyorsun ki aslında dış görünüşünün artık içdünyanla bir ilişkisi kalmamış.’.

    ve, kesinlikle, birkin’in dairesinin mükemmel konumuna ve içindeki dağınık refah havasına rağmen, her birimiz gibi o da faturalarını ödeyebilmek için çalışmak zorunda. ama, belki, diyor, böylesi en iyisidir.

    ‘evet. çalışmak zorundayım. pek çok şeyin bedelini ödemek zorundayım. bazı insanlar gibi ben de hayatımın bir döneminde taklaya geldim ve o dönemim yüzünden hala çalışmak zorundayım. ama sonra düşününce fark ettim, aslında çalışmaya devam ediyorum çünkü çalışmasam çok yalnız kalırdım. ve ayrıca, insan her gün çocukları arayıp “selam, bu gece n’apıyorsunuz?” diyemiyor. bugün bu yaşıma rağmen hala çok çeşitli işler için teklif alıyor olmam bence çok hoş ve hatta şaşırtıcı. o yüzden, evet, bu konseri vereceğim, sonra da birileri kaba saba bir komedi filmi çekecekmiş, düşündüm ki “evet, neden olmasın, herkesin tek ihtiyacı böyle ucuz bir komedi filmi”. ve bu yüzden bu iş eğlenceli olacak.’.ve, evet, birkin, oldukça metanetli, kendi yolunda ilerlemeye devam edecek.
    --- spoiler ---

    kaynak: [http://www.telegraph.co.uk/…ng-to-her-own-tune.html http://www.telegraph.co.uk/…ng-to-her-own-tune.html]

    dipnot: çeviri şahsım tarafından yapılmıştır, lütfen kullanacak olursanız hem orijinalini hem burayı kaynak veriniz.

    dipnot2: o çocuk sesinin olgunlaşmış ve hatta yaşlanmış olmasına teselli şu nevi terennümleridir efendim: https://youtu.be/5bmggtzcpha

    gün içerisinde birkaç dakika bulunduğunuz gürültülü ve stresli ortamdan kaçıp huzur bulmak, belki bir nebze eskileri anmak isterseniz, bu performansı mutlaka dinleyiniz.
  • ah ya! başlığı takibe almıştım, elim titreyerek açtım entry sayısını görünce zira hem başlığına çok yazan olmazdı hem de bir süredir sağlık problemleri vardı. bu dünyadan bir peri geçti!
    bazıları gogol'un paltosundan, bazıları da senin "sepet"inden çıktı. bütün ilhamlar, melodiler, duygular için teşekkürler.

    görsel

    edit:imla
  • serge gainsbourg geçirdiği bir kalp krizi sonucunda je suis venu te dire que je m'en vais*adlı şarkıyı yazmıştır ve şarkının dramatik etkisini arttırmak için jane birkin'in hıçkırıklarıyla birlikte kaydetmiştir. kaynak
    jane b.'nin vefatı üzerine şarkıya atıfta bulunan şu iki görsele rastladım, çok hoşuma gitti, sizlerle de paylaşayım:
    je suis venu te dire que je reviens*

    je suis venu te dire que je reviens*

    şarkıyı dinlemek isterseniz:
    je suis venu te dire que je m'en vais
  • tarzı ve güzelliğiyle herkesten farklı bir çekiciliğe sahip, biraz da çocuk ruhlu ikonik kadın. serge gainsbourg’le yaşadığı aşk her fotoğrafa dakikalarca bakakalmanıza neden oluyor. hem biraz hüzün hem de hafif bir kıskançlıkla bu nasıl aşkmış böyle hissiyatı uyandırıyor insanda. ikilinin arasındaki kimya 70’lerin o güzel karelerinden günümüze akıp geliyor her defasında. aşklarındaki hüznü, çocuksuluğu, özgürlüğü, sadeliği, neşeyi ve en çok da tutkuyu bir arada görmek şimdiki sıradan aşk adı altındaki ilişkilerden soğumamıza neden oluyor.
  • 60'ların, 70'lerin efsane ismi. şanson erbabı. “seks ilahesi”. serge gainsbourg adlı efsanenin partneri ve büyük aşkı (kendi tabiriyle, "serge'in b yüzü".) “je t'aime... moi non plus”yü gainsbourg'la beraber “yatakta” söyleyen kadın. şöhretli sinema oyuncusu... michelangelo antonioni'nin julio cortazar'ın öyküsünden uyarladığı blow up'ta iri gözleri, kahküllü düz saçları, uzun bacakları, androjen bedeni ve pervasız tavırlarıyla izleyeni ekrana kitleyen afet-i devran…

    serge gainsbourg'la beraber yaptığı “je t'aime... moi non plus / jane b” 45'liği her ikisinin de alamet-i farikası olmuştur. bu plak bir skandala yol açmıştı, hatta papa onları aforoz bile etmişti. gainsbourg'un "histoire de melody nelson" albümü birkin'in üzerine kurulmuştu. “la decadanse", "lolita go home”, “lost song”, “baby alone in babylone” gibi hitlerle yıllarca plak yaptı. gainsbourg şarkıları dışında, “lolita go home” albümünde cole porter şarkıları da okudu. "version jane”de gainsbourg hitlerini söyledi. türkiye'ye de ithal edilen şanson cd'leri arasında ikişer tane birkin ve gainsbourg toplaması da vardır.

    serge gainsbourg'la çok acayip bir aşk ilişkileri vardı. birkin, alain delon'la bir filmde oynayacakken serge gainsbourg kıskançlıktan deliye dönmüştü. çünkü alain delon'un müthiş çekici olduğunu düşünüyordu. ve delon'dan daha gösterişli olmak için gainsbourg en büyük limuzini kiraladı. st. tropez'nin o dar sokaklarının hiçbirine girmiyordu araba. arabanın üstüne bütün valizler, bebek arabaları, yataklar filan iple bağlanmıştı. tıpkı bir at arabasına benziyordu. çok “flaş” gözükmek isterken, serge tuhaf hallere düşmüştü. hep jane'e olan aşkı yüzünden…

    kendi deyimiyle “sadece serge'in gözüyle kendini güzel bulan” bir kadındı. seks ikonu, fotomodel, modacı, oyuncu, şarkıcı, hayırsever, insan hakları savunucusu ve anneydi… cansız bedenini bakıcısı bulmuş. “kimseniz kalmamışsa, yapmanız gereken tek şey, ipek iç çamaşırları ve gecelikler giyerek proust okumaktır” demişti bir röportajında. yapayalnız ölmüşken, proust'un bir kitabı var mıydı acaba başucunda?
  • en has it girl. hep göz önünde ama gizemli, flörtöz ama ulaşılmaz, çekici ama çocuksu, çılgın ama zarif, çabasız ama başarılı, umursamaz ama dominant... 70'lerin büyüsünü yaratan en önemli ikonlardan biri olan, popüler kültür tarihine adını kazımış bir isimdi. şarkıcı kimliğiyle kendi yaşamını şöyle anlatmışlığı vardır: (bkz: living in limbo).
  • bazen aklıma geliyor da bu kadını canlı izlediğime inanasım gelmiyor. hatta dibimden şarkı söyleyerek geçip gitmesi filan. güzeldi, hala da çok güzel.

    http://www.youtube.com/watch?v=bbeb0akvqd0
hesabın var mı? giriş yap